Blog – cizenbayan https://www.cizenbayan.com müzik, seyahat, lifestyle, yoga, festivaller, keşifler Fri, 09 Aug 2019 14:22:29 +0000 tr-TR hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.6.14 prense dönüşmeyeceğini bile bile öptüğüm kurbağa https://www.cizenbayan.com/prense-donusmeyecegini-bile-bile-optugum-kurbaga/ https://www.cizenbayan.com/prense-donusmeyecegini-bile-bile-optugum-kurbaga/#respond Tue, 12 Feb 2019 13:35:11 +0000 https://www.cizenbayan.com/?p=10138 hello

geçen haftalarda bir story paylaşmıştım, prense dönüşmeyeceğini bile bile bir kurbağa öptüm diye. merak eden parmak kaldırsın anlatayım dedim. pek çok kişi parmak kaldırınca bu yazıyı yazmaya karar verdim.

lafı uzatmayayım, ben geçtiğimiz hafta kambo yaptım.

kambo’nun ne olduğundan bahsedeyim sonra neden yaptığıma geleceğim.

kambo amazonlarda yaşayan pek şirin bir kurbağa’nın stres altında derisinden salgıladığı mukusumsu bir maddenin insanın derisinin altına küçük noktalar şeklinde uygulanması diye özetlenebilir. amazonlarda yakalanan küçük çift renkli sempatik kurbağacık (bu arada kurbağa tek korktuğum hayvan falan olabilir ama artık seviyorum galiba) istenen madde elde edildikten sonra bir zarar görmeden doğaya geri salınıyor, o salgıladığı madde ise ahşap çubuklarda bir süre muhafaza edilip taşınabiliyor.

bu mukus daha sonra uygulama yapılacağında su ile aktif hale getirilerek böyle küçük bir tütsünün ucu kadar bir şeyle hızlı ve acısız bir şekilde yakılan ve o noktada derisi kaldırılan kol ya da bacağa uygulanıyor ve aslında kısa bir süreliğine sert bir şekilde zehirleniyorsunuz. bu işlem genellikle bu konuda uzman bir şaman eşliğinde güvenli bir şekilde yapılıyor. kişiye göre şamanın gerekli gördüğü doz uygulandıktan sonra kambo’nun kişide bağışıklık sistemini güçlendirdiği, zihne odak ve berraklık getirdiği, varsa bağımlılıkların tedavisinde çok etkili olduğu, varsa bir takım fiziksel hastalıkları iyileştirdiği söyleniyor.

kambo seremonisi öncesinde bir süre vegan bir şekilde beslenmek baharatlı yiyeceklerden kahve dahil uyarıcı maddelerden uzak durmak gerekiyor (ne kadar uzun o kadar iyi) uygulamanın yapılmasından 12 saat öncesinde yemek yemeyi tamamen bırakıyorsunuz. yani boş bir mide lazım. uygulama öncesi bir oturuşta, suyun idrar yolunuza gitmesine izin vermeyecek bir hızda 2 litre kadar ılık su içmek gerekiyor. bence olayın en zor kısmı bu. ben o suyu içerken fenalaşmaya başladım. midemde o kadar yer olmadığı için kalbim sıkıştı biraz. ama o su sonradan dostunuz oluyor. bi dk geliyorum oralara…

şimdi benim şamanım bu treatment’ı ilk kez alıyorsanız mutlaka 3 seans uygulama yapmak istiyor. ben bu konularda söz dinlerim o yüzden sorgulamadım bile. hatta ücretini de baştan öde sonra anlayacaksın neden olduğunu dedi. bi şeyleri bi kerede yapıp bitirmeyi sevdiğimden hem de o hafta sonu tek başıma kalabileceğim bir yerim de olduğundan, inzivaya çekilirim diye düşündüm ve 3 dozu üst üste aldım: perşembe, cuma, cumartesi şeklinde.

Processed with RNI Films. Preset 'Agfa Precisa 100'

şimdi ilk gün suyu içiyorsunuz şaman kolunuzda ilk yanığı açıyor deriyi kaldırıyor (hiç acıtmıyor canınızı bu aarda bu işlem) ve tek bir noktada maddeye olan reaksiyonunuzu test ediyor ve güvenliyse ilk seansın uygulamasına geçiyor.

dozaj normalde 3 nokta – 5 nokta – 7 nokta diye gidiyormuş uygulamalarda. ben ilk gün sol kolumdan 3 dozumu aldım. 3 noktaya kurbağa zehri konunca bi 5-10 saniye sonra etken madde deri altından kana karışıyor. yeşil ateş de denen kambo’nun baya vücudunuzda kanla birlikte hareketini hissedebiliyorsunuz ama her şey çok hızlı gelişiyor. okuyup araştırdığım kadarıyla kambo’da kan-beyin bariyerini aşan peptidler varmış ve bu peptidler organlara reset emri gönderiyormuş beyinden. bi anda beyninize bi sıcak geliyor sonrasında ateş basıyor kalp çok hızlı atmaya başlıyor ve ne kadar olduğunu bilmediğim ama 20-25 dakika kadar sürdüğünü tahmin ettiğim bir süre boyunca gerçekten berbat hissediyorsunuz. ölür gibi olup ölememe gibi. ayahuasca’nın kusmasıyla alakası yok çok daha sert. o içtiğiniz suları kusuyorsunuz öğüre öğüre. yabancı kaynaklar buna purging diyor. titreme, üşüme, ateş basması, göz yaşı, inleme falan derken baya bir zehirlenme hali. bu sırada şaman medicine şarkıları söylüyor ve sizin için orada bulunuyor şifalı otlar, tütün vs ile alan tutuyor, daha fazla su içmeniz gerektiğinde söylüyor vs.

bu süreçler herkes için farklı olabilir. normal zamandaki beslenmenize, diyeti ne sürede ve ne ciddiyette yaptığınıza, vücut ağırlığınıza, şifalanma niyetlerinize, yaşınıza, vücudunuzdaki veya mental tıkanıklıklara yani bir sürü şeye bağlı olarak değişebiliyormuş. benim deneyimim 3-4 kez kusma terleme titreme üşüme ağlama inleme ve en sonunda artık tutamayacak duruma geldiğimde şaman eşliğinde tuvalete gidip ishal şeklinde son toksinleri de attktan sonra sakinleme ve şamanın yaptığı yatakta kısa ama derin bir uykuya dalma şeklinde oldu. seremoni sırasında uğurlu taşlarım yanımdaydı ve çok zorlandığımda niyetime dönmemi hatırlattı hep şaman.

uyandığınızda şaman size güzel proteinli vegan bir çorba yapıyor onu içip sonra tıpış tıpış eve. sakin bir gün geçirmeniz, dinlenmeniz, bolca su içmeniz, tabii diyete devam etmeniz gerekiyor.

IMG_6067

ilk dozu alırken öyle zorlandım ki ben mesela insanın aklından geçen ilk düşünce ben yarın yine mi yapacağım bunu manyak mıyım ben falan oluyor. o yüzden 3 dozun da ücretini baştan ödeme fikri baya mantıklıymış gerçekten de. n’apıyorum ben burda kendime zorum ne lan benim diye sorgulamanız bile normal. ama o akut zehirlenme anı bittikten sonra öyle bir dinginlik ve rahatlama geliyor ki bile bile yine geliyorsunuz ertesi gün.

benim ilk dozum biraz sert geçtiği, hassas bir kalbim (kahve içince çarpıntı olan cinsten) ve bünyem olduğu için şaman dozlamayı 3-5-7 yerine 3-4-5 nokta şeklinde yapmaya ve 2. ve 3. dozları da kolumdan değil kalbe daha uzak olan bacak dışından uygulamaya karar veriyor. yine söz dinliyorum.

ikinci gün bacağımdan 4 nokta yapıldı ilk güne göre daha hafif geçti. 3 gün ise yine bacağımdan bu sefer 5 nokta yapıldı ve biraz daha sert geçti. ama genel olarak her seremoni benzer şekilde geçti. su içme. bu esnada çok zorlanma. dozları alış. terleme kusma inleme ağlama ishal hayatı sorgulayış son bi kusma uyku ve dingin bir şekilde uyanış.

sonrasında da işte kendimi o inziva kafasına soktum ve çok güzel dinlendim. şamanın önerisi üzerine bir 10 gün daha diyetime dikkat ettim. balık ve yumurta yiyebilirsin süt ürünlerinden bi 10 gün daha uzak dur dedi (süt ürünleri mukus yapıyormuş midede) vücut isteyip de et balık vs yediğinde dudağında hep dualar olsun dedi. (dudağında dua lafı ona ait ve çok hoşuma gitti)

ben vegan vejeteryan değilim hiç olmadım, insanın et yemesinin doğasına aykırı olduğunu düşünmüyorum ama insaniyet olarak şu geldiğimiz noktada yaptığımız her şey ve yapma şeklimiz doğamıza aykırı. endüstriyel et üretimi hem çevremiz için korkunç ve hem de ‘üretip’ öldürdüğümüz canlılar için çok acımasız. ete bu kadar kolay ulaşımımız olmamalıydı belki de, daha az daha bilinçli bir şekilde tüketseydik diye düşünen biriyim. bu tarz şamanik seremonilerden sonra her seferinde başka farkındalıklar geliyor. eskiden gülerdim böyle insanlara şimdi gerçekten bir balık yumurta yemeden önce şamanın da dediği gibi dudağımda dualar minnet duyguları….

neyse…

3 dozu da alıp güzelce dinlendikten sonra diyetime devam ettim. dün itibariyle diyetim de bitti (dondurma ve peynir yiyerek kutladım) ve bu yazıyı yazmak için bugünün doğru gün olduğunu düşündüm.

kambo nediri biraz açtıktan sonra şimdi de neden kambo yaptığıma geleyim. sonra da bendeki etkilerine.

özellikle amazonlardan gelen şifalı bitkilere ve hem ruhu hem fiziği güçlendiren bu tarz uygulamalara meraklı olduğumu beni takip edenler bilir. kambo’yu da yakın çevremden duymuştum amma ve lakin bu tarz medicine’lara hiçbir zaman ‘bucket list’ kafasıyla yaklaşmadım. daha çok benim ne zaman ihtiyacım olsa bu medicine’lar bir şekilde karşıma çıktılar hayatıma girdiler ben de işaretleri takip edip kalbimi açıp gerekli zaman ve adanmışlığı verdim diyelim.

bir süredir yumurtalıklarımda genel olarak hormonlarımda sorun vardı. ocak ayında her sene olduğu gibi tulum’a gitmeyip full istanbul’da kalmaya karar vermem biraz evde oturmam da aslında bu yüzden oldu.

sanırım 6-7 senedir aralıksız seyahat etme, 2 küsür senedir evsiz oluşum, sırf geçen sene 5 kez amerika, kıtasına bir kez asya’ya gidip gelerek vücudu ekstrem bir şekilde iklim ve zaman farkı şartlarına maruz bırakmam hormon dengemi biraz bozmuş ve yumurtalıklarımda kistler oluşmuş. ayrıca 2018 biterken yazısına göz gezdirenlerin ya da bu yaz beni takip edenlerin az çok tahmin ettiği üzere yazın geçirdiğim epey stresli dönemler, kendimi sevmek ne demek öğrenmeye başlamadan önce vücuduma ve zihnime duyarsız, uyku yerine kahve içerek, günde 4 saat uyku ortalamayla, durmaksızın bir ‘çalışma ve çabalama’ halini yücelterek kendime acımasız yaklaşımlarım ve kasım ayı bir gün bayılıp kafamı betona çarpıp uyanmam ve o zamandan beri sorguladığım içselleştirmeye çalıştığım ‘kendimi sevme’ kavramı derken kambo bu zamanlamada hem fiziksel hem zihinsel olarak bana çok iyi gelebilecek bir ilaçmış meğer. ama gidip de dur bir kambo yapayım demedim. bir arayışa girmedim. uzun zamandır varlığından haberdar olduğum bu ilaç geldi buldu beni çok tesadüfi bir şekilde. birkaç sene önce aldığım bir yoga hocalık eğitiminin sertifikasını almamışım. hocam evini toplarken onu bulup beni arıyor gel sertifikanı al diye. ordan laf lafı açarken tanıdığım ve güvendiğim bir şamanın istanbul’da olduğunu ve kambo uygulaması yaptığını öğreniyorum. beynimde bir ampul yanıyor hemen şu an tam zamanı diye.

konuşuyoruz şaman’la tabii soruyor neden yapmak istiyorsun diye. sebeplerimi sıralayınca ikna oluyor ve tedaviye başlıyoruz.

kambo, ilacın nasıl elde edileceği nasıl uygulanacağı bilgisi, amazonlarda kabilesini bir türlü iyileştiremeyen Kampu adlı bir şamana ayahuasca tarafından veriliyor. bu ilaç savaşçı ve avcıların aura’sını temizleme onları güçlendirme için de kullanılmış amazonlarda. şimdi de batıda bu konu hakkında yetişmiş şamanlar tarafından geleneğe saygı çerçevesinde bilinçli uygulamalarla yapılıyor. (en azından benim şamanım öyle)

kambo yapmadan birkaç hafta önce ben hiçbir şeye bağlı olmak istemiyorum diyerek kafeini hayatımdan çıkarmıştım. günde 2 kahve içen bendeniz şu an yeşilçay bile içmiyorum. (ilk haftası inanılmaz zor geçmişti bu arada öleceğim falan sandım). sora kambo diyetinde de kahve içmeyin diyordu mesela. yani ben daha kambo’ya niyet etmeden diyetine başlamışım gibi oldu…

sebeplerini de saydıktan sonra gelelim etkilerine.

son dozu almamın üzerinden 10 gün geçti. ben kendimi gayet zinde ve berrrak hissediyorum.

ancaaak kambo yaptıktan sonra zihnime berraklık geldi diyebilir miyim bilmiyorum. çünkü ben bir süre önce yavaşlamaya karar verdim. işte tulum’a gitmeyip istanbul’da kalışım, hırslarımı veya FOMO’yu (fear of missing out: bir şeyleri kaçırma korkusu) değil vücudumu dinlemeyi öğrenişim, hala bir evim yok ama kendime minik ritueller bulup topraklanışım, sabah meditasyonlarım, öğlen yogalarım, 5 minute journal’ım falan derken zaten bir süredir ben bu yola girmiştim. kambo yaptıktan sonra 2 sene falan hasta olmayacak kadar bağışıklık sisteminizin güçlendiği söyleniyor. henüz yapalı 10 gün olduğu için o konuda da bir şey söylemem zor. kistlerle ilgili olarak bence azalıyor ya da küçülüyorlar, karnımdaki şişliğin gitmesinden ve yüzümdeki sivilcelerin yok olmasından anlayabiliyorum ama doktor randevum önümüzdeki ay o zaman göreceğim. tabii ki hormon tedavisi görüyorum bir yandan. yani hayatımda olup bitenler şeylerle baş etmeyi tek bir yönden değil bana mantıklı gelen bildiğim bütün yönlerden yapıyorum.

Processed with RNI Films. Preset 'Agfa Precisa 100'

kambo sonrası enerjim yerinde. zinde hissediyorum. güçlü  hissediyorum. cesur hissediyorum (gerçekten sert ve zor bir tedavi) kısacası bana iyi geldi. bu minik noktalar iyileşiyor. izi kalıyormuş sanırım ama benim bitanesinin kabuğu düştü pek gözle görülür bir iz değil. iz kalırsa kötü bir görüntü de değil. bence.

ve bi de son olarak hayat boyu hep çok korktuğum kurbağalara sempatim arttı. hatta seremonilerden birinde, ikinci ya da üçüncü gün, çünkü ayağıma yapılmıştı bu yüzden bağdaş kuramıyordum da kusarken böyle kurbağa gibi pozisyonlara girmiştim, öğürürken vıraklar gibi sesler çıkardım resmen kurbağa hayranının ruhunu içimde hissettim.

ve tabii baktım kurbağa ‘spirit animal’ın şifa kartlarına, şu sıralar öğretisi de bana iyi geldi. Sembolizm olarak: temizlenme, arınma, yenilenme, yeniden doğma, doğurganlık, bereket, dönüşüm, metamorfoz, hayatın gizemi ve eski bilgelik ve öğretiler. hem suda hem karada yaşayabilen şimdiye kadar hep korktuğum bu minik hayvandan alabileceğim ilhamlar ve fiziksel güce şaşkın mutlu mesut hayatıma devam ediyorum.

kurbağa spirit animal’ın linkini de şöyle bırakıyorum: http://www.spiritanimal.info/frog-spirit-animal/

kambo’yla ilgili daha fazla okuma yapmak isterseniz de benim baya beğendiğim 2 kaynağın linkini de şöyle bırakıyorum:

https://thethirdwave.co/psychedelics/kambo/

http://kambocleanse.com

sonuç: i kissed a frog i liked it!

sorularınız varsa sorabilirsiniz

öpüyorum

 

]]>
https://www.cizenbayan.com/prense-donusmeyecegini-bile-bile-optugum-kurbaga/feed/ 0
2018’de bana iyi gelen kitap ve instagram hesapları https://www.cizenbayan.com/2018de-bana-iyi-gelen-okumalar/ https://www.cizenbayan.com/2018de-bana-iyi-gelen-okumalar/#comments Thu, 10 Jan 2019 16:21:22 +0000 https://www.cizenbayan.com/?p=10091 2018 biterken yazımda söz verdiğim üzere buyrunuz; epey sert geçen ama geri dönüp bakınca hayata ve kendime dair aslında çok şey öğrendiğim 2018 yılında bana iyi gelen, okuduğumda hem kendimi hem başkalarını daha iyi anlamama yardımcı olan, bazen içime su serpen, bazen de o ‘yalnız değilim’ hissini veren kitap ve instagram hesaplarını paylaşıyorum.

Bir de geçen sene (Oh be 2018’e geçen sene demek ne güzel şey ya ahahah) yaşadıklarımdan sonra çıkardığım naçizane bir iki hayat dersi var önce onları yazmak istiyorum:

Geçen sene başıma gelenleri yaşarken ve tabii üzerinden biraz zaman geçtikten sonra şunları farkettim:

İnsan sevgiyi sevmeyi ve sevilmeyi ilk olarak evde ailede öğreniyor ve 30 yaşına da gelse bunlardan çok bağımsız bir ilişki yaşayamıyor. Bunları farkedip bazı kalıpları yıkmak, bazı şeyleri çözmek, gerekirse yardım almaksa bizim elimizde.

Travmasız insan yok. Birbirinin travmalarını bilip görüp kabul edip beraber büyümek ve iyileşmek var.

Kaybetme korkusuyla daha sıkı sıkıya tuttuğun şeyler elinden kaçıp gidiyor ya da o sıkı tutuşunla doğal akışını bozuyorsun (baya bir hortumu elinizle sıktığınızı düşünün) Korku doğada hayatta kalmak için faydalı olabilir ama ‘olma ihtimali olan şeyler’ gibi zihinsel korkularımız ve bu korkular etkisindeki davranışlarımız bizi akıştan çıkaran ve olayları daha da içinden çıkılmaz hale sokan şey.

İç güdüsel olarak birine ilk başta gıcık oluyorsan bir bak bakalım kendinde bilinçli ya da bilinçsiz değiştirmek istediğin hangi huyunu gördün onda?

Şimdilik bunlar geldi aklıma. O zaman devam edelim kitaplardan:

(Edit: Kitapların bazılarını indirimde yakaladım. Satın almak için buraya tıklayabilirsiniz)

Jen Sincero – You Are A Badass

You-are-a-badass-1

Hayatınızla bir şeyler yapmak istiyor ama bir takım kalıplaşmış fikirler, elalem ne der endişesi ya da kendi içinizde bir bıkkınlık, motivasyon eksikliği, başaramama korkusu gibi duygular yaşıyorsanız; hayalleriniz ve hedeflerinizle aranızdaki engelin kendi zihninizden kaynaklanabildiğini esprili ve akıcı bir dille anlatan güzel bir kitap.

Richard Carlson – Don’t Sweat The Small Stuff

don-t-sweat-the-small-stuff-by-richard-carlson-st

Ex’imle ota boka kavga ettiğimiz dönem bir arkadaşımın tavsiyesiyle bu kitabı okumaya başlamıştım. Aynı yazarın bu kıtabı ve konuyu ilişki, aile yaşamı, iş vs özelinde ele aldığı başka versiyonları da var bu arada. Ben sırf ilişkide kafayı taktığımız önemsiz detaylar değil de hayatta kafayı taktığımız önemsiz detaylar konusunda bir farkındalığa kavuşmak için bu versiyonu tercih ettim. Özet olarak hayatta aslında bizi sinirlendirmesine, kan basıncımızı yükseltmesine müsade etmememiz gereken noktalarda o farkındalığı nasıl yakalayabileceğimiz konusunda güzel bir rehber kitap. Bence herkes okumalı!

Gary Chapman – 5 Love Languages

5_Love_Languages_1024x1024

Bu kitap  insanların sevgiyi ifade etme ve algılama konusunda farklı diller konuşabildiğini örneklerle açıklıyor ve insanları bu konuda 5 kategoriye ayırırken bizimkinden farklı bir sevgi dili konuşan partnerimizle nasıl ortak paydada buluşabileceğimiz konusunda önermelerde bulunuyor.

Cleo Wade –  Heart Talk 

heart_talk_cleo_wade.png

Canımın çok acıdığı, canımın acısını artık hissetmek istemediğim hatta bundan utandığım, kendime kızdığım ve kendimi sevmeyi beceremediğim bir dönemde bana aşırı iyi gelmiş, yaşadıklarımın boşuna olmadığı ve bir öğrenme süreci olduğu kendime ihtiyacım olan zamanı vermem gerektiğini hatırlatan tam bir başucu kitabı. Düz yazı şeklinde değil de elle yazılmış, hayata dair küçük bilgelikler içeriyor. Arada rastgele sayfalarını açıp okumalık!

Louise Hay – Düşünce Gücüyle Tedavi 

dusunce-1023x640

En çok zorlandığım dönemlerden birinde Alaçatı’da Merve verdi bu kitabı bana, kendi kitabını verdi hatta. Bence kitabın adı, kapağı ve hatta üstte yazan o başlık kitabın içeriğiyle bire bir örtüşmüyor. Ben Merve vermese gidip bir raftan alıp okumazdım bu kitabı mesela. Ancak, hastalıklara bakış açımızı değiştirebilecek ve zihnimizin bu konularda etkisini anlamamızı sağlayacak bir hayat hikayesi anlatıyor kitap. En sonunda da vücutta hangi rahatsızlıkların aslında hangi psikolojik nedenden kaynaklanabileceğini gösteren bir tablo da var. İnsan esenliğine bütüncül yaklaşma niyeti olanlar için iyi bir başlangıç kitabı olabilir. Bu arada daha sonra bu kitapla Portekiz’e gittim, Naz merak edip okumaya başladı, 3 günde bitirdi ve bana nasıl teşekkür edeceğini şaşırdı. Daha sonra Begüm’e de tavsiye ettim ve o da kitabı altını çize çize okudu.

Mark  Manson – The Subtle Art Of Not Giving A Fuck
(Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı)

a4fb21184d3ecd6d0e7595872a07dda00339228e_6-__-you_may_also_like--thumb--subtle-art2x

Bu kitabın uzu süre çok satanlarda olmasının tek sebebi çarpıcı rengi ve başlığı değil. Sizi o konuda temin ederim. Kafaya takmama değil de daha çok neyi kafaya takacağınız konusunda seçici olma konusunda bir rehber. Peki nasıl seçici olacaksınız: kendinize iyi değerler edinerek. Bu değerler konusunda çok açık dürüst örnekler veren bence herkesin okuması gereken süper bir kitap bu da.

Gary John Bishop – Unfuck Yourself  (Get Out of Your Head and Into Your Life)

41d0dI6hu3L._SX311_BO1,204,203,200_

Bu kadar self-help yetmedi biraz daha diyorsanız bu kitap da fena değil. İçinde güzel mottolar var ve esprili tabii ki başlıktan da tahmin edebileceğiniz üzere.

Jan Spiller – Ruhsal Astroloji

0000000146035-1

Bu kitabı baya görüyordum. Bizim evde vardı bi süre hatta ama öyle açıp okuyasım gelmemişti hiç. Begüm içinden geçtiğim süreçleri çok iyi bildiğinden baya ‘al al al’ dedi bu kitabı, alırım diyorum da boyutu korkuttu hep (okumak değil de yanında taşımak açısından biraz kalın bir kitap) ve almıyordum ki en sonunda bir gün DJ’lik yaptığım yere getirdi kitabı içinde minik bir notla=)

Doğum tarihinize göre Kuzey Ay düğümünüz hangi burçta onu buluyorsunuz kitabın başındaki tablodan. Ondan sonra sizi ilgilendiren kısım kitabın 12’de biri. Tabii hayatınızdaki önemli kişileri ve onların geçmiş yaşamlardan gelen karmik bir takım travma ve his kalıplarını anlamak isterseniz diğer bölümler de emrinize amade. Ben reenkarnasyon konusunu kafamda çok oturtabilmiş biri değilim. Öyle körü körüne bir inancım ya da hayır saçmalık bu tarzı bir düşüncem yok. Fakat bu kitapta kendimle ilgili bir türlü sebebini çözemediğim bir takım davranış kalıplarımı benim bire bir kendimi ifade ettiğim aynı cümlelerle okuyunca ve okuduklarım aklıma yatınca neden olmasın dedim. Bu kitap benim bu yaz yaşadıklarımı neden yaşadığımı içimde oturtmamı sağladı. Tavsiye ederim.

The School Of Life – How To Find Love

how-to-find-love-_1_-alt

The School of Life’ın en çok okunan essaylerinin kitaplara dönüştürüldüğü bu seriye bayılıyorum. How To Find Love, partner seçerken ailemizde ve içinde yaşadığımız toplumda yoksunluğunu çektiğimiz ya da bıkkınlık geçirecek kadar çok maruz kaldığımız ama her türlü bizde iz bırakmış davranış kalıplarının bu seçimlerimizi ne şekillerde etkileyebileceğini, bu şartlandırmaların dışına çıkıp uzun soluklu ve sürdürülebilir bir ilişki için nasıl daha sağlıklı seçimler yapabileceğimizi bilimsel bir dille anlatan akıcı ve bilgilendirici bir deneme.

Hector Garcia & Francesc Miralles – Ikigai (Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı)

61170_1024x1024

Uzun ve mutlu bir hayat süren topluluklar ve bu toplulukların ortak noktaları ve kendine has bir takım özel durumları bize daha iyi bir hayat sürme konusunda ilham verecek şekilde derlenmiş.

The 5 minute Journal

9780991846207

Bazı sabahlar yapılacak işlerin stresi, elinizde olmayanlara hayıflanma gibi negatif duygularla başlıyor, bazı geceler kafanızda çözüme ulaştırmaya çalıştığınız dertler gölgesinde uykuya dalıyorsanız bu defter size iyi gelebilir. Fikir şu: Her gece yatmadan önce o gün sizi mutlu eden 3 şeyi ve bugün neyi daha iyi yapabilirdim’i yazıyorsunuz. Her sabah ise güne başlamadan önce ilk iş şükran duyduğunuz 3 şeyi, bugün ne olsa muhteşem olurdu’yu ve kendinizle ilgili pozitif bir kaç cümleyi yazıyorsunuz. Defterde her günün sayfasında ilham verici sözler var ve tabii bu yöntemin hayatınızı nasıl iyileştireceği de güzel bir özetle anlatılmış. Siz tabii ki bunu kendi kendinize normal bir deftere de yazabilirsiniz her gece ve her sabah 5 dakika :) O ilham verici sözleri için Five Minute Journal’ın instagram hesabını takip edebilir yanınızda defter taşımayı sevmiyorsanız The Five Minute Journal’ın ücretli telefon uygulamasını indirebilirsiniz.

Gelelim takip ederken bana güç verdiğini hissettiğim instagram hesaplarına:


View this post on Instagram

It’s okay to not be okay ALL the time. You are human. You are more than worthy. ( by @positivelypresent )

A post shared by Self-Care Station (@selfcareisforeveryone) on


View this post on Instagram

You might be feeling a little pressure to answer questions about “what’s next,” but I hope you know that no one, not even the person that’s asking has it all figured yet. The important thing to remember here is that you have the awareness that you are growing and being strengthened in this season. You might not know exactly how it’s all going to turn out, but you are being prepared for it, deep within. So don’t be discouraged if you don’t feel like you look strong on the outside. Don’t be disheartened by those who seem to wear a kind of confidence and certainty that you will never have. It’s true: you will never look like them. But they will never look like you, and whatever positive thing you see in them, you can see that in you, too. I don’t know if you’re the one in the family who always gets overlooked or if you’re the friend that is expected to always have it together, and I don’t know if this year was one of the best or one of the most difficult, but I do know this: you are going to get where you need to be when you need to get there. You are going to be guided by endless Light even in the middle of nowhere. Even amongst a thousand endless questions of where you’re going to work, where you’re going to school, when you’re going to get in a relationship, when you’re going to have kids—you are free to answer with the truth. Often times others mean well, and many times they are only looking to have a conversation, but don’t ever let that make you feel that you have to pretend to have something figured out that you don’t yet. If anyone truly wants to know how you’re doing and what you have been up to, talk them about how you’ve grown in joy. Talk to them about how this year taught you how to be stronger than you ever thought you would be. Tell them the story about how through all the mountains and valleys of this year, you found endless, boundless grace. Nobody has it all figured out yet. Nobody knows exactly what’s next. But we all have this present moment to live and also reflect on how far we have come. – Morgan Leave a comment below: what ways have you grown this year that you might share with others in your life?

A post shared by Morgan Harper Nichols (@morganharpernichols) on

 


View this post on Instagram

and all the shit that happened during Mercury Retrograde #spiritdaughter #2018 #thankyounext

A post shared by Spirit Daughter (@spiritdaughter) on

Bu arada sırf self help okumadım tabii bu sene; 2018’de okuduğum kitaplar içinden bunları da öneririm:

Yuval Noah Harari – Sapiens

1*6I90LOSct3TG78oDybqfDw

Henüz okumadıysanız mutlaka =) Okurken rüyalarımda taş devrindeydim full. İçine öyle bir aldı ki. Kendimizi nereden geldiğimizi anlamak için muhteşem bir kitap. Elimdekileri bitirir bitirmez Sapiens’in devam kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum. 

Patrick Dixon – The Future of Almost Everything 

the-future-of-almost-everything-dixon-en-24651_993x520

Sapiens’le nereden geldiğimizi öğrendikten sonra bu kitapla da nereye gidiyoruz’u geleceği belirleyecek trendleri nasıl yorumlayabileceğimizi öğreniyoruz. Kehanet yok, nasıl düşünürüz nasıl projeksiyon yaparız var =)

Stephen Hawking –  A Brief History of Time 

9780857501004

 

Bir bilim kitabı nasıl esprili ve anektodlarla yazılır =) Bilgilendirici, yer yer zor ama benim bu hayatta en çok  merak ettiğim şeyleri biraz daha kavramama vesile olmuş bir kitap. Çok tavsiye.

Screen Shot 2019-01-19 at 4.07.27 PM Screen Shot 2019-01-19 at 4.07.49 PM

Hazal Yılmaz – Anlamarama

0001761342001-1

Bu yaz Hazal’ı okurken pek de ‘relatable’ olmayan hayatımı ve duygu dünyamı relate edebildiğim bir kitap okumanın hazzını yaşarken; Hazal gibi güçlü bir kadının gücünü kendini çırılçıplak bırakabilecek cesareti ve kırılganlığından aldığını gördüm. Bir de Hazal yazdıklarının niteliği ve uzunluğuyla kitap yazma konusunda ilham verdi bana.

]]>
https://www.cizenbayan.com/2018de-bana-iyi-gelen-okumalar/feed/ 2
2018 Biterken https://www.cizenbayan.com/2018-biterken/ https://www.cizenbayan.com/2018-biterken/#comments Sun, 30 Dec 2018 19:46:34 +0000 https://www.cizenbayan.com/?p=10070 Her sene sonunda yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri taa senenin en başına gidip o sene neler yapmışım, neler hissetmişim, neler yaşamışım, neleri istemişim ve başarmışım, neleri yapmak istemiş sonra başka yola sapmışım diye bütün bir senemi değerlendirmek. Hatta son birkaç senedir Aralık ayının başında ‘Elif sene sonu yazını bu sene de yazacaksın di mi’ diye mesajlar bile almaya başladım. 

cizenbayan blog’unu yazmaya ilk başladığımdan beri bu 7. yıl sonu değerlendime yazım. Her sene çok şey öğreniyorum ve yaşıyorum, her senem ayrı kitap olur belki ama bu sene benim için en sert en zorlu geçen en çok ders çıkardığım senelerden biri oldu. Diliyorum ki bu yazıyı yazarken bu sene tökezlememe sebep olan ne varsa üzerine son kez kafa yorup 2019’da temiz bir sayfa açacağım…

Bu seneyi yazarken 7 ayımı beraber geçirdiğim insanı kötülemeye çalışıyor pozisyonuna düşmeden cümlelerimi nasıl kuracağım bile bir çaba ve öğrenme fırsatı benim için. Ama her türlü; yazması bir terapi; sonradan dönüp okuması da sonsuz bir uzay-zaman boşluğunda belli zamanlara sabitlenmiş ruh hallerini o sıcağı sıcağına yoğun halleriyle değil geçen sürenin ardından sindirilmiş, arkasından bakıp yorumlayacak perspektife sahip bir şekilde değerlendirme, ders çıkarma ve geleceğe yönelik bir yol haritasına dönüştürme imkanı sunuyor.

Bu yazıyı yazmaya Montreal’de başladım. 2018’in ilk dakikalarına da burada girmiştim. Hayır bütün seneyi burada geçirmedim.  2016 sonbaharından beri hep müzik merkezli ama farklı farklı sebeplerle sürekli yolumun düştüğü bu şehirde şu an geçen senekine göre çok farklı bir şekilde yer alıyorum hatta. Ilk olarak 2016’da RBMA için gelip aşık olduğum bu şehirle sonradan oldukça gelgitli bir ilişkimiz oldu. Dünse burada 3. kez DJ’lik yaptım. Şahane geçti. Şimdiyse İzmir’de çalmak üzere bineceğim uçağımı bekliyorum. 

Geri dönelim 2018’in ilk dakikalarına…

Bu sene kendime verdiğim değerle, duygu dünyamla, yaptığım işlerle, gelecek planlarımla ilgili ince ayar çekmem gereken ne varsa önüme ayna gibi tutan ‘bocaladığın şu ve şu hislerin kaynağına inmezsen hayatına ancak böyle ilişkileri çekersin’ mesajını nihayet almama vesile olan eski erkek arkadaşımla (kendisine Ex diyeceğim bundan sonra) 10’dan geriye saydık. (Nasıl tanıştığımızı 2017 biterken yazımda okuyabilirsiniz) Montreal’deki ‘geçici’ evimizde sakin bir gece geçirdik çünkü ertesi sabah kendisi çalacağı için Toronto’ya, oradan da 2 gün sonra Tulum’a gidiyorduk. 

Tulum’a 2. gidişim, geçen sene olduğu gibi bu sene de yine Project Heart ile kaldım. Kendi ailemde o ait olma hissini hiçbir zaman bulamamış biri olarak ‘seçilmiş aile’ dediğim Project Heart gibi, Bonjuk gibi, The Gardens Of Babylon gibi komünitelerin parçası olmak herkes için olduğundan biraz daha anlamlı belki benim için. 

Dünyanın farklı yerlerinden pamuk kalpli insanları bir araya getiren; beraber büyüme ve öğrenme için yargıların olmadığı bir alan sunan Project Heart ‘ın yeni projesı Heartribe Space bu sene tüm Ocak ayı boyunca Tulum’a yakın Chemuyil’de bir coworking coliving alanı olarak hizmet verecek. Ben gidip gitmeyeceğime halen karar veremedim. Gidersem son dakika bir bilet alıp orada gönüllü çalışıyor olacağım. İlgilenenler http://heartribe.space adresinden göz atabilir. 


View this post on Instagram

spent 24 hours in the mayan jungle with the heart tribe ❤️ still missing words or tools to start describing the experience but a quick recap is here if you wonder after i shared stories from last night, many people asked me if it was a festival or a party. the answer is no. it was a dance celebration with the tribe, with the heart family ❤️‍‍‍ conscious of where we are, with a lot of respect, leaving no trace, breathing with the jungle; accepting and loving each other, volunteering for making magic and of course always trusting the fairies ‍♀️ we danced non stop to beautiful music from talented friends (and i’m so proud to say we have the best musicians in our community); shared moments, looked after each other , gave countless hugs, dipped in the cool water of our little cenote and just let go in the magical playground! i had the privilege to play music for the best possible crowd in the most beautiful setting and i was also super happy to play b2b with boo for the first time #nous #yumuyumu i feel so lucky to be a part of this family ‍♀️ more photos soon #dancecelebration #projectheart #alwaystrustthefairies : @koramusique

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Tulum’da geçen sene hava çok soğuktu. Partiler aşırı pahalı ve müzikse ortalamanın altındaydı. (Line up’lar müzikal olarak bir hikaye anlatmaktan çok bilet sattırma niyetiyle ya birbirine aşırı yakın ya da alakasız isimlerin özensizce bir araya getirildiği şekilde kurgulanmıştı bence) Mayan Warrior partisinde ortam şahane ama müzik korkunçtu mesela. Benim en keyif aldığım etkinlik, Project Heart ile yaptığımız sadece arkadaşların arkadaşlarına açık olan kutlamamızdı. Tulum’da içinde cenote ve tapınakların yer aldığı şahane bir ormanlık alanda kendi kendimize süslediğimiz en iyi ses sistemini kiraladığımız ‘celebration’ımızda Ex’le ilk kez b2b çaldık, arkadaşlarımızla samimi bir ortamda eğlendik.


View this post on Instagram

say what #tulum #gezenbayan : @koramusique

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on


Tulum’u biraz özetlemek gerekirse özellikle de Ocak ayında herkes orada olduğundan eşek bağlasan durmayacak otel odalarını fahiş fiyatlara Amerikalılara ittiriyorlar diyebilirim. Ben 2 senedir gidiyorum ve Project Heart’ta çok uygun fiyata çadırda ya da bungalovda falan kalıyorum. Bu sene Project Heart bittikten sonra 2 gece kalacak yerimiz yoktu biz de partilerin gerçekleştiği beach’lerde falan uyuduk; çok komikti. 10 gün kadar Tulum’da geçirdikten sonra doğum günüm olan 12 Ocak sabahı uçağa binip Montreal’e döndük. Beni gümrükte biraz fazla tuttukları için neredeyse sürpriz doğum günü rezervasyonumu kaçırıyormuşuz. En sevdiğim yemek olan Poutine yediğimiz tatlı bir toplaşmada Montreal’deki arkadaşlarımla 31. yaş günümü kutladım. 14 Ocak’ta ise uçağa binip Türkiye’ye döndüm. 15’inde İstanbul’a varıp, 16’sında Uludağ Whitefest’te çalıp 17’sında Bombay uçağındaydım. 


View this post on Instagram

#patnem #goa #india

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

18 Ocak’ta, Berlin’den iki yakın arkadaşımın gerçekleştirmek istedikleri festivalde çalmak üzere Hindistan Goa’ya vardım. Festivalin ilk günü yoz Hint polisi tarafından rüşvet amacıyla haksız yere basılan festival gerçekleşemedi. Biz de dünyanın her yerinde hep bir festival ya da müzik etkinliğinde bir araya gelen içinde DJ’lerin de olduğu 20-30 kişilik bir arkadaş grubu olarak tropik bir yerde tatil yapmış olduk. 


View this post on Instagram

beach time is over, flying back to istanbul tomorrow morning and have busy busy weeks ahead… here are my upcoming dates ‍♀️ Feb 5 – Whitefest, Uludağ @whitefesttr Feb 8 – Sumahan, İstanbul for @rimmellondontr Feb 10 – Otto Cihangir, Istanbul @ottocihangir Feb 12 – Whitefest, Uludağ Feb 23 – Klein, İstanbul w/ Blond:ish & KMLN @istanbul_klein @blondishmusic @kmlnlife Feb 24 – Porter, Bağdat Caddesi @porter.xp Mar 7 – Flamme, Istanbul w/ Kora @koramusique Mar 9 – Babylon, Istanbul w/ Stavroz @babylonistanbul @instavroz Mar 10 – Ruby Garnet, Istanbul Mar 11 – Grrr mit Brrr, Kater Blau, Berlin Mar 23 – Ruby Garnet, Istanbul Mar 29 – Salon Daome, Montreal @le_salon_daome

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Goa’dan Dubai’ye geçip 25 Ocak’ta Deep Like’da benim çaldığım müzik tarzında şu an en büyük kadın sanatçı diyebileceğim Mira’ya warm up yaptım. Birkaç gün kış günü yaz güneşinin tadını çıkardıktan sonra işleri güçleri toparlamak amacıyla artık bir evimin olmadığı ama hep ‘evim’ olan İstanbul’a döndüm.


View this post on Instagram

enjoying the miracle garden #dubai #uae #AlwaysClassic @reeboktr : @josephinederetour

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

O dönem hem influencer’lık işleri hem Türkiye ve yurt dışında DJ’lik yaptığım için oldukça yoğundum. Bir de aşıktım. Bir iki ay içinde işlerimi halledip Montreal’e taşınmak gibi bir niyetim vardı. Biraz hızlı alınmış bir karardı. Aşık olunca gözüm pek bir şey görmüyor maalesef. Montreal’den 3 dev bavul dolusu eşyayı beni 10 gün evlerinde misafir eden Mustafa ve Jessica’nın merdivenlerinden indirirken ‘artık böyle salaklıklar yapmak yok’ diye söz veriyordum onlara havaalanına gelirken. Dönelim İstanbul’da Ocak ayına. ‘Mart ayında gerçekleşecek ‘yol(a)çık’ temalı TEDx konferansında konuşma teklifi aldım. Anlatacak çok şeyim söyleyecek çok sözüm olması ama topluluk önünde konuşmayı becerememem… Konfor alanından çıkmadan büyüyemiyor insan. Teklifi kabul ettim. Yine aynı dönemlerde daha DJ olmadan önce bile çalma hayali kurduğum Kater Blau’da çalma teklifi aldım. Mutluluktan havalara uçtum. Yoğunluğa hep alışkındım ama Şubat Mart ayı benim için bile biraz fazla yoğundu. Öyle ki psikiyatrist olan bir akrabama uyanık kalabilmek için yeşil reçeteli ilaç bile yazdırdım (bi daha ağzıma sürmem o ilacı bu arada, insanı aşırı gergin ve huysuz yapıyor bence)

Ex’imin istanbul’a geleceği ve oradan beraber Beyrut’a gideceğimiz 14 Şubat tarihine kadar pek çok iş hallettim, İstanbul’da marka etkinlikleri ve kulüplerde çaldım, 2 kez de Uludağ’a gidip açık havada DJ’lik yaptım. Klasik influencer işleri, toplantılar, çekimler onları söylemiyorum bile. Hem soğuk hem de yoğunluk derken bağışıklık sistemi yerlerdeydi sanırım.

Ex geldi! 14 Şubat gecesini İstanbul’da geçirip ertesi sabah uçağa bindik. Daha Beyrut’a giderken bile kendimi yorgun hissediyordum ve vardığımızda öyle bir ateşim vardı ki 2 tam günü yatakta geçirdim. Bir alevler içindeydim 10 dakika sonrasındayse kemiklerim titriyordu resmen. O dönem ilişkimiz daha yeni olmasına rağmen Ex’imle birbirine yakın tarihlerde aynı şehirlerde çalarak beraber seyahat etmeye başlamıştık bile. İlaçlarla biraz ayağa kalkıp Cuma onun çaldığı kulübe gittik 17’si Cumartesi günü de ben Beyrut’ta Sainte Vie’ye warm up yaptım.

 

View this post on Instagram

last night in beirut #dotheart warming things up for @saintevieofficial ✨ thank you for the photo and everything else @koramusique / next up: @istanbul_klein this friday with @kmlnlife

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Beyrut’tan sonra Kapadokya’ya geçtik. Tüm yoğunluğum ve işlerim içinde bir de Ex’ime süpriz Kapadokya tatili organize etmiştim. Hayatımda en çok güldüğüm tatillerden biri olabilir. Ex ayak parmağını kırdı sandı hastaneyeye falan gidişimiz efsane komikti.

 

View this post on Instagram

finally! cappadocia with boo #surpriseadventure #museumhotel #cappadocia #turkey : @koramusique

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Dönüşte de ona İstanbul’un turistik yerlerini gösterebileceğim bir taşla iki kuş vurabileceğim bir çekimim vardı. Çekimler sırasında Montreal’de üşümediğim kadar üşüyordum Istanbul’da. Bu işte bir gariplik vardı. Daha yeni iyileşmiştim. Annemin zoruyla doktora gittim. Ama öyle bi gidiş ki hani 5 dk ilaç yazdırıp çıkacağım güya, fotoğrafçım beni bekliyor kapıda.  Ama öyle olamadı. Meğer domuz gribi olmuşum ve hemen hastaneye yatırıldım.

İsviçre uçağıma 3 gün var, çekimler ne ara bitecek ve ben hastanedeyim. Doktorla pazarlık peşindeyim bir de ama gidebilirim di mi diye. Durmak bilmemek böyle bir şey. Gel gelelim 2 gün serum yedikten sonra 1 Mart günü ayaklandım ve ertesi gün İsviçre uçağına binebildim. Ama o domuz gribi olmanın getirdiği yorgunluk daha birkaç ay önce geçti vücudumdan öyle söyleyebilirim. 

 

View this post on Instagram

hello freedom! out of the hospital, i survived influenza to be honest it was a nice 2.5 day-break from the crazy schedule! now back on track, here are my dates if you want to catch me this month : ⠀⠀ ⠀ Mar 7 – Flamme, Istanbul w/ Kora Mar 9 – Babylon, Istanbul w/ Stavroz Mar 10 – Ruby Garnet, Istanbul Mar 11 – Kater Blau for Grrr mit Brrr, Berlin Mar 23 – Ruby Garnet, Istanbul Mar 24 – TedxReset, Istanbul ⠀⠀⠀⠀⠀ ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀ Mar 29 – Salon Daome, Montreal

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

İsviçre’de Zürih’te Heja’da kaldık, Ex Luzern’de çaldı ve sonra Cenevre’ye gidip arkadaşlarımızı ziyaret ettik. 6 gün sonra Istanbul’a dönüp Flamme’da çaldık beraber. Hastanede yattığım için yarım kalan çekimleri bitirdik. Babylon’da Stavroz’a warm up yaptım ve hemen birkaç gün sonra hayatımda en ciddiye aldığım giglerden biri için Berlin’e geçtim.


View this post on Instagram

last friday was a special one for me. i played at a venue that helped shape the night life and independent live music scene in turkey in the last decades. i visited babylon for the first time 14 years ago accompanied by my mom, because i was still underaged and i had so many unforgetable musical experiences there. it was an honour for me to open for stavroz. right now i’m flying to berlin, to play kiosk at kater blau for the first time, a venue so special that feels like home and is the reason i started djing at the first place. i’m playing alongside some of my biggest inspirations. bottom line: don’t be afraid of your own dreams and don’t get discouraged by negative people! thank you for the photos @koramusique you’re the best tour manager :p LOL

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Berlin’deyim. Kater setine hazırlanmam ve TEDx konuşmamın metnini finalize etmem gerekiyor ve ay sonu Montreal’e taşınacağım. Yoğunluk stres ve uyumamak için aldığım yeşil reçeteli ilaçlardan sinirlerimiz laçka ve kavgalar etmeye bile başladık. Kendime neden bunu yapıyorum bilmiyorum o sıra. Nereye yetişiyorum? Kime neden güveniyorum? Ne acelem var? 

TEDx büyük strese sokuyor beni ama neyse ki Kater gig’i çok iyi geçiyor. Dinlemek isteyenler için seti şöyle bırakıyorum:

Ex Berlin’den Montreal’e döndü bense Istanbul’a TED konuşmamı yapmaya geldim. Hem bavul hazırlıyorum hem de artık finalize etmeye çalıştığım metni ezberlemeye çalışıyorum. Sahne korkusu, stres, daralan zaman taşınma heyecanı derken bence güzel bir metin hazırlamış olsam da elimdeki kartlara sıkça baktığımdan ötürü çok da etkili olmayan bir konuşma gerçekleştiriyorum.

ve ertesi gün Türkiye’deki ‘established’ denebilecek her şeyi bırakıp 25 Mart günü Montreal’e taşınıyorum. İçimde aşk heyecan ve ümitlerle…


View this post on Instagram

this is what the beginning of a new phase of my life looks like from the window of my plane to montreal… like zero, sıfır, 0, null… zero is not a countable number like the others. it’s a concept. it’s the idea of nothing and pure potentiality at the same time. it’s the point from which all numbers spring forth. it’s the moment of now where time expands in every direction. it’s nothing and everything at the same time. and visually it symbolises the seed, womb or egg from which pure potential and endless possibilities emerge. it’s a circle of eternity, evolution, infinity… no wonder most exciting adventures start with a one way ticket and this view to where the heart wants to be #yolacik #hittheroad

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Pek çok eşyamı da yanıma alıp geldiğim Montreal’de hem uzaktan Türkiye’deki bırakıp geldiğim işlere yetmeye çalışıyorum hem de daha uluslararası olmasını istediğim çok yeni DJ’lik kariyerim için adımlar atmaya çalışıyorum.


Bi yandan instagram hesabımdan yürüttüğüm Reebok, The Story of Seven, Botanicals Freshcare gibi markalarla sponsorluklarım devam ediyor bu sene için de ama Türkiye’de olmadan ve artık odağımı müziğe çevirmişken çok da kolay değil. İş güç olarak ve kendine güven olarak ‘kırılgan/kırılabilir’ bir noktadayım.

Montreal’de Sürekli stüdyodayız. Podcast’ler kaydediyorum. Bir iki DJ gig de alıyorum. Istanbul’da olduğumla kıyaslanamaz tabii ama boş durmuyorum en azından. Ben yeni bir şeylerin başlangıcındayım ve aksi gibi bir de o sırada Türkiye’de zaten pek de sağlam olmayan ekonominin iyice orası burası oynuyor. TL kazanıp dolar harcadığım yeni hayatımda sakin kalmaya çalışıyorum. Hep güçlü olmaya alışmışım ben ve çok güçlü hissetmiyorum. Yeni düzene, Türkiye’de bırakıp geldiklerimden sora Montreal’de kuracağım hayata adapte olmaya çalışıyorum. Her şey belirsiz ve her şey yeni benim için. Ve bunları yaparken bunları kendisi ile beraber olmak için yaptığım kişi tarafından desteklenmediğimi hissediyorum. Desteklenmeyi geçtim her şeye rağmen pozitif uyandığım günlerim onun gereksiz stres ve öfke krizleriyle baltalanıyor. Özverilerin karşılığı yok. Ne yapacağımı şaşırmış haldeyim. Anlaşılmıyorum ama en çok da saygı görmüyorum. Her fikir ayrılığının sonu neden buralara geldiği belli olmayan tartışmalar, salonda yatmalar, çirkin küçük hesaplar, birimizin konuyu uzatmamaya çalışması diğerimizin her şey daha sıcakken o ateşle konunun üstüne gitmeye çalışması derken aşk gibi saf bir duyguyla geldiğim Montreal’de yapayalnız ve kırgın hissetmeye başlıyorum. En çok sevdikleriniz aynı zamanda sizi en çok kırma gücüne sahip olanlardır ve ben paramparçayım. Nisan ayında artık dayanamayıp 1 hafta NY’a kaçıyorum Didem’in yanına.


View this post on Instagram

last day in nyc #alwaysclassic @reeboktr

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Belki biraz sakinleriz hem de birbirimizi özleriz diye düşünüyorum. Geri döndüğümün 2. günü yine anlamsız kavgalar. Anlamaya çalışıyorum anlayamıyorum. Herkese bu kadar iyi kibar minnoş davranan bir insanın neden bütün stres öfke ve nefretini bana kustuğunu gerçekten kavrayamıyorum. Yorgun ve içimden hayat enerjim çekilmiş gibiyim.

Sanırım hayal kırıklığının da büyük etkisi var. En son beraber Miami’ye gidip orada çalıyoruz, dışardan hayal gibi görünen bir hayat ama artık sevimsiz ve keyifsiz her şey. Bir kere o kavga loop’una girince o saygısız laflar hakaretler edilince artık bir daha düzelmeyen diğer ilişkilerin yanında bir mezar bulup kazmak gerekiyor buna da…

Mayıs sonu bir daha geri dönüp dönmeyeceğimi bilmeden eşyalarımın bir kısmını burada bırakıp Montreal’den Istanbul’a dönüyorum. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Önce Kabak’a her sene gittiğim Dream Yoga Fest’e  gideceğim sonra Bonjuk Burn’e oradan da yine Kabak’ta Project Heart’a. Yoga yapmak, sevdiklerimi görmek, ülkemin cennet gibi köşelerinde vakit geçirmek, bir türlü yazın gelmediği Montreal’den sonra biraz güneşle içimi ısıtmak bana iyi gelir yerle bir olan öz saygımı toparlarım ve tabii mesafe de ilişkiye iyi gelir diye düşünüyorum. O kadar kırdı ki, öyle arkamı dönüp gitmem gereken şeyler yaptı ki, istiyorum ki bir şeyler yapsın düzeltmek için, azıcık da olsa… Öyle olmuyor.


View this post on Instagram

beatiful bonjuk

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Ben kendime, hislerime, korkularıma sebep olanlara, çocukluğuma, ailemle ilişkimden kaynaklananlara odaklandığım bir kendini keşfetme, kendine ayar verme sürecine giriyorum. Sert ve acımasızım kendime. Ama hissediyorum ki zamanı gelmiş!


View this post on Instagram

self love is the best love ❤️ #projecheart : @meratamer_

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

İlk kez gittiğim Bonjuk Bay’de yepyeni bir aileye dahil oluyorum, rengarenk, komik, deli bir aile. Project Heart’ta da 2 senedir dahil olduğum bir diğer aileme kavuşuyorum. Durumumu anlayan herkes bana şefkatli. Ve bu süreçte kalbimi kırdığı için bana biraz sevgi göstermesini beklediğim, kendisini bir gün bile fazla görebilmek için her daim her türlü fedakarlığı yaptığım sevdiğimi ‘işlerim var gelemicem’ diyen bir kayıtsızlıkta, yanımda değil karşımda buluyorum. İletişimimiz kopuyor.

Ay sonu onunla beraber gitmek istediğimiz Fusion’a onsuz gidiyorum. 2 senedir hayalini kurduğum festival. Çok sevdiğim arkadaşlarımlayım, müzik inanılmaz, ama içimde hep bir burukluk var… O içimdeki burukluğu görüp bana ekstra şefkatli davranan haribo suç ortağım Mert ve dev teddy bear’ım Dünya ve bu sene Fusion’ın bana kazandırdığı en güzel şey Tias ve ekstra eğlenceli Project Why grubumuzu şimdi düşününce bile içim ısınıyor!


View this post on Instagram

germans know how to throw a party #fusion

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Fusion tam bir özeti gibi, bütün yazımın, çok eğleniyorum ama içim buruk. Böylelikle hayatımın en çok hayal kırıklığına uğradığım yazını yaşamaya devam ediyorum. Birbirimizi görmediğimiz ve doğru düzgün iletişim kurmadığımız bir ayın sonunda onun Avrupa turnesinin ilk ayağı için geldiği Berlin’deyim ben de Fusion sonrası ve yeniden bir araya geliyoruz. Ben hiç kin tutmayan biri olduğumdan onu görür görmez unutuyorum ne olup bittiyse. Ama onda durum farklı. Ve tabii arada o kadar inatlaşmışız ki… O günleri hatırlayıp yazmak bile istemiyorum şimdi ama ‘red flag’ dediğim telefonumun karıştırılarak özel alanıma girilmesi gibi pek çok saygısız harekete rağmen ‘acaba barışır mıyız’ ümidi ve ‘bu iş olmaz’ hissiyatının kombinasyonu içimi ve kafamı karıştırıyor. Kafa kafaya verip konuşup çözülebilecek şeyler karşılıklı inatlaşmalarla olmadıkları kadar büyüyorlar. Hayır dedikçe peşimden koşan ve yalvaran, e hadi iyi o zaman son bir şans diye yelkenleri suya indirince üste çıkan ve kalp kıran biri var karşımda. Resmen kaçma kovalama oynuyor. Kariyerime odaklanacağım ben falan diyor (sanki benim bir değil iki kariyerim yok) Kafası karışık. Başına gelenler ruhuna bi beden büyük. Yazın devamında birlikte çalmamız gereken her mekan ve zaman işkence alanına dönüşüyor. İkimiz için de. Belki de aynı endüstride aynı sosyal çevrede olmasak bitip gidecek bir şey ikimizi de yoran bir angaryaya dönüşüyor. Hayatımda hiç bu kadar enerjimin içinden çekildiği olmamıştı. ‘Toksik’ bir ilişki ne demekmiş yaşayarak öğreniyorum. Ve kalbim acısa da bu işin bitmesi gerektiğine karar veriyorum.


View this post on Instagram

still falling #berlin #streetart

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Beraber yapılan bütün planları ayırmak gerekecek şimdi. Allahtan bu süreçte aynı saat diliminde ve yakın mesafede olduğumuz için bana müthiş şefkatle yaklaşan Didem var yanımda. Şansıma Ex’in olması gereken her yerde Didemleyiz. Ex canımı yakarak giderken hayatımdan bana bu özverili, sağlam dostluğu bırakıyor geride! Bodrum, Çeşme, İstanbul, Amsterdam ve hatta Burning Man… Hepsinde Ex yerine Didem var yanımda! Şimdi geriye dönüp bakınca bin şükür diyorum!

Bana berbat davranmasına, ilişki adına sıfır özveri göstermesine rağmen Ex’in nedense yaz sonu beraber gideceğimize kendini inandırdığı bir Burning Man var önümüzde. Ben ‘bu günlerde yanımda olmayan biriyle neden Burning Man’e gideyim ki’ diyorum. ‘Red Flag’lerden sonra yelkenleri suya indirmemek için önümüzdeki Burning Man planını ortadan kaldırmam lazım! Her fırsatta yanında olmak için maddi, uykusal, zamansal her imkanını feda eden kızın yanında olabilecekken 3-5 kuruşun hesabını yapıp, kendi işini herkesinkinden önemli görme ilüzyonuna düşüp aynı özveriyi göstermekten aciz Ex’e ‘başka bir kamp bul kendine’ diyorum. İçim acıyor ama bi yandan biliyorum ki olması gereken bu! Bu konuşmanın üzerine 10 gün boyunca ikimiz de Türkiye’deyiz ve görüşmüyoruz bile. Hayatta en çok canımın yandığı 10 gün olabilir. O dönemler kendimi iyi hissettiğim ve hiçbir şey düşünmediğim tek yer DJ kabini. Bodrum’da David August’lu HVOB’li Elemental Sound Festival’de çalıyorum.

Dinlemek isteyenler için seti şöyle bırakıyorum:

Festival sonrası Bodrum’da La Casa Hermanas’da Burcu tarafından şımartılıp biraz tatil yapıp oradan Çeşme’ye geçiyoruz Didem’le. Before Sunset’te Kermesse ve Elfenberg’le güneşi batırdığımız tatlı bir gün yer ediyor anılarımda.


View this post on Instagram

whats ifs and could have beens… #lastweek #vacation #bodrum #çeşme #turkey

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Sonra da Klein Garten’da beraber çalacağımız gige kadar İstanbuldayız. Ex de birbirimize aşık olduğumuz bu şehirde ve görüşmüyoruz bile. Acının etrafından dolanmak ya da ‘acımadı ki’ yaklaşımı tarzım değil. Ben o dönem self help kitapları, meditasyonlarla acının tam içinden geçiyorum. Böyle hassas olduğu anlarda öğrenmeye en açık oluyor insan. Kalbin kırıldığı yerlerden ışık girer içeri klişesi var ya. Heh işte öyle.

Zorlu bir 10 gün ve kendisine warm up yaptığım bir Klein Garten giginin ertesi günü Amsterdam’a geçiyoruz. Aynı uçakta falanız o derece. Önceden planlanan beraber mutlu olmamız gereken her yerde karşılaşıyoruz tabii ve bu bir işkence. Onunla bir şekil interaksiyona girdiğim günler enerjim yok, içim ölüyor. Amsterdam’da da bir iki kez konuşmayı deniyoruz ama oluru yok. İkimizin ve bir sürü arkadaşımızın çaldığı aynı zamanda pek çok arkadaşımızın da katılımcı olarak yer aldığı The Gardens Of Babylon’un Monastery Festivali gibi inanılmaz güzel bir festivalde bile tadımızı kaçırmayı başarıyoruz.


View this post on Instagram

*spiritual space* enter mindfully #themonastery

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Aynı gün aynı sahnede çaldığımızda birbirimize full destek, ama sonra onun benim yazdığım bir maili hatırlaması benim ilk aramız iyi olduğunda geleceğimizi düzeltmeye yönelik hamlelerim, o geçmişte ben gelecekte kalmışız, anda olamıyoruz ve kırıyoruz yine birbirimizi. Festival sonrası Amsterdam’da son bir görüşmemiz var ki aynı gün içinde hem birbirimize hakaretler edip hem bir daha ne zaman görüşeceğiz diye ağladığımız… Ben hayatımda böyle çalkantılı ilişki yaşamadım. Ama o gün ettiği bir cümle var ki… 3 ay sonra Amsterdam’da o sokağın önünden geçerken hala hatırlayıp doğru kararı verdiğim için kendimle gurur duyuyorum. ‘Babanın seni sevmemesi benim suçum mu’ dedi bana. Şefkat göstermesi gereken yerde yarama basmak. Red flaglerin yanına ekliyorum bunu da …

Son yüzyılın en sıcak yazını yaşayan Amsterdam’dan sonra ikimiz de Zürih’te son kez aynı şehirde bulunuyoruz ama bu sefer görüşmüyoruz. Bir Cumartesi gecesi onun gigi benimse Cuma Cumartesi 2 gece üst üste Ayahuasca seremonim var. İlk gecesi neredeyse elimde listeyle ‘şu soruların cevaplarını almayı talep ediyorum’ beklentileriyle girdiğim seremonide ‘anneanne’ tarafından bildiğin tokatlanıyorum. Fiziksel olarak büyük yorgunluk ve ne bir içgörü ne bir vizyon, çıt yok! Almak istediğim hiçbir sorunun cevabını alamıyorum. İkinci gün şamanla sohbetimden sonra beklentileri bir kenara bırakıp sadece açık bir kalple giriyorum seremoniye. İlk geceye oranla yumuşacık geçen daha doğrusu işler sertleştiğinde nefesimde kalmayı öğrendiğim, mutluluktan ağladığım bir seremoni…  Son seremonimin üzerinden yıllar geçmişti ve bu aralar ihtiyacım olduğunu hissediyordum. Tam zamanında giriverdi yine hayatıma, en büyük büyülerinden biri de bu belki de. Bu yaz ben  bolca kitap okudum bir de. En çok da insan self help, psikolojisi ve ilişkiler üzerine.  Tüm bunlardan kitaplardan, olanlardan, seremonilerden çıkarttığım şu: KENDİMİ SEVMEM GEREKİYOR!

Kendimi çok zorladığım, dinlenmeyi bilmediğim, sınırlarımı esneterek ‘fedakarlık’ adı altında yaptıklarım, sonra karşılığını göremeyince kendimi değersiz hissedişim… Halbuki Elif’in nasıl sevilmesi gerektiğini onlara ben göstermeliyim!

Self love bu ara en çok konuşulan yazılan çizilen şeylerden biri ama nasıl yapılacağını çok da bilmiyorum. Bu yazın en büyük sınavlarından biri, dış koşullardan, ilişkilerden, iyi giden işlerden ve başarılardan bağımsız, KENDİMİ sevmeyi öğrenmeye çalışıyorum.

Ertesi sabah Zürih’e dönüyorum. Ex yine bir şekilde bana kendimi değersiz hissetmeyi başarıyor. Yeter diyorum ve seremoninin de gazıyla görüşmeme kararı alıyorum. Beraber oluruz diye boş bıraktığım pek çok zamanım var şimdi. Berlin, Çeşme, İstanbul, Amsterdam, Monastery ve Zürih’te elimizde olan pek çok şans ve sonuç kafa karışıklığı. Burning Man’i de sildik önümüzden. Ayrı kamplardayız. Orada son bir karşılaşırım stresi var ama sonra önümüz düzlük. Artık spontane kararlar alıp kendi önüme bakabilirim.


View this post on Instagram

last night i saw a shooting star and made a wish ❤️

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Tek yön biletle geldiğim Zürih’ten sonra bağımsız bir rota çiziyorum. Bayadır ziyaretine gitmek istediğim Naz’ın davetiyle Portekiz’e gidiyorum önce ve çok güzel vakit geçiriyoruz. Porto yakınlarında sessiz sakin bir köydeyiz. Kitap okuyoruz gün batımlarında. Müzik çalışıyorum. Naz’la birbirimizin kıyafetlerini giyip fotoğraflar falan çekiyoruz liseli kızlar gibi. Arada Porto’ya gezmeye gidiyoruz. Nata yiyorum her gün =) Ucuz kahve ve şarap, muhteşem binalar. Oh ne iyi geliyor!

İyileşme lineer bir çizgi değil, heh artık tamam iyileştim dedikten sonra bazen düşüşler normal. Düşüşlerin sıklığı ve şiddeti azalıyor gitgide evet ama bir anda bitmiyor. Ama hissediyorum ki iyileşmeye ilk Portekiz’de başlıyorum. İlk kez Portekiz’de nefes alıyorum. O sıra hala tek yön biletlerle seyahatteyim. Porto’dan sonra bir gece de Lizbon’da prensesler gibi hissettiğim La Casa Hermanas’nın Portekiz şubesinde kalıyorum ve burada çalışan Merve tarafından çok güzel gezdiriliyorum!

Lizbon’dan İstanbul aktarmalı Beyrut’a geçiyorum son dakika çıkan bir gig çalmak için. Durmak yok!


View this post on Instagram

one of those days i can’t tell if it’s killing me or making me stronger ‍♀️ #montliban #lebanon #gezenbayan

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Beyrut’ta ilk çalmaya gittiğimde tanıştığım arkadaşlarım ailem gibi olmuş, havaalanından alıyorlar, evlerinde misafir ediyorlar. George, Pamela ve Kris! Kalbim ısınıyor düşününce bile! Bazen çok iyiyim bazen de gözlerim nemli. Geçen ay teklif edilen ve hala inanamadığım Anjunadeep podcast’ini bu ruh hallerinde kaydediyorum. İçimde öyle hisler var ki baya duygusal bir podcast oluyor. Dinlemek isteyenler için onu da şöyle bırakıyorum:

O sıralar Euro ve Dolar tavan yapıyor. Ülkede kriz patlak veriyor. Paniklerdeyim. Bu arada 2 hafta sonra da Burning Man’e gideceğim…

Aslında bu yaz bunları yaşarken okuduğum kitapların bir listesini vermeliyim (EDIT: listenin verilmiş hali için buraya tıklayın) ama o da ayrı bir post olsun (EDIT: OLDU ahhahaha). ‘Bundan sora beraberiz’ gözüyle baktığım ailem gibi gördüğüm insanla yaşadığım bu zorlu günleri, güvenimin ‘değer’ hissimin sarsılışını, ne iş, ne aşk, ne aile ne de maddi anlamda sağlam bir zeminimin olmadığı bu dönemi meditasyon, kitaplar ve arkadaşlarım sayesinde atlattım diyebilirim çünkü…

Ağustos sonu, Beyrut sonrası İstanbul’da bavulları hazırlayıp Burning Man’e gitmeye geldi sıra…

Burning Man öncesi her sene Project Heart’ın bana kattığı en güzel şeylerden biri inanılmaz bir insan olan Mike Maturo’nun evinde kalıyorum. Öyle güzel bir kalp ki!


View this post on Instagram

can’t believe it’s almost time to go )’( home this summer has been very difficult for me and also very different than what I had in mind. in a way the way everything turned out was a warning for me to stop planning, overthinking and trying to control things with fear and get back into my flowing, confident/not scared self. I wasn’t even sure if I wanted to go back home this year with some still bleeding wounds. but deep down I know this burn like all the others will teach me a lot. it’s going to be challenging; not just physically but emotionally and even financially. with turkish lira dropping hard each day; every year is a challenge on its own to make this “pilgrimage” happen for me. every year I doubt and question if I should be going, if it’s irresponsible of me and then again each time I set my foot in the playa I promise myself to make it happen as long as I can. because it’s a way to get to know hidden sides of ourselves and others and make connections in most bizarre and wonderful ways. every year I have intentions and burn keeps surprising and showing me things in its own unique miraculous ways. i am happy that soon i’ll be giving this humbling, challenging, fun, mindblowing and heart opening experince to myself and can’t wait to reunite & connect with so many friends and family in the dust. burning man also symbolizes end of summer for me and this summer’s theme was healing and transformation. I feel it’s going to be a strong end and a fresh beginning, where new power and motivation will rise to lead me on my path. may the fire transform and make us rise from the ashes, one more time

A post shared by Elif (@elifmusique) on

3. kez katılacağım Burning Man’de bu sene psikolojik anlamda zorlanacağımı tahmin ediyordum. Yanılmadım. Beraber gitmesek de çok iç içe sosyal çevrelerde oluşumuzdan Ex’le bir yerlerde karşılaşıp Burning Man gibi herkesin ekstra iyi olduğu bir yerde bile kaba davranışlara maruz kaldım. Herkese bu kadar iyi davranan, gerçekten özünde dünya tatlısı bir insanın bir tek bana bu kadar acımasız olması inanılır bir şey değil. (Başıma daha önce böyle bir şey gelmemişti ama varmış böyle bir erkek tipolojisi)

Playa sana istediğini değil ihtiyacın olanı verir. Bu sene eğlenmekten çok bir şeyler farkederek geçti. Çok ağladım. Kendi hatalarımla derinine inmediğim egosal yaralarım ve kalp kırıklıklarımla, karakterimin çok da gurur duymadığım yanlarıyla yüzleştim. Bu sene pek çok dostum ‘evlendi’ playa’da. En sevdiğim şey Burning Man düğünü. Popomu kaldırıp gitmek gelmedi içimden. Sanki ortamın keyfini kaçırırım gibi hissettim. Ama bunlar olurken bir yandan giglerim de MUHTEŞEM geçti. Çaldığım her gigden müthiş keyif aldım ve çok güzel tepkiler aldım. İlk olarak Pazartesi Miki Beach’te öğlen çaldığım kısacık bir saatlik set çok eğlenceliydi. Günün o saati o kadar insandan o enerjiyi beklemiyordum açıkçası…

Aynı gün akşamsa playanın taa öbür ucunda The Gardens Of Babylon Landing Ceremony’de çaldım. O da inanılmaz güzel geçti. Güneş batmış gökyüzü degrade bir şekilde açık sarı pembe mavi lacivert renklere boyanmış, gündüz sıcağı bitmiş, hafif bir esinti başlamış ve TGOB’un bir araya getirdiği süper insanlarla çevrelenmişim…

Salı dinlenip Çarşamba da geçen seneki kampım Never Sleep Again’in kamp partisinde çaldım. Didem’im beni burada da yalnız bırakmadı! Şansıma 3’de 3 hep şahane saatlerde şahane kalabalıklara çalıyorum:

Bi tek Perşembe günü 1001 gecede Ex’le aynı line up’ta çaldığımız parti ruhsuz ve sevimsiz geçti diyebilirim. O ortamda kavga bile ettik. Toksik ilişki nedir’in sözlük anlamı olmuşuz. Bak ciddiyim ikimiz de güzel insanlarız ama birbirimizin içindeki en çirkini çıkarmayı başarıyoruz! Detoks oldu bu ilişki belki de bilmiyorum…

Cuma günü tek başıma bisikletime atlayıp gezmeye çıktım. Ona son söyleyeceklerimi bir kağıda yazıp temple’a götürüp bıraktım, Pazar gecesi yanmasını izlemek üzere. (Sonradan öğreniyorum ki o da aynısını yapmış) Ağlamaktan gözlerimin kıpkırmızı olduğu o Cuma akşamüzeri Temple’dan sonra tek başıma gezerken Ex’le karşılaştım. Kendisini şu yazıyı yazdığım tarihe kadar bir daha da görmedim zaten. Bu seferki karşılaşmamız sakindi, sarfettiği sözler için özür diledi. Ben çok ağladım. Korkuyorum dedim. Sen çok akıllı, yetenekli, güzel ve iyi bir kızsın. Hayata güven dedi. Bir veda konuşması yapıp tam gün batımında playa’nın ortasında son kez sevişip birbirimizi tam anlamıyla ‘saldık’. Bu gelgit ikimizin de enerjisini yeterince emmişti. Artık ikimiz de bu sayfayı kapatıp önümüze bakmalıydık.


View this post on Instagram

back to reality #burningman #blackrockdesert : @didemma art by @osteeletheshow

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Ondan sonraki kalan 3 gün bambaşka bir enerjiyle geçti sanki. Benim için Burning Man Cuma akşamüstü başlamıştı yani. Cuma gecesi Playalchemist Piramidinde çaldım. Burning Man’de 2 senedir en büyük gigim diyebilirim. Şansıma harika da bir saat vermişler bana, o kadar güzel geçti ki. Sevdiğim insanlar ve yeni yüzler yanımda ve dans pistinde! Düşününce bile tüylerim diken diken oluyor. Dedim ya o ‘closure’dan sonra enerjim değişti resmen! Cumartesi sabah minik flörtler danslar falan derken bir anda default Elif olmuştum sanki. İyileşmenin yukarı ivme yaptığı ikinci noktalardan biri de Lee Burridge’in Robot Heart’ta çaldığı o Cumartesi sabahıydı sanki…

Burning Man’den sonra birkaç gün daha SF’da kaldım. Burada hayatımda ilk kez bir çiftle beraber oldum. Benim için çok enteresan bir deneyimdi. Kendime duygusal anlamda bu tarz meydan okumalar yaratmayı çok seviyorum ve bu tarz ilişkilerin dinamiklerini insani, psikolojik ve duygusal yönden incelemek benim için en ilgi çekici kısım oluyor.

SF’dan sonra İstanbul’a döndüm. Eylül ayını prodüksiyon dersleri alarak Amsterdam’da geçirme planım vardı. O dönemler abim gibi gördüğüm Hollanda’da gel benim evimde kal diyen bir arkadaşımın beni önce biraz oyalayıp sonra da yüz üstü bırakması üzerine henüz Monastery’de tanıştığım Mertomun arkadaşı Bilge’nin cömert teklifi ile yine dört ayağımın üstüne düştüm. Prodüksiyon derslerini Eylül’den Ekim’e ertelenmiş oldu sadece. Her işte bir hayır vardır. Kalacak yer bahane harika bir dostum oldu! Hem de ben de Eylül ayında annemi ziyarete Mersin’e gittim. Annemle çok yakınızdır ama bu sefer ikimizin de çok kırılgan ve açık olduğu bir noktada buluşup daha da yakınlaştık. Bu arada iyileşirken İstanbul’da gigler çekimlere de koşturmaya devam ediyorum. İki kariyere birden çalışmaya devam.


View this post on Instagram

yine yollara düşmeden önce anne ve annane ziyareti #mersin

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Mersin’de 3 gün anne şefkatini de aldıktan sonra Burning Man’de tanıştığım, o dönem Kanadalı Ex’in asla anlayamadığı 3. dünya insanı olmak konusunda beni müthiş anlayabildiği için anında klik ettiğim Venezuellalı bir arkadaşımın davetiyle Barselona’ya gittim. İçim buruk geçen yaza güzel bir veda benim de hakkımdı: Barselona’dan Cap De Creus’a road trip yaptık. O dönem halen hassasım ve Erik o huysuzluklarımda bana öyle anlayış gösterdi ki. Gecelerce dertleştik. Tapaslar sangrialar ve ılık akdeniz havası. Buruk geçen yazın acısını çıkardım. Yoluma yine birbirinden güzel insanlar çıktı, öyle ki Mısırlı dünya tatlısı Fouad’la kakao içip kendimle ilgili olumsuz inançlarımı olumlularıyla değiştirdiğimiz bir ‘digging’ session bile yaptık! Barselona bana çok iyi geldi! İyileşmek için gerekli süreyi kendime ayırdıktan sonra  artık bir misyonum vardı: duygularımı müzikle ifade etmek istiyordum bunun için de ableton programını öğrenecektim….


View this post on Instagram

İspanya’nın en doğusu #capdecreus

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Ekim’de prodüksiyon öğrenmek için Amsterdam’a gittiğimde hava mevsim normallerinin çok üstündeydi. Her gün evden çıkıp bir şeyler yapmak için bisiklete binmek bile bile safi mutluluk veriyordu. 3 hafta kadar kaldığım Amsterdam’da dünyanın en tatlı insanı Camiel’dan bire bir prodüksiyon dersleri aldım. Derslerin aralarında evde oturup öğrendiklerimi uygulamaya koydum. Arada Schweppes çekimi için Türkiyeye dönüp geri geldim.

Amsterdam’a dönüp derslere devam ettim ve bu sene hep çok duyduğum ADE‘ye katıldım ilk kez. Partilerden çok konferans kısmı ilgimi çekti. Ufkumu genişlettim. Bilgeco’yla rumilik, Tiasla couch potato’luk yaptık. Claire’te The Cosmic Jungle’da çaldım. Acayip keyifliyfi.


View this post on Instagram

#tbt to the cosmic jungle amsterdam was fun! now back in turkey for 2 weeks before heading to Argentina ✈️ #nomadlife

A post shared by Elif (@elifmusique) on


Amsterdam da bana aşırı iyi gelmişti. Hatırlıyorum da orada kendimi kötü hissettiğim tek bir gün vardı o da Ex’in Montreal’de kalan eşyalarımın bir kısmını menajeriyle yolladığı gündü. Enerji alışverişi bile iyi gelmiyordu resmen. Bu nasıl bir şey! Bavulun içinden annesinin yazdığı minik bir not çıktı, çok düşünceli ve çok ince bir not  ve sanırım sırf o nota bile 3 gün ağladım.

Amsterdam’dan sonra Türkiye’ye döndüm. Ekim sonu. Bonjuk’un kapanış partisinde çalıp sonra Arjantin yolcusuyum. Tempo yine maşallah! Ex’le tanışma yıldönümümüzde Bonjuk’taydım ve bu da yine o ara ara kendimi kötü hissettiğim günlerden biriydi. Bir sürü kırgınlık söylenmemiş anlaşılmamış ifade edilmemiş laflar hayal kırıklıkları ve haksızlık hissi benim canımı yakan ve oturup yazdım o gün. Tabii ki kimseye yollamadım yazdıklarımı. Yazmak terapi hatta sizi sinirlendiren üzen olaylar varsa oturup dominant olmayan elinizle hislerinizi yazmayı deneyin. Şaşıracaksınız =)

Ertesi gün kendime yeterince iyi bakmamamın sonucu olarak yorgunluktan düşüp bayıldım. ADE dönüşü Bonjuk’ta aylardır görmediğim insanlarla sabahlara kadar oturduğum için sanırım sebep uykusuzluk diyebilirim. Kafamı betona çarpmışım. Gözümü açtığımda Bonjuk ailesinden insanlar etrafımda oldukça korkmuşlardı. Şu an nerdesin, adın ne, bu kaç gibi sorular sorulunca ölüyorum heralde dedim kendi kendime. Hayati bir tehlikenin olmadığına ikna oluncaysa ‘ben kendime ne yapıyorum’ diye utancımdan ağladım. Bu yere düşüp bayılma bir wake up call gibi oldu aslında! Hani şu bahsettiğimiz self love var ya! Artık kendime daha iyi bakmam, güzel beslenmem, uykumu almam, kendimi suçladığım şeyler için kendimi cezalandırmayı bırakıp affetmem, başıma gelenlerden öğreneceklerimi öğrenip yoluma devam etmem gerekiyordu.

Kasım ayında hiç gigim yoktu ve 6 sene sonra tekrar Miller Music için bir denizaşırı bir seyahate davet edilmiştim. 2012’de Los Angeles, San Francisco ve Las Vegas’a gittiğim, Kolombiyalı bir çocukla aşk yaşadığım ve geçtim o seneyi hayatımın highlightlarından biri olan Miller Music Tour için bu kez Arjantin’e davet edildim. Arjantin öncesi Türkiye’de bir parti yaptık, Cüneyt’le beraber çaldık. İstanbul’a az geldiğim için pek çok arkadaşımı bir arada görebildiğim güzel bir gece oldu. Sonra daha önce 2 kez gittiğim ve bana hep çok iyi hissettiren Buenos Aires’in yolunu tuttum.

Miller Music Amplified programı 3 gündü. Bildiğiniz üzere tam olarak Kasım ayında 2 senesini dolduran evsizliğim yani özgürlüğüm sayesinde 14 saatlik yolu sırf 3 gün içim gidip dönme gibi bir zorunluluğum yoktu, sonrasında bir programım olmadığı için benim dönüş biletimi lütfen 1 hafta sonraya alın diye rica ettim. Arjantin’in benim için planları olabileceğini hissetmiş ama ne kadar süreceğini bilememişim…

Güney Yarımküre’de olduğundan Kasım ayında ilk bahar yaşayan Buenos Aires’te Miller’in programının olduğu 2-3 gün hava ne yazık ki yağmurluydu. Çoğunlukla açık hava planlanan 100 küsür kişilik etkinlikleri event ekibi büyük ustalıkla kapalı mekanlara adapte etmişti neyse ki. Bu sayede bir tekne planı yerine gittiğimiz Uptown’a aşık oldum. Hayatımda gördüğüm en güzel speakeasy’lerden birinin Buenos Aires’te olacağını hiç tahmin etmezdim. Yarın herkes gidecek ben biraz daha buralardayım. Dance event’te tanıştığım Arjantin’li bir soundcloud takipçim sonradan arkadaşım olan Franco, 5 sene önce geldiğimde airbnb’sini tutmadığım halde bana şehri göstermeyi teklif eden ve arkadaş olduğumuz Tomas, Facundo, kız arkadaşı, Giddyhead, Kermesse boys gibi Buenos Aires’te beraber vakit geçirmek istediğim çok insan var. Programın bittiği gece, artık ertesi gün herkes ülkesine dönecek, benimse 3-4 günüm daha var. 2 gün önce Miller eventinde çalan ve kendilerini tagleyerek story attığım 10 kişilik aşırı eğlenceli Paprika grubunun davulcusu instagram’dan mesaj atıp beni bir kulübe başka bir grubu izlemeye davet ediyor. Otele gidip yatacağıma tabii ki yeni bir mekan ve grup keşfetmeyi tercih ediyorum. Gittiğimde yanında Paprika’dan başka bir arkadaşı var, aynı grubun perküsyoncusu, ki Miller eventinde de dikkatimi çekmişti kendisi…

Hikayenin özeti o gece benden 10 yaş küçük ve muhabbet bazında naber nasılsından öteye geçemeyeceğim ve sonunda zaten pes edip eve dönen davulcu ve hiç ummadığım şekilde geceyi birlikte geçirdiğim perküsyoncu; ama daha da önemlisi aylar sonra ilk kez biriyle ilgilenebilmem, bundan önce birkaç kez sırf ‘devam etmek’ için beraber olmayı denediğim ve öpmeyi bile beceremediğim adamlardan sonra ilk kez heyecan duyabilmem… Bu çok önemli bir gelişme benim için! Cuma günkü biletimi yakıp 18 günümü lila jakarandaların süslediği şurup gibi ilk bahar havası ve birbirinden güzel insanları, malbec şaraplarıyla Arjantin’de geçirmem…

İçim buruk geçen yazın acısı işte bu sefer gerçekten çıktı! Arabaya binmeden önce her seferinde kapımı açan, beni Buenos Aires’in en güzel en underground en yaratıcılık dolu etkinliklerine en kendine has özel mekanlarına götüren, roller coaster’a bineceğim diye tutturunca beraber tigre’ye roadtrip yaptığımız, beğendiğim kızları eve getiren, ilk kez yanımdan ayrıldıktan sonra yanıma çiçeklerle gelen Manu sayesinde tekrar heyecan duyabileceğimi, mutlu olabileceğimi gördüm ya, Arjantin’in bana en güzel hediyesi o oldu!

Bu arada Burning Man sonrası uzunca bir süre hiç konuşmadığımız Ex’le araya biraz zaman girip kırgınlıklar unutulunca tekrar konuşmaya başladık, tamamen arkadaşça. Dediğim gibi bir ben kin tutmam, tutamıyorum da, iki aynı endüstride ve aynı arkadaş çevresindeyiz gerginliğe tatsızlığa hiç gerek yok, üç iş güç anlamında çok paslaşıyoruz, dört dedim ya ilişki toksik olmasa çok tatlı bir oğlan aslında! Arjantin’de acayip underground bir kulüpte sabahlara kadar dans etmişiz eve dönüyoruz ve görüntülü arama geliyor kendisinden; şaşırıyorum, yanlışlıkla mı aradın diye de soruyorum. ‘Hayır’ diyor, ‘lütfen bi aç bişey göstereceğim sana’ ve Panama’da gün doğumunu gösteriyor. Biraz sohbet ediyoruz. Tekrar konuşuyoruz ve aramız iyi diye mutluyuz diyoruz ikimiz de. Ne güzel her şey yoluna giriyor diyorum!


View this post on Instagram

at 10000m altitude somewhere over the atlantic, more than 9 hours to istanbul, i am still buzzing and filled with inspiration and love i experienced in buenos aires this month i officially complete 2 years on the road without a homebase and this past weeks were a good reminder and the reason why i am doing this after having a challenging time this summer; dealing with heartbreak and anxiety, unable to enjoy to the fullest the lightness of sweet summer i wished to have; the timing was so right and i had the freedom so i could just extend my stay in buenos aires to have 2 extra weeks of south-hemisphere summer. thank you universe, thank you 2 years ago elif for making that bold decision and thank you elif from this summer for not giving up on yourself and on your dreams #anythingispossible #aftertheraincomestherainbow

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Yaratıcılık açısından çok verimli geçen, harika insanlarla tanıştığım, davet edildiğim aşırı özel +1 bile  getiremediğim bir ev partisinde, bir gün facebook’ta görüp ‘aa benim gibi yurt dışında çalan bir türk kızı’ diye eklediğim Giz’le karşılaştığım, hem çok merak ettiğim The Bow’da Dixon dinleyip büyülendiğim hem elektronik dışında çok enteresan doğaçlama canlı müzikler dinlediğim, insanların iyilikleri karşısında içimin eridiği, bana çok iyi gelen ve sonuna kadar uzatabildiğim yere kadar uzattığım son yıllardaki en iyi seyahatim olan Arjantin’den sonra İstanbul’da 24 saatten az kalıp yazlıkları bırakıp kışlıkları alıp Zürih uçağıma yetiştim. Zürih’de Heja’da kalıp Cuma gecesi Luzern Cumartesi gecesi Basel’de çalmaya geldim.


View this post on Instagram

third stop in switzerland: basel

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

İki gig de harika geçti. DJ’lik kariyerimde olduğum nokta çok tatlı! Küçük ve underground mekanlarda, gerçekten çok iyi müzik takip ettiği için benim gibi yeni sanatçıları bilen cool insanlara çalıyorum. Vibe her zaman çok iyi. Bu tarz mekanların promoter’ları da çok samimi ve tatlı. Örneğin Cem beni Burning Man’de dinleyip Basel’deki kulübüne booklamaya karar vermişti. Luzern’de ise geçen sene Ex’i daha büyük bir kulübe booklayan Koray’ın bu sene yeni açtığı daha underground bir kulüpte çaldım. Hayatımı seviyorum!

Bu arada Kasım ayında son ayalrda en çok kafamı kurcalayan ve ay lütfen artık olsun dediğim şey gerçekleşti. Bir süredir kendi bookinglerimi yapmaktan yorulmuştum ve Zürih’teyken The Gardens Of Babylon partilerini düzenleyen Shishi’nin booking ve management ajansı The Altitude Agency ile çalışmaya başladığımızı duyurduk.

Screen Shot 2018-12-30 at 8.21.14 PM

Mutlu mutlu Pazar da Cenevre’de Çağlar ve Maria’yı ziyaret edip (Maria hamile ve ona Arjantin’den teyzesinin yolladığı bir sürü bebek kıyafeti getirdim) Pazartesi sabahı Zürih’e dönüp Salı İstanbul uçağıma bindim. Tempo goals! Bu sefer İstanbul’da 30 saatim var. Hızlıca bavulumu yapıp New York uçağına biniyorum. New York’taki gigim 5 gün sonra ama ben Didem’i görmek için erken geldim.

Arjantinde yediğim Dulce de Leche’lerden mi yoksa yine timezone’lar arasında ileri geri gidip bedenimin zaman dilimi konusunda kafasını karıştırmamdan mı bilmiyorum ama sanki hormonal bir problemim var ve biraz şişkin ve düşük enerjili hissediyorum. New York’da bir haftam var ve bu zamanı ‘iyi’ şeyler’ yaparak değerlendirmek istiyorum. Kendime iyi bakmak da bunlardan biri. Bana, vücuduma, zihnime ve ruhuma en iyi gelen şey yoga! Seyahat ettiğim düzende yogayı hayatıma entegre etmek biraz özveri istiyor. 2018’in son aylarında bunu yapmayı başardığımı düşünüyorum nihayet. Didem’le beraber yoga ve pilates derslerine gidiyoruz her gün. Buna sonra Toronto ve Montreal’de de devam ettiğim için kendimle gurur duyuyorum. Ayrıca ikimiz için de iş açısından yoğun dönemler, biz de bolca çalışıyoruz ve East Village’dan pek çıkmıyoruz bile. New York’da turist gibi hissetmiyorum hiçbir zaman. Artık gittiğimde eşi dostu görmeye odaklanıyorum daha çok. Bir iki senedir NY’da yaşayan Ece’yle buluşup hasret de giderdik. Oyster ritüelimi de gerçekleştirdim. Kısa da olsa başarılı bir NY seyahati diyebilirim.


View this post on Instagram

Hello NYC (Ve sana da hello Stik) #nyc #gezenbayan #travel

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

O hafta sonu Ex de New York’da çalacak tesadüf. Aylardır görüşmemişiz, artık aramız iyi, konuşmaya başlamışız, şakalaşıyoruz, birbirimize yardım ediyoruz falan. Stereobar’da çalıcam şöyle şarkılara ihtiyacım var diyor yolluyorum. Prodüksiyonlarımı atıyorum yorum yapıp feedback veriyor. Agency ile anlaşırken nelere dikkat etmem gerektiği konsunda 15 dakika’lık ses kaydı atıyor falan. Nihayet arkadaş olduk sanıyorum ben. New York’a gelirken Montreal’den kalın montumu getirmesini rica ediyorum (hala eşyalarımın çoğu oradaydı da) İkimizin de NY’a vardığı gün ‘Selam, NY’a hoş geldin, montumu ne zaman alabilirim, hiç acelesi yok’ tonundaki tatlı mesajıma; montumu resepsiyona bıraktığını söyleyen soğuk bir cevap alıyorum. WTF! Gün doğumu göstermek için görüntülü arama yapan çocuk ‘Elifcim çok meşgulum montunu resepsiyona bıraksam sorun olmaz umarım’ dese yine anlayacağım ama yok; binanın adresini ve girişin fotoğrafını atıyor sadece. Cold as fuck! Bütün yaz canımı yakan dengesizliği artık bitmiştir diye düşünmüştüm ama yanılmışım. Gözlerim dolu dolu gidiyorum o gün montumu almaya. Niyeyse çok içerledim. Her şeye rağmen affedip dostluğumu vermek istediğim bu insan bana yine kendimi değersiz hissettirmeyi başardı bir şekilde.  Ya da ben izin verdim!

New York’da Amaya’da çaldım Perşembe günü. Didem bütün güzel arkadaşlarını topladı ve çok eğlendik. Cuma ise Toronto’ya geçtim. Uçaktan iner inmez bana warm up yapacak olan Jenner, kız arkadaşı ve Mustafa ile Toronto gece hayatına süper bir giriş yaptım.

Önce Hernan Cattaneo sonra Bedouin dinlemeye sonra da bir ev partisine gittik. Burada herkes o kadar sıcak ve samimi ki! Cumartesi gecesi Parlour’daki gigim de muhteşem geçti. Aşırı eğlendim. Toronto’lu müzik endüstrisinden tanıdığım pek çok insan beni desteklemeye geldi. Ne mutlu! Küçücük bir mekan hatta normalde pek sevmediğim tarz ‘bottle service’ yapan bi yer ama müzik konusunda çok bilgililer ve en önemlisi HERKES dans ediyor. Kanada dinleyici açısından en mutlu ayrıldığım yerlerden biri oluyor hep!


View this post on Instagram

This weekend Toronto was a looooot of fun! Since the moment I landed I was taken super good care of; met amazing people and feel already like I have family here ❤️ Playing Parlour was a lot of fun, love these intimate venues where there’s no seperation between the audience and the dj (swipe right for some photos and videos)! Super special thanks to @jenner_dj for setting great vibes before me at Parlour and giving me “the tour” of Toronto night life! And of course huge thanks to @jonathanrosa_ @mirrors_toronto @parlour270 for having me; Jordana and Nabil from @bespokeexperience family, @ismaeel.mustafa @armansoltani__ @neeks_mo and everyone I met for the support and wonderful times. Toronto knows how to party!

A post shared by Elif (@elifmusique) on

Beni booklayan Jonathan’la aşırı turistik bir gün geçirdik. Arman’ın büyük misafirperverliği sayesinde Toronto’da 1-2 gün daha geçirdikten sonra Montreal’e geldim. 27 Aralık Perşembe günü burada Mart ayında ilk çaldığım mekan Le Salon Daome’de çalacağım. Arada Noel tatili falan var yani bir 10 gün buradayım. Montreal sevdiğim bir şehir, pek çok dostum var. Mesela beni book’layan Tina dünya tatlısı ve bu ayrılık sürecinde her zaman mantıklı bir açıdan bakmama vesile olan süper iyi bir insan. Hem de Montreal’deki en iyi partileri verip en güzel insanları bir araya getiriyor.

Montreal’e 2 sene önce ilk geldiğimde Stereo’da tanıştığım Mous ve Jess’in evinde kalıyorum. David havaalanında en sevdiğim lokal içkiyle karşılıyor beni: Bloody Ceasar’s! Geçen Christmas’ı Ex ve ailesi ile Montreal’in biraz kuzeyindeki Chalet’lerinde geçirmiştim ‘aileye hoş geldin mesajları’ ile beraber. Ancak bu sene olanlar ve ayrılık sürecinden sonra ‘artık Montreal’de bir ailem yok’ desem büyük yalan olur. Benim belki tek sabit bir evim yok ama dünyanın dört bir yanında kendimi ‘evde’ hissettiğim odalarım, kanepelerim ve bana ‘aile’ hissini veren muhteşem arkadaşlarım var. Ve hep söylüyorum benim en büyük zenginliğim bu.

New York’ta bana yaptığı ayıptan sonra dengesizce ‘Montreal’e hoşgeldiin’ tontişliğinde samimiyetsiz bir mesaj atan Ex’e cevap bile vermedim. Ertesi gün ‘mesafeli olduğum için özür dilerim ama sanırım hala iyileşmedim’ diye saçma bir mesaj aldım. Seriously WTF. Hayal kırıklığımı ve kırgınlığımı ifade eden bir mesaj attım: ‘Mesafeli olabilirsin ama lütfen mesafeni belirle ve artık benim kafamı karıştırıp durma!’. Artık sadece Montreal’de kalan eşyalarımı almak ve bu dengesiz ilişkiyi hayatımdan tamamen çıkarmak istiyorum. 10 gün kaldığım Montreal’de, gitmeme bir gün kala hem de DJ’lik yapacağım gün getirmeye teşrif ediyor eşyalarımı. 3 kocaman valiz dolusu eşyayı nereye nasıl sığdıracağım stresi artık bitsin istiyordum haklı olarak ve yine bencillik ve düşüncesizliğine sinirlenirken aslında bittiği için dua ettim. Eşyaları getirmek için geldiğinde bu sefer ben görmek istemedim onu. Bir öyle bir böyle dengemi bozmasına artık izin vermek istemiyordum çünkü. Belki de herkesle arkadaş olamazsın. Ya da bazılarıyla daha çok zamana ihtiyaç vardır. Montreal’de kaldığım 10 günde nerdeyse her gün yoga yaptım, kitap okudum ve  Le Salon Daome’de yine sold out bir gecede çaldım. O kadar güzel geçti ki son tatsız duyguları da sildi attı.

Ertesi gün Montreal – İstanbul – İzmir aktarması ve 3 dev bavul dolusu eşya, kırık hayaller, alınmış dersler ve ak bir alınla (ahahahah) Alaçatı’ya geldim. İner inmez otele gelip hızlıca bir duş alıp The Stay Alaçatı’nın Uzun Yılbaşı Hafta Sonu partisinin ilk gecesinde çalmaya başladım. Şu an bu yazıyı Alaçatı’da finalize ediyorum. Yanımda Amsterdam’daki Roomie’m bana o kriz anında evini açan Bilgeco ve bu sene biraz depresif geçirdiğim Project Heart’ın bana kattığı en güzel iki şeyden biri Merve var. Daha ne isterim!

Hala uykumu alamadım. Ama mutluyum. Sevdiğim işi yapıyorum. Artık kendi gerçeklerimle çok da örtüşmemeye başlayan şeyler ufak ufak siliniyor hayatımdan. Tutkularımın peşinden gidiyorum. Bana değersiz hissettiren, kendi özgüvensizliklerini başkalarının problemi yapan insanlardan ne pahasına olursa olsun uzak durmayı öğrendim, öğreniyorum. Self love konusunda baya gelişme kaydettim. Hala anksiyete krizlerim, korkularım, kendime yaptığım acımasızlıklar, egomun tuzağına düştüğüm durumlar oluyor. Ama bu bir yolculuk. Öğrenerek devam ediyorum! Belki ‘güven’ hissimi kaybettim biraz ama heyecan hala oralarda bi yerde, biliyorum; hatta Arjantin’de ikna oldum. Kalbimi açmakta zorlanıyorum biraz ama zamanı geldiğinde o da olacak biliyorum.


Hem şimdi biraz kendime, işime odaklanmak en iyisi belki de. Bencilliği, bencil biriyle olmanın ne demek olduğunu sonuna kadar tattım. Şimdi biraz kendimle kalıp kendime ‘bencil’ olma vakti. Hayata, akışa güvenmenin zor olduğu günler oldu. Belki sert bir şekilde öğrendim ama bu hayatta kendimden başka kimseye ‘bel bağlamamak’ 2018’in bana verdiği en önemli derslerden biri.

Hala kardeşimle konuşmuyorum, hala babama kırgınım, ama büyüyorum. Hala bir evim yok. Olsun istiyorum ama nerede nasıl olacağını bilmiyorum. Bir düzenim olmasını, her gün aynı yoga stüdyosuna gitmeyi, prodüksiyon için bir stüdyom olmasını falan arzuluyorum. Ama bi yandan uzaklar da ev bana! Keşfetmek, yolda olmak, yeni insanlarla tanışmak da ‘EV’.


View this post on Instagram

A post shared by yung pueblo (@yung_pueblo) on

Ev kavramı sürekli değişiyor ve gelişiyor benim için. Çok şanslıyım ki ben nasıl bir hayat kuracağıma karar verene, buna hazır olana kadar bana kalbini, evinin kapılarını, çekyatını açan dünyanın dört bir yanında dostlar biriktirmişim. Galata’da dünyanın en güzel manzaralarına sahip bir evde, yazlık-kışlık eşyalarımın durduğu, her daim anahtarımın olduğu, gidince kanepemin ve en önemlisi ‘anlamlı’ sohbetlerin hazır olduğu, kalbim kırık olduğunda beni çocuk gibi koynunda yatıran istersem saatlerce anlattığım istersem yanlarında istediğim kadar sustuğum dostlarımın olduğu bir ‘evim’ var. Can ve Mert’e, Muhlis’e ve Hande’ye, Merve’ye ve Begüm’e, Seda’ya Bilge’ye, Selda’ya ve Yağmur’a, Didem ve Alexis’e, beni 4 kat kucağında merdivenden taşıyan Anıl’a tüm Bonjuk ailesine, Heja’ya, Mert ve Dünya’ya, Duran’a, Nazlıhan’a, Emir’e, Mike ve David’e, Eric’e, Mous ve Jess’e, Tina’ya ve daha nicelerine ne kadar müteşekkir olduğumu ifade etmek benim için zor. Onlar olmasaydı ben bu zor hayat tarzının içinde bu kadar kolay akamaz, tutkularımın peşinden koşamazdım.

2018 kolay bir yıl değildi ama çok gerçekti. Senelerdir öğrenmem bilmem gereken şeyleri belki de pas geçiyordum. Bu kadar canımı yakan tutkulu ama toksik bir kalp ağrısı olmasa belki de durup kendi içime bakıp bir şeyleri değiştirme, geliştirme motivasyonum olmayacaktı. E canım yandı arada ve önceliğim hep ‘bireysel olarak büyümek’ti ama bakıyorum da yine dopdolu çok eğlenceli bir sene olmuş.


View this post on Instagram

A post shared by yung pueblo (@yung_pueblo) on


Instagram’daki Inspiraiton Highlight’ıma bir göz atın derim bu yazki yolculuğumu biraz anlamak için.

Bu sene yazmayı unuttuğum seyahatler işler marka işbirlikleri dj gigleri olmuş olabilir. Bu sene kaç kez uçağa bindim sayamadım bile. Türkiye’de çok az bulundum. Yine bir sürü şey kaybettim. Çok fazla dondurma yedim onu biliyorum. Çok kitap okudum. Yine her zamanki gibi az uyudum. Yazıyı da son dakika yetiştirdim. Ama yetiştirdim mi yetiştirdim. Ha ha! Okumak isteyen olursa bu sene okuduğum kitapları ve bana güç veren yazı, video ve instagram hesaplarını da ayrıca paylaşabilirim. (Edit: buyrun)

Geçen seneki yazımı şöyle bitirmişim:

’30 bana ne getirdi diye geri dönüp bakıyorum…Demiştim ya ‘no bullshit age’ diye. Bullshit’e karnım tamamen toktu bu sene. Kendim olmayı, beni olduğum gibi kabul etmeyecek kişi peşinen gitsin diyebilmeyi öğrendim. Üzülmek için vaktim olmadı hiçbir şeye. Korkunun ecele faydası olmadığını gördüm. Bu yazıyı 6 senedir yazıyorum. Kimbilir kaç kalp kırıklığı atlatmışımdır. Kaç hayal kurup kaçının ötesine geçip kaçının yanına bile yaklaşamamışımdır. Hayat bu işte. Kalbim kırılmasın diye korkup kapanırsan güzelliklerden mahrum bırakıyorsun kendini. Vay be diyebildiğin maceralar yaşayabilmek için cesur kararları verebilmen gerekiyor. Belki önünü görememek. Ama hislerine ve kalbinin pusulasına güvenirsen seni hep olman gereken yere çıkarıyorlar. İnsan önceliklerini kendi belirlemeli. Toplumun standartlarına uydurmamalı. Herkesin girmediği yola girmekten korkmamalı. Heh bir de ‘haters gonna hate, zaten herkes seni seviyorsa mutlaka yanlış bişeyler yapıyosundur’ :)Yine hayallerim var tabii ki! Bu sene kendime benimsetmeyi en çok arzuladığım şey hayal kurmaktan korkmamak. Özellikle büyüdükçe hayal kurmaya korkar oluyor insan, eski cesaretimiz kalmıyor. Biliyorum bir sürü insanı unuttum, bir sürü önemli hadise gelmedi aklıma yazarken. Yine de şöyle bir son bir senemi hatırlamış oldum. Bu yazıyı 2017 bitmeden yayınlamak amacım. Ne çok şey birikmiş. Anlatacak ne çok şey varmış. Neden böyle oldu bilmiyorum, muhtemelen müziğe çok kaptırdım kendimi ama yazmaya bu kadar uzun aralar vermeyeyim diyorum… Yazmak lazım. Hatırlamak için yazmak. En çok da kendin için yazmak lazım. Daha fazla uzatmadan size mutlu seneler diliyorum! AŞkla kalın!’

Geçen seneki ‘hayal kurma’ konusunda niyetimi düşününce iyi gidiyorum diyebilirim bence. 30 yaşında başladığım DJ’lik yolculuğum hiç fena gitmiyor. Hayal kurma cesaretim olmasa olmazdı!

Bu sene yani 31 yaşım bana en çok ne öğretti desem kendimi sevmeyi kendime saygı duymayı başkalarına değil kendime güvenmeyi diyebilirim ama tam bence hala biraz daha zaman geçmesi gerekiyor dersleri tam olarak sindirmem için. Ayrıca yazıyı 2018 bitmeden bitirmek için biraz acele etmem gerekti. O yüzden eminim ki çok fazla atladığım şey oldu. Olsun! Mayıs sonu bitmiş bir ilişkiden sebep hala neredeyse her ay bir kez göz yaşı dökmüşüm, düşünsene. Derinden bir yerlerden incinmişim. Ama biliyorum ki bu incinme boşuna değil. Öğrenmem gereken dersler için kalbi biraz kırıp açmak gerekiyormuş işte…


View this post on Instagram

@cizenbayan shot by @DilekAltan, as part of our #ForCreativeMinds series. @cizenbayan (or nowadays known as @elifmusique) is a very inspiring woman that you should know about. She’s a visionary, who’s one of the first people to speak to the potential of social media very early on. This was back, back in the day, over a decade ago. Since then, she’s delighted and enlightened her international audience as an influencer as she constantly reinvented herself as a creative and a human being. Nowadays, she’s been practising a nomadic lifestyle, where she travels the world without having a home to return to, while kicking ass behind the decks through her new, up and coming music career. Other than sharing a first name, @cizenbayan and I shared school desks of our much beloved Austrian high school as teenagers. Since then, watching her over the years, I admire her determination, work ethic, commitment to her authenticity and how smart of a businesswoman she is. So happy to have her as part of #ForCreativeMinds.

A post shared by Muk Design (@muk.design) on

Göz atmak isterseniz eski sene biterken yazılarım da burada: 201720162015 2014 2013 2012

Okuduğunuz için teşekkürler. İlham verdiysem ne mutlu! Seneye görüşürüz!


View this post on Instagram

So much of who we think we are is the movement of old patterns in our mind, reactions that reinforce particular behaviors depending on the situations that arise. These mental movements happen rather quickly and strengthen our sense of identity – our habits, whether they support our happiness or not, come together to build our character. Some may say, well this is who I am, but as our awareness grows we come to understand that ‘who I am’ is not stagnant or permanent, it is a dynamic accumulation that comes together to create a momentary phenomenon. The mind’s ability to change is one of our greatest powers. When we work toward changing ourselves there may be times where we struggle because a particular habit is so deeply entrenched in our identity. Self-improvement does not happen overnight; it is a long-term process. If we continue working on ourselves diligently and have a good tool that helps us release the patterns that cause us misery, then we will ultimately succeed in changing ourselves for the better. The deepest part of letting go does not happen when we intellectualize, it happens when we have a tool, like a good meditation technique, that takes us into the subconscious to release the tension that is in there. Sending love to all beings. May we all find a practice that really helps us let go at the deepest levels. 

A post shared by yung pueblo (@yung_pueblo) on


View this post on Instagram

it’s all in your hands (or heart) ❤️

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

]]>
https://www.cizenbayan.com/2018-biterken/feed/ 11
24 Mart’ta TedxReset’te konuşuyorum! https://www.cizenbayan.com/24-martta-tedxresette-konusuyorum/ https://www.cizenbayan.com/24-martta-tedxresette-konusuyorum/#respond Wed, 14 Mar 2018 10:54:08 +0000 https://www.cizenbayan.com/?p=9987 “Ayaklarım çok büyük değil ama, her şey ilk adımımla başladı. İleri doğru sakin, kararlı, tek bir adım. Ve öylece değiştim. Bedenim dört bir yöne doğru uzadı. İnce ellerim dünyanın öbür ucuna kadar uzandı, kollarım sardı yerküreyi, kucakladı. Ben dünyadaki herkestim. Yeryüzünden gelmiş geçmiş herkesin ilk adımıydım.

Yol çağırdı. Gittim. Sınadı. Hızlandım. Yavaşladım. Durdum. Bazen daireler çizdim. Tıkandığım da oldu. Düştüm. Dizlerim kanadı. Durmadım. Her adımım bir öncekinden daha güçlüydü. Her adım bir keşifti. Yeni yerler, yeni şeyler, kendim ve zamana dair. Bazen de yolları kendim yaptım. Yürüdüm ve önümde belirdi.

Çünkü hareket hayatın dinamiğidir. Her gün ıssız yollardan, küçük köylerden, dağ başlarından, devasa kentlerden, sokak aralarından, meydanlardan, sahillerden geçen kısa ya da uzun yolculuklar yaşadım. Yollar değişti, ülkelerden geçtim, gökyüzünün rengi döndü ve anladım ki hayatın görkemi hareketin özünden kaynaklanır.

Çünkü, çünkü… Çünkü esas olan harekettir. Öyleyse. Haydi! “Yolaçık / Hit the Road” 

Çok heyecanlıyım çünkü 24 Mart’ta teması ‘Yol(A)çık’ olan TedxReset’te kendi yola çıkma hikayemi, yolun bana neler kattığını, yolun sonsuz olanaklara açılan bir kapı olduğunu, kalbinizin sesini dinleyerek ve size has kendi yolunuzu yaratarak hayattaki gerçek amacınızı bulabileceğinizi anlatacağım =)

Peki TED ve TEDx nedir?

Kar amacı gütmeyen TED konferansları (Teknoloji, Eğlence ve Dizayn) yayılmaya değer fikirlerin geniş kitlelerle buluşması için 1984 yılından bu yana düzenleniyor. Şimdiye kadar Bill Clinton, Jamie Oliver, Bill Gates, Al Gore, Julien Assange, Bono, Stephen Hawking gibi isimlerin yayılmaya deüer fikirleri 15 dakikalık sunumlar halinde anlattıkları TED konferansları o kadar çok kişiye ilham verir ki, insanlar kendi bulundukları yerlerde benzer konferanslar düzenlemek isterler. Bunun üzerine TED, TEDx adıyla bu konferansların yerel olarak düzenlenmesi için onay ve lisans verir. Ben de Türkiye’ye çok sevgili Ali Üstündağ tarafından getirilen TEDxReset’te 24 Mart 2018 tarihinde ‘Yol: sonsuz olasılıklara açılan bir kapı’ başlığıyla konuşacağım.

TİM Show Center’da gerçekleşecek olan TEDxReset 2018 etkinlik biletleri Biletix‘de!

#ElifTanverdi ‘Yol: sonsuz olasılıklara açılan bir kapı’ başlığıyla 24 Mart TEDxReset 2018 sahnemizde #yolaçık’ıyor 1987 yılında doğan Elif Tanverdi, Avusturya Lisesi ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mimarlık bölümünü bitirdi. Tek başına seyahat etmeye 15 yaşında başlayan Elif hayatında farklı bir yol seçip, diploma projesi için sabahladığı bir gecede bir süre sonra işi ve hayatı haline geleceğini hiç hesaplamadan açtığı cizenbayan adlı sosyal medya hesapları ve blogunda tutkularını ve deneyimlerini dünyayla paylaşmaya başladı. 4 dilen bilen Elif bilgisayarı, kulaklığı ve akıllı telefonu olan her yerden çalışabildiği için ‘kira yerine uçak bileti’ mottosuyla evini boşalttı, eşyalarını sattı ve göçebe hayata adım attı. Elif bugün farklı tutkularını besleyen kariyerlerini bir arada devam ettirip hayatını kendi iç sesi pusulasında yaşamaya yaşamaya, merakla keşfetmeye, öğrenmeye, paylaşmaya ve ilham vermeye devam ediyor. TİM Show Center’da gerçekleşecek olan TEDxReset 2018 etkinlik biletleri için profildeki Biletix linkini tıklayın lütfen.

A post shared by TEDxReset (@tedxreset) on

 

]]>
https://www.cizenbayan.com/24-martta-tedxresette-konusuyorum/feed/ 0
2017 biterken https://www.cizenbayan.com/2017-biterken/ https://www.cizenbayan.com/2017-biterken/#comments Sun, 31 Dec 2017 11:24:12 +0000 https://www.cizenbayan.com/?p=9903 Bu sene 6. kez yazdığım geleneksel sene sonu yazıma hoş geldiniz.

Yıl biterken geriye dönüp bir sene içinde neler yapmışım, neler dilemişim, neleri başarmış nelerden vazgeçmişim görmek her sene sonu kendime yapmak için verdiğim bir söz. bu yazıyı yazarken geriye dönüp baktığımda hatırladıklarım yeni yılda adeta bir yol haritası gibi oluyor bana. yeni hayaller kurmaya cesaret ve olmayan şeylere üzülmek yerine devam edecek gücü de yine bu yazıyı yazarken buluyorum. üstelik bir sene içinde nelerin nasıl değiştiğine, o zamanki elif’e başka bir açıdan bakmak da hayatın sürpsizlerini hatırlatıyor bana. akışa teslimiyet gerek ve ben bu yazıları yeniden okuyup yazdıkça akışa ve iç sesime güvenim artıyor.

Bu sene hayatımın en özel senelerinden biri oldu. Öncelikle 30 oldum! 30’dan hep çok korkardım, 20’lerin sonu, 10 senelik bir devrin kapanışı… Korkmama hiç gerek yokmuş. Hayatımın en farkında ve en güzel yaşı oldu diyebilirim. Bunun dışında tamamen baştan sona ‘evsiz’ geçirdiğim bir sene oldu 2017! Biraz geriye sayarsak 2016 Kasım’da hayal kırıklıklarıyla biten bir ilişkinin ve istanbul’a duyduğum hislerin sonucu evimi kapamış, hayatın bana hazırladığı sürprizleri yakalayabilmek adına konforum ve güven duygumdan biraz ödün vermiştim. Eşyalarım depoda, hayattaki en büyük zenginliğim dostlarımın kanepelerinde, kira yerine uçak bileti alarak kendi geleceğimin peşinde eskisinden çok seyahat etmeye başlamıştım.

2017’nin ilk dakikalarında Berlin’deydim. Sokaklarda patlayan havai fişekler ödümü koparıyordu o zaman. Henüz canım dostum, hayat koçum Arcan Okan‘la tanışmamış, darbe ve terörizm sonrası travmalarımı atlatmamıştım. İstanbul’da ise korkunç şeyler olmaktaydı o sıra, şimdi hiçbirimizim hatırlamak istemediği…

berlin-nye-2017

Ben yansın bu dünya modunda 3 gün gece partiledim. Önce Sisyphos, sonra Kater Blau. Özellikle 1-2 Ocak çok güzeldi. Kater’de muhteşem bir line up oluyor yılbaşlarında. Berlin’den sonra 30 saatliğine İstanbul’a dönüp oradan kendime 30. yaş günü hediyesi Tulum’a uçtum.

tulum-cizenbayan-elif-tanverdi

Sevgilisinden yeni ayrılmış, evini kapamış, ülkesi karmakarışık bir kız olarak tüm sevdiklerimden uzakta, az tanıdığım bir takım insanlarla Tulum’a gitmek baya riskliydi. Doğum günüme kendimi yalnız hisseden şekilde büyük depresyona da girebilirdim, muhteşem de geçebilirdi. Çok şanslıyım ki ikinci şekilde oldu :)

cizenbayan-tulum-birthday

6’sında Tulum’a vardım. Çok tatlı bir partide Project Heart ailesinin diğer üyeleriyle tanıştım:) 7’si gecesi ise o zamanki sevgilimle. Tulum’un enteresan bir enerjisi var. Tanıştığımız gece aşık olduk ve ben kaldığım yere bir iki kere giysi almaya uğradım. Doğum günüm hayallerimin de ötesinde masal gibi geçti. 12 Ocak’ta dolunay vardı ve WooMoon’da muhteşem bir parti… Audiofly, Blondish, Rampue, Crussen ve kum üzerinde çıplak ayaklarla dans ettiğim, hem Türk ekibin hem de Project Heart ekibinin yanımda olduğu büyülü bir gece! Her daim bir an önce evine dönmek içgüdüsünde olan 5 günlük sevgilimi doğum günüme kadar benle kalması için ikna etmişim. 5 gün çok hızlı ve dolu geçti ve hadi Şubat’ta benle turneye çık dedi. İşte ben evimi tam olarak bu tarz şeylere düşünmeden evet diyebileyim diye kapatmıştım. Kabul ettim. O 13 Ocak’ta evine dönerken bana doğum günü hediyesi sold out olan Day Zero için beni guestlist’e yazdırması olmuştu. Parti ile ilgili yaptığım paylaşımlardan sonra organizatörlerden birinden teşekkür maili aldım. İşte tam olarak bu yüzden yapıyoruz bu işi diye. Bir de bundan sonra yaptığımız her event’e davetlisin notu. O zaman inanmamıştım tabii ama 2 ay sonra Miami Music Week’te mailime Get Lost davetiyesi düşünce inandım!

day-zero-2017-tulum-cenote-dos-ojos-cizenbayan

Day Zero fevkaladenin fevkindeydi. 17 Ocak’ta İstanbul’a döndüğümde şehirde hala depresif bir hava hakimdi. Bense o zamanlar Türkiye’nin en mutlu insanı olduğum iddiasındaydım. Benim akıllı bıdığım beni benden iyi tanıyan arkadaşım Begüm ben bir terapiye gittim hayatım değişti diyerek beni hayat koçum Okan Arcan‘la tanıştırdı. Ben o zaman aşk sarhoşluğu, hiç korkularım, travmalarım, isecurity’lerim yokmuş gibi boşver ya dedim Begüm’e, çok mutluyum ben! Bıdığım söz dinlemedi, randevu aldı bana, yetmedi randevu günü hadi gidiyosun diye aradı ve böylelikle hayatımı değiştirdi :)

tea-inspiration

İlk randevuya gittim, her şey harika, şöyle aşığım, böyle mutluyum… O zaman kendi kafama göre ‘tam kendime göre’ biriyleyim. Türk erkeklerinden ümidi kesmişim, 9-5 işi olan biriyle zaten olmaz, benim gibi gezebilmesi lazım, hem 9-5 işi olmicak hem parası olcak, ama aileden zengin ve çalışmıyosa saygı duymuyorum falan, türk erkeği kıskanç, özgüvensiz, anca dünyayı gezen bir DJ olması lazım… Tam kendime göre birini buldum kafasındayım, bir ay sonra beraber turneye çıkıcaz, her şey harika, özgüven tavan. Okan’ım cool, ‘eğlenmene bak’ dedi ‘çok sürmez bu ilişki’ :) O zaman göremiyordum ama kağıt üzerinde şahane olan her şey pratikte öyle olmuyormuş tabii… Bi de daha önemlisi böyle anlık mutlulukları boşver de bunlar olmadığında nasıl hissediyor Elif kendini ona yoğunlaşalım dedi ve beni daha derinlere bakmaya ikna etti. Onunla beraber sokağa çıkma korkumu, kalabalıklarda yaşadığım paniği de yendim, kendimle ililşkimi de düzelttim. Canım Okan’ım bu sene hayatıma giren en güzel şeylerden birisin! Teşekkür ederim!

İş cephesine gelirsek bir süredir düzenli olarak içerik ürettiğim The Story Of Seven‘la İstanbul semtlerini gezip yeni mekanlar keşfettiğimiz videolar çekmeye başladık. Videolara buradan göz atabilirsiniz :)

Wondercats Popup’ın ikinci yemeğine katıldım. Bu kez bir Viking ziyafeti çektik. 

wondercats-popup-calistay-viking

Ocak Sonu Bansko Ski Fest‘te çalmak için Bulgaristan’a gittim (Bu sene de son dönem olan 30 Ocak 4 Şubat arası oradayım) Hem snowboard yaptım hem daha çiçeği burnunda taze bir DJ olarak Adana Twins gibi bir grubun öncesinde kocaman bir kulüpte ve apres ski’lerde yüzlerce insanın karşısında çalmama vesile oldukları için Orkun ve Ali’ye bin kez teşekkür ederim!

bansko-skifest-elif-tanverdi

Bansko dönüşü bir hayalim gerçek oldu. Benim için bambaşka bir yeri olan İndigo kapanmadan önce orada çalma şansı buldum. Bu öyle anlamlı bir şey ki benim için, Sertaç ve Lily’ye ne kadar teşekkür etsem az! O gece Nico Stojan’a warm up yapacaktık Lily’ciğimle, o  gelmedi ama biz çaldık. Çok da güzel oldu :)

Ben de iyiden iyiye DJ’lik yapmaya başlamış oldum. Öğrenecek çoook şey vardı, hala da öğreniyorum ama ne kadar şanslıyım ki bana bu fırsatlar verildi. En önce heyecanımı atmayı öğrendim bu sayede.

elif-dj

Ocak bitmeden Avon’un yeni serisi Mark’ın lansman’ında ve Soho House’da çaldım. O dönem Yağmur’la Çağlar’ın kanepesinde ikamet etmekteydim. Yağmur evde North Fox için deriler dikerken ben de setler kaydediyordum :) Şimdi Yağmurcuğumun Nişantaşı’nda şahane bir atölyesi bense geçen hafta NY’da çaldım, haftaya ise Tulum’da çalıyorum. İşte ben bu yazıyı yazmayı bu yüzden çok seviyorum.

Geri dönelim Ocak ayına: Globel Yodel için Hilton Otelleri işbirliğinde bir İstanbul rehberi hazırladım. Buradan göz atabilirsiniz. Ocak ayı hala bitmemişti ve son olarak da L’oreal’in yeni saç bakım serisi Botanicals Freshcare’in lansmanı için Paris’e gittim. Yemyeşil harika bir lansman etkinliğiydi. Çiçekten taçlar, yeşil kokteyller yaptık. Etkinlikte Victoria’s Secret Melekleri bile vardı ama ben o sırada büyük hayranı olduğum dövme sanatçılarından rit.kit.tatto‘ya koluma bir çiçek dövmesi yaptırmakla meşguldüm :) teşekkürler botanicals freshcare! yumuşacık saçlarımın mis gibi kokusu dışında kolumda hayat boyu taşıyacağıım bir hediye senden bana!

ritkittattoo-botanicals-freshcare-paris-cizenbayan-tattoo

Şubat ayının ilk haftasını Cosmomia‘da Okan’la randevularıma, oradan Murat’la Pilates’e giderek geçirdim. Okan beni hayata Murat da Meksika’ya hazırlıyordu. Arada bir de Dr. Evren Gökeşme‘ye botoks yaptırdım. 30 yaşında mutlu ve yeni maceralara hazırdım :) Zorlu ‘da Influencer Talks’a konuk olup hayatımı anlattım.

influencer-talks

Ve artık yolcu yolunda gerekti… Nescafe ile süper bir ekip olarak çekirdekten fincana kahvenin yolculuğuna ortak olmak için Meksika’ya doğru yol aldık! Kahve tarlalarında kahve topladık, kahve meyvesiyle ilk kez orada tanıştım. Sonra tıpkı Meksikalı işçiler gibi kahve çekirdeklerinin satın alındığı değirmene gittik. Bir fidanlıkta sağlam köklü robusta ile içimi yumuşak arabica çekirdeklerinin nasıl aşılandığını gördük. Nescafe’nin Meksikalı kahve işçilerine verdiği eğitimlere, ailelerine sağlıkları imkanlara hayran olduk. Nescafe’nin doğal olmayan katkı maddeli bir ürün olduğunu sanırdım. Meğer tamamen fiziksel yöntemlerle kötü kokuları ayrılan kahve çekirdekleri suyundan ayrıştırılarak bu yoğun kokulu granül dokuya ulaşılıyormuş, fabrikada bunu öğrendim. Katkı bile yokmuş içinde. Çekirdekten başlayıp kahvenin granül haline kadar geldik, peki ya fincanda ne oluyordu, onu da bir uzman eşliğinde tadım yaparak öğrendik. Son olarak da nescafe ile hazırladığımız espresso bazı ve süt köpüğü ile ‘latte art’ yapmasını bile öğrendik. Tüm bu yolculukta Coşkun Aral da bizimleydi ve muhteşem bir belgesel çekti

Meksika’dan herkes Türkiye’ye döndü. Bense turnenin ilk ayağı olan New York’a uçtum! 14 Şubat’ta Meksika’daki otelime çiçekler yollayan tatlı mı tatlı bir sevgilim vardı. New York’ta hava olağan üstü sıcaktı, 19 dereceydi, parkta t-shirt’le oturduğumuzu hatırlıyorum. New York artık ritüellerim olan şehirlerden. Ansiklopedi gibi de bir blog yazısı yazdım, buradan okuyabilirsiniz. Ben New York’ta bir hafta kaldım, Nublu’da çaldım, arkadaşlarımla hasret giderdim, bol bol gezdim. Ex’imse 5 gün sonra NY’dan 45dk’lık uçuş mesafesindeki Montreal’e gidecek olmamıza rağmen 6 saat SF’daki evine uçtu. Evini bu kadar özleyen birini daha görmemiştim sanırım. O zamandan belliydi pek uyumlu olmadığımız ama ben işte ilk kez beraber gezebileceğim bir sevgilim var heyecanıyla çok da şeyetmiyodum yani :)

ny-brooklyn-park

New York’tan sonra Montreal’di ikinci durağımız. Orada buluştuk. Ben Montreal’i çok seviyorum diye biraz uzun kaldım hatta. Hayatımda bana en çok ilham veren insanlardan biri olan Canım Mercan Dede’nin misafiri oldum. 1-2 gün gezdim şehirde.

mercan-dede-montreal

Kaderin cilvesi ya, o zamanki sevgilim ve ben, şimdiki sevgilimle buluştuk:) #truestory Montreal’li genç prodüktör şehrine çalmaya gelen DJ ve kız arkadaşını poutine yemeye götürdü. O zaman onun da sevgilisi vardı hatta! Geçen sene 25 Şubat’ta tanışmışız. Neyse daha aşık olmamıza çok var. Biz Şubat’a geri dönelim.

O zamanki erkek arkadaşım Stereo’da çalacaktı, ki bence dünyanın ennnn iyi gece kulüplerinden biri! Hatta benim gördüklerim içinde en iyisi diyebilirim. Gece 2’de açılıyor, alkol satışı, loca, şişe açtırma falan gibi şeyler yok. Merkezde müzik var. Kulüpse sadece bilet keserek para kazanıyor. Speaker’lar custom made, yerler dans için en uygun şekilde dizayn edilmiş parke ve sadece dans etmeye gelmiş, müzikten inanılmaz iyi anlayan passionate ve educateed bir kitle! Burada çalan arkadaşlarım dj booth’un da harika olduğunu söylüyorlar. Ben o gece bir de Montreal misafirperverliğiyle tanıştım! Erkek arkadaşım çalarken 6-7 saat boyunca tek başıma sıkılmayayım diye oranın müdavimleri hemen beni yanlarına aldılar ve sabaha baya kanka olmuştuk bile:) Daha sonra Miami’de, Burning Man’de beraber olduk hep! Geçen hafta beraber yemek yedik hatta Moustapha ve Jessica ile Montreal’de =)

Montreal’den sonra San Francisco’ya dönüp Latin Amerika turnesine başladık. Şimdi en sevdiğim şehirlerden olan Mexico City ilk durağımızdı. Mexico City muhteşem bir şehir. Bir ay içinde ikinci kez buraya geldiğim için çok şanslıyım. Günde en az 10 Taco yiyerek hayranlıkla gezdik sokakları.

mexico-city-elif-cizenbayan

Bizim gigler BabaYaga ve Dietrich’teydi ama ben El Departamento’ya hayran kaldım. Mexico City’den sonra Medellin, Guadalajara ile devam ettik. Perşembe, Cuma, Cumartesi hızlı şehir değiştirip Pazar-Çarşamba gezecek vakit buluyorduk. İlk gezecek vakit hakkımızı Mexico City’de ikincisini de Medellin’de kullandık. Narcos izleyen herkesin hayallerini süsleyen Medellin’e ben pek bayılmadım. Overrated diyebilirim. Çok daha güzel Latin Amerika şehirleri gördüm. Ama yine de turistlere hitap eden şahane yerler keşfettim. Geçen sene Soul Sail’daki Mufanga Crew’umuzdan Steven artık Medellin’e yerleşmişti. Onunla buluştum. Bir de Ex’in çaldığı Club Amador baya güzel bir mekandı.

botero-parque-medellin-colombia-cizenbayan

Bir sonraki durağımız olan Guadalajara’daki Bar Americas enteresan crowd’u olan Latin Amerika’nın önemli kulüplerinden. Öyle partiledik ki ertesi gün bu sefer ben de gezmek istemedim. Ben gittiği yerlerde uzun uzun kalarak seyahat etmeyi seven biriyim. Bir şehri iyice yaşayıp anlamak için aheste aheste takılmak gerek. DJ olarak gezmek ne kadar yorucuymuş onu gördüm bu turnede. Bazı şehirlerde 24 saat bile kalamadan devam ettik. Meksika’dan sonra Bogota’ya geçtik. Burada seneler önce Miller Music Tour‘da tanıştığım, sonra Oslo‘da ziyaretine gittiğim Kolombiyalı DJ bir arkadaşımın resident dj’lik yaptığı Baum adlı kulüpte yıllar sonra tekrar görüştük =) Baum Almanca ağaç demek. Kulübün kış bahçesinde kocaman bir ağaç gövdesi var, ağacı kesmeden çevresini kapamışlar. Buradaki parti muhteşemdi. Bogota en çok görmek istediğim yerlerden biriydi ama maalesef buradaki gig Cuma olduğundan gece gelip sabah ayrıldık. Bir sonraki durağımız Panama idi. Geçen sene Ekim’de beni ilk kez Montreal’e getiren Red Bull Music Academy‘de beraber olduğumuz Emre artık Panama’da yaşıyor. Türkiye’den onu yaşadığı şehirde ziyaret edebilen ikinci arkadaşı oldum. Ben her gittiğimiz yeri uykusuz da olsam delice gezmek istiyordum, ex’imse tabii ki uyumak.

cizenbayan-panama

Panama’dan sonra SXM Festival için Saint Martin adasına uçtuk ve bütün haftayı burada geçirdik! Geçen sene bu festivale gitmeyi çok istemiştim. Adanı epey yakınındaydım ve Phillip Jung’un guest listindeydim ancak Yatch Week’teki direktörüm gidersen geri gelme diyerek hayallerimi suya düşürmüştü. Kısmet bu seneyeymiş. Senenin en güzel haftalarından birini SXM’de geçirdim!

cizenbayan-sxm-festival

Butik ve küçük bir festival SXM ama Line Up efsane. Sanırım festival katılımcısından çok DJ var. SXM’e gitmek benim için sektörel bir konferansa katılmak gibi oldu diyebilirim. Çok insanla tanıştım, çok şey öğrendim ve çok eğlendim. O zamanki sevgilime aşkımın tavan yaptığı yerdi sanırım. Happy Bay’de unutulmaz bir sabah! Bir de unutulmaz Villa Partisi! Son olarak da uçakların baya üstümüzden uçtuğu Maho Beach!

maho-beach-sxm

Yine geçen sene Soul Sail Mufanga crew’umuzdan Virgin Adalarında yaşayan Amerikalı çift Pat ve Jacky bizim misafirimiz olarak SXM’e geldiler. SXM dönüşü ben de onlarla birlikte geçen sene The Yatch Week ve Soul Sail’da yoga öğrettikten sonra hazır karayiplerdeyken gidip hayran kaldığım ve bir daha geleceğim aklımın ucundan bile geçmeyen USVI’daki St John’a tekrar gitmiş oldum. Hayat gerçekten şaka gibi. Buradaki turkuaz rengi suyun güzelliğini anlatmaya ne kelimeler yeter ne fotoğraflar.

usvi-salomon-beach-stjohn

Ben St John’dayken ex’imse ailesinin yanına gitmişti. Bir sonraki hafta MMW için Miami’de buluştuk. Yine sektörden herkesin hazır ve nazır bulunduğu benimse bir dünya insanla tanıştığım bir hafta daha!  Hem eğlence hem iş. Çok fazla uçağa binip yoruluyorduk, hiçbir yeri tam anlamıyla gezemiyorduk ama aynı DJ mekana, kitleye, saate göre nasıl farklı setler çalıyor onu görmek bile baya öğretici oluyordu benim için. Eski sevgilimi doğum gününde Kater’e book’layıp konuşmaya başlamamıza sebep olduğu için Mira’ya Medellin’den bir hediye almıştım. Burada Mira ile tanışıp hediyesini verdim. Behrouz’a ne kadar dedeme benzediğini söyledim. Nico Stojan’a istanbul uçağını ve indigo gig’ini kaçırdığı için trip attım. Miami hiç benim tarzım bi yer değil ama Do Not Sit On The Furniture ve Electric Pickle’a bayıldım!

cizenbayan-miami

Miami’de Get Lost’a sadece burada çalan erkek arkdaşımın +1’i değil aynı zamanda organizatörlerin davetlisi olarak gittim. Ne mutlu! Get Lost’tan sonra erkek arkadaşım her sene Puff Daddy’nin evinde yapılan MMW’in en önemli partisinde çalmak için davet edildi. Kabul edip etmemek konusunda kararsızdı ki ben bu ‘once in a lifetime’ tecrübeyi asla kaçırmaması gerektiğini savunanlardandım. Get Lost’ta Şeyma bile onu listeye koyup koyamayacağımı sordu=) Biz listeyi yollamıştık, istersen bizle arabayla gel o zaman alırlar dedim ama istemedi :) Neyse sonuç olarak biz o gece Get Lost’tan sonra gerçekten de P Diddy’nin evinin yolunu tuttuk =) Hayat çok acayip. Annem Mersin’li. Orta okulda epey hiphop dinliyordum. 2Pac cd’si almak için Mersin’de bir müzik mağazasına gitmiştim. Adam 2Pac yok Puff Daddy vereyim demişti. Ben West Coast’çuyum yok olmaz dedim. Adam da ‘puff daddy’siz bir dünya düşünemiyorum dedi. PUFF ! p-u-f. O zaman çok gülmüştüm ve biz liseden yakın arkadaşım Deniz’le yıllarca bunun geyiğini yaptık! Yıllar sonra Miami’de P Diddy’nin evinde ne işim vardı benim. İçeri girerken telefonlarımızı küçük çantalara kapattılar, hani şu mağazalarda giysilerin içine alarm koyarlar ya, öyle bir şeyleç Herkesin telefonu kendinde, küçük bi çantanın içinde ama açamıyosun çünkü Diddy’nin partisinde sosyal medya yasağı var. Eğer fotoğraf çekebilme şansım olsaydı da sizlere bu ortamı anlatmam mümkün olur muydu bilmiyorum. Gördüğümüz rap klipleri, kocaman popolar, pırlantalar danslar, hepsi gerçekmiş. Bi ara kocaman havuzda çırılçıplak kadınlar vardı. Davetli listesine çok zor girilen, düşünün benim Şeyma’yı yazdıramadığım, ama bi yandan da acayip bir kitle vardı içerde. Dışarda epey bir gazeteci. O zamanki erkek arkadaşım partide çalan DJ olduğundan onun telefonunu kitlemediler. Biz yine de sosyal medya kuralına uyup fotoğraf fala çekmedik. Bu arada bizi de efsane iyi ağırladılar. P Diddy ve karısıyla tanıştım. ‘Honey, thanks for having us, you look gorgeous’ tarzı muhabbetler geçti. Telefonu sadece şunun için kullandık: P Diddy ile bir anı fotoğrafı çektirdik üçümüz. Ertesi gün herkes bana çeşitli müzik haber sitelerinden screenshot atıyordu kızım senin ne işin var burda diye.

thump-vice-diddy-cizenbayan-atish-miami

Miami’den SF’ya döndük, son bir festivalimiz kaldı beraber, sonra ben İstanbul’a dönüyordum. Desert Hearts ilk konuşmamıza vesile olan festivallerden biriydi. Tek sahne, muhteşem bir vibe. Müzik muhteşem diyemicem, bir tek Pazar iyiydi. Ama yine delice eğlendim! Burada connect 4 delisi eski sevgilim sahnede çalarken ona connect 4 oynatan Never Sleep Again ekibiyle tanıştım! (Sonradan Burning Man’de onlarla beraber kaldım)

desert-hearts-cizenbayan

Nisan başında eve dönüşüm Mexico City ve Frankfurt üzerinden oldu. 4 ayda 3. kez geldiğim için nasıl şanslı hissediyorum anlatamam. Mart’ta tanıştığım ex aşkımın hayranlarıyla arkadaş olduğum için beni gezdirdiler hatta onların kanepesinde kaldım. En lokal taco’culara ve hatta içeri girdiğimizde Erkin Koray çalan Bosforo adlı bir Mezcalciye gittik. Frankfurt’taki uzun duraklamamda ise tatlı bir akşamüstünü Alican’la nehir kenarında çimlerde geçirdik. İstanbul’a bolca anı ve yanık bir tenle dönüyordum.

mexico-city-suomaya-museum

Evimi kapama kararım için tekrar tekrar tebrik ettim kendimi. Nisan’da İstanbul’a döndüğümde kararımı vermiştim ben artık DJ’lik yapmak hatta müzik yapmak istiyorum. İstanbul’da kısa bir süre kalacaktım. Unis Academy‘de Ableton Push ile Ableton öğrendiğim hızlı bir kursa katıldım. Daha İstanbul’a döneli bir hafta olmuştu ki o zamanki sevgilimle ayrılma kararı aldık. Beraber planladığımız pek çok şeyi iptal ettik aynen. O zaman dedim ki kendime ‘Elif harika vakit geçirdin, eşsiz bie tecrübe edindin ama hayat boyu bunu yapabilir miydin?’ Ben kafamda pek çok şeyin yanına tik atmıştım ilişkiyle ilgili ama ilişkiler kağıt üzerinde yaşanmıyordu. Olmayan şey olmuyordu işte. Sebepleri bana kalsın ama bitti.

cizenbayan-st-martin

Ve kendime 1 günlük üzülme hakkı verdim. Çok net hatırlıyorum. Cenk’ten çıkıp Miray’ın kardeşi Emre’ye gitmiştik. Gece tabii ki bol bol şarap içtim, sabah herkes işe gittikten sonra kanepeden kalkmadım bile, bütün gün donla oturup çikolata yiyip filmler izledim. Ağladım. Kağıt üstünde bana bu kadar uyan biriyle de olmuyorsa sanırım artık yalnızlığı kabullenmeliydim. Ertesi sabah kalkıp Antalya’ya gittim, Magic Break’te Red Bull’un müzik seti şeklindeki muhteşem şahnesinde çaldım! Gerçekten çok ama çok eğlendim. Daha uzun kalmak isterdim ama Magic Break’ten sonra Afrikaburn bekliyordu beni.

magic-break-2017-elif-tanverdi

Bu biten ilişki ile ilgili tek bir göz yaşı daha döktüm, o da Duran’ın bana kafam dağılsın diye Master Of None izlettiği gündü :) (Dizideki arkadaş biraz eski sevgilime benziyor da) Çok afedersiniz üzülecek pek vaktim yoktu açıkçası. Bir wondercats popup yemeğine daha gittim. Yine ilham doldum. Hayat tam gaz devam ediyordu.

wondercats-popup-cam-ocagi

Afrikaburn muhteşem geçti. Bir süredir mentorum ve abim gibi gördüğüm unders’ın kampında kalıp muhteşem insanlarla tanıştım. Kampımızın sahnesinde çaldım hatta. Wonky Willy’s! O dönem bir recorder’ım olduğu için setimi kaydedemedim ne yazık ki! Bir de bana çok iyi gelen bir flörtüm bile oldu Afrikaburn’de. Global Party arkadaşlarımın bir çoğuyla burada tanınştım. İlk Burning Man deneyimim muhteşem ötesi olmadığı için Afrikaburn Burning Man’den çok daha iyi falan diyip durdum herkese.

afrikaburn-2017-wonky-williys

Çok iyi geçti ama hakikaten. Afrikaburn daha ucuz, hayatta kalması daha kolay, daha az insan, daha samimi, daha ilkel… Afrikaburn dönüşü Cape Town’da kalıp bir hafta kadar bu muhteşem şehri ve yakınlarını gezdik. Okyanusa girdik, sislerle kaplı dağlara tırmandık, güneş batışlarını kovaladık, roadtrip yapıp penguenleri gördük, muhteşem şaraplar içtik, harika yemekler yedik, mahalleler kahveciler keşfettik…

africa-capetown-south-5th-position

Afrikaburn dönüşü Amman’da eski sevgilimle buluşmak oradan beraber İstanbul’a gitmek, hatta beraber çalmak gibi çeşitli planlarımız vardı. Planlar değiştiğinde de devam edebilmek gücümle tanıştım. Mayıs’ta İstanbul’a döndüm, beraber gig’imizi halen çalmamız gerekiyordu. Kavga gürültü şeklinde ayrılmadığımız için beraber yemeğe de gittik, müziğimizi de çaldık. Benim setimi buradan dinleyebilirsiniz. Hatta bir de Kasım Garipoplu’nun yaz partisinde çaldık beraber, şu herkesin bembeyaz giydiği yaza merhaba partisi. Fotoğraflara buradan bakabilirsiniz.

kgsummerparty-rampue-atish

Mayıs ayı İstanbul’da da festivaller başlıyor. Bu sene Chill-Out’ta yine çok ama çok eğlendik! Turnedeyken tanıştığım pek çok arkadaşım line up’taydı, işim olmadığı halde onları ağırlama gürevini üstlendim kendi kendime :) Güzel vakit geçirdik! Eski sevgilimi götüreceğim Hillside tatiline Yağmur’u götürdüm, Mayıs sonu sezon başlamadan harika bir tatil yaptık kız kıza =) Neydi, planlar bozulunca üzülmek yok, yola devamdı =) Mayıs itibariyle artık zırt pırt orda burada çalmaya başladım.

hillside-beach-club-fethiye

Harika tecrübe oldu bana. Mayıs ortası Solomun bir Pazar gecesi İstanbul’da çaldı, parti pazartesi sabaha kadar devam. EFSANEYDİ! Orkun beni Klein ailesinin bir parçası yaptı. En sevdiğim yabancı sanatçıları ağırladığımız Klein resident DJ’i oldum! Yıllardır severek kullandığım VSCO için ve Apple için bir fotoğraf yürüyüşü yaptırdım katılımcılara!

today-at-apple-vsco

Artık yaz geldi! Haziran başı yılın ennnn iple çektiğim en huzur bulduğum haftalarından biri bekliyordu beni. Dream Yoga Festivali için yine Kabak Vadisi’nin yolunu tuttum. Bir süredir zırt pırt seyahat ve metroya binme korkularımdan ötürü boşladığım Yoga’ya yeniden kavuştum ve burada Özlem’e söz verdim; nereye gidersem gideyim çantama minik bir mat atıcam ve yoga yapıcam diye. Yoga bana öyle iyi geliyor ki anlatamam. Yokluğunu hayatımda en çok hissettiğim şeylerden biri oluyor yapmadığım zamanlarda. Dream Yoga yine muhteşem geçti. İlhamla doldum.

dream-yoga-fest-2017-kabak

Bu sene bir ilk olarak bir de dans gecemizde DJ’lik yaptım! Bir sonraki hafta Project Heart buluşmamız yine Kabak Vadisi’nde olacaktı. Bu aradaki 4-5 günü Kabak Vadisi’nde dinlenerek, bol bol yazı yazarak ve tabii yoga yaparak geçirdim. Çetin Hoca’nın hocalık eğitiminin inzivası vardı. Beni de kabul ettiler aralarına!

dance-of-shiva-cetin-cetintas-yoga-kabak

Nedendir bilinmez bu sene İbiza’ya gitmek istiyorum diye geçiriyordum içimden. Sanırım bütün sektör yazın orada toplanıyor diye. Kabak’tayken Ultimate Ears’in beni İbiza’ya davet ettiği bir mail aldım. Bir de Into The Valley’e akreditasyon! Bu yaz yine dopdolu geçecekti belli!

project-heart-six-senses-in-the-coast-turkey

Bir sonraki hafta Project Heart için bu kez Gemile’deydik. İstanbul’daki arkadaşlarımı buraya gelmek ve bu ailenin parçası olmak için ikna ettiğim için çok mutluyum. Onlar benden de mutlu. Nasıl bir şeydi Project Heart okumak isterseniz sizi buraya alabilirim. Afrikaburn flörtüm de geldi. Sabahlara değil akşamlara kadar süren dans kutlamamızda DJ’lik yaptım, en sevdiğim insanlar yanımda harika vakit geçirdim, yeşile maviye ve sevgiye doydum! Project Heart’tan sonra Maia’da çalmak için Çeşme’ye gittim ve bayram tatilinde Electronica Fest için de orada kaldım. Tulum’da her günümüzü beraber geçirdiğimiz Patrice Baumel ile  aylar sonra kavuştuk ve setinden sonra beraber sabaha kadar eğlendik!

veranda-alacati

Electronica sonrası line up’ın yarısından fazlası kadın DJ’lerden oluşan Into The Valley için Estonya’ya uçtum. Talinn’de Vintage mağazaların altını üstüne getirdiğim akşamsa barlarda uyuya kaldığım bir gün geçirdim önce. Ertesi gün festival yolunu tuttuk.

talinn-estonya-gezenbayan

Geçen sene İsveç’te muhteşem bir vadinin içinde olan Into The Valley bu sene Estonya’da eski bir askeri hapisane kampüsündeydi. Sürekli gri gökyüzü, yıkık dökük binalar epey distopik ve postapokaliptik bir ortamdı. Kafamıza kafamıza tekno şelaleleri yağdı sağnak yağmurla beraber. Baya eğlendik sonradan evine çöktüğüm roommate’lerimden biri Mert’le beraber =)

into-the-valley-festival

Estonya’dan direkt İbiza’ya uçtum. Ultimate Ears Villa’sında dünyanın dört bir yanından influencer’larla 4 rüya gibi gün geçirdik. Into The Valley’den abuk subuk aktarmalarla İbiza’ya uykusuz gelip, UE programından sonra herkes uyurken, gece dışarı çıkacak gücü nereden buluyordum, rabbim bana içten yanmalı muhteşem bir motor bahşetmiş bence:) ibiza’da ilk gece mentorum abim canım unders’la bar hopping yapıp kulüpten kulübe gittik, pek eğlendik. İbiza seyahatinin tek kötü kısmı David Guetta konseriydi :) İbiza hiç benim vibe’ım bir yer değil ama yine de harika vakit geçirdim! Bir sürü efsane güzel influencer içinde UTIN marka fringe tulumumla en stylish giyinen influencer ödülünü kazanmam ise gerçekten şaka gibiydi.

cizenbayan-ibiza-ultimate-ears

Temmuz başı İstanbul’a dönüp sezon boyunca Klein Garten’da LUM, Sabo, Nico Stojan, Lee Burridge, Maga, unders, Britta Arnold, concret gibi isimlerle çaldım. Soho House’da ayda bir güneşi batırdığım 4 saatlik rooftop setlerim dışında, Bodrum’da Eva Klein, Daze Türkbükü ve Ach!’in birbirinden tatlı konseptinde partilerinde çaldım. Ne çok tecrübe oldu bana!

klein-garten-istanbul-elif-tanverdi

Temmuz sonu Suma’da Big Burn’de Ağustos başı Polonya’da Garbicz’de çok eğlendim. Garbicz’de Happy Camper Crew’umuz bir aradaydı yine ve global parti arkadaşlarıyla daha sık bir araya geliyorduk. Bu durumu sevmeye başladım! Burada da yine Miller Music Tour’dan başka bir Kolombiyalı arkadaşımla beraberdik!

garbicz-2017

Ağustosta her sene olduğu gibi canım Selda ile Pamukkale’ye bağ bozumuna gittik. Kocaman aile masamızda susuz domatesler, yanık yoğurtrlar ve keşkeke muhteşem şarap eşlik etti her sene olduğu gibi. Bu sene çok şanslıydık ve bağbozumu gezimiz meteor yağmuruna denk geldi. Bağ evinde benim terör estirmem sonucu zorla ışıkları kapattırıp yıldızların kayışını izleyip dilekler tuttuk.

pamukkale

The Story Of Seven’la video çekimleri bütün yaz devam etti. Unis Academy ile Producers Holiday’in bir kısmına gidebildim. Programın bir parçası olarak yıllar önce gittiğim Hipnotics‘e tekrar gidip Wake Board yaptım. Ağustos sonu bir hayalim daha gerçek oldu ve bir pazar akşamüstü güneş batarken Suma Beach’te sahilde çaldım!

suma-beach-elif-tanverdi

Ağustos sonu olunca yine yılın o zamanı geldi! Burning Man! Tam Burning Man öncesi bir merkür retrosu kazası yaşadım. Icloud hesabım hacklendi ve Ocak ayından beri gittiğim her yerden fotoğraflarımı silerek telefonumu sıfırlamak zorunda kaldım (45.000 kadar fotoğraftan bahsediyorum) mac book’umdaki bilgileri kurtardığım için şükrettim sadece. anılar bende dedim. şimdi saydığım pek çok seyahatimden sadece fb ve instagram fotoğrafları var elimde :) Artık böyle durumlarda daha sakin kalabilmeyi öğrendim.

merkur-retrosu

Gelelim Burning Man’e. Açıkçası çılgınca yükselen döviz kuru sebebiyle bu sene gidip gitmeme konusunda kararsızdım. Hatta çoğunlukla yok yok bu sene gitmicem diyip durdum sürekli biletim olmasına rağmen. Ama içimden bir ses ve tabii birkaç ısrarlı arkadaş hadi hadi dedi. İyi ki de demiş(ler!). İlk sene çok tecrübesizdim ve çok zorlanmıştım Burning Man’de. Üstelik de pek kimseyi tanımıyordum. Tanıdıklarımla nasıl buluşacağımı bilmiyordum. Aç kaldık. Yorulduk. Bu sene bambaşka geçti. Bayıldığım bir laf var ‘your vibe attrackts your tribe’ diye. Bu sene kalbimin sesini dinleyerek gittiğim her yerde öyle doğru insanla tanışmışım ki… Hem pek çok yerde çalma şansım oldu, bu sene bir kampım vardı, harika bir crew’um vardı, beraber partilemeyi sevdiğim çok fazla arkadaşım vardı. Çok güzel geçti çok!

burning-man-2017

Bu sene Dj kovalamak yerine (çünkü farkettiğiniz üzere zaten bütün senem kulüplerde ve festivallerde geçiyor) sanata ve başka tecrübelere odaklandım. Bu yazıya bir de Burning Man ve Garbicz, Into The Valley, SXM, Desert Hearts gibi festival tecrübelerimi yazarsam kitap olarak basmam gerekecek diye şimdi girmiyorum ama şöyle bir cümle kurduğumu hatırlıyorum ‘ben buraya gelmemeyi nasıl düşünürüm ya’! Artık ne olursa olsun benim her sene buraya gelmem lazım! Çünkü dünya üzerinde bu kadar ‘normal olmayan’ insanın bir arada olduğu ve normal olduğu başka bir yer daha yok. Bu sebeplerden sadece biri tabii…

burning-man-2017-tutu-tuesday

Ama kısaca özetlemek gerekirse çok çaldım, çok yoruldum, çok eğlendim, çok güldüm, çok müzik dinledim, çok pedal çevirdim, çok mutlu oldum, çok şey sorguladım, 2 kez fenalık geçirdim, telefonumu kaybettim, geri geld kendisi bana, öpüştüm, ağladım, dostlarla karlılaştım, kaçırıldım, hayatımın en enteresan gecelerinden birini yaşadım, hayatımın en benzersiz gün doğumlarından birine şahit oldum, çok acayip insanlarla yolum kesişti, yine kendime yaklaştım, bir adım daha…

pink-mammoth-ohm-home-art-car-playa-burning-man

Neyse Burning Man harika geçti. Sonrasında çok fazla kalamadım Amerika’da İstanbul’a döndüm. Bu arada Galata’da muhteşem bir eve taşınan Can ve Mert’in evine ÇÖKTÜM. Zaten sürekli beraber vakit geçiriyorduk ve ben her İstanbul’a geldiğimde bi şekilde onlarla kalıyordum. Baktım koridorda boş duran bir dolap var. Eşyalarımı yerleştirdim içine. Kanepede yatmaya başladım. Benden kira alacaksınız diye de zorla para verdim desem yalan olmaz. Kovamasınlar diye! Sonuç olarak bir kanepem oldu Galata’da! Her sabah Çamlıca’dan kıpkırmızı doğan güneşin boyadığı tarihi yarım ada manzarasına uyandım. Harika bir komün’ün içinde yaşamaya başladım!

galata-manzara-cizenbayan

Okan’la seanslarımız çok iyi gidiyordu. Ben artık korkmuyordum İstanbul’un kalabalık sokaklarından. Hem sonra kendimi sevmeyi öğreniyordum. Yalnız olduğum için üzüldüğüm zamanları hatırlıyorum. Ulen benim birine ayırcak vaktim yok ki farkındalığına geldim. Etrafımda canım kadar sevdiğim arkadaşlarım, yine your vibe attrackts your tribe diyeceğim ama ilk okul lise ve hatta üniversitede hep bir weirdo oldum ve kendi tarzım arkadaşım çok yoktu, ben normal insanlara uyum sağlıyordum, kendim gibi weirdo arkadaşlarıma işte en çok kendimi bildiğim en çok kendim olduğum ‘no bullshit’ mottosuyla yaşadığım 30’lu yaşlarımda kavuşmuştum.

galata-october

30 yaşında, evsiz, single, yarın ne olacağı belirsiz bir kariyer, maaş yok bişey yok, ülkemin parası sürekli değer kaybetmekte, ülkem sürekli başka ülkelerle krizde, vize almak bile zorlaşmakta, ama etrafımda benim gibi manyaklar, ne zaman istesem başımı sokacak evim, dertleşecek omzum, dertleşmeyi geç hayatımla ilgili muhteşem fikirler alabileceğim müthiş vizyoner ve kafası çalışan ama en az benim kadar deli arkadaşlarım var. ÇOK MUTLUYUM ULEN!

Eylül ayını çok severim! İstanbul’da Eylül güzel geçti. Ahmet Erdem ve minik kardeşim Barkın ile HP’nin çok tatlı bir projesinde yer aldık ve çok güldük!

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Puma İstinye Park mağazası açılışında çaldım. Rooftop Festival’de aynı gün 2 ayrı venue’de çaldıktan sonra ertesi gün Berlin uçağımı tabii ki kaçırdım =)  ben de insanmışım:P uyandığımda tam olarak uçağın saatiydi. biletimi millerle almıştım. çok şanslı olduğum için millerimi iade ettiler ve aynı millerle bir bilet daha aldım ve sadece vergim yanmış oldu. Hesaplaıştım da saati 70 liradan uyudum gibi bişi olmuştu sanki :) Berlin’e mutlaka gitmem lazımdı çünkü ilk kez Berlin’de çalacaktım! Çok sevdiğim arkadaşlarımın 2018 Ocak’ta Goa’da 2. kez gerçekleştirecekleri Sundowners Festivali‘nin fundraiser’ında çalmak minik bir rötarla Berlin’e vardım. Çok ama çok güzel geçti. Setimi buradan dinleyebilirsiniz.

birgit-und-bier-elif-tanverdi-sundowners-collective

Berlin dönüşü yeni Ford Fiesta lansmanı için gittiğim Bodrum’a son bir veda şansım oldu ve bütün yaz koşturmaktan gidemediğim Limon’a gidip güneşi batırdım. Dönüşte çok sevdiğim göçebe hayatımın bir uzantısı olarak yine pek çok giysimi ayırdım ve ModaCruz‘da kendime bir dolap açtım. H&M’in geri geri dönüşüm elçilerinden biri oldum. Eylül sonu ise Dream Yoga Fest’in bir başka etkinliği için bu kez Ölüdeniz’in yolunu tuttum. Ölüdeniz’deki festival Kabak’tan çok farklı geçiyor. Kabak daha hippi bir yer, Ölüdeniz’de yine bolca yoga meditasyon kirtan festivale dahil her şey var ama bu sefer her şey dahil bir tatil köyünde konaklıyor daha konforlu yerlerde yatıyorsunuz. İkisi de çok güzel deneyim ama benim göçebe kalbim Kabak’tan yana :)

dream-yoga-oludeniz

Ölüdeniz’de, manyak tempolu bir yazın üstüne biraz dinleneyim diye gidip son zamanların en sakin günlerini geçirirken 3-4 sene sonra ilk kez hasta oldum. Baya inkar etmeye çalıştım hatta, doktor antibiyotik dedi, hayatta almam dedim, terlerim geçer diye kendimi saunalara attım ama olmadı. İstanbul’a döndüm iyiyim dedim dışarı çıktım, ben hasta olmam ki inadım devam ediyordu ama sonra mecbur yatağa yapıştım. Hayat bazen de dur diyor işte. Zorla dinletiyor sözünü. Hasta hasta Google davetlisi olarak gerçek bir hikayeden esinlenen Lion filminin gerçek hayattaki başrolüyle tanışmaya gittim :)

komun

Ekim’de NY’a ve Amsterdam Dance Event’e gitme planım vardı. İçimden bir ses biraz dur bu ayı İstanbul’da geçir dedi. Artık bir kanepem de vardı. Hem NY hem de Amsterdam planlarını iptal ettim ve Ekim’de İstanbul’da kaldım. Bir ay hiç uçağa binmeyeceğim dedim. Kendime verdiğim bu sözü sadece bir kez 1888’de çalmak üzere İzmir’e gittiğimde bozdum. Bütün ayı Türkiye’de geçirdim. Müzik çalıştım. Okan’la kendim üzerinde çalıştım. Muhteşem bir farkındalığa vardım. Ölüdeniz’de tanıştığım tam benim tarzım Yoga yaptıran ve stüdyosu Galata’daki eve 10 dakika olan Nihan Hoca‘yla düzenli yoga yapmaya başladım. Çok mutlu ve huzurlu olduğumu hatırlıyorum. Bir arayış yok. Hayaller var ve bunun için bolca çalışma! Çekimler, DJ setler devam ediyor. Etrafımda harika insanlar var. Şekersiz diyete başladım, sağlığım çok yerinde falan… Hiçbir eksiğim yok

“ben evde hiç durmuyorum, boşa kira ödüyorum” diyerek ve biraz da istanbul’dan uzaklaşmak isteğiyle evimi kapatıp #nomad yani göçebe düzene geçişimin 11. ayındayım ;) bu düzenin artıları da eksileri de oldu, yoruldum, çok eşya kaybettim sağda solda, eşyalara bağlanmamayı öğrendim, kanepelerde uyudum, aşık oldum ve peşinden dünyanın bi ucuna gittim, sonra ayrıldım; çok çalıştım, çok öğrendim, çok insanla tanıştım, çok insanı özledim, gittiğim yerlerde ve özellikle istanbul’da bana evlerini açan dostların varlığıyla en büyük zenginliğimin farkına vardım, eskisinden daha çok gezdim, biraz rutinlerim bozuldu ama en önemlisi 30 yaşımda böyle eşsiz bir deneyimim oldu. bu sıralar istanbul’la yıldızım tekrar barışık ve yarı göçebe bir düzene geçtim diyebilirim :) yine eski mahallemde, iki arkadaşımın (fotoğrafta görmüş olduğunuz) evine “misafir roommate” oldum :) bi odam yok, kanepe benim, minik bir dolabım var, seyahatler arası bavulumu rahatça yapıyorum, cüzi de bir kira ödemeyi onlara zorla kabul ettirdim:) evde her daim birileri var ve birbirimize, işlerimize, duygusal dünyalarımıza müthiş destek olan bir komünüz. şu sıralar ihtiyacım olan şey tam olarak da bu! hayat inişli çıkışlı evet ama geriye dönüp bakınca üzgün ya da bitkin günleri hatırlayınca bile iyi ki iyi ki iyi ki! ❤️ şimdi biraz da yarı göçebe takılayım, sonrasına bakarım…

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

Derken 27 Ekim…

İstanbul’a geleceğini biliyordum. Ama öyle çok da muhabbetimiz yok diye herhangi bir şekilde iletişime geçmemiştim. Hatta İlkay birkaç kez yazdı bana sen warm up yap diye. O gün başka gig’im var olmaz dememe rağmen bir iki kez de sordu… İstanbul’dan önce Amsterdam’da, sonra Dubai’de çalmış. Amsterdam’da mentorum ona haftaya gel Berlin’de bizim partimizde çal demiş. Dubai’de onu booklayan arkadaşım Sarah ise İstanbul’da Elif var, seni gezdirir diye ikimizi bir facebook mesajında bir araya getirmeye karar vermiş. Mesajı alınca ‘tabii ki, seve seve gezdiririm’ dedim ‘O da bizi Montreal’de gezdirmişti’…

istanbul-galata-kulesi

İstanbul’a geldiğinde muhteşem bir hava vardı. 4 gün üst üste uyumamış olmasına rağmen çok heyecanlıydı ve şehri görmek istiyordu. Hiçbir beklentim olmadan, en doğal halimle o ve arkadaşıyla buluşup minik bir Eminönü, Galata turu attırdım onlara. Benim gezgin olduğumu biliyordu, ben de onun prodüktör olduğunu. İlk tanıştığımızda ikimizin de sevgilisi vardı… Kaç yaşında olduğunu bile bilmiyordum. Güney’de yemek yedik. Daha gezmek mi istersiniz yoksa muhteşem bir İstanbul manzarası görmek mi dedim. Manzarayı seçtiler. Güneş batıyor acele edelim dedim. Bizim terasa çıktık. İstanbul sağolsun en güzel yüzünü gösterdi onlara. Martılar uçuyor, gökyüzü pembe ile mavi arasında dans ediyordu. Gülümsedim. Neden güldün ki dedi bana. Bilmiyorum, sadece mutluyum dedim. Her gün gördüğüm manzarayı ilk kez görüyormuş gibi bakıyor olmamdan etkilenmiş. Ben de onun heyecanından etkilenmiştim.

Güneş battıktan sonra benim biraz akşama hazırlanmam lazım her zaman gittiğim kafeye gideceğim dedim dedim.  Onlar da geldi. Yanyana oturup müzik baktık. Birbirimize trackler attık. (haahhahaah dj romantizmi, neyse bi dk, romantik moduma geri dönüyorum). Ona çalacağı yere kadar eşlik ettim. Biraz oturduktan sonra kendi gigim için W’ya geçtim. Taksideyken biliyordum aşık olduğumu. Bambaşka bir his. Hiç beklemediğim yerden vurmuştu aşk bu sefer beni. Çok içten bir şekilde kimseyi istemiyorum, kariyerime odaklanmak istiyorum, tek başıma çok mutluyum dediğim anda.

Acayip bir enerjim vardı o gün bütün arkadaşlarım fark etti. W’da çok eğlendim. Bitirip hemen onun setinin son bir saatine yetiştim. Deli gibi dans ediyordum ki şekersiz diyetteyim alkol bile almıyorum gençler! Sadece içim mutluluk ve enerji dolu!

Ertesi sabah Berlin’e gitti. İlk gigi bir gün sonra, ikincisi gigi ise Amsterdam’dayken çalmak için davet edildiği Kater Blau’da bir hafta sonra… Berlin’e gittiği andan itibaren messenger’da non-stop konuşmaya başladık. Çalacağı party zaten davetli olduğum bir partiydi. Hadi gel demişti bana. Gittiğinin 2. günü tek yön biletimin screen shot’ını attım. 7/24 gif’ler ve emojilerle dolu ve sürekli gülmekten ağzımın kulaklarımla aşna fişne olduğu bir muhabbetimiz vardı. Tam bir hafta sonra yanındaydım. Çok doğal ve çok hızlı gelişti her şey. Aşık olduk! Bir daha olmicak galiba derken daha önce hiç olmadığım gibi! Berlin’de onu en sevdiğim yerlere götürdüğüm 10 gün geçirdik. İlk randevumuzda The Away Days’in ilk Berlin konserine gittik. İlk kez Kater Blau’da öpüştük. Ben İstanbul’a döndüm. İki gün sonra o peşimden geldi. Beraber Kıbrıs’a gittik. 3 Lounge’da bu senenin en eğlendiğim giglerinden birini çaldım. Sonra İstanbul’da biraz daha gezdik. Kasım’da hakkaten de aşk başkaymış:P şakaşaka

elif-berlin

Aralık’ta NY’da bir gig’im vardı. ‘Montreal’e gel arabayla gideriz’ dedi. ‘Sonra da Christmas’da ailemle tanışmanı istiyorum’. İstanbul’dan Montreal’e biletini gidiş dönüş aldı. O Montreal’e döndükten sonra Klein’da Mira, Chris, unders ve Maga ile çaldım. İzmir’de hip’de çaldım. Berlin’de Mira’nın doğum gününe gidip yine bu senenin ennn iyi hafta sonlarından birini geçirdim. Yine global parti arkadaşlarımla kavuştum, çok iyi müzik dinledim!

cyrpus-elif-tanverdi-3-lounge

Aralık başı İstanbul’a dönüp bir sürü vize işleriyle ilgilendim. Gitmeden pasaportlarım yetişebilsin diye ucu ucuna bir sürü stresli işe koşturdum. Yoruldum. Son işlerimi de toparladım ve Montreal’e geldim. Ennn çok sevdiğim şehirlerden birine! Gelir gelmez Poutine yedim tabii ki. Şu an hava -20 derece. Gitmeme bir hafta kala Vitruta‘dan sipariş ettiğim Fjallraven montum olmasa ölmüştüm sanırım.

fjallraven-vitruta

Aralık ortası arabayla New York’a gittik. Bu sefer de NY’daki en sevdiğim yerlere gittik beraber. Bir de tabii geçen sene dinleyici olarak gittiğim Schimanski’de bu sene ben çalıyordum! Ben onun Berlin seti öncesi ona nasıl destek olduysam o da benim NY setim öncesi destek oldu bana. Setimin kaydı 1-2 haftaya Friski Radio’da yayınlanacak :) Kendi hayallerinden korkmamalı insan!

Elif schimanski

Dönüşte Christmas tatili için ailesinin Kuzey’deki Chalet’sine gitmek üzere minik bir road trip yaptık bu sefer. Yol üstünde muhteşem bir SPA’da bütün gün buz gibi havada sıcak su havuzlarına girdik. Akşam anneannesi ve dedesini ziyaret edip çocukluğunu geçirdiği kasabanın en ünlü restoranında Poutine yedik. Geceyi büyüdüğü evde geçirip ertesi sabah kuzeydeki Chalet’ye doğru yola devam ettik.

joliette-canada

Burada muhteşem bir mutluluğun içine geldim. Hemen ailenin bir parçası gibi hissettirdiler bana. Çok güzel yemekler yedik, şarap ve bloody caser’s içtik, hediyelerimizi paketleyip ağacın altına yerleştirdik, her gün geyikler geldi ön bahçemizden yemek yemeye. Ableton ve sound design çalıştık. Bol bol kitap okudum. Kamp ateşi yaktık, etrafında sıcak şarap içtik. Puzzle yaptık. Filmler izledik.

chalet-ableton

Christmas günü sabah 11’de ilk hediyemi aldım: bir mektup. en sonunda ‘beraber bir maceraya var mısın?’ diyor! ‘cevabın evetse saat 12’de hazır ol, astronot kostümü mecburi!’ 12’de -20 dereceye hazır giysiler kasklarımızı takıp skidoo’larla buz tutmuş gölün karşı yakasına geçiyoruz. burada çok şık bir au’berge’de sıcak çikolatalarımızı yudumlarken ‘hazırlan’ diyor, ‘5 dakika sonra gidiyoruz’. Soğuk karda yürürken yaklaşan köpek seslerini duyuyorum! yoksa husky ride mi? Cevap evet! En sevdiğim kış aktivitelerinden biri! Büyülü bir masalda 5 husky’nin çektiği bir kızakta gidiyoruz son sürat. her şey rüya gibi…

husky ride

Christmas dönüşü şimdi stüdyodayız. ben bütün akşam bu yazıyı yazdım. yanımda bu sene şarkılarını 4 kıtada çaldığım prodüktör yeni bir şeyler yapıyor. sıksık birbirimize bakıp rüyada mıyız diyoruz. benim de bitirince biraz müzik çalışmam lazım. yeni yıla montreal’de gireceğiz. sabah 9’da toronto’ya uçağımız var. 3’ünde tulum’a uçuyoruz. sanırım 2017 hayatımın en güzel senesi oldu, oluyor ve 2018 daha da güzel devam edecek gibi duruyor.

taureau-lake-canada

30 bana ne getirdi diye geri dönüp bakıyorum…

Demiştim ya ‘no bullshit age’ diye. Bullshit’e karnım tamamen toktu bu sene. Kendim olmayı, beni olduğum gibi kabul etmeyecek kişi peşinen gitsin diyebilmeyi öğrendim. Üzülmek için vaktim olmadı hiçbir şeye. Korkunun ecele faydası olmadığını gördüm. Bu yazıyı 6 senedir yazıyorum. Kimbilir kaç kalp kırıklığı atlatmışımdır. Kaç hayal kurup kaçının ötesine geçip kaçının yanına bile yaklaşamamışımdır. Hayat bu işte. Kalbim kırılmasın diye korkup kapanırsan güzelliklerden mahrum bırakıyorsun kendini. Vay be diyebildiğin maceralar yaşayabilmek için cesur kararları verebilmen gerekiyor. Belki önünü görememek. Ama hislerine ve kalbinin pusulasına güvenirsen seni hep olman gereken yere çıkarıyorlar. İnsan önceliklerini kendi belirlemeli. Toplumun standartlarına uydurmamalı. Herkesin girmediği yola girmekten korkmamalı. Heh bir de ‘haters gonna hate, zaten herkes seni seviyorsa mutlaka yanlış bişeyler yapıyosundur’ :)

Cesur kararlar almaya, hayatla ilgili ilhama ihtiyaç duyanlara çizimlerini canım Gamze Yalçın’ın yaptığı Judith Malika Liberman’ın Masallarla Yola Çık kitabını öneririm.

masallarla-yola-cik-judith-liebermann-gamze-yalcin

Yine hayallerim var tabii ki! Bu sene kendime benimsetmeyi en çok arzuladığım şey hayal kurmaktan korkmamak. Özellikle büyüdükçe hayal kurmaya korkar oluyor insan, eski cesaretimiz kalmıyor. Biliyorum bir sürü insanı unuttum, bir sürü önemli hadise gelmedi aklıma yazarken. Yine de şöyle bir son bir senemi hatırlamış oldum. Bu yazıyı 2017 bitmeden yayınlamak amacım. Ne çok şey birikmiş. Anlatacak ne çok şey varmış. Neden böyle oldu bilmiyorum, muhtemelen müziğe çok kaptırdım kendimi ama yazmaya bu kadar uzun aralar vermeyeyim diyorum… Yazmak lazım. Hatırlamak için yazmak. En çok da kendin için yazmak lazım.Daha fazla uzatmadan size mutlu seneler diliyorum! AŞkla kalın!

Göz atmak isterseniz eski sene biterken yazılarım da burada: 20162015 2014 2013 2012

✨✨✨ i am grateful for who i am. thankful for what all my positive and negative experiences taught me. they brought me to now and here. i am thankful that i got the chance to experience love in many forms; become love myself, being in love, falling in an out, but never giving up on; expressing it in as many ways as i can and having the courage, energy, tools and opportunity to share it. so grateful for people around me, far or near, who inspire, support, help me grow and be. grateful for my visions, dreams and the will power inside me; my mental and physical health. thankful for this beautiful endless expanding universe that we live in and the endless universe inside all of us and every being. grateful for my intellect, instinct and intuition and for the times i got closer to grasp the infinity. grateful for miraculous mother earth and my miraculoys body. both offer me a home to be and play this game called life with all the good and bad in it, in a lifetime so short and tiny compared to time that there has been, there is and will be. ✨✨✨

A post shared by Elif Tanverdi (@cizenbayan) on

]]>
https://www.cizenbayan.com/2017-biterken/feed/ 4
veda https://www.cizenbayan.com/veda-2/ https://www.cizenbayan.com/veda-2/#respond Mon, 13 Feb 2017 12:03:31 +0000 https://www.cizenbayan.com/?p=8948 Fazla hissetmek çok güzel hem de ne acı
İyiyi de kötüyü de
Heyecan ve kalp kırıklıkları
Birinden birini seçmek olmazdı
Cesurum, kaybetmekten yenilmekten korkmuyorum
Biliyorum aşkla dolduğum kadar kederle yanacağım
Mutluluğun en doruklarını yaşamak için dibin en dibine dalacağım

Şüphem aşkın gerçekliğinden değil sonsuzluğundan
İçimdeyken hissettiğim, bilmem nerede yitirdiğin coşkundan
Aşkın katili kim
Gerçekler mi yoksa korkular mı

Hep hayalini kurduğum şeyler başıma gelirken
Ve her seferinde yine yeniden dolu dizgin sevebilirken
Neden ağlıyorum eski mutlu resimlere bakıp
Belki de yitirdiğim masum heyecanları anıp

Korkmuyorum ve yeniden sevebiliyorum
Bırakabiliyorum kendimi öylesine boşluğa
Süzülmek için kanatlarım var tüyleri aşktan
Ve tarifi güç inançlarımdan

Belki hayatta olduğunu kontrol edercesine elinle nefesini yoklamak gibi
Hala acıyıp acımadığını görmek için
Kanatıyorum kabuk bağlayan yarayı
Ve biliyorum tüm izler yaşanmışlıkların madalyası

Daha güzelim yaralarımla
Saklamak yerine gurur duymak gerek
Ben sevip yitirince kaybetmemişim
Daha çok sevgiye yer açmışım demek

Yaşadığını nefes aldığını bilmek yerine
Bir uzvunu yitirmek gibi aşktan geçmek
Hissizleştirmek, durdurmak için tüm çabalara rağmen
Günlerce ağır ağır kanayacak, sızlayacak ve bitecek

Kendi sonsuzluğunda akıyor zaman başı sonu yok
Bir zamanlar sevişirken saçlarının arasında gezdirdiğim parmaklarım gibi
Senin güçsüzlüğüne, vazgeçişine yeniliyor kalp
Ve kırıldığı yerden tüm anılar sızıyor
Zamanın uçsuz bucaksızlığına
Parçaları tek tek saçılıyor hatıraların senden kalan boşluğa
Durduramıyorum
Boşluğun giderek küçülüyor
Uzayda tüm maddenin toplandığı tek bir nokta Kara delik gibi içine çekiyor zamanı
İçimdeki sonsuzluktan uçsuz bucaksız ihtimallere akıyorum
O da benim gibi cesur olsaydı demek yerine
Sonsuz sonlarımızı aynı anda yaşıyorum
Kırık aynalarda gördüğüm suretler kadar yabancısın artık bana
Bir kere öldüremezsin içimdeki sana aşık beni
Ama içinde bin aşık ölüyor

Kanamayı durdurmasa da ilaç
Neden kanadığımı hatırlamasam yeter
Adını ya da saç rengini hatırlamıyorum artık
Gözlerin hangi renkti, anımsamak imkansız
Parmaklarımda belli belirsiz bir his
Sanki uçları sızlar gibi teninin sıcaklığında
Bir de kokusu kaldı boynunun
Burnumda değil dudaklarımda
Öpüştükçe bulaşıyor başka aşklara
Her şeyin sebebi sen oluyorsun
Senden öncekilerin açtığı yokluğa
Tüm sözleri veriyorsun

Ağladıkça gidiyorsun içimden
Ağlamamaya çalışıyorum, sanma hissizliğimden
Tüm hayallerim gerçek olurken
Seninle yarım kalan sonsuzluklara veda ediyorum

Sanma bir daha seni sevdiğim kadar kimseyi sevmeyeceğim
Üstelik ben senden öncekileri de çok sevmiştim
Tüm heyecan ve hayallerimizle birlikte
Savaşmayı bilen birine kalbimden kalan ne varsa vereceğim

Hoşçakal sevgilim
Başka bedenlere emanet de olsa
Seni kalbim attıkça seveceğim

16 Ocak 2017
Tulum dönüşü, Toronto-İstanbul uçağı

 

]]>
https://www.cizenbayan.com/veda-2/feed/ 0
2016 biterken https://www.cizenbayan.com/2016-biterken/ https://www.cizenbayan.com/2016-biterken/#comments Fri, 30 Dec 2016 03:56:04 +0000 https://www.cizenbayan.com/?p=8505 5. geleneksel sene biterken değerlendirme yapma yazısına hoş geldiniz! Ne demekse… Off ne garip bir sene. Ülkece neler atlattık. Sadece ülkece de değil aslında. Dünya da boka sardı. Sevginin yerine nefret ve korku; birleşme yerine ayrışmayı körükleyen liderler ve söylemler prim yaptı. Hoşgörü, bir arada varolma, saygı.. bunlar henüz keşfetmediğimiz bir gezegende birer semt adı olarak kaldı.

Herkes ve her şey nasibini aldı bu ruh halinden. İşler, ilişkiler, hayaller, aşklar… Çok sevdiğimiz sanatçıların yaprak dökümü gibi aramızdan ayrılmasıyla da kötü ününü pekiştirdi 2016… Şimdi herkes lanetler okuyor seneye, bitsin 2017 gelsin diye. Umarım değişen bir rakamdan fazlası olur ilerleyen günlerde…

ekran-resmi-2017-12-28-12-19-44

Seneye güzel başlamıştım ben oysa ki. New York’ta Bob Moses’ın çaldığı bir partide saydım 10’dan geriye. Sonra bütün gece beraber ev partilerine gittik. Yanımda o zamanki sevgilim; kendisi şimdilerde ‘new york aşkım’ olduğunu iddia ediyor, aşklar bitse de paylaşılanlar, dostluklar kalıyor geriye.

Yılbaşı üstüne bir de doğum günü kutladım NY’da. 29 oldum! 20’li yaşların son basamağı… Kendimce triplerdeydim elbette.  Tüm sevdiklerimle beraber olmaktansa tek olmayı seçmemin başka bir sebebi olamaz. Kendimi birilerinden birilerini kendimden mahrum bırakırmışçasına…

img_6533

NY’dan döndükten bir hafta sonra hayatımın aşkı dediğim adam girdi hayatıma. Aşık olma konusunda şıpsevdi diyebileceğimiz bir ünüm olsa da -çok şükür- böylesine aşık olmamıştım daha önce hiç. Sanki geçmiş hayatımdan flashbackler görüp hatırlıyordum onu, yeni bir tanışma değil gibiydi. Ya da hayatım boyunca farketmeden özlediğim birine kavuşma hissi… Sonunda beni tam istediğim gibi seven biri! Her şey acayip doğru hissettiriyordu. İstanbul’daki en sevdiğim gece kulübü indigo’da tanışmıştık hem de. Daha güzeli olabilir miydi? 3. gün evime, ben farketmeden hayatıma yerleşti. Şimdi gitmiş olabilir ama iyi ki geldi! Bazı geceler diğerlerinden daha güzeldir ya, o da öyle bir geceydi!

ekran-resmi-2017-12-28-12-21-28

Bazen şizofren miyim diyorum. Hiçbir şeye sahip olmamak, seyahat etmek de; bir evimin olması ve minnoş minnoş yaşamak da içimde dinmeyen arzular. Neyse… O sıra severek oturduğum güzel manzaralı ama minnak evimde iki kişi yaşamaya başladık bir anda, hiç hesapta yokken. 2016’nın bana en güzel sürprizi!

2013’de DJ’lik öğrenmek için kursa gitmiş sonra pek çalmadığım için hiç geliştirmemiştim kendimi. Bana biraz öğretsen yapıcam sanki bişeyler dedim. Elimden tuttu, evde bolca müzik dinlemeye, konuşmaya, çalışmaya başladık. Zaten her şey müzikle başlamıştı. Kalbimin kilidini açan bir sol anahtarıydı!

Aşk gelip hayatımın ortasına yerleşse de işler güçler de devam ediyordu tabii. Boyner’in sevgililer günü kampanyası için Tanem Sivar ve kocası Edhem; Billur Saatçi ve kocası Başar; ben ve 3 haftalık sevgilim olarak kamera karşısına geçtik:) Bence hayatımın özeti bu proje bile olabilir…

Normalde daha sık seyahat eden ben, senenin başında azıcık evcimen olup seyahatleri azalttım. Sokak hayvanları için müthiş işler yapan Çak bi Pati aracılığıyla yuva arayan bir kediye geçici yuva bile oldum. Kedili ev daha bi evdir ya hep…

ekran-resmi-2017-12-28-12-21-59

Hiçbir zaman dev anlamlar yüklemediğim sevgililer gününde şu satırları not düşmüşüm instagram’a:

birinin sizi çok sevmesini beklemeden önce kendinizi çok sevin. Sağlıklı beslenin, spor yapın; sevdiğiniz işlerde çalışın, para için değil. Hobilerinize ve sevdiklerinize zaman ayırın, kendinizi mutlu edin ve kendinizi sevilmeye değer görün ki başkaları da sizi sevsin. Düşük özgüvenden kaynaklanan ilgi manyaklığı ve böbürlenmeden bahsetmiyorum tabii ki. Kendinizi gerçekten sevin ki biri sizi sevdiğinde de beni neden seviyo bu diye şaşırıp o kıskanç paranoyak özgüvensiz aşıklardan olmayın. Tabii ki sever beni deyin, kendinize de ona da güvenin. Kendi kendinize mutlu tam bütün olun ki biri gittiğinde yarım kalmayın. Sevgi başlayıp bitebilir, aşk da öyle. Gidenler gelecek daha iyilere yer açmak içindir. Sevgiyi, saygıyı önce kendi üstünüzde çalışın. Dünyada çevrenizde sevmediğiniz şeylerin kırıntısını kendi içinizde arayın. Bastırmayın, bulup çıkarın sepetleyip atın onu. Değiştirmek istediğiniz şeylere de kendinizden başlayın. Başkalarının başarılarına mutluluklarına sevinin ve ilham alın. Daha iyi olmak için. Siz iyi oldukça her şey iyi olacak. Enerji çok bulaşıcı bir şey. Öyle pozitif olun ki bu enerjiyi etrafınıza da siz bulaştırın. Dünyayı daha iyi bir yer yapmaya kendinizden başlayın. insanlara, dostlarınıza, ailenize sık sık seni seviyorum deyin, kedileri, köpekleri, ağaçları, kuşları, güneşin batışını, kahve kokusunu ve dalga seslerini de sevin. Durup bunlardan zevk alın, geçmişi ve geleceği düşünmeden. Bir anın aslında sonsuzluk olduğunu bilenler bu hayatın en büyük sırrına vakıf olanlar. Bu sırrı yayın. Kalpten sevene her gün sevgililer günü.

Bak bak bak. Havalara bak. Aşkın mutlu ilişkinin sırrını çözmüşüm sanki. Neyse… Yerimde saymayayım dedim, yoga videoları çekmeye başladım. Kolektif House’da Kolektif Diaries serisinde ‘being a tourist vs living like a local’ başlıklı bir konuşma yaptım. Videolarına şuradan göz atabilirsiniz.

ekran-resmi-2017-12-28-12-25-05

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Eastpak ile farklı sektörlerden iş kadınlarını dükkanlarında, atölyelerinde ziyaret ettiğimiz, birbirimizden ilham aldığımız harika bir proje gerçekleştirdik. Onun detayları da burada.

ekran-resmi-2017-12-28-12-26-06

Sonra bir dönüm noktası geldi çattı, bana biçilmiş huzur ve yerinde durma hali anlaşılan bir aylıktı:

Birkaç ay önce Tayland versiyonuna misafir olarak gittiğim The Yacht Week‘ten, Karayipler’deki versiyonda yoga hocası olarak katılma teklifi almış ve kabul etmiştim. Hayatımdaki erkeklerin belki de en zorlandığı nokta: Kadının işi seyahat etmek. N’apmıyoruz, isyan etmiyoruz! Bir ay hayal gibi masal gibi bir aşk yaşadıktan sonra New York üzerinden British Virgin Islands’a uçtum.

ekran-resmi-2017-12-28-12-26-45

The Yacht Week’te çalışmak enteresan bir deneyimdi. Geceleri misafirlerle partilemek sabahsa uyanabilenlere yoga dersi vermek başlıca görevlerimdi. Ama içki de servis ettim, parti sonunda cdj mixer de taşıdım… Senelerce blogger olarak ‘ağırlandıktan’ sonra hizmet sektöründe çalışmak süper bir deneyim oldu benim için.

ekran-resmi-2017-12-28-12-27-52

Bu arada sevdiğim adamın doğum gününde uzaktan da olsa sürprizler yapmakla meşguldüm. Dönmeme az kalmıştı. Sora işler biraz sarpa sardı, kafalar karıştı.

Orda olduğumun ikinci haftasında Ankara’da bomba patladı. Ülkeyle ilgili duyduğum endişeler yine katlanarak arttı. ‘Eğlenceli’ işimi yapmak ise daha da zorlaştı benim için. Kilometrelerce uzakta da olsam, işim de olsa, bir yandan ölenlerin hikayelerini okurken eğlenmeyi yediremedim ruhuma. Ertesi gün korkuya yenik düşmememiz temalı bir yoga dersi verip işime tutunmaya çalışsam da, 3. haftamın başında, Beyoğlu’nda evimin çok yakınlarında bir bomba daha patlayınca artık baya zorlandım ve devam edemeyeceğimi söyleyerek The Yacht Week’ten ayrıldım. 15 Temmuz sonrası katlanarak artan travmatik durumlar taa o zaman başladı yani.

ekran-resmi-2017-12-28-12-28-23

Uzakta olunca daha garip bir kafaya giriyor insan. Bir de sabah akşam partileyen Amerikalıların Avrupalıların gram umrunda olmamak da sert bir tokat gibi çarpmıştı yüzüme. Ölenlere üzülmek bir yana ülkenin gidişatı ve kaybolan hayaller başlıca bir depresyon sebebiydi. Bir hafta Virgin Adalarında bir marinada demirlemiş minik bir teknede kaldım, sakin günler geçirdim. Burada tanıştığım arkadaşlarım iyi baktı bana. 3-4 gün hiç internete bile girmedim, yazılan çizilenleri okumamaktı amacım. Meditasyon, yoga, doğa, kendimi iyileştirmeye çalıştım. Gün batımlarında huzur bulup, biyoluminesanslarla yüzdüm. Island girl oldum! Pirate oldum! Pişman değilim!

ekran-resmi-2017-12-28-12-31-11

Benim için sırada H&M ile Coachella’ya gitmek vardı. Yıllardır hayalimdi! Normalde arada Türkiye’ye dönüp bir hafta sonra tekrar gelecekken o bir haftada The Soul Sail’in teklifini kabul edip Karayiplerde kalmaya karar verdim. The Soul Sail ne derseniz bol partili Yacht Week’e göre biraz daha deneyim odaklı başka bir yatlı organizasyon. Yacht Week’te ders verirken tanıştığım ekipten onlara da katılma teklifi aldım ve olaylar gelişti. Türkiye’de dönülecek bir ortam yoktu, herkes uzat gelme diyordu. Bir hafta daha denize açılıp yine yoga dersleri verdim.

ekran-resmi-2017-12-28-12-30-07

Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz The Raging Mufanga familyamız bana çok iyi geldi. Ama bu şekilde evden uzakta olma sürem 1.5 aya çıkmış oldu. O arada çok yakın bir arkadaşım, Gülnazım doğum yaptı, hastaneye gidemedim, Burak’la Nihan evlendi, nikahlarına düğün yemeklerine gidemedim. Hayatımda yeni filizlenen aşktan da uzak kaldım…

ekran-resmi-2017-12-28-12-38-24

Akışa teslim olmak en iyi yaptığım şeylerden biri. Coachella çok güzel geçti. H&M’in global squad’ına dahil oldum. Bayrakları astık! Şuradan göz atabilirsiniz.

ekran-resmi-2017-12-28-12-37-20

Coachella’dan sonra San Diego’da masal gibi bir gün geçirdim. Sanki ‘dünyanın başka bir yerinde doğsam hayatım böyle olacaktı’nın bir günlük bir demonstrasyonu gibiydi. Değişikti.

Hemen ardından Türkiye’ye döndüm ve bir süre kendime gelemedim. İşler, projeler tam gaz devam ediyordu. 1 ay beraber olup 1.5 ay ayrı kaldıktan sonra sevdiceğime tekrar aşık olmam gerekti. Yaptım da! Indigo’da Viktor Ruiz’de deli gibi dans ettiğimiz bir gece kulağına fısıldadım: ‘çok korkuyordum, bu duygular hiç geri gelmeyecek sanıyordum ama geldi’. Aşkın gidip gelebildiğini de o zaman anladım.

Nihan’la H&M için şahane bir video çektik yine. MSTRK’in ellerine sağlık.

Evde müzik çalışmalarımız yavaş yavaş meyvelerini vermeye de başlıyordu. İlk kez DJ duo olark  1888’de çaldık. Mayıs’ın başıydı. Sonra ben ilk kez bir festivalde çaldım. Küçükçiftlikpark’ta gerçekleşen Parkfest’te H&M sahnesini açtım.

ekran-resmi-2017-12-28-13-03-43 ekran-resmi-2017-12-28-13-17-43

Mayıs ortası, geçen sene harika anılar edindiğim Kabak’taki Dream Yoga Festivali‘ne gittim yine. Kabak’ın iyileştirici bir enerjisi var. Döner dönmez Kuzguncuk Bostanı’nda yoga dersi verdim Yoga Journal Türkiye ile. Aldığım ilhamı geri verebilmek de çok güzeldi!

ekran-resmi-2017-12-28-13-18-47

DJ olarak bir set hazırlamak ve yoga dersi vermek inanılmaz birbirine benziyor bu arada. İkisinde de akış ve bir tema üzerinden hikaye anlatma durumu var. Tabii hayat tarzı olarak baya zıtlar. Sabahları erken kalkıp yoga yapıp geceleri çalmak da manyak bir tempo mesela. Seyahatleri, toplantıları, çekimleri saymıyorum bile bak. Millet beni çalışmıyorum sadece geziyorum sanadursun, eskiden bu tempoya nasıl dayanıyorsun dediklerinde sağlıklı beslenme, yoga diyordum; şimdi cevabım net: az uyuyorum!

ekran-resmi-2017-12-28-13-18-59 ekran-resmi-2017-12-28-13-21-56

Yaz ortası, Türkiye’de işler boka sarınca Malezya’ya geri dönen, gidene kadar da video işlerimde çözüm ortağım olacak olan canım Mowrez’le tanıştık ve beraber videolar çekmeye başladık. Bu da onlardan ilki:

Festival sezonu açıldı ve en yoğun ama eğlenceli günlerim başladı. Bridgestone ile Chill-Out Festival‘in altını üstüne getirdik. Bu arada mükemmeldi Chill-Out. Her sene olduğu gibi!

ekran-resmi-2017-12-28-13-30-37

Çok harika bir ekiple, en güzel dostlarla çok güzel eğlendik 2 gün boyunca. Gidip iyi çalan DJ’lere sarıldık bile! (Teşekkürler Ali Efe) Şimdi 10 dakikalığına da olsa o Other Stage’in önüne gitmek, orada dans etmek, yanımdakilere sarılmak için neler vermezdim…

13335651_10153380235286572_6925411550337567701_n

Ziya Turp ile Soundgarden’da Doritos’un Snapchat hesabını ele geçirdik. Bu sene en eğlendiğim işlerden biriydi. Ziya ile iyi bir ikili olduk!

ekran-resmi-2017-12-28-13-36-00

Video projeleri devam ediyordu bu arada. Geçen sene Donal’ı beraber gezdirdiğimiz Sibel ile hayalimizdeki seyahat projesi için İstanbul’da bir pilot bölüm çektik. Mottomuz turist gibi değil, çok para harcayarak değil, yerlisi gibi gezmek, hesaplı gezmek. Youtube için yapmak istediğimiz projenin pilotunda Kuzguncuk’ta Refika Birgül, Balat’ta Vintage İstanbul’un kurucusu Özge Özbek gezdirdi bizi. Bugünlerde çeşitli markalarla görüşüyoruz ve projeyi hayata geçirebilmek için olası sponsorlarla toplantılar yapıyoruz! Dilerim olur. Youtube’da kızlar sadece makyaj yapmamalı!

ekran-resmi-2017-12-28-13-31-30

İstanbul’da çekimler, toplantılar ve artık DJ setler devam… Ve tabii seyahatler de! Vans İstiklal mağazasının açılışında çaldım. Sonra canım Atakan’ın Tadım Atölyesi ile Yunanistan’da ahtapota ve bilumum deniz canlısına doyduğumuz Gastronomi Rotası’na katıldım.

ekran-resmi-2017-12-28-13-36-55 ekran-resmi-2017-12-28-13-37-09

Arada vize ile ilgili sorunlar yaşadım. Primavera’yı kaçırdım. Bu vize meselesine de ayrıca isyandaydım. İnanmadığı evliliği, hiçbir kurumuna güvenmediği devletin aşk gibi yüce bir şeyi onaylaması olarak gören; ‘ben devlet karşısında söz verdim diye değil her gün yeniden aşığım diye yanında uyanırım sevdiğim adamın’ romantiklik seviyesindeki bendeniz; ülke iyice boka sardıkça artık bir avrupalıyla falan formalite evliliği yapsam da şu vize derdinden kurtulsam realistliği kafasına girmiştim çoktan.

ekran-resmi-2017-12-28-13-39-53

Haziran ayında, 2007’de hayatımda ilk kez tek başıma yaşadığım şehre, Barselona’ya gittim yıllar sonra. Primavera’ya yetişemedim ama Sonar için hazır ve nazırdım. Seneler önce, küçücük bir kızken yaşadığım heyecanları, kalp kırıklıklarını, yanlış kararları hatırladım Barselona sokaklarında yürürken. Sonar da okeydi ama asıl Off Sonar partilerinde çok eğlendim.

13487379_10153419686151572_740095602_n

Mandy ile bir teknedeyken çıkan fırtınada sırılsıklam olduktan sonra Diynamic partisinde açan güneş batıp muhteşem bir geceye yol verdi. Barselona’da başrolde müzik vardı. Arka planda ise 2007’de ‘kezban’ bir kızken bir erkek uğruna aldığım yanlış kararlarım ve yaşanmamışlıklarıma, Barselona’dan erken dönüşüme nanik yapıyordum sanki şimdiki hayatımla. Değişik bir psikoloji…

ekran-resmi-2017-12-28-13-42-23

Berlin’e, Denizimin yanına senelerdir kaç kez geldim bilmiyorum ama yanımda Yağmur, İclal ve sevdicek de varken en keyifli Berlin seyahatlerimden birini geçirdim. Hava çok sıcaktı göle gittik, öylesine bir Pazartesi akşamüstü Kater’de delice eğlendik.

ekran-resmi-2017-12-28-13-45-27

Ama doğup büyüdüğümüz coğrafyanın gerçekleri peşimizi bırakmıyordu tabii. Biz ‘an einem Sonntag im August’ta otururken Atatürk Havalimanı patlaması gerçekleşti bu sefer de. Yağmur biletini değiştirdiği için kıl payı kurtuldu. Aslında ne kadar kıl payı hayattayız, bunu yine derinden hissettik.

ekran-resmi-2017-12-28-13-46-11

Yağmurlar döndü, biz kaç senedir bilet bir türlü çıkmadığı için gidemediğim, hayallerimi süsleyen Fusion’a gittik sevdicekle. Onlarca festivale gitmiş biri olarak çok net söyleyebilirim ki gittiğim en güzel, en eğlendiğim festivaldi. Döner dönmez hislerimi yazdım uzun uzun. Şuradan okuyabilirsiniz.

ekran-resmi-2017-12-28-13-46-26

Fusion dönüşü doğrudan Çeşme Electronica’ya gittik. Adana Twins’le Adana yedik. Yeni açılan bir Oyster Bar’da çaldık. Günler geceler festivaller gigler seyahatler birbirine bağlanıyordu hep. Öyle bir ivme ki durursam düşeceğim sanki…

ekran-resmi-2017-12-28-13-47-15

Temmuz ortası ve Türkiye’de darbe girişimi. Evet saçma bir ülkede yaşıyorduk ama bu kadar da saçma olmamalıydı her şey. Galatadaki evde o gece, tepemizden jetler ses hızını aşarak geçerken her seferinde bomba nereye düştü diye kafayı yedim ben. Camlar üstümüze patlamasın hatta eve füze müze girerse ölmeyelim diye koridorda yattık. Camilerden sabaha kadar okunan ezan ve sokağa çıkın çağrıları ile sabaha kadar uyuyamadık. Katliam görüntüleri, halka ateş açan askerler, olaydan haberi olmayan erleri linç eden halk, sonrasındaki bayram havasında geçen kutlamalar, 40 yıllık köprünün adının değişmesi, artık her şey sürrealdi… One Love ertelendi. Tarihin en talihsiz festivali. Bombalar patlarken pek de oralı olmayan yabancı arkadaşlarım bu darbe mevzunda ‘biletini alıcaz çabuk buraya gel’ şeklinde yardırdılar. Şili’den Amerika’ya Almanya’dan Danimarka’ya ‘buraya gel’ diyen herkes daha da paniğe soktu beni. Uluslararası medya ne garipmiş onu da gördüm.

ekran-resmi-2017-12-28-13-48-14

Bir hafta sokağa çıkamadım. Sokağa çıkmaktan korktum. Neden bu kadar etkilendim bilmiyorum. Hayata dönüşüm Bodrum’daki Chill-Out Festival ile oldu. Twist’le yaptığımız Festival Yazı projemiz için gittiğim Bodrum’da resmen havam değişti, kendime geldim.

ekran-resmi-2017-12-28-13-51-46

Darbeden bir hafta sonra büyük hatta kendine aktivist diyen sanatçılar bir bir etkinliklerini iptal ederken, çok tatlı destek, birlik mesajları yayınlayarak Bodrum’a gelen her bir müzisyen kalbimde bambaşka bir yere sahip oldu. Müzik yine iyileştirdi! Bodrum Chill-Out çok güzel geçti. Mowrez’cimle tatli bir video yaptık yine:

Hayat devam ediyordu. İkinci ‘festivalde çalma’ deneyimim Alaçatı’daki Rootz festival’deydi. Sail Loft’ta çalmak üzere Bodrum’a gittim. Şaka maka Dj mi oldum ne! Çok huzurlu, keyifli bir tatil daha yapmış oldum. Arda ve Orkun bizi harika ağırladı.

ekran-resmi-2017-12-28-13-54-49

İstanbul’a döndüm. Youtube’da Buğra Akpınar’ın The Makina programına konuk oldum. Ben sıkıcı bir bölüm olacak sanıyordum ama Buğra öyle bir editlemiş ki, normalde kendini izleyemeyen ben bile oturdum 2 kere izledim video’yu.

2015 Biterken yazımın sonunda ‘bu sene gitmek istiyorum’ diye yazdığım Burning Man’e bilet almayı başarmıştık Mart ayında. Hazırlıklar taa o zaman başlamıştı. Burning Man’e giden yol Eminönü’nden geçiyormuş. Gittik bir sürü kumaşlar aldık. Hem Musa yardım etti hem de biz kendimiz gözlükler kasklar falan yaptık, daha gitmeden başladık eğlenmeye…

ekran-resmi-2017-12-28-14-14-19

Yaz sonu Suma’da Electronica Festival’de deli gibi dans ettik yine. Sevdicek de çaldı. Nöbetçi dj olarak 2 kere! Onu beklemesi bile komikti. Festivalin benim için highlight’ı ise Dubfire’dı!!!!

ekran-resmi-2017-12-28-14-11-44

Ertesi gün vize başvurusuna red yiyen sevdiceğin bizimle Burning Man’e gelemeyecek olması çok moral bozdu. İlişkideki çatırdamalar da o dönemlerde başladı aslında. Bundan bağımsız ama tabii ki bundan da etkilenerek. Ben birşeyleri düzeltmek için bile yerimde duramıyordum. Clique‘in ofisini ziyarete İsveç’e gittim. Bayadır listemde olan Stockholm’le ilk kavuşma!

ekran-resmi-2017-12-28-14-14-54

Döner dönmez Çeşme Chill-Out’da Twist ile Festival Yazı‘nın kapanışını yaptık. Kendi hızıma ben bile yetişemiyordum artık.

Hemen Çeşme sonrası uçtuğum San Francisco’da bir gece kalıp Şili’den canım arkadaşım Kanutomla hasret giderdik. Ertesi gün Burning Man’e doğru yola çıktık. Bayadır hayalini kurduğum bir yere gidiyordum ama buruktum. Sevdicek yoktu yanımda, aramız da kötüydü hatta.

ekran-resmi-2017-12-28-14-19-44

Baya ön yargılarla gittiğim Burning Man’i beklediğimden daha çok sevdim. Güzel insanlarla tanışıp güzel müzikler dinledim. Uçsuz bucaksız bir çölün ortasına yerleştirilmiş birbirinden güzel sanat eserleriyle içli dışlı oldum. Ama ilk sene bu büyüklüğün içinde kaybolmayayım diye baya sakin ve uslu takıldım. Uzun uzun anlatmak gerek. Döner dönmez canım Nilay Örnek’in sorularını yanıtladım. Buradan okuyabilirsiniz. Ya da biraz Burning Man’i anlatmaya çalıştığım videolar var Youtube’da…

Burning Man’den döndükten sonra psikolojim pek iyi değildi. İlişkide dönülmez yollara girilmişti. Avrupalı kafa rahatlığında ilişki yaşayamıyorsun ki. Kırık dökük gelecek hayalleri, birbirine veremediğin güven hissiyatı…
ekran-resmi-2017-12-28-14-00-45 ekran-resmi-2017-12-28-13-55-21 ekran-resmi-2017-12-28-13-37-55 ekran-resmi-2017-12-28-13-35-11 ekran-resmi-2017-12-28-13-35-42

Bir yandan hiçbir şey olmamışçasna projelere, işlere koşturmaya devam ediyordum. Yetenekli moda tasarımcısı arkadaşım Ilgın’ın UTIN markasının defilesinin after partisinde çalmaya Paris’e gittim. İlk yurt dışı dj’lik deneyimim!

ekran-resmi-2017-12-29-18-21-08

Yeni konseptiyle tekrar bizim kafada müziklere dönen Anjelique’in açılış setini çaldık, Kiki’de çaldık, Finn’de #FeelingFinn adını verdiğimiz Perşembe partilerine başladık, artık orada burada çalmanın dışında her Perşembe düzenli olarak da çalmaya başladım.

ekran-resmi-2017-12-29-18-19-24

Son aylarda metroya binmekten korktuğum için haftada en az 3-4 kez gittiğim yogaya gitmeyi bırakmıştım. E tabii beni sakinleştiren, zihnimi berraklaştıran, hayatımı disipline sokan yogadan uzak kalmak da iyi gelmiyordu psikolojime ve korkularıma. Kısır döngü! Yakaladıkça workshop’lara katılmaya çalışıyordum hiç değilse. Cihangir Yoga’da Elena Brower’la Özen Gösterme Sanatı workshop’u ilham vericiydi. Gece çalıp sabahına dinç bir şekilde derse gitmeyi başardım bir şekilde. Stephanie Sayegh ile bir detoks maraton yaptım 2 sene önce olduğu gibi yine. Ama o yoga saatine toplantı almayan titizlikteki düzenim gitmişti hayatımdan bir kere ve ipin ucu kaçıyor gibi hissediyordum.

ekran-resmi-2017-12-29-18-03-09

Galata’daki çok sevdiğim ev 2 kişiye ufak geldiği için başka yere çıktık. Çukurcuma’da. Yeni mahalle keyifliydi ama yeni evi hiç sevemedim. 1.5 ay oturdum zaten. Şimdi evsizim. O hikayeye de geleyim…

ekran-resmi-2017-12-29-18-25-52 ekran-resmi-2017-12-29-18-26-16 ekran-resmi-2017-12-29-18-26-34

Kahve Festivali, Akbank Caz Festivali, Pantene Altın Kelebek projesi, Pfizer’in meme kanseri farkındalık projesi, Nemoda projesi, çekimler, toplantılar baya deli gibi çalışıyorum (bazılarına göre geziyorum tabii, neyse)

ekran-resmi-2017-12-29-18-28-10 ekran-resmi-2017-12-29-18-28-26

Bir yandan korkular, taşınma ve yerleşme telaşı, sonra tüm bu stres ve umutsuzluktan sıyrıldığım, ilham dolduğum harika geçen bir Red Bull Music Academy Montreal seyahati…

ekran-resmi-2017-12-29-18-28-57

döner dönmez Dijital Topuklar’da konuşma, canım Emir Yargın’ın artık çıksın diye beklediğim Büyük Kaçış Planı klibi çekimleri,

ekran-resmi-2017-12-29-18-29-20

başka projeler, yeni çekimler, şimdiye kadar başıma geleceğine asla ihtimal vermediğim panik atakla tanışmam, evden çıkmak istemeyişim, tavanla bakışarak yatakta geçirdiğim günler, 30 yaşına geliyorum ve hayatımla ne yapıyorum, yaşlanıyorum hissiyatı, bir aşk masalı gibi başlayıp hayatın gerçekleriyle yüzleşince tepetaklak yokuş aşağı giden ve artık çatırdayan ilişki derken ipler kopuyor.

ekran-resmi-2017-12-29-18-31-35

13 Kasım’da Patika ile aylar önceden planladığım Vietnam ve Kamboçya seyahatine gittiğim gün bitti her şey. Üstelik beğenmediğim ve huzurlu hissedemediğim evden çıkma ve yeni bir yere taşınma kararını da yeni almıştık, emlakçı gezmiştik bir iki gün önce. Çıktığımız evi yeni kıracısına verdik ama bir sonra taşınacağımız evi tutmadık. Konuşamadık bile ne yapılacak diye. Zoraki karar belliydi! Böyle zor zamanlarda, ‘hastalıkta ve sağlıkta’ yanımızda olamayacak insanların hayatımızdan peşinen çıkması daha iyidir belki de… Canım acısa da mantığım doğru yolda olduğumu söylüyordu bana. Uzun zamandır bir tatile ihtiyacım vardı. Vietnam’a uçtum ama bu ruh haliyle pek tatil gibi olmadı, olamadı. Biraz buruk gezdim oraları. Zaten savaşın izleriyle derinden etkiledi beni Vietnam.

ekran-resmi-2017-12-29-18-31-48

Kamboçya’da Angkor Wat’a gitmek ise büyülü bir deneyimdi, bana daha iyi geldi Vietnam’a göre. Daha oralardayken girdim evsizlik kafasına. Döner dönmez toplanmak için 2 günüm vardı; yeni kiracı için evi boşalttım. Evi tutan bir arkadaşımız olduğu için evdeki küçük odayı depo gibi kullanabileceğimi söyledi. Eşyalarım koliler içinde orada şimdi. Artık resmen evsizim. Ama çok şanslı bir evsiz. Sağolsun, anahtar da bende istediğimde gidip koli moli açıp eşya alabiliyorum.

Fiziksel olarak kaldıramayacaktım tekrar taşınmayı hem, hem de hevesim olmayacaktı böyle bir hayalkırıklığı üzerine tek başıma yeni bir eve çıkmaya. Evde olmak dört duvar bi çatı değil bir hissiyattı üstelik. Onu kaybetmişim ben. Yerimde durarak bulabileceğimeyse inanmıyordum.

Sürekli yollardayım ve bir düzenim yokken, evde beni bekleyen biri yokken boşuna kira ödemektense bir süre bu seyyahlık hissini deneyimlemeye, kiraya vereceğim parayla uçak biletleri almaya karar verdim. İstanbul’da kalmak iyi gelmiyordu. Bir süre uzaklaşıp kendimi dinlersem, içimdeki o bastırılmış sesi duyabilecektim belki. Ne istediğimi, neyin önemli olduğunu, neyi bırakmam neye sıkı sıkı tutunmam gerektiğini anlamam için bu gerekiyordu.

Eşyaları koliledikten sonra şöyle oturup bir ağlamaya bile vaktim olmadı, iyi mi kötü mü bu bilmiyorum, hemen Citroen’in lansmanı için Samsun ve Sinop’a gittim. (Özellikle Sinop’a bayıldım bu arada)

ekran-resmi-2017-12-29-18-32-12

Dönüşte ise üstüne kriz anlarımda jokerim olan Berlin’e sadece kendim için, gezmek için geldim bu kez. İş değil! Haftada en az bir uçağa binmek rutinim gibi oldu. Denizimle dertleştim. Berlin’in en güzel tarafı burda yaşayan ve beni 10-15 senedir tanıyan arkadaşlarla bir arada olmak. Ne günlerimi neleri atlattığımı gördüler onlar. Bunu da atlatacağım hissini eski dostların yanında hissediyorum en çok.

ekran-resmi-2017-12-29-18-32-30

E biraz hile de yaptım belki: Kater’de Mira’nın doğum günü için her sene festival tadında geçen harika bir line up’da 3 gün partiledim. Sisteme baya iyi bir reset attım. Beraber Meksika’ya ve Afrika Burn’e gideceğimiz parti arkadaşım Furkan’la ne belalı bir ikili olduğumuzu burada keşfettik. Eski sevdiceğimin tanısan çok seversin dediği Gökçen’le de nihayet burada ‘tanıştık’.

2 ay kadar önce Galata’daki evimden çıkıp Çukurcuma’da başka bir eve taşınmıştım. Kafamda vardı tabii ki ümitler planlar ama olmadı, yapamadım. Ülkenin malumunuz kültürel, sosyal, ekonomik son sürat yokuş aşağı inen durumu, normali aşıp paranoya seviyesine gelen, günlük hayatımı bile etkileyen “her an bi yerde bi olay olabilir” korkularım, hiçbir garantisi olmayan, yarınımın belli olmadığı ama özgürlüğüm en önemli olduğu için her şekilde tercihim olan işim, 30 yaşına dayadığım merdiven, bunlara paralel gelecek kaygılarım ve bu kaygılarıma pek de iyi yönde etki etmeyen ilişkilerim derken henüz 2 ayı doldurmadan biraz radikal bir kararla istanbul’daki evimi tamamen kapatmaya, bir süre eskisinden daha sık seyahat etmeye, iş dışında da seyahat etmeye, kira ödemek yerine uçak biletleri almaya karar verdim. Bir süre… Artık istanbul’da bir evim yok: işlerim için, dj’lik yapmaya, çekimlere, toplantılara geleceğim tabii ki, geldiğimde de bana kanepesini açan güzel dostlarımla kalacağım; ne yapacağıma, ne istediğime karar verene kadar… Tekrar bir şehirde evde; tekrar bir adamın koynunda huzurlu hissedene kadar bir süre orada burada ve bavuldan yaşayacağım. Stres faktörlerinden uzaktayken kafam daha berrak. Hayatım ve seyahatlerim dışardan sonsuz bir tatil gibi görünse de son 4 senedir müthiş bir tempoyla çalışıyorum ve biraz durulmayı hakediyorum aslında. Yolda da durulabiliyor insan; yeter ki kaos ve sürtüşme bitsin. Gerçekler değişmese de gözlerimi kapamasam da uzaktan bakabilmek bile iyi geliyor şimdilik. Bu kararı alır almaz kafayı ne zaman sıfırlamak istesem geldiğim yere, Berlin’e geldim. 1 haftanın sonunda şunu diyebilirim ki umudumu kaybetmedim. #evsiz #nomad #göçebe #gezenbayan #hayatsanagüzeldemebakiçerdenefırtınalarkopuyo

Elif Tanverdi (@cizenbayan) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

Benim en büyük zenginliğim dostlarım. Tanıdıklarım ve tanımadıklarım. Yukardaki yazıyı paylaştıktan sonra mailler mesajlar aldım: Dünyanın dört bir yanında konaklayabileceğim kanepelerim olması bana mutluluk verdi. Var olun! Bana evini açan Yağmur ve Çağlar’a ayrı minnettarım. Şimdi giysilerim onların evinde. İstanbul’a geldikçe onlarda kalıyorum, şimdilik. Bebekleri gibi bakıyorlar bana. Bir iki gece başka yerde kalınca şöyle mesajlar alıyorum:

img_6212

Berlin dönüşü bir senedir şehir hayatı, kokteyl kültürü hakkında yazılar yazdığım The Story Of Seven‘la işbirliğimizi yeni bir boyuta taşıdık ve İstanbul’un semtlerinde gezdiğimiz videolar çekmeye başladık. İlk durağımız Çukurcuma oldu. Video bahanesiyle efsane bir dövme sanatçısı olan Tayfun Bezgin‘e harika bir dövme yaptırmış oldum bir de!

Giderayak Ilgın’ın benim gibi nomad markası UTIN’in istanbul’daki lansmanında çaldım bu kez. Bana ilk günden beri güvenen Ilgın’ın bende yeri ayrı. Mükemmel iddiasında değilim ama seti kaydettim. Şuradan dinleyebilirsiniz.

ekran-resmi-2017-12-29-18-36-48

O gece çalıp devamında hiç uyumadan Google’ın davetlisi olarak Dubai’ye gittim. Dubai’de de yine liseden en yakın arkadaşlarımdan biri Merve yaşıyor. Onla vakit geçireyim diye birkaç gün erken gittim ve hiç beklemediğim beni şaşırtan bir Dubai ile karşılaştım. Merve de sağolsun süper gezdirdi beni.

Dubai seyahatim, Google’ın sürprizleri her şey harikaydı ama buruktuk yine. Bu kez de Beşiktaş patlaması ile artık içimiz öldü. Paranoyak oldum sanıyordum sokakta gezerken korktuğum için. Keşke paranoyak olsaydım. Korkularımın haklı olduğuyla yüzleştim. Hangisi daha kötü bilmiyorum! Bütün gece tanıdıkların en son whatsapp’ta online olma saatlerine bakarak içimi rahatlatmaya çalıştım.

ekran-resmi-2017-12-29-18-37-04

Dubai dediğim gibi şaşırttı beni. Beklemediğim bir hoşgörü ortamı ile karşılaştım. İstanbul’dan daha rahat giyinebiliyorsunuz, kimse Noel baba dövmüyor orda… Merve ile olmak da iyi geldi. İşlerim erteleniyordu gündem sebebiyle. Gelmişken biraz daha kalmaya karar verdim ben de. Kayseri ile sarsıldık bu kez de. O gün All Day I Dream partisindeydim. Yacht Week’teki gibi sallanmamış ve yalnız hissetmedim ama… Burada etrafımdaki herkes benim gibi bir Orta Doğu ülkesindendi. Kendimizi hep ‘Avrupalı’ sanarak yetiştik belki ama ben Dubai’de Orta Doğululuğumla barıştım. Yanımda Suriyeliler, Mısırlılar, Lübnanlılar, gözlerimiz aynı bakıyor, konuşmadan anlaşıyor ve sarılıyoruz. ‘Sallamamak’ değil ‘yarın ölebiliriz’ hissiyatıyla müziğe teslim olmak daha samimi, daha ait hissettirdi orada bana. O akşamki hislerimi instagram’da anlatmaya çalıştım birazcık…

Remains of yesterday, where i was dancing and crying… letting go… ✨✨✨ dubai’ye 10 gün kadar önce iş için gelmiştim. sonra istanbul’da işlerim ertelenince biraz daha uzattım. çok şanslıyım ki doğru insanlarla gezdim burayı da ve hiç ummadığım bir şehirle karşılaştım. hislerim karşısında şaşkınım. sanırım ilk olarak arapça öğrenmek istiyorum. benim dedem beyrutlu, anneannem giritli. tek kelime yunanca ya da arapça bilmiyorum mesela. bunların nedenlerini düşünmüyor değilim. söylenecek çok şey var ama yeri instagram değil belki de. UAE aslında ortadoğu’nun ABD’si gibi. kapitalizm, büyüklük ve “en” olma sevdasını düşünürsek pek fark yok. buraya gelirken giysi ne getireyim diye sormuştum, istanbul’dan rahat dedi merve bana. şaşırdım. gel gelelim geleneksel giysileri içinde tek bir insanın kısa şortuma kötü kötü baktığını görmedim. pek çok expat var dubai’de, sebebi malum. samimi ya da değil o kadarını 10 günde çözemem ama özlediğim bir hoşgörü ortamı vardı. islam hoşgörü dini önermesine türkiye’de gülüyoruz ya burada olabilir dedim. abayalı arkadaşımla aynı masada içki içebildim. kimse kimseyi yargılamadı. size uae devletini güzellemek değil amacım. kültür olarak da fake bir durum var ortada o net. ama bu fake’in içinde gerçek olan bir şey yakaladım: dubai ortadoğu’nun pek çok ülkesinden gençlerin bir arada olduğu bir şehir. burada mısırlı, suriyeli, faslı, filistinli, lübnanlı, cezayirli, suudi ve tabii emirati pek çok insanla tanıştım. dün çok güzel bir partideydim. avrupalı expatlardan çok “biz” vardık ortamda ve ortak noktamız hepimizin ülkelerinin ayvayı yemiş olmasıydı. gözlerinin içinde benzer şeyler gördüm. daha avrupalı görürdüm kendimi hep, burada garip bir şekilde ait hissettim. onların anlayamayacağı bir şey bu: bir ara çok ağladım, siz yeni farkediyorsunuz orta doğu’da olduğunuzu dedi yeni tanıştığım bir arkadaşım bana. o beyrut’ta bombalar patlarken yarın yokmuşçasına devam eden partileri anladım. bombalar, savaş bayadır dibimizdeydi, şehre, her gün geçtiğimiz yollara gelince anladık belki… bizim olmayan bir savaşta ateş altında kaldık. nefes almaya çalışıyoruz işte. söyleyecek çok şey var, instagram şimdilik bu kadarına müsade ediyor

Elif Tanverdi (@cizenbayan) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

Dubai dönüşü stadın ordan ilk geçtiğimde tüylerim diken diken oldu. Belki her geçişimde olacak. Yağmur’a giderken geçtiğim tünelde ise garip bir anons sebebiyle ödüm koptu. Korkuyorum aslında baya evet! Hep kaçmak gitmek istediğimi sanıyordum buradan ama son gelişimde daha iyi anladım: gitmek istemiyorum ben. Evim İstanbul benim. Aşklarım, kalp kırıklıklarım, heyecanlarım burada. En sevdiğim arkadaşlarım, ailem, anılarım da… Öyle de güzel bir şehir ki aslında. Tutunmaya çalışan birbirinden güzel mekanlar, her şeye rağmen işlerini yapmaya çalışan yaratıcı insanlar… Wondercats’le geçirdiğim süper bir yemek deneyiminden sonra daha da emin oldum bu şehre ve enerjisine duyduğum hayranlıktan…

dün akşam müthiş keyifli bir yemek deneyimi yaşadım, deneyim diyorum çünkü @wondercats.popup adresi 24 saat öncesine kadar açıklanmayan sürpriz ve her seferinde farklı mekanlarda bir defaya mahsus benzersiz yemek organizasyonları düzenliyor. Dün ilki gerçekleşen bu özel yemekte 10 kişiydik. 8 gibi buluşup önce içinde bulunduğumuz mekanın ve burada oturmuş ailenin dönemin tarihine paralel yaşanmışlıklarını dinledik, hikayelerine ortak olduk. Ben mimarisini görüp sadece tarihi bir atmosferde yemek yiyeceğiz sanıyordum ama @bon_vi_vant ve @sinanbudeyri ailenin ve binanın hikayesini dönem dönem anlatan 5 course’luk bir menü hazırlamışlar. Gece boyunca şaraplarla birlikle anlattığı hikayelerini ilgiyle dinlediğimiz sevgili @levonbagis ise bu yemeklerin şarap eşleşmelerini yapmış. Özenle seçilmiş malzemeler ve zahmetli tekniklerle hazırlanan her bir course, isminden sunumuna; anlattığı hikayenin yaşattığı hislere paralel tarlar bıraktı damakta. Örneğin “Madamın evi” adlı tabak ait olma köklenme hissine paralel yer elması, havuç, turp gibi kökleri toprakta yetişen sebzelerle yapılmış leziz bir çorba iken, “1955” isimli tabak 6-7 eylül olayları döneminde ailenin dağılmasının iç burkan kalp acıtan hislerini yansıtan bir kaburga yemeğiydi. Binanın ve ailenin pek çok dönemine bu lezzetler aracılığıyla şahit olduk. Tabii kendi hikayelerimizi de paylaşıp yeni dostluklar kurduk. Bir sonraki pop up yemek 28 ocak’ta imiş. Mekan 24 saat öncesine kadar sürpriz. Ben rezervasyonumu yaptırdım bile. Satışa sunulduğunda haberdar olmak için @wondercats.popup’ı takip etmenizi tavsiye ederim. Yer sınırlı olduğundan çok kısa sürede sold out olacağına eminim. (Story’ye de göz atabilirsiniz)

Elif Tanverdi (@cizenbayan) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()

Yanımda birileri varken hiç korkmuyorum sokaklarda. Yalnızken korkuyorum biraz. Bu da geçecek biliyorum. Korkuya teslim olmamak gerek. Klişe olacak ama istedikleri bu. Bana ümit veren arkadaşlarımla konuşmayı seviyorum artık, karamsarlığa kapılanlarla değil. Her şey rağmen işine sarılana, gülebilene bayılıyorum. Ben de onlardan biri olmaya çalışıyorum. Hayatta olmak bir hediye gibi her gün. Korku karamsarlık değil iyilik güzellik paylaşmak istiyorum artık. Bunu yaptığımda da suçlanmamak. Yarın ben de ölebilirim. Sen de ölebilirsin! Biraz daha anlayışlı, iyi niyetli olmak lazım. Kimseyle küs kalmamak lazım bir de. Şimdi Berlin’deyim. Yılbaşında yine Kater’de olacağım. 30 yaş günüm için kendime bir Meksika seyahati hediye ediyorum. Meksika dönüşü 18 Ocak’ta Anjelique’de çalacağım. 21-26 Ocak arası çalmaya Bansko‘ya gidiyorum bu sefer. Döndüğümde 28 Ocak’ta ise Soho House’ta çalıyorum. Ne çalıyor bu kız yahu diyenler için soundcloud hesabımı şöyle bırakıyorum:

 

 

2017 Ocak böyle geçecek. Şubat’ta da dilerim projeler, işler, DJ gig’ler devam edecek. Kim bilir belki İstanbul’da evim diyeceğim bir yerim olur yine. Yoga ile aramdaki buzlar erir hem. Çok özledim bir düzenimin olmasını. Ya da bir süre daha yollarda olurum. Yollar ne çıkaracak karşıma henüz yaşayıp görmeden planlar yapmak istemiyorum.

Sokaklarında huzurlu yürüyebildiğimiz bir ülkemiz olacak mı onu hiç bilmiyorum. Zaten bu işlerden hiç anlamıyorum. Tek bildiğim saygı, sevgi, eşitlik, hoşgörü… Gerisi fazla ‘kötülük dolu’ benim için.

2016 biterken böyle karmaşık hisler içindeyim. Geçen seneki dertlerime bakıyorum da; bu seneyi de mumla aramayız umarım diyorum. Ben yine de şükretmek istiyorum. Karşıma çıkan güzellikler için. Bazı güzellikler bittiği için küsmemek, isyan etmemek gerek sanırım. 2016 bunu öğretti bana. Küs kırgın değilim. Kimsenin kötülüğünü istemiyorum. ‘Happily ever after’ yoktur belki de. Ve belki de çocuklara masallar anlatmamak gerek. Bilmiyorum.

30 yaş da bambaşka bir tripmiş, itiraf etmem gerek. Hiç hissetmediğim bir sayı altında ezilmektense sağlıklı beslenmelerim, yogalarım, en çok da tekrar bulacağıma inandığım aşklarım, tutkularımla genç kalacağım! İşler için strese girmektense daha çok çalışacağım. Aramayacak ama açık olacağım. Karşıma çıkan insanlarla yaşadıklarıma isimler takmak, ilişkileri tanımlamak yerine akışına bırakacağım, sürprizlere açık olacağım. Kafa karışıklığım bitene kadar biraz daha böyle sürecek…

Bu seneden dileğim öncelikle hayatta kalmak ve sevdiklerimin de hayatta kalması tabii
Aramın bozuk olduğu, küs olduğum kim varsa aramı düzeltmek
Artık bir kitap yazmaya başlamak
Çoook keyif aldığım müzikte kendimi geliştirmek, bir çok yerde çalmak, sevdiğim müziği paylaşabilmek Seyahat video projemizi içimize sinen şekilde başlatabilmek
Sağlıklı huzurlu olmak
Sevmekten hiç vazgeçmemek

2017 güzellikler getirsin bize! Kendimizi bulduğumuz bir sene olsun! Ben her şeye rağmen umutluyum!

Göz atmak isterseniz eski sene biterken yazılarım da burada: 2015 2014 2013 2012

 

]]>
https://www.cizenbayan.com/2016-biterken/feed/ 3