Heineken Open’er Festival 2013

Dünyanın en ünlü ve görkemli festivallerinden Glastonbury’de geçen müzik dolu ve duşsuz 6 günü ardımda bırakmış, evimden kilometrelerce uzaktayım. Ara durak Londra’da temizlenip, kendime gelip ertesi gün sırtımda kocaman bir çantayla Varşova uçağındayım. Polonya ile ilk karşılaşmamız olacak bu. Sebebi ziyaretim Türkiye Polonya diplomatik ilişkilerinin başlamasının 600. yılı kültürel etkinlikleri çerçevesinde naçizane Open’er Festivali’ni izlemeye davet edilmiş olmam.

Henüz ilk festivalin izlerini fiziksel olarak atabilmiş değilim ama ikinci festival için motivasyonum çok yüksek: Arctic Monkeys, Crystal Castles, Disclosure, Nas, Queens of the Stone Age, Kings of Leon, The National, Johnny Greenwood, Blur, Nick Cave & The Bed Seeds, Alt-j, Palma Violets ve buraya gelmeden önce araştırıp popüler şarkılarına az çok aşina olduğum Polonya alternatif müzik sahnesinin en başarılı temsilcilerini dinleyeceğim. Line up sağlam yani.

1

 

Erken saatlerde vardığım Varşova Chopin Havaalanı şehir merkezine 15 dakika mesafede. Ben nasıl ki festivalin izlerini atamamışsam üzerimden Varşova da 2. Dünya Savaşı’nın izlerini halen taşımakta. İkimiz de biraz yorgunuz, birbirimize nazik davranmaya karar veriyoruz. Open’er’a gitmeye karar verirseniz öyle hızla geçiştirmeyin, Varşova’yı gezmeye 1-2 gün ayırın derim. Varşova yazım için http://cizenbayan.com/gezenbayan/polonya/varsova buraya da göz atabilirsiniz. Bana çok önerilen bir diğer şehir ise Krakow. Aklım kaldı. Umarım bir dahaki sefere…

varsav

Ertesi gün yolculuk ülkenin kuzeyine, Baltık denizine kıyısı olan liman kenti Gdansk’a. Gdansk Havaalanından Open’er’ın yapıldığı Gdynia’ya giderken yolumuzun arka fonu kuzey ormanları, yemyeşil çamlar, el değmemiş bir doğa ve derin bir nefes çeksen ciğerini yakacak kadar bol oksijen.

4 gün boyunca 5 sahnede bir sürü performans, bir o kadar da kültürel etkinlik beni bekliyor. Ayağımda siyah lastik çizmelerimle ana sahne üzerindeki gri bulutların işaret ettiği yağmura da sahneler arası koşuşturmalara da hazırım. Sinek kovucu sprey ise yanımda mutlaka olması gerekenler listesine tepeden giriş yapıyor daha ilk dakikadan.

yagmur

Yol yorgunluğu demeden ana sahnede Editors’la 4 günlük müzik maratonuna start veriyorum. Open’er Stage (Ana Sahne); festivalin ta öteki ucunda dev bir çadır olan Tent Stage ve bu ikisinin ortasında yer alan daha ufak bir sahne olan Alterklub Stage çoğunlukla arasında mekik dokuduğum sahneler oluyor. Ama her önünden geçtiğimde dans ettiğim Beat Stage ve diğer küçük parti alanlarından da bahsetmezsem olmaz. 4 günde hem dünyaca ünlü grupları dinliyor hem de Polonya’nın yetiştirdiği birbirinden başarılı sanatçılarla tanışıyorum.

heykel

Müze, tiyatro (ki oyunlara önceden rezervasyon yaptırmazsanız giremiyorsunuz), sinema, enstelasyonlar, sessiz disko, genç tasarımcıların kreasyonlarını sergilediği Fashion Stage (Moda Sahnesi), yine genç tasarımcıların tezgahları, ufak dans kioskları, dönme dolap ve sushiden humusa, hamburgerden glutensiz çorbaya çeşit çeşit yemek standları; Gdynia-Kosakowo Havaalanı’nın uçsuz bucaksız çimlerini ülkenin en büyük festivalinin zemini haline getiren öğeler.

Her biri fashion stage’de show’lar düzenleyen genç tasarımcıların butiklerinden kareler:

Ortam, insanlar, giysiler hatta heykeller bile rengarenk. Tek sorun (sanırım Heineken sponsorluğu sebebiyle) bira dışında içki satılmaması; satılan biranın alkol oranının normalden düşük olması ve onun da yalnızca yemek alanlarında tüketilebilmesi; sahne önüne içkiyle gidilmesine izin verilmemesi.

ortam-fashion

Bu uygulamanın bir sebebinin de çok içmeye meyilli gençleri korumak olduğunu öğreniyorum. Yine de çadırda kalan gençler sıcak votkaları dikip dikip alana girdiklerinden sarhoş sayısında herhangi bir azalma olduğunu düşünmüyorum. Üstelik pek çoğunuzun bildiği gibi yasak delme psikolojisi daha da heyecanlı hale getiriyor bu işi. Gençleri müzik festivalinde içip sarhoş olmaktansa müzik dinlemeye, etkinliklere teşvik etmek yasaklarla değil, doğru iletişimle, rol modellerle yapılacak bir şey diye düşünüyorum. Yasaklamak biz yapacağımızı yaptık diyip kolaya kaçmak…

otbus

Polonya’nın önemli sanatçılarından Pawel Althamer haç şeklindeki içi dışı bembeyaz bir otobüsü katılımcılar rengarenk kalemlerle kendilerinden izler bıraksın diye festival alanına yerleştirmiş, biz de onun sanat projesine katkıda bulunuyoruz. Elime geçen ilk kalemle #direngezi yazıyorum bir yere. İçerde bir Gezi yazısı daha görünce burada benden başka Türkler de olduğunu anlıyorum. Neredeler acaba?

gezi

Son gün attığım bir tweet sayesinde 3 Türk arkadaş ediniyorum. Üçü de müzik aşığı, kalkıp buraya konser izlemeye gelmişler. İlk kez “şu konserin şurasında çıkıp hızlı yürürsek filanca konserin ortasına yetişiriz” dediğimde kendimi deli gibi ve yalnız hissetmiyorum. Müzik evet güzel bir motivasyon ama neden özellikle buraya, Polonya’ya, Open’er’a geldiklerini sorduğumda dinlemek istedikleri sanatçıların olduğu iyi line-up ve çok uygun fiyatlar cevabını alıyorum.

friends

Open’er’ın kampsız kombine bileti 300, kamplı ise 350 Lira. Bu fiyat Sziget (620 TL), Glastonbury (670 TL), Rock Werchter (542 TL) ve hatta çok daha kısa süren ve daha az sanatçının sahne aldığı ülkemizdeki Rock’n Coke (180 TL) ile karşılaştırılınca bile oldukça uygun gerçekten de. Festivalde yediğiniz içtiğiniz de ucuz olacak onu da hesaba katın. Örneğin biz bizdeki dükkan burger ayarında gurme burgeri 6 liraya yedik ve lezizdi.

1

Gerçekten de başta uygun fiyatlar olmak üzere pek çok diğer sebeple Polonya gençlerin ve Erasmus öğrencilerinin çok tercih ettiği bir ülke. Bir konser esnasında biz Türkçe konuşurken bize kulak misafiri olan iki kızın ‘Merhaba, acaba Türk müsünüz?’ demesine inanılmaz şaşırıyoruz. Henüz Türklerin en çok yaşadığı Avrupa başkenti Berlin dışında dünyanın hiçbir yerinde eğer Türkiye’de bir dönem yaşamadıysa kimse konuşmamdan nereli olduğumu anlamamıştı. Ülkeye gelen Erasmus öğrencileri sıralamasında Türkler ikinciymiş, sebep bu. Epey aşinalar dile.

2

Türk arkadaşlarım kampta kalıyor, tedarikliler. Sıfır promil geçen 3 günün sonunda kampla giriş kapısı arasında kalan alanda, çimlerde, bir çok genç gibi biz de içiyoruz. Tek sorun votkanın da kolanın da çok sıcak olması. Sıcak votkayla en son lise hazırlıkta sarhoş olmuştum. Gece o saatten itibaren müzikten çok zıbıtma temalı geçiyor. Son gecem olduğu için eşyalarım herşeyim yanımda oradan direkt havaalanına gidiyorum.

 3

Dünyaca ünlü grupları dinlerken bir yandan Polonya’nın alternatif müzik sahnesinin en iyi temsilcileriyle tanışmak da bonus gibi oluyor. İyi ki gelmişim Open’er’a. Bir diğer bonus ise Polonya seyircisi gördüğüm en ateşli seyircilerden oluşu. İngiltere’den sonra ‘festival izlenir’ ülke sıralamasında üst sıralara yerleştiler.

Benzer bir fotoğraf Rock Werchter’den de paylaşıldı. Tekerlekli sandalye ile crowd surf olayı da muhteşem. İnsanın gözleri doluyor.

wheelchair

Open’er’da çadırda kalabilecağınız gibi Sopot’ta veya Gdynia yakınlarında ev de tutabilirsiniz. Eğer evde kalırsanız festival çıkışı ücretsiz shuttle’larla tren istasyonuna gelip festival sebebiyle sabahtan akşama aralıksız çalışan trenlerle evinize dönebilirsiniz. Tren biletleri zaten çok ucuz ama bir de kombine tren bilekliği almak mümkün. Böylelikle trene istediğiniz kadar sınırsız binebilirsiniz.

Çadır / tuvalet / duş durumlarını tecrübe edemedim ne yazık ki. Ama festival alanımdaki tuvaletler oldukça temizdi bu yüzden herhangi bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum.

tuvaletler

Gelelim festivalden müzik notlarına… Polonyalı sanatçılar arasından şu isimlere kulak kabartın:

*Deep house, techno sularında yüzen Novika 10 yılı aşkın süredir Polonya’nın elektronik müzik sahnesinin önemli isimlerindenmiş. Şarkıları da İngilizce olduğundan benim kişisel favorilerimden biri oluyor. Lovefinder şarkısı kendisiyle tanışmak isteyenlere önerimdir.

*Polonyalı şarkıcı ve söz yazarı Skubas farklı tarzlardan isimlerle yaptığı işbirlikleriyle tanınıyormuş. Open’er performansında da sahneye benim ne yazık ki tanımadığım solistler davet ediyor. Akılda kalıcı melodileri ve insanın içininı kıpır kıpır eden ritmlerin üzerine yazdığı Lehçe şarkı sözlerini hiç anlamasam da keyifle dinliyorum. Ne demek bilmiyorum ama Linoskoczek güzel şarkı:)

*Yine İngilizce elektronik müzik yapan ve dikkatimi çeken bir diğer Polonyalı grup ise Rebeka. Son derece cool bir sahne duruşuna sahip ikilinin Fail isimli şarkıları favorim.

*xxanaxx da Polonyalı kızların %99‘u gibi güzel bir solist, laptop başında cool bir prodüktör ve bir drum machine ile türlü örnekleri yapılan günümüz elektronik müziğinin Polonyalı yeni temsilcisi. Şarkı sözleri İngilizce, kayıtlar canlı performanslarından ‘şimdilik’ daha iyi. Göz atılabilir.

*İtiraf edeyim ana sahnenin Tame Impala ve Arctic Monkeys öncesi konukları oldukları için dinlediğim Kim Nowak yılların rock grubuymuş izlenimini yaratıyor. Bu grubun normalde hip-hop yapan Waglevski kardeşlerin bir yan projesi olduğunu öğrendiğimde ise oldukça şaşırıyorum. Çok yönlü müzisyen olmak böyle bir şey heralde.

*Yine ana sahne konuklarından Kaliber 44 sayesinde Lehçe hip-hop nasıl bir şeymiş onu da öğreniyorum; bu müziğe olan ilginin büyüklüğünü de gözlerimle görmüş oluyorum.

kaliber

*Bir diğer dikkat çekici isimse Maria Pezsek. Kısa saçları, giyim tarzı, sahne duruşu ve söyleyecek çok şeyi varmış ifadesi; Lehçe şarkılarında ne dediğini merak ettiriyor.

Yeni tanıştığım yerli malı sanatçılardan sonra benim için festivalin en akılda kalan performanslarını ise şöyle sıralayabilirim:

*En ön sıralarda, metre kare başına düşen insani olmayan insan oranı sebebiyle ezilme tehlikesi geçirerek ama en doğru kalabalığın içinde büyük bir coşkuyla izlediğim, vücudumdaki morlukların sebebi Arctic Monkeys

am

*Cuma geceyarısı Tent Stage’in yıkımına sebebiyet veren, çok küçük oldukları için biraz sinir olsam da sevmekten kendimi alamadığım yetenek patlaması ve bence elektronik müziğin seyrini değiştirecek olan 91 ve 94’lü kardeşlerden oluşan Disclosure

*Ana vatanları İngiltere’de çaldıklarına kıyasla daha az ama coşkulu kalabalıktan stage dive’ını eksik etmeyen, insanları ayakkabıları fırlayıp t-shirtleri sırıl sıklam oluncaya kadar zıplatan Palma Violets

palmas

*Tent Stage’de ilk günün yol yorgunluğuna rağmen geç saate kadar dans ettiğim, hastası olduğum, Tent Stage’i resmen yıkan ve bi yerde denk gelirseniz mutlaka dinlemeniz gereken Crystal Castles

*Davulcusunun attığı sololarla kalbime taht kuran Queens of the Stone Age

*Pek hayranı olmasam da sevdiğim şarkılarını aynı dili konuşmadığım binlerce insan eşliğinde bağıra çağıra söylediğim, Boys & Girls’de ise 1000 kalori yaktığım Blur

blur

*İstanbul Rock’n Coke transferi öncesi hazırlık maçını izliyormuşçasına dikkatle incelediğim Editors

*3. kere izliyor olmama rağmen beni sıkmayan şahane besteleriyle annemden babandan çok görür olduğum Tame Impala (hatta Sziget’te dörtledim sonra)

tame

*Tanımadığım insanların arasında tek başıma This is for Matilda diye bağırdığım, elimi üçgen yaptığım Alt-J

*Gezi direnişimizin en hararetli günlerine denk geldiğinden iptal olan konserinin acısını burada çıkardığım The National

national

*Yeni tanıştığım arkadaşlarımla beraber dinlediğim, şarkılarıyla bana güneşli şahane bir havada işte şu an bir festivaldeyim duygusunu yaşatan Everything Everything

*Farklı tarz müziklere verdikleri tepkilerle Polonyalılarla konser izlemek keyifli diye düşündürten Mount Kimbie ve These New Puritans

kopmaca

*Sahnede 15 dakikalık Electric Counterpoint bestesini bizat çalan efsanevi grup Radiohead’in gitaristi Johnny Greenwood

Festivalden canlı performans video’ları için Youtube’daki oynatma listeme göz atabilirsiniz:

Fakat Open’er’a gözümde asıl sınıf atlatan şey, herhangi bir festivalde eşine rastlayamayacağınız bir kapanış aslında: Steve Reich yönetiminde, bu yıl festivalde çekilmiş ve hemen editlenmiş, insana Roman Polanski‘nin vatanında olduğunu hissettiren sinematografideki görüntüler eşliğinde 1.5 saatlik Ensemble Modern performansından bahsediyorum. Dünyanın en büyük ve görkemli festivallerinden birinden henüz gelmiş ve etkisinden çıkamamış olmama rağmen Open’er beni kendine hayran bırakıyor.

stevereich

Konserlerden sonra bir havaalanından diğerine gidip önce Varşova’ya oradan İstanbul’a döndüğümde kolumdaki madalya gibi festival bilekliklerine bakıp gülümsüyorum. Bu ayarda bi line-up’ta, hem de Türkiye – Polonya diplomatik ilişkilerinin 600. yıl dönümünde Polonya’da Open’er’a 1 hafta ayrılır, Sopot’ta denize girip, Gdynia dolaşılır. Fiyat performansı olarak bu sene katıldığım en iyi festival diyebilirim. Son olarak not: Polonyalı kızlar çok güzel :)

bileklik