THE GREAT ESCAPE

The Away Days ile beraber çıktığımız UK turnemizin son durağı Brighton’da The Great Escape idi.
The Great Escape gerçek anlamda bir ‘newcomer’ festivali. Yeni çıkış yapan ve gelecek vaadeden müzisyenlerin sahne aldığı, aynı zamanda konferansların gerçekleştiği, müzik endüstrisinin ve basının hazır bulunduğu şehre yayılmış bu festivale SXSW’in İngiltere versiyonu demek yanlış olmaz. İki festivalin boyutunu kıyaslamak içinse iki ülkenin boyutlarını kıyaslamak yeterli.
Brighton sahil şeridiyle Antalya’ya, dar renkli sokakları ve plajıyla Nice’e, yokuşları ve iskelesiyle de San Francisco’ya benzeyen küçük bir şehir. Londra’nın kuzeyinde trenle bir saatlik mesafede yer alıyor. (Brighton’a Londra’dan trenle gitmek isterseniz biletinizi thetrainline.com’dan satın alabilirsiniz. Ne kadar erken alırsanız o kadar ucuz oluyor. Gidiş dönüş ortalama 15 Pound gibi düşünebilirsiniz.).
En ünlü ve görülecek yerleri The Great Escape festivalinin konferanslarının ve büyük konserlerin gerçekleştiği Hint mimarisinden esinlenerek inşa edilmiş The Dome ve rengarenk bir lunaparkın da bulunduğu iskele Brighton Pier. Brighton’ın Zeynep, Mustafa ve Bee sayesinde iki günde gördüğüm güzel makanlarını Gezenbayan’a yazmak gibi bir amacım var zaten. Hopefully coming soon!
The Great Escape SXSW kadar köklü değil, 2006 yılından beri yapılıyor ama şehri şimdiden dönüştürmüş durumda. Brighton’dan başta The Maccabees, Bat for Lashes ve The Kooks gibi çok sağlam müzisyenler çıktığı gibi bir gerçek var zaten ama kaliteli venue’lerin sayısı da hiç az değil. Brighton da bir canlı müzik şehri olma yolunda.
Biz de Londra’da 3 konser verdikten sonra Brighton’dayız. Trenden indiğimizde hava güneşli. Buraya gelmeye karar verdiğimizde TGE biletleri tükenmişti. Ama endişelenmeye gerek yok, SXSW’ten de bildiğimiz gibi onlarca ücretsiz etkinlik var, sıkılmamıza, birşeyler kaçırmamıza imkan yok!
Brighton’da Artrocker yazarı, blogger ve aynı zamanda menajer Bee Adamic’in kuratörlüğünde ve Spindle Magazine’in katkılarıyla gerçekleşen The Alternative Escape event’inde sahne alacağız: Mekanın adı The Mesmerist ve çok güzel. Bee sabahta akşama muhteşem bir line-up hazırlamış. Farklı tarzlardan onlarca yeni çıkış yapan sanatçıyı bir araya getirmiş. Kulis’te hiçbir şeyi eksik etmemiş. Muhabbet de buna dahil. Bizim için de burada sahne almak bir zevkti.
Yeni gruplar keşfetmek isteyen, ismimizi bir şekilde internetten, The Great Escape web sitesinden duyan ya da tesadüfen oradan geçmekte olan keyifli bir kalabalığa çalıp sahneden indikten sonra artık yeni grup keşfetme, festivalin tadını çıkarma sırası bizde.
SXSW’de edindiğim tecrübelere göre, Newcomer festivallerini Glastonbury, Reading gibi dev grupların sahne aldığı festivaller gibi görmemek; onlara öyle davranmamak lazım, zaten de ruhuna aykırı. İsmini bildiğiniz, hayranı olduğunuz grupları adı geçen dev festivallerde izlersiniz.
Reading demişken… Geçen seneki Weekend bilekliğini hala çıkarmamış olan tek manyak ben değilmişim. Spingle yazarı Jake beni yalnız bırakmamış bu konuda:)
Neyse. Burası adını hiç duymadığınız ya da son zamanlarda yeni yeni duyup merak ettiğiniz gruplara şans verme, tesadüfen önünden geçerken içeri girip dinleyip bu neymiş diye şaşırma, hayran olma, ilerde ‘ben onları daha ünlü değilken biliyordum’ diyebilmek için yatırım yapma yeri. Bu tarz bir festivalde dev isimlerin sahne alacağı mekanların önünde sıra bekleyeceğinize küçük samimi venue’lerde müzik ufkunuzu genişletebilir; çok daha iyi vakit geçirebilirsiniz. Tecrübeyle sabit.
Biz de kendi konserimiz bittikten sonra festivale bu şekilde yaklaşmaya karar verdik. İlk gün Brighton Pier’ı ve Brighton’ın rengarenk sokaklarını gezdikten sonra The Mesmerist’te Bee’nin muhteşem line-up’ının ve Thistle Otel’in arkasına kurulan açık hava sahnesinde sahne alan grupların tadını çıkardık.
Geceyi Bee’nin evinde 3 gitar ve bir sürü yetenekli müzisyenle geçirdik. Müzisyen / gitar oranı oldukça yüksek olsa da güzel sesli arkadaşlar ve benim gibi masa üzerinde ritm tutanların varlığı sayesinde herkes bu emprovize olaya dahil oldu ve gece harika geçti. Bu uzun güne nokta koymak üzere aramızdan ilk elenen Berk oldu. Gitarlardan biriyle evdeki müzisyenlere eşlik eden Oğuzcan da birkaç saat daha dayanabildi. En sonunda yorgun çocuklarım 4 kişi oturma pozisyonunda uyuyarak sabahı edeceğimiz koltuğun üzerinde sızıp kaldılar.
Ben Türk takımının yıkılmayan kalesi olarak gözlerimi nihayet kapadığımda saat 6′ya geliyordu ve hala uyuması için ikna etmeye çalıştığımız insanlar vardı evde. What happens in Brighton stays in Brighton tadında bir gece oldu. 4 kişi yanyana aynı koltukta uyandığımızda kimin eli kimin cebinde modundaydık.
Ertesi gün Londra’ya son trenle döneceğimizden koca bir günümüz vardı. Biz de bu günü müzik keşfetmek için bedava eventleri kovalamaya, Brighton’ın sokaklarını gezmeye ayırdık. Brighton’ın küçük ama sevimli venue’lerinde yeni yeni gruplarla tanıştık. Gecenin yorgunluğu üzerimize çökene kadar Pub’larda oturduk, insanlarla sohbet ettik, müzik dinledik ve sonunda UK Turnemizin son ayağı olan Brighton’a veda ettik.
2 Günlük Brighton maceramızda dinleyip bayıldığım grupları sizlerle paylaşmaktan kıvanç duyarım efendim. Buyrunuz:
KING DINOSAUR
Keramet dinazor isminde mi bilemiyorum ama King Dinosuaur’u daha ilk şarkıdan TEED’e benzettim. Brighton’lı yetenekli prodüktör, DJ, söz yazarı ve şarkıcı önünde bolca elektronik alet edevat ve kablolarla gerçekleştirdiği performansını flütüyle de renklendiriyor. Dans etmeden duramıyorsun. The Great Escape favorilerimden oldu kendisi. Yürüyedur dinazor. Soyun tükenmesin dinazor.
JOSEF SALVAT
Internetten yayınladığı This Life videosu ile dikkatleri çekip Hype Machine’de en çok bloglananlar sıralamasına girmeyi başaran Avustralyalı şarkıcı ve söz yazarı Josef Bey, Morrisey, Lana Del Rey ve Gotye gibi isimlerle kıyaslanıyor. Eğer birkaç hit şarkı daha yaparsa onların açtığı yolda gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğine and içebilir gibime geldi. Bayıldım ben bu minik adama.
FINDLAY
Tesadüfen önünden geçerken girdiğimiz küçücük, yer altı sahnesi ve ışıklarıyla büyüleyen smack adlı bir mekanda dinledik Findlay’i. Duyduklarım hoşuma gidince önlere doğru yardırdım. Sahnede saçını başını dağıtarak hafif jazzy namelerle şarkı söyleyen seksi ve genç bir kız, gerektiğinde çığlık da atıyor, en sevdiğimden. Davulcu, gitarcı ayrı yardırıyor zaten. Findlay hakkındaki ilk iznemim Alex Turner’ın dişi versiyonu olduğu yönünde. Arctic Monkeys’in son albümünü al, biraz Last Shadow Puppets, bir tutam da Yeah Yeah Yeahs ve The Ting Tings sound’u serpiştir, vokalleri de 91′li kızımız yapsın; al sana Findlay. <3
CURXES
Gözlerini neredeyse kapatan siyah kahkülleriyle kendine oluşturduğu konfor bölgesi sayesinde sahnede ayakkabısını çıkaran, onlarla göz kontağı kurmasa da seyircinin arasına inen, mikrofonu ve başını alıp oraya buraya tırmanan, siyah mini elbiseli, seksi çoraplı femme fatale solist, Brighton’lı Curxes’ı sadece dinlemek için değil izlemek için de özel bir grup haline getiriyor. Sonrası electro pop melodiler üzerine kadınsı çığlıklar.
FUN ADULTS
Damağınızda bir tutam Local Natives, biraz Alt-J ve biraz da Active Child tadı bırakacak olan Fun Adults yetenekli gençlerden oluşan hafif çekingen bir grup. Sahaya çıktıklarında bolca pozisyon değiştiriyorlar, gitarcı forvete geçiyor arada sonra klavyeyi sağ bekte görebiliyoruz falan. Herkesin sesi de güzel. Sahneye alışırlarsa pek tutamayabiliriz kendilerini. Bu arada artwork’leri de birer sanat eseri söylemeden edemeyeceğim.
THE WYTCHES
Bizim de çaldığımız Les Enfants Terribles line-up’ının Headliner’ı diyebileceğimiz The Wytches yüksek tempolu müzikleriyle The Mesmerist’i baya baya YIKTI. Brighton’dan çıkma genç grubun performansı sırasında mekan en kalabalık halindeydi ve ön sıra pogo yapıyordu. The Wytches’ı tip olarak daha çok Horrors’a, melodi ve gitar ve vokal tonları olarak da daha sert bir Arctic Monkeys’e benzettim. Gitar parçalamadan sahneden inmelerini henüz çok ünlü olmamalarına veriyorum. Konser performanslarıyla seyirciyi kazanıyorlar. Bakınız ben.
US BABY BEAR BONES
Tanışsanız hoş olur bir diğer grupsa Us Baby Bear Bones. İki ayrı sahnede dinledik kendilerini. İtiraf edeyim açık hava sahnesinde kurulurlarken gördüğümde “işte adını asla duymayacağımız bir grup daha” diye düşünmüştüm ama The Mesmerist’teki daha samimi ortamda kalbimi kazandılar. Son zamanlarda çok popüler olan electro pop üzerine kadın vokal deryasından çıkma başarılı bir örnek. Ben en çok sarışın vokalin davula ve kasnağa vurarak tuttuğu ritmleri ve metalafon melodilerini sevdim. Kablo ve bolca elektronik alet olmazsa olmaz.
DARK HORSES
Enteresan kostümlerle yarattıkları karanlık atmosferin içini müzikle doldurdu Dark Horses. Ben davulcuyu izlemekten grubun kalanına pek konsantre olamadım. Bi ara kara melek gibi bi abla çıkıp Björk-vari vokaller de yaptı ama ben hala gözlerimi davuldan alamamaktaydım.