Pozitif Günler‘le müzik dolu bir haftayı geride bıraktık, şimdi sıra Mono Festival’da.
İçimizde bikini, çantamızda havlularımızla saat 9:30 civarı Mono’ya gitmek üzere Erenköy’den yola çıkıyoruz. Erkenciyiz çünkü çok beklediğimiz bu festivalin her anını yaşamak istiyoruz. Sahil yolundan önce Sarıyer sonra Kilyos, Kilyos’a varınca da Mono Festival tabelalarını takip ederek saat 11:00 civarı Solar Beach’e varıyoruz. Erken geldiğimizden otoparkta yer var, ücreti de 5 Lira. Son derece makul. Biz geldik Mono!
Kapılar 10:00’da açılmış ve bizden erken gelen Mono’cular ödüllü Lucky Mono kartlarının çoğunu bulmuşlar bile. İlk kez geldiğim Solar Beach şu an güzel müzik çalan bir beach club. Alt katta kumların üzerinde şezlonglara ya da orta katta minderlere yayılmak gibi iki seçeneğimiz var. Ben gün boyu neşeli müzikler çalacak olan Beach Bums sahnesinin yakınlarındaki minderleri tercih ediyorum, bizden bir grup insan da şezlonglara iniyor. Böylelikle iki tarafta da yerimiz oluyor. Çok kurnazız!
Yerleştiğimize göre şimdi kendimizi Kilyos’un serin sularına atma zamanı. Tam bu noktada uzun zamandır kafamı kurcalayan ‘Biz yüzerken eşyalarımız n’olcak?’ sorunsalına deneme yanılma yöntemiyle çözüm bulmuş oluyoruz: Normal bir plajdaymış gibi eşyalarımızı havlularımızın ve minderlerimizin yanına bırakarak hep beraber denize giriyoruz. Çıktığımızda her şey yerli yerinde duruyor. Sonuç: olumlu.
Epey bir yürüdükten sonra ancak karnımıza gelen su seviyesi biraz daha yürüyünce tekrar bileklere iniyor. Bu durum sahilden bakınca denizin içinde devler varmış görüntüsüne yol açıyor. İnsan gibi yüzmek için baya bir yürümek gerekiyor. Evet deniz biraz sığ ama bu eğlenmemize ve en önemlisi serinlememize engel değil.
Saat 14:00’de Dinamo Hexagon sahnesinde de müzik başlıyor. Biz güneşin ve denizin tadını çıkarırken yavaş yavaş hareketleniyor Solar Beach. Karnımızı doyurmak için üst kata çıkıyoruz. Yemek için önce fiş almak gerekiyor. Bu durum şu an sıkıntı yaratmasa da ilerleyen saatlerde bekleme sırasının 1 saate kadar çıkmasına yol açıyor. Zaten bütün gün göbeğimi içime çekerek dolaştığımdan karpuz peynir sipariş ediyorum. Porsiyon baya doyurucu, yine de Murat ve Yağız’ın yediği leziz kaşarlı pidenin tadına bakınca kaderime isyan ediyorum.
Saat 15:00’de Beach Bums’da Dancing Birds Feel The Beat’le yavaştan dans moduna da geçiyoruz. Foals çalıyor ablalar, nasıl dans etmem. Plaj voleybolu, deve güreşi, jet-ski, banana, kumdan kale yapımı, yüzme, su sıçratmaca, butikleri gezmece gibi aktivitelerle geçiriyoruz günü. Pembeye mora boyanmış insanlar geçiyor yanımızdan. Önce bir şaşırsak da anlıyoruz ki Color Power katılımcılarıymış kendileri (ya da mağdurları mı demek lazım bilemiyorum)
Saat 17:00 olduğunda içkilerin %50 indirimli olduğu Happy Hour’un başlaması ve yalnızca festival bileti olanlara da kapıların açılmasıyla barların önünde uzun kuyruklar oluşmaya başlıyor. Aynı anda The Ringo Jets Ana Sahne’de müziğe start veriyor. Dinlemek için Ana Sahne’ye gidiyorum ancak hava henüz çok sıcak. Şahane çalan hatta yardıran The Ringo Jets’i hakettiklerinden çok az kişi dinliyor. Canlı performans dinlemek için erken bir saat.
Ben de The Ringo Jets’i biraz dinleyip son bir kez denize girip serinlemeyi tercih edenlerdenim. Saat 18:00’de Paradiso ve Dubstep & Electronica sahnelerinde de müzik başlıyor. Etti mi sana 5 sahne? Yerleri birbirine çok yakın olsa da yine de mitoz, mayoz, Allah ne verdiyse bölünmemiz gerekecek bu saatten sonra.
Saat 19:00’da plaj kapanıyor ve şezlongların olduğu alt kattan kışkışlanıyoruz. Denize girme faslı bittiğine göre ıslak bikinimi değiştirip plaj modundan festival moduna geçebilirim. İçinde havlumun, güneş kremimin falan olduğu çantamı arabanın bagajına bırakmak üzere otoparka gidiyorum. Arabayla gelmesem ne yapardım diye düşünüyorum. Sonradan öğrendim ki Mono’da plaj keyfi yapacaklara vestiyer hizmeti de sunulmuş. Dinamo Hexagon sahnesinin altında, soyunma kabinlerinin yanında. Hem de 5TL imiş. Bu arada arabamın arkasına başka arabalar park etmiş. Ben sabaha kadar buradayım ama erken çıkmam gerekirse nasıl bir çözüm uygularlardı bilemiyorum.
19:30’da Dubstep & Electronica’da çalmakta olan ve çok sevdiğim Grup Ses Beats‘i üzülerek yalnızca yarım saat dinledikten sonra 20:00’de Ana Sahne’de çalmakta olan Gogol Bordello‘nun ortamına şöyle bir göz atıp Beach Bums’a geliyorum. Güneş henüz batıyor, bütün arkadaşlarım burada ve Club Bangkok‘la bol danslı, kudurmalı, ayakkabıdan vodka içmeli bir 2 saat başlıyor. Saat 22:00’ye kadar türlü taşkınlık ve komiklikle seyircisini eğlendiren Club Bangkok’u 21:45’de Ana Sahne’de performansına başlayan Oh Land ile aldatmam gerekecek. Oh Land öncesi fena aç olduğum için önünde kuyruk olmayan tek seçenek olan midye dolmayla -pek lezzetli olmasa da- karın doyuruyoruz. Gözleme, döner veya hamburger gibi bir şey yemek istersem minimum bekleme süresi 45 dakika.
Oh Land kat kat kumaştan kabarık bir sahne kostümü ve şu sıralar en sevdiğim şarkısı Perfection’la başlıyor performansına. İlk şarkıdan sonra üzerindekini çıkarıyor. Tayt giydiği için ondan bacak şov bekleyen hayranlarını hayal kırıklığına uğratsa da güzelliği yetiyor. Son Of A Gun söylerken uçan bir yaratığın saldırısına uğrayan klavyecisinin imdadına yetişiyor. Bu sempatik ve güzel Danimarkalı kızımızın sahne performansı, dansları, enerjisi süper.
Herkesin eşlik ettiği Wolf & I da dinledikten sonra 60 metreden serbest düşmek üzere Ana Sahne’nin hemen arka kısmında yer alan SCAD alanına geçiyorum. Bir vinçle 60 metre yüksekliğe çıkıp 30 metre aşağıdaki ağların üzerine sırtınıza ağırlık merkezinizi sabitlemek için takılmış bir güvenlik yeleğiyle atlamanın bedeli 80 TL.
Daha önce 85 metreden bungee jumping yaptığım için atlamadan önce son derece gazım, korkmuyorum. Özgür irademle veriyorum kararı. Sarhoş falan da değilim. Lakin 60 metreye çıkınca ufaktan bir tırsma yaşıyorum. Yukarı beraber çıktığımız 4 kişiden 2’si benden önce atlıyor. Onlar ölmedi, bana da bir şey olmayacak diye rahatlatıyorum kendimi. Sıra bana gelince vincin ortasındaki boşlukta sırtım yere dönük gözlerim kapalı beni havada tutan güvenlik ipinin bırakılmasını bekliyorum. Sonrası insana çok daha uzunmuş gibi gelen 3 saniye. Yere indiğimde tavan yapan adrenalin seviyemden dolayı sarhoş gibiyim.
Bundan sonrası biraz film gibi. Hava iyice soğumaya başladığından arabaya gidip üstüme bir şeyler alıyorum. Ana Sahne’de performansına son single’ları Youth Without Youth’la başlayan Metric‘i izledikten sonra hiç değilse sonuna yetişeyim diye Ruckspin dinlemeye Burn & Electronica’ya koşuyorum. Metric’ten feragat etmem gerekse de iyi ki gelmişim, Ruckspin amiyane bir tabirle yardırıyor çünkü. Performansı bitip sahneyi Commodo‘ya devrettiğinde tempo düşüyor. Karnımız aç, tesadüfen biraz azalmış gözleme sırasına Merve’yi dikip post-modern menümüzü tamamlamak üzere kokteyl almaya Beach Bums sahnesine iniyorum. Çok acıktığımızdan mıdır bilmem inanılmaz lezzetli gözleme. Enteresan soframızı o anda şahane çalmakta olan Yakuza şenlendiriyor. Gözlememi bitirip indie tanrılarının affına sığınarak Metric hala sahnedeyken kendime engel olamayıp Beach Bums’da dans ediyorum.
Ana Sahne’de The Horrors başlayana kadar ‘stage-hopping’ yapıyoruz: Biraz Beach Bums, biraz Paradiso derken tüm gün çok önemli DJ ve prodüktörlerin çaldığı Dinamo’yu çok boşladık. Orada da Cervus çalıyor ama içeri adım atılacak gibi değil. The Horrors başladığında Ana Sahne’ye koşuyorum. Post rock ve goth’u birleştirdikleri kendilerine has tarzları ve duruşlarıyla çok cool’lar. Günümüzün emo’larını andırsa da skinny pantolonu ve önüne düşen saçlarıyla çok karizmatik grubun frontman’i Faris Badwan. Sea Within Sea’de onlar performaslarının doruk noktasına ulaşırken ben de enerjimin diplerine doğru seyrediyorum.
3 saat uykuyla geldiğim festivalde 16. saatimi doldurmuşum. En çok beklediğim Battles performansına kadar kendimi rölantiye alacağım. Gündüz güneşlendiğim, üzerinde sıcaktan eridiğim minderler şimdi buz gibi. Saat 2:15’de telefonun alarmını kurup donarak yarım saat kestiriyorum. 2:45’de uyanıp Ana Sahne’de en önde yerimi alıyorum. Amerikalı deneysel rock grubu Battles’ın sahne kurulumu da alıştığımız cinsten değil. Kliplerinde de çok güçlü görseller kullanan Battles canlı performanslarında da aynı hizada dizilmiş üç üyesinin arkasında duran dev led ekranlarla bizi hem görsel hem de işitsel olarak tatmine ulaştırıyor.
Sahnede doğaçlama takılan 3 adam teşekkür ediyorlar bu saatte onları dinleyen kalabalığa, hatta tam olarak sözleri ‘şimdiden en iyi arkadaşımız oldunuz’ şeklinde oluyor. Atlas, Ice Cream, Tonto gibi şarkılarını birbiri ardına sıralayan grup My Machines çalarken şarkının vokalisti Gary Numan’ın görselleri arkadaki dev led ekranlarda. Bu performansı, o an hissettiklerimi tarif etmem mümkün değil. Sanırım bu festivalde baştan sona kadar dinlediğim tek grup olan Battles performansıyla birlikte Ana Sahne’de de müzik bitince Mabbas’ın setini dinlemek için Beach Bums’a ayırdığım enerjimi geri dönüş yoluna saklayabilirim çünkü Mabbas performansı iptal olmuş.
Biz festival alanını terk ederken Dinamo, Beach Bums ve Burn: Dubstep & Electronica sahnelerinde müzik devam etmekteydi. Otoparkta ise en az yüz kişilik bir servis kuyruğu vardı. İyi ki arabayla gelmişiz vol. 3. Biz otoparktan çıkarken arabanın camına vurup bozuk Türkçeleriyle ‘paramız bitti bizi istanbul’a götürür müsün’ diyen iki Alman kızcağızı da arabaya alıp yola çıkıyoruz. Biz şehre gelene kadar güneş doğuyor. Sabah 5:00’de Kale’de karnımızdan çok gözümüzü doyurduğumuz kahvaltımızdan sonra hepimiz kendimizi evlerimize atıyoruz. Çok yorulduğum, çok eğlendiğim ve en önemlisi harika müzik dinlediğim bir günü geride bırakıyorum. Uyumadan önce son sözlerim şunlar oluyor: I survived Mono Festival!
Festivalde çektiğim videoları izlemek isterseniz şöyle buyrun:
Festival üzerine kısa kısa notlar:
- Toplam 5 sahnede 50’ye yakın sanatçı, grup ve DJ saat sabah 10:00’dan ertesi sabah 5:00’e kadar aralıksız olarak performans sergiledi.
- Pozitif’in yaptığı açıklamaya göre festivali 8500 katılımcı izledi.
- Festival süresince özellikle akşam saatlerinde yemek, içki ve tuvaletlerde kaçınılmaz olarak uzun kuyruklar oluştu.
- Yemekler lezzetli, fiyatlar makuldu. Ama yemek alabilmek için önce fiş almak gerektiğinden iki kere sıraya girildi. Bu durum gündüz sorun olmazken akşam uzun kuyruklar oluştu. Hemen hazırlanabilecek yemekler için de hazırlanması daha uzun süren yemekleri bekleyenlerle beraber aynı sıraya girildiği için servis iyice yavaşladı.
- Gündüz kredi kartı geçen yemek standları ve barlarda gece 12’den sonra kredi kartı geçerli değilmiş.
- Alana gündüz şahsi araçla gelen katılımcılar 5 TL ücret ödeyerek Solar Beach otoparkını kullanabildiler. Daha geç gelenler otoparkta yer kalmadığı için uzakta başka bir otoparka yönlendirilip festival alanına ek bir ücret ödemedikleri shuttle ile gelmişler.
- Festival’e servis ile gelen arkadaşım Serhat ise servisle ulaşım durumunu şöyle özetliyor: “Festivale Darüşşafaka Metro İstasyonu çıkışından servis ile gittim. Saat 16:30 sularında servis sırası olarak 20 – 25 kişi vardı. Gelen servise onlar bindiler ardından 10 dk sonra yeni gelen servise 5 TL ödedim, yolculuk 20 dk sürdü. Dönüş için servis Taksim’e 50 dk’da ulaştı ücreti 10 TL idi. Dönüş için servis iyi organize edilmemişti saat 03:30 gibi festival alanından çıkıp sırada 40 dk servis bekledim ve servisler rutin aralıklarda değil 20 dk’da bir 2 tane gibi bir sistemle geliyordu. Tıkanıklık hiçbir zaman çözülemedi. Hava soğuk olduğu için ince kıyafetle çileli bir 40 dk oldu.”
- Akşam saatlerinde hava iyice soğudu. Gündüz giyilen kıyafetlerle durmak zorunda kalanlar çok üşüdü. Demek ki böyle uzun saatler sürecek festivallere gelirken hem sıcak hem soğuk havaya uygun kıyafetler bulundurmalı.
Son olarak, daha çok fotoğrafın yer aldığı Mono Festival albümüne göz atmak için buraya tıklayın.