Glasto’dan Bildiriyorum

Bu sene 2. kere gittiğim Glastonbury 2014 geride kaldı. Geçen sene bu kadar çok sevdiğim grubu bir arada görme heyecanıyla sahneden sahneye koşarak ve dev alanı tanımaya çözmeye çalışarak geçirdiğim festivali bu sene daha sakin, tecrübeli ve daha festival havasında takip ettim.

Öncelikle şunu anladım: Glasto herkes için başka bir anlam taşıyor. Genci, yaşlısı, çoluğu çocuğu herkes burda çünkü. Bu kadar insanın ortak noktası ne olabilir diye sorunca kendime bu kanıya vardım.

2012-05-29-2850

Gelip bütün gün çadırın önünde oturan da, sahneden sahneye koşan da, sadece partileyen de, hayranı olduğu grubun peşinden koşan da, yepyeni keşifler için ufak sahneleri tavaf eden de, Healing alanında masaj yaptırıp tarot baktıran da, Crafts alanında çanta yapımından, demirciliğe, sabundan halı dokumaya çeşit çeşit workshop’a katılan da, çimenlerde içen de, kendi tasarımı kostümüyle boy gösteren de, herkes burada.

Özellikle 40 yaş üstü çok fazla izleyici var. Hatta 70-80 yaşında insanlar bile görüyorsunuz. Hem de festivalin ruhuna uygun çılgın kostümleriyle. Glasto’nun bir özelliği herkesin kamp alanında kalıyor olması ve bu yaşlı insanlar da asla gocunmadan yağmur çamur demeden çadırda kalıyorlar. Bırakın anneannemi annemi falan düşünemiyorum burda. Bizde belli bir yaş üstü olaylara ‘artık bizden geçti’ gözüyle yaklaşıyor. Gençken o kültürü edinmiş olmak lazım belki de.

2012-05-30-2937

Bir de yeni doğmuş bebekler, ya da çamurun içinde gülüp eğlenen küçük çocuklar var. Anne babaların kafa rahatlığına hayran oldum. Türk annesi o paçaları görse kalp krizi geçirebilir. Burda çamurdur geçer gözüyle bakılıyor. Yine saygı duyulası.

İngiltere’de festival kültürü diye bir şey var gerçekten bu nedenle İngiliz festivallerinin çok farklı bir ruhu oluyor. Bu yüzden Glastonbury beni Line-up’ı hiç eksik kalmasa da ünlülerin salındığı, bazen bir podyuma dönüşen dev prodüksiyon Coachella’dan daha çok heyecanlandırıyor.

2012-05-29-2819

Glasto’ya gitmeden önceki haftasonu İstanbul’da Minipax Festival vardı. Hava yağmurlu diye çok özenle hazırlanmış bir line-up’a rağmen katılım azdı mesela. Burada öyle bir durum söz konusu olmuyor haliyle. Özellikle Cumartesi günü bildiğin dolu yağdı, fırtına çıktı ama insanlar müzik dinlemek için geldikleri sahne önünden ayrılmadılar. Bir de İngiltere gibi iklimi olan bir ülkede insanlar alışkın da bu duruma. Festivallerde çok büyük olasılıkla yağmur çamur oluyor. Festival modasının değişmez parçaları Wellies denen uzun lastik yağmur çizmeleri ve Poncho denen katlanabilen yağmurluklar. Gerçekten de festivalde yanınızda mutlaka olması gereken 3 şey ne deseler uzun lastik çizme, yağmurluk ve ıslak mendil derim (bolca ıslak mendil).

IMG_6578

İngiltere’de, özellikle Glastonbury’de öne çıkan bir diğer festival kültürüyse farklı, eğlenceli festival kostümleri. Ayakta fiks Wellies var ama üzerine giyilen elbiseler, etekler, şortlar simli, payetli, rengarenk, bazen ışıklarla, tüylerle dekore edilmiş oluyor. Bu sene kızılderili şampa ve bantları patlama yaptı festivalde. Bir de çiçekli taçlar her senenin olmazsa olmazı ama bu sene boyutları da kocaman olmuştu. Işıklardan, renkli toplardan kendi şapkasını yapanlar da var. Bol simli ya da neonlu festival makyajlarını hem kızlar hem erkekler tercih ediyor. Elbise, tayt giyen erkekler çok sempatik oluyor bence. Bir de tamamen yaratıcı kostümler var. Köpek balığı tarafından yutulmuş insan kostümü, uzaylılar, özellikle son gün çok popüler olan ‘duş’ kılığına girenler. Gerçekten renkli görüntüler.

Glasto’ya nasıl her sene bilet buluyorsun diye soranlar oluyor. Şansa 2 senedir Resale’den alıyorum. Biletler isme özel olduğundan satmak kapıda bulmak ikinci el almak falan mümkün olmuyor. Ayrıntılı bilgi için şu yazıya göz atmanızı tavsiye ederim. 2015 biletleri çıktığı zaman yine duyuruyor olurum, takipte olunuz.

IMG_6154

O zaman yavaşça bu senenin festival izlenimlerine geçelim:

Bu sene de Resale’de bilet kaptığımız Glasto’ya yine Çarşamba öğleden sonra vardık. Ana sahnelerde Cuma’ya kadar müzik yok, hatta Other Stage ve Pyramid’in inşaatları bile devam ediyor oluyor. Yine de müzik dışında yapacak çok şey olduğundan Çarşamba gelip yerleşmek, yorgunluğu atmak, önden bi partilemek bence ruhu özümsemek açısından önemli.

Processed with VSCOcam with c3 preset

Tüm hafta sonu yağış gösteriyor ama Çarşamba hava güneşli, şanslıyız çünkü yağmurda çadır kurmak kabus olabilirdi. Çadırımızı bu sene çok sevdiğimiz sahnelerden John Peel sahnesi ve Silver Hayes‘in hemen arkasında kalan Rivermead adlı kamp alanına kurduk. Kapıya baya yakın olduğundan eşek ölüsü çadırı çok taşımak zorunda kalmadık.

Yerleşip hemen gezmeye başladık. Bir iki değişiklik dışında sahneler hatta yemek standları falan hep aynı, yerli yerinde. Geçen sene burdan pizza yemiştik çok güzeldi, aa şuranın fish & chips’i lezizdi diyebilmek, koskoca festival alanını avucunun içi gibi bilmek güzel.

IMG_6347

Glasto’ya yanında içki getirebiliyorsun. Kasa kasa bira taşıyan var. Biz de bu sene bi şişe viski bi şişe konyakla katılıyoruz yarışmaya. Ağırlığı zorlamasın alkol oranı çok olsun diye.

Bu sene bi iki ufak değişiklik var:

Mesela ilk kez barlarda kredi kartı geçiyor. (10 Pound üzeri harcama yapmak gerekiyor)

En sevdiğim yeniliklerden biri de şu oldu: Toi-rent tarzı plastik tuvalet kabinleri kaldırılmış. İçi delikli, deliğin altında çukur ya da çöp konteynırı olan üstü açık kabinler var. Güzel gelişme. Plastik kabinlerin kendi haznesi var, hemen doluyor ve kapalı bir ortam olduğu için görüntü koku baya talihsiz olabiliyor. (bir de devrilme riski var onların aman allahım kabus) Dolan hazneyi bir araç gelip vakumluyor ve o işle sırasında burun direklerini sıkı tutmakta fayda var. Yeni usül kabinlerde çöp konteynırı ile kabin arasında mesafe var ve dolduğunda hemen boşaltmak mümkün. Koku minimumda. Bizdeki organizatörlerin de kulağına gider umarım bu uygulama.

IMG_6198

Geçen sene 2-3 yerde Recharge çadırları vardı. Önünde sıra bekleyip yarım saat içeri girip telefonunuzu şarj ediyordunuz. Bu sene aynı uygulama var ama bu sefer tek çadıra inmiş, çadır biraz daha büyük. Yenilik olaraksa telefon şarj edilebilen recharge çadırlarında içeride girip bedava doldurabilmenizin yanı sıra 20 pound karşılığı powerbar alıp boşaldıkça gidip boşunu verip dolusunu ücertsiz alabiliyorsunuz. Festival sonunda da powerbar sizde kalıyor. Sadece bazen sıralar uzayabiliyordu yine de içerde yarım saat oturmaktan daha iyi ve pratik. Powerbar’lar ilk gün anında sold out oldu, sabah erkenden sıraya girenler alabildi, ama ertesi günlerde de tekrar tekrar getirdiler. Bu uygulama bu sene pilottu sanırım seneye de daha çok stokla devam ederler. Sponsored by EE.

IMG_6926

Seneye EE hat almayı da düşünüyorum zaten. İki senedir kullandığım 3 hattım neredeyse hiç çekmedi festivalde. 2 instagram fotosu paylaşamadım.

Yemek acaip çeşitli ve güzel seçmesi çok zor. Sadece hamburger pizza yok. Şöyle söyleyeyim, dünya yemeklerine meraklı gurmelerin sırf yemek yemeye gelebileceği bir festival bence Glasto. Her öğün farklı şeyler denemeye çalışıyoruz biz de. Fiyatlar dışarıyla neredeyse aynı.

2012-05-30-2889

Bu sene ilk yemeğimizi geçen seneki favorilerimden Soup Library‘de yedik. Soup Library, ev yapımı sıcak çorba veriyor, çorbanın yanında ekmek tereyağı ve masalarda da okumanız için acayip acayip vintage kitaplar var. Süper konsept, zaten festival ödüllerinde de en iyi konseptten aday olmuş. Giden olursa yeri William’s Green sahnesinin yanında. Çok tavsiye ederim.

IMG_7075

Bir diğer favorim Other Stage’den Silver Hayes’e giderken sağ kolda kalan Pizzacı Il Forno. Pizzaları muuaaah! Benissima! Fish & Chips’teyse Silver Hayes’deki yeşil sarı fish & chips standını tek geçerim. Tarator sosu, hem derin dondurulmuş hem taze balığı leziz. Bu senenin yenilerinden, Pyramid ile John Peel arasında kalan yolda The Garlic Farm‘da sarımsaklı ekmek, sarımsalı mantar ve sarımsaklı Chili Beef de denenmesi gereken lezzetlerden. Bir diğer tavsiye edeceğim lezzetse Anna Mea’s‘ın Mac’n Cheese’leri.

IMG_6293

Bir Londra efsanesi olan Breakfast Club da bu sene Glasto’ya pop-up bir şube açmıştı. Tüm menüsü tabii ki yok ama biraz kompakt bir halde de olsa full İngiliz kahvaltısı var, doyurucu, lezzetli. Bir başka güzel kahvaltı alternatifiyse Other Stage alanının doğusunda kalan Bagel Bro’s‘un tatlı ve tuzlu bagel’ları.

IMG_6199

Çarşamba günü geçen seneden tecrübeli Nisayla benim, bu sene ilk kez gelen arkadaşlara alanı gezdirmemiz ve festivali anlatmamızla geçti. Minik dükkanlardan incik boncuk baktık. Kilim, süs eşyaları, pançolar, vintage giysiler, maskeler satan çok güzel dükkanlar var. Guardian’ın her sene gazetenin yanında verdiği bedava çantalar festival ganimetlerini eve geri götürürken baya işe yarıyor. Hatta kamp için gerekli ne varsa çok da pahalı olmayacak şekilde yine festivaldeki dükkanlardan edinmek mümkün.

2012-05-30-2869 2012-05-30-2870 2012-05-30-2872 2012-05-30-2908

Park Stage‘in yukarısında kalan Worthy View‘da, rengarenk GLASTONBURY yazısının altında güneşin tadını Pimms içerek çıkardığımız, hamaklarda keyif yaptığımız, eve kartpostal yolladığımız güzel bir gün oldu Çarşamba. Henüz sahnelerde müzik olmadığı için yol ve çadır kurma yorgunluğuyla erken yattık.

IMG_6128

IMG_6124

Hava Perşembe de açıktı ilk başta. Healing Field‘da çoğu booked out olan çadırlardan birinden 2-3 saat sonraya Shiatsu randevusu kaptım. Randevuma doğru inanılmaz bir yağmur bastırdı ve yarın nasılsa Hunter’ı ayağımdan çıkaramayacağım hazır güneşliyken giyeyim dedğim spor ayakkabılarımla yakalandım. Stonebridge Bar‘dan şahane müzikler geliyordu, henüz yağmura hazırlıklı olmadığımız için biz de oraya sığınıp dans ettik.

Sonra ben henüz çok çamur olmamış yollarda masaj randevuma gittim. 10 Pound verdiğim ve yarım saat süren çok rahatlatıcı masajım esnasında deli gibi yağmur yağdı. Çıktığımda çamur olmasın diye  etrafına Sainsbury poşeti sardığım spor ayakkabılarımla epey ilgi çektim hatta Glastonbury’de yepyeni bir akım başlatmış olabilirim.

IMG_6281

Masaj sonrası çadırda buluşup evet bundan sonrası yağmurlu olacak diyerekten Wellies’leri ve poncho’ları çektik. Artık yağmur çamur ve her türlü hava şartına hazırırz.

Bir ara ana sahne olan Pyramid Stage’de 50 kere üst üste Reflektor çalarak sesi test ettiler. Akşama doğru alevler püskürten dev örümcek Arcadia da testlere başladı. Heycan dorukta.

IMG_6670

Perşembe günü yağmur aralıklarla yağdı durdu hep. Bugün DJ günü ve dün kapalı olan büyük sahnelerden birkaçında müzik başladı. Ağaçların altında Glade sahnesinde techno ağırlıklı çaldı. Gece geç saatlere kadar Silver Hayes’de Stonebridge Bar’da ve irili ufaklı sahnelerde dj performansları vardı. Yemek yediğimiz yerden kalkarken 2.5 yaşındaki bebeğiyle yanımızda oturan aşırı cool bir amca ‘gençler nereye gidiyorsunuz, Glade’e gidin çok iyi bir DJ çalıyor’ diye tavsiye verdi. Çok iyi DJ dediği de Sasha, biz de oraya gidiyorduk zaten :) Müziğe aç bünyeler izdiham yaratmıştı bile. Perşembe akşamımız da dans ederek geçti.

IMG_6681

Cuma festivalin main actlerinin başladığı gün. İç yakan çakışmalar ve dopdolu bir liste var bugün izlenecek. Kaiser Chiefs, Skrillex, Arcade Fire, MIA, Four Tet ve Metronomy gibi isimler çakışıyor bugün. Tek bir sahnesinin bir günlük line-up’ından Türkiye’de iki festival çıkar Glasto’nun. Acayip bir ortam. Harika bir konser izlerken kaçan konserde neler oluyor acaba hissini sanırım ancak 3. Glasto’mda aşabileceğim. Geçen sene de Cuma en dolu gündü bu arada ve çok fazla çakışma vardı.

Processed with VSCOcam with k3 preset

Glasto’nun bir diğer özelliği de rehberde ‘Special Guest‘ ya da TBA olarak geçen sürpriz gig’ler. 11:00’de Other Stage’de kim olduğu bilinmeyen “Special Guest” için binlerce insan efsane yağan yağmura rağmen sahne önündeydi. David Bowie, Oasis, Prince gibi dedikodular dolanıyordu etrafta fakat yine Cuma gecesinin headliner’larından Kaiser Chiefs çıktı sahneye. Aslında iyi de oldu, geceki zincirleme çakışmadan bir ismi sildik en azından. Ricky her zamanki bildiğimiz Ricky, daha ilk şarkıdan seyircinin arasına daldı. İngilizler zaten azıcık coşkuyu aldılar mı durdurabilecene aşkolsun. Tam başladıkları an yağmur kesildi ve güneş çıktı üstelik. İngilizler bu durumu 2 parmaklarını gökyüzüne doğrultarak kutladılar. Ben %100‘de yeni izlememe rağmen herkesin şarkıları bir ağızdan söylediği İngiltere’de izlemek daha keyifli olduğundan bikaç şarkı için kaldım ve sonra tek başıma West Holts‘da Jonny Greenwood‘un eşlik ettiği Londra Senfonisini izlemeye gittim. Buna çok benzer bir performansı geçen sene Open’er festivalinde yine Jonny’nin eşlik ettiği Varşova Senfonisinden dinlemiştim.

IMG_6652

Ana Sahnede The War On Drugs varken ben iletişimsiz kalmamak adına Recharge Tent’te telefon şarj ettim. Amacım John Peel’da sahne alacak olan Jungle‘a yetişmekti ancak tam çıktığım sırada Other Stage’de sürmekte olan Blondie konseri sebebiyle hiçbir yere hareket edemedim. Öyle bir kalabalık vardı ki, Pyramid’e koysalarmış keşke Blondie’yi. Debbie Harry yaşlanmış ama saçları falan çok karizmatikti. Bizim TRJ’in davulcusu Lale’ye benzettim yeni imajını. Neyse ben de ordan geçmeye çalışırken bir Heart of Glass dinlemiş oldum aslında fena olmadı.

Yolda inanılmaz vakit kaybedip, çadırların arasına dalıp ancak son 3 şarkıda yetiştim Jungle‘a. Bir yerlerde mutlaka denk gelmem lazım. Bu sene keşfettiğim ve şarkılarını hem çok dinlediğim hem de bir yerdelerde DJ’lik yaptığımda çaldığım Jungle’ı 2 kişi sanıyordum ve nasıl bir sahen setup’ları olacağı konusunda da bir fikrim yoktu. Çok kalabalık inanılmaz enerjili inanılmaz bir performanstı. Yakın zamanda tekrar canlı izlemeyi ümit ediyorum. Bir yerde denk gelirseniz affetmeyin. Festivalin favorilerinden benim için.

Hava bir kapayıp bir açıyor. Çok ıslak ve yüz binlerce insanın basması sonucu yrın öbür gün çamur deryası olur yine buralar. Şimdilik nemli çimlerde arada bir yüzünü gösteren güneşi bolca içimize çekerken Sponge Bob modunda içmeye başladık. Yine aynı sahnede bir sonraki performans Temples da dinlemek istediğim gruplardan olduğu için Cuma listemde. 70’lerden günümüze ışınlanmışçasına saykadelik rock yapan Temples bir Tame Impala değil ama yine de idare eder.


Şansa bugün aynı sahnede üst üste dinlemek istediğim performanslar var. Temples’dan sonra yine John Peel’da Poliça‘yı da dinledik. Dışarsı o kadar kalabalık ki kalkıp başka sahneye gitmek pek de akıl karı değil zaten. Elektronik alt yapı üstüne çift davulla sahneye çıkan Poliça performansı da sevdiklerimiz arasında yerini aldı.

IMG_6368

Kalabalıktan hareket etmesi çok zor olduğundan ana sahnedeki Rudimental’a gidip sonra Crystal Fighters için geri gelmek yerine yine Kenan Işık’la Kim 500 Milyar İster sahnesi tadındaki John Peel’da kaldık.

IMG_6386

2 kişinin odunların üstüne tokmaklarla vurdukları epik bir giriş sonrası Crystal Fighters da kalabalık bir ekiple sahnedeydi. Enerjileri yanında kostümleri de tek kelimeyle harikaydı. Özellikle frontman’in kızılderili şapkasını çok kıskandım. Crystal Fighters girişi Fifa oynayanların da yakından tanıdığı en ünlü şarkıları Follow’la yaptılar ve o andan itibaren tempo hiç düşmedi. Zaten Champion Sound falan düşününce baya dünya kupası şarkısı tadında müzik yapıyorlar. Temples ve Poliça’ya oranla dev bir kalabalığı coşturdular.


Biz Other Stage’deki Foster The People performansına yetişmek üzere son şarkıda çadırdan çıktığımızda bütün gün bir çok sıcak bir serin olan havada kara bulutlar toplanmaya başlamıştı bile. Yol üzeri bir makarna alıp sahne önüne gidecekken dolu yağmaya başladı. Herkes bir yerlere sığındı, bizse elimizde makarnamızla ortalıkta kaldık. Makarnanın sosu falan gidip yeni haşlanmış kıvama geldi. Hayatımda maruz kaldığım en yoğun yağıştı sanırım. Yağmur biraz durunca kafa kafaya verip ıslak makarnaları yiyişimiz de epek komikti.

IMG_6418

Onlarca insan açık bir sahne olan Other Stage önünde dolu altında Foster The People beklerken grup elemanları ortada yoktu. Ben çok sinirlendim. Hiç bir açıklama da yapmadılar ilk başta. Bu ne burda dolu altında bekliyoruz nasıl çıkmazlar sahneye, daha da dinlemem Foster The People diye isyan ettim. Kapalı bir çadır olan John Peel’a gidelim dedik ama yolda açık kapalı bütün sahnelerde müziğin kesildiğini farkettik. Yağmur tüm hızıyla devam ediyordu ve koca festival alanında müzik kesilmişti. Yağmurluğa rağmen donumuza kadar ıslaktık, müzik de yok, çadıra gidelim dedik. Tam o sırada Teletabi güneşi misali güneş doğdu ve güney batıya baktığımızda dev bir gökkuşağı ile karşılaştık.

Processed with VSCOcam with c1 preset

Çamur deryasında çadıra yürüyüp ıslak kıyafetlerı çıkarırken hattı çeken arkadaşlar sayesinde (benimki 3 ve çekmiyo pek) @glastotweets’ten yakınlarda bir yere yıldırım düştüğünü bu yüzden performanslara ara verildiğini okuduk. Foster The People’a boşuna kızmışız dedik ve biz çadırdayken sahne alan ekibin performansını kaçırdığımızla kaldık. Bu arada tüm sahnelerde konser saatlerinde sarkmalar yaşandı.

IMG_6212

Biraz kuruyunca John Peel’da Chvrches için pozisyon aldık. Bir sonraki konser  yine aynı sahnede çalacak olan Lykke Li için önlere doğru ilerledik. Elektronik pop yapan Chvrches çok sempatikti bu arada. Aslında Linkin’ Park haklı, biraz Disney Commercial Music yapıyorlar ama neden olmasın? Fanlarına da bakılırsa daha da büyük bir grup olurlar.

Chvrches sonrası karanlıklar prensesi Lykke Li için en öne geldik. Yarım saat bekledikten sonra aşk acısı çekenlerin sevgilisi Danimarkalı güzel payetli siyah Cansever cekediyle sahnedeydi. Simsiyah tüller içinde, simsiyah göz makyajıyla, adeta o acıları tekrar tekrar hissederek ve dramatik sürünme benzeri hareketler yaparak söyledi şarkılarını. Günün en beklediğim performanslarından biriydi.

Processed with VSCOcam with hb2 preset

2012-05-28-2789

Sadness Is A Blessing, I Neved Learn, No Rest For The Wicked’da bileklerimi dikine kesebilirdim. Dance, dance, dance ve little bit gibi nispeten hareketli şarkıları bile bir hüzün taşıyordu. Ancak I Follow Rivers’da kendimize geldik. Güzel konser oldu. Son şarkıda çıkıp günün sarkmalar sebebiyle saat kaçta olduğunu tam da bilmediğimiz headliner’larına gitmek üzere ayrıldık.

Ben Lollapalooza’da yeni dinlediğim ve Pyramid Stage’de konser izlemeyi pek sevmediğim için Arcade Fire‘ı es geçtim, rock tanrıları beni affetsin.

 

MIA’e, Metronomy’ye bakmak istiyordum ama sahneleri çok uzak olduğundan Other Stage önündeki dev kalabalıkla beraber aslında Glasto için alışılmışın dışında bir headliner olan Skrillex‘i beklemeye başladım. 5 Dakika kala countdown başladı. Kararımdan çok memnunum çünkü inanılmaz bir performanstı. Işıklarla müziğin bu kadar coşturucu ve ahenk içinde olduğu bir performans daha izlememiştim sanırım.

IMG_6515

Yalnızdım ve damarlarımda sadece viski vardı ama yine de çok eğlendim. Etrafımda ellerinde su, gözlerinde güneş gözlükleri ve neon oyuncaklarıyla herkesin hap attığı belliydi, tam da yeri aslında. Zaten güya yasak ama herkes heryerde herşeyi rahat rahat içip takılıyor. Ot falan okey de ben şahsen kendi adıma bu kadar büyük 177 bin kişilik bir ortamda ve çamur deryasında üstelik de izlenecek bu kadar performans varken çok ağır uyuşturucular kullanmayı biraz anlamsız buluyorum. Türkiye’den geldim her dakika bulamam bu isimleri. Ertesi gün yorgunluktan gebereceğime kalkar konser dinlerim. Üstelik de festivalin daha ilk günü 26 yaşında biri ketamin kullandığı için ölmüş. Gerçekten çok üzücü.

IMG_6526

Neyse gelelim konuya, zaten Skrillex müzikleri ve efsanevi sahne ışıklarıyla boş kafayla da uçuruyor. Çamur içinde bol bol dans edip, bütün gün yediklerimi yakarken bir yandan da büyülendim. Adam kazandığı her kuruşu hakediyor. Evde açıp dinlemezsiniz belki ama bir Skrillex konserinde bulunun efendim. Efsanevi Skrillex konseri sonrası ekibin kalanıyla Wow‘da buluştuk. Üzerinde ‘Love Deep Like The Sea’ yazan bir gemi şeklindeki Wow sahnesi tıklık tıklım. Ama çok tek düze giden tekno beni pek açmadı ve ben yine sürüden ayrıldım. Dev bir sopaya ışık bağlamış parlak bir arkadaş edindim (bu tarz enteresan aksesuarlar sayesinde arkadaş da ediniliyor) Beat Hotel‘de saat 3’e kadar Joe Goddard ve Four Tet‘in B2B performansıyla dans ettim. Bir ara tek başıma dans ederken tren halinde en öne yardıran bir grup beni de arasına kattı. Daha sonra Türkiye’de Erasmus yapmış bir Alman’la yarı Almanca yarı Türkçe sohbet ettik. Yalnızken ayrı gruplayken ayrı keyifli yani Glasto.

Processed with VSCOcam with hb2 preset

Günün highlight’ları fırtına sonrası çıkan dev gökküşağı, Jungle, Crystal Fighters, Lykke Li ve Skrillex’di.

Cumartesi Hozier, Midlake, yine bilek kesmeli Warpaint, Lana Del Rey, Jagwar Ma, Jack White, Little Dragon, Pillowtalk, Chromeo, MGMT, John Talabot B2B Jamie XX, TEED ve Disclosure Dj Set bizi bekler. Çamur içinde, sırılsıklam ama mutluyuz.

IMG_6441

Cumartesi kahvaltı, alışveri derken bu sefer Hozier kurban gitti ve güne Other Stage’de Midlake ile başladık. Teksaslı grup daha önce Türkiye’ye de gelmişti ama ben Almanya’daydım sanırım. Canlı olarak izleme şerefine ilk kez nail oldum. Herkesin sesinin harika olup vokal yaptığı gruplardan Midlake. Sakin, insanı alıp götüren bir soundları var. En sevdiğim şarkıları olan Roscoe’da gözlerimi kapadım ve müziğe teslim oldum. Gözlerimi tekrar açtığımda tüylerim diken dikendi. 15 Temmuz’da İstanbul Caz Festivali dahilinde Neil Young’ın ön grubu olarak İstanbul’da dinleyebileceğiz. Kaçırmamanızı tavsiye ederim.

Yine Other’da bir sonraki performans Warpaint‘ti. Benim her birinin ayrı havası karizmsı ve seksapeli olan Warpaint kızlarına olan düşkünlüğüm artık epey biliniyor sanırım. Özellikle dünya güzeli olan basçının ben müziğimle öne çıkmak istiyorum dercesine sürekli güzelliğini gizleme çabalarına ayrıca hayranım.

IMG_6636

En önlerde olabilmek ve konserin başını kaçırmamak adına Pyramid Stage’deki Kelis’e de gidip gelmekten vazgeçtik. Çok güzel performansmış o da, o gün ana sahneye demir atan İlhan arkadaşımızın dediğine göre. Milkshake’den fazlasıymış.

Zaten harika müzikler dinlerken bir yandan başka harika müzikler kaçırıyor olmak Glasto’nun fıtratında var. Tıpkı yağmur ve çamur gibi. Artık kabulleniyorum ben de yavaş yavaş.

Nasıl ki Müzeyyen Senar rakı içerek dinlenirse Lykke Li ve Warpaint gibi ağır ablaları dinlerken de Viski içmek lazımmış gibime geliyor. Midlake ve Warpaint arası boşlukta gereğini yapıyoruz biz de Nisa ile. Davuluna ayrı basına ayrı vokallerine ayrı kurban olduğum Warpaint ablaları İlk Glastonbury performanslarında İngiliz seyircisinin beğenisini kazanmıştır diye düşünüyorum. Amerikanın en güzel ihracı ablaların festivale Gberry ve Glastonb isimler takma çabalarının nasıl sonuçlandığını ise bilmiyorum.

Processed with VSCOcam with k3 preset

Warpaint gibi ince ince işlenmiş bas-gitar sekansları ve ruh taşıyan vokallerden sonra ana sahnede yüzünde donuk bir ‘ben neden burdayım’ ifadesi taşıyan ve şarkılarını okuma bayramında zorla sahneye çıkarılmış kız çocuğu gibi mırıldanarak söyleyen Lana Del Rey açmıyor haliyle. Çok da seviyorum şarkılarını ama ikinci canlı performansı da hayal kırıklığı. Goodbye Lana. Ben Jagwar Ma ile coşmaya gidiyorum.

IMG_6644

Jagwar Ma‘yı ilk kez geçtiğimiz, size göre ilk bana göre son baharda Santiago’da dinlemiştim. Elektronik alt yapı, canlı gitar, davul ve vokaller, gerçekten aradığımız lezzet. Kendilerini tekrar dinlemek için koskoca Worty Farm’ı çamurlara bata çıka bir baştan bir başa yürüyüp The Park Stage önünde yerimi alıyorum. Ben yürürken gökyüzünde beliren kara bulutlar performansa 10 dakika kala sağnak bir yağmur olarak üstümüze yağmaya başlıyor. Sorun yok, herkes hazırlıklı. Yağmurluklar çıkıyor çantalardan ve bekleyiş sürüyor.

IMG_6660

Sahneye çıkıp yağmur altında bekleyen insanları gören grup elemanları duygulanıyor. ‘this is loyalty’ diyorlar, saygı duyuyoruz işareti yaparken. Performans süper, asit yağmadıkça ıslanmaya aldırış etmeden dinlenir. Bu arada davullar da Warpaint’imin hayran olunası davulcusu Stella’dan. Herkes çılgınca dans ediyor. Yanımdaki yeni arkadaşlarımla dans ediyoruz biz de. (Bu arada BBC’nin görüntüleri izledim de ses bi garip orijinali ve sahne önünde duyduğunuz çok farklı çok daha güzel berlitmem lazım)

Tek başımayım diye midir bilmem torbacı sananlar da, müzik dinlemeye, sadece Glasto için kalkıp Türkiye’den buraya gelmeme şaşıranlar da var. Bol danslı ve yağmurlu konserden sonra donum dahil ıslananları değiştirmek üzere çadıra dönüyorum.

IMG_6115

Sonrasında John Peel’da Little Dragon dinlemek olan kararımı Pyramid’de Jack White dinlemek olarak değiştiriyorum. Arkadaşlarla birlikte olalım diye. Ama yanlış karar. Jack White yaşam enerjimi söküp alıyor. The White Stripes güzeldi de solo tarzı beni açmıyor Jack White’ın. Little Dragon’u kaçırdım ama tek başıma Beat Hotel‘e gidip Pillowtalk eşliğinde dans ederek üzerimdeki ölü toprağını atabilirim. Sonrasında John Peel’da dinlemek istediğim Chromeo performansı iptal olmuş (ayrıntısını öğrenemedim). Ben de Sonic Stage‘de BBC Radio 1’ın ünlü DJ’lerinden Annie Mac‘i dinlemeye gidiyorum. Çadır ağzına kadar dolu, dışarıda ekran önündeki kalabalık içinde dans ediyorum tek başıma. Şarkılar bir ağızdan bağıra bağıra söyleniyor, eller ayakta.

IMG_6100

Yaşanan talihsiz ölüm vakasından mıdır bilmem bugün tek başına takıldığım zaman içersinde birkaç kişi bana iyi misin diye soruyor. Çok ince bir davranış.

Annie Mac’ten sonra John Peel‘da MGMT dinleyeceğim. Yine yalnızım. Bizimkiler Metallica‘da. Glastonbury’nin alışık olmadığı bir headliner olduğu için 2 hafta sonra Türkiye’de dinleyecek olmalarına rağmen Metallica dinlemek istemelerini anlıyorum aslında. Grup elemanlarının ayı avlaması sebebiyle hayvan insan hakları ve çevre bilinci konusunda çok hassas olan Glastonbury’de çalmamaları için dilekçe yazılıp imza bile toplanmış. Grup elemanları ise çektikleri esprili bir videoyla bu duruma da cevap vermişler konser sırasında, İlhan ve Nisa’dan aldığım haberlere göre. Grubun çok heyecan duyduğu Glastonbury performansı için bastırdıkları Glastallica t-shirt’leri de hemen tükenmiş üstelik. Ben almasam da olur teşekkürler.

MGMT, Time To Pretent, Electric Feel, Weekend Wars ve Kids gibi hitlerini art arda çalıp seyirciyi coşturuyorlar, John Peel sahnesi ağzına kadar dolu. Hepimiz zıplıyoruz. Konser sonrası buluşup hep beraber ateş püsküren dev örümcek Arcadia’ya gideceğiz ama yollar tıkanmış durumda. Kısa yoldan gitsek o girişi kapamışlar, herkesi uzun yola yönlendiriyorlar yolsa çamurdan öyle kötü bir halde ki bata çıka zar zor gidiyoruz Arcadia‘ya.

Vardığımızda TEED DJ setinin ilk 40 dakikası bitmiş, kalan 20 dk ise biraz bayık. Saat 1’de açık havadaki dev metal örümceğin içindeki kabini devralan Pazar akşamının headlinerları Disclosure kardeşler DJ setlerine When A Fire Starts To Burn ile manidar bir giriş yapıyorlar. O sırada örümcek cayır cayır yanmakta tabii. 3 başka şarkı 1 kendi şarkımız mottosuyla sürdürdükleri setlerinin temposu canlı performansları kadar yüksek değil. Ağır Party hard’cı çıkan corporate slave arkadaşlarımız Can ve Tunca kravatla çalıştıkları her saatin acısını çıkartırcasına Shangri-La gecelerine akarken biz çamura bata çıka ‘ev’ dediğimiz çadırımızın yolunu tutuyoruz Nisa ile.

IMG_6713

Pazar sabahı hava açık. Pyramid Stage‘de English National Ballet‘nin 1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında toplumda kadınların yükselişini konu alan modern dans gösterisini izleyerek başlıyoruz güne (Biraz da bu çeşitlilik yüzünden çok seviyorum Glasto’yu) Güneş gitgide etkisini gösterirken biz de soluğu festival alanının en güney doğusunda yer alan, sabaha kadar süren partilerin yapıldığı Sahngri-La, Block 9 ve Unfair Ground‘un bulunduğu South East Corner‘da alıyoruz.

 2012-05-30-2896

Cennet kısmında ‘Save The Bees’ yazarken ve Cehennem kısmında ‘Fuck The Bees’ yazan afişleri, dev duvarlardaki satiri içeren sanat eserleri ve içinde vodka yerine Absenth bulunan Bloody Mary varyasonu Bloody Fairy tarzı yaratıcı kokteyller sunan barlarıyla Shangri-La aklımızı alıyor.

IMG_6824

IMG_6845

Block 9‘ın geçen seneden aşina olduğum, çatıya uçmuş taksi, yıkık dökük binanın içine girmiş metro gibi öğeler barındıran apokaliptik dekoru da hayranlık uyandıran cinsten.  Bu alanda yer alan bar ve klüplerin line-up’ları da oldukça iddialı ve partiler sabahlara kadar devam ediyor.

2012-05-30-2880

Block 9’ın devamında yer alan Unfair Ground‘daki dev bebek kafaları, kırık dökük lunapark oyuncakları, ters dönmüş arabalar psikopat bir Stephan King romanındaymışsınız hissiyatı uyandırıyor bünyenizde. 4-5 günlük bir festival için nasıl bu kadar uğraşıyorlar her ince ayrıntısıyla dedirtecek bu alanlar dünya gözüyle görülmeli.

Processed with VSCOcam with c1 preset

Glastonbury’nin daha hippi bölümleri ise bu alanın batısında yer alıyor. Worthy View’a giden yolda karşınıza çıkacak Green Futures‘da her türlü workshop mevcut. Metal dövüp kendi sandalyenizi yapabilir sabuna kalıbınızı basıp halı dokuyabilirsiniz. Workshop’ların çoğu ücretsiz ama yine bir çoğuna önceden kayıt olmak gerekiyor.

IMG_6588

Güneş gitgide açarken geçen sene dünyanın en tatlı düğününe denk geldiğim Healing Field’da başka bir düğünün sonuna denk geliyoruz. Glasto’da evlenmek isteyen olursa diye bilgileri de aldım bu sefer. İlgilenenler www.cloud9ceremonies.co.uk adresinden Glenda ile kontağa geçebilir.

IMG_6865

Hava o kadar güzel ki White Lies‘ı Other Stage önünde değil de çimenlerde yatarak dinliyoruz. Geçen sene Pazar gecesi de festivalde uyuyup Pazartesi öğlen dönmüştük. Bu sene dönüşümüz Pazar gecesi olduğundan hava kararmadan toplanmamız gerekiyor. Sam Smith, Jake Bugg, Ed Sheeran kaçıyor hep. Çantalarımızı topluyoruz ve sonra festivale devam edebilmek için bunları gönüllüler tarafından işletilen ücretsiz Property Lock-Up’lara bırakıyoruz. Çadırı kurma ve sökme işlemlerimizi kuru havalara denk getirebildiğimiz için şanslıyız.

Akşamüstü çok cici bir havada Other Stage’de Bombay Bicycle Club üzerine de Pyramid Stage’de The Black Keys dinliyoruz. Bombay Bicycle Club’a sabah yine aynı sahnenin açılışını yapan şirinlik abidesi Lucy Rose eşlik ediyor Lights Out Words Gone’da.

Pazar gününün çakışmaları da yine 3 müzik aşığı bilim adamını bir araya getirip teleportu, klonlanmayı icat ettirecek cinsten. Henüz akşam 8’de bile DisclosureLondon Grammar mı yoksa Kasabian mı dinleyeceğime karar verememiş durumdayım. (Bu arada bu 3’e indirgenmiş Shortlist, aynı anda  allahtan yakın zamanda %100‘de dinlediğim Massive Attack ve James Blake de var). Elimde olsa mitoz bölüneceğim.

London Grammar’a bayılıyorum ve hiç canlı dinlemedim üstelik de en sevdiğim sahnelerden John Peel’dalar. Kasabian’ı 2012’de Reading‘de canlı dinledim, gerçekten çok iyiler, şimdi bir de yeni albüm üzerine Glasto’yu ateşe vereceklerine kesin gözüyle bakıyorum; tek eksisi Pyramid’de konser izlemek önlerde değilseniz TV izlemek gibi. Son olarak Disclosure’a dev hastayım, daha önce 2 kere bir Pitchfork‘ta bir de Open’er’da canlı izlememe rağmen sanırım bir müddet Türkiye’ye gelmezler düşüncesiyle hiç kaçırasım yok. 3 tarafı olan bir para bulup yazı tura mura mı atayım ne yapayım. Gerçekten çaresizim.

Kararımı öncesinde aynı sahnede çalacak olan Bonobo‘yu da dinlemek istediğim için West Holts‘ta Disclosure dinlemekten yana kullanıyorum. Bonobo One Love‘da da büyülemişti. Burada da harika tabii ki.

İki konser üst üste dinleyince çok önlere gidilebiliyor diye de buradayım ve stratejik kararımdan pişman değilim. Gerçi Bonobo sonrası viskim bittiğinden bara gitmek ve ihtiyaç molası vermek için sahne önündeki kalabalıktan çıkmam gerekiyor ama döndüğümde eskisinden de iyi bir yer buluyorum. Bu arada seyyar bir Jelly Short satıcısından da jöle votka alıyorum. Kafalar tam Disclosure’lık.

IMG_7050

F For You ile çığlıklar arasında başladıkları performanslarında Disclosure’a sahnede canlı olarak Ed MacFarlane (Defeated No More), AlunaGeorge‘un Aluna‘sı (White Noise), Elise Doolitle (You & Me) ve ortalığın yıkıldığı son şarkıları Latch’de Sam Smith eşlik etti. Çok dans, çok zıplama, çok çığlık benim için Disclosure konserinin ve mükemmel bir Glasto kapanışının özetiydi. Henüz çok genç iki müzik dahisi iki kardeşten oluşan Disclosure ilerde Daft Punk ve Justice gibi efsane bir ikili olur gibime geliyor.

Disclosure sonrası Beat Hotel köşesinde Kasabian gazileriyle buluşuyorum. Söylenene göre efsaneviymiş, aksi beklenemezdi. Sonradan BBC’den izlemek üzere bookmarklara aldım konseri.

Worthy Farm’da ana sahnelerde müzik bitmiş oluyor böylelikle. Partiler sabaha kadar sürecek.

2012-05-28-2756

Bizim dönüş biletimiz 5:30’da. Kalbimiz sabaha kadar Shangri-La’da kopmaktan yana olsa da çamurda yürümekten Ronaldo’yla yarışan baldırlarımız, 5 günlük duşsuzluktan dolayı yağlı ve elektrikli saçlarımız, soğuktan donan popomuz, yarın Londra’dan uçağımız var az uyuyalım diyen beynimiz ve bilumum organlarımız eve gidelim diyor.

2012-05-28-2759

Festivale gelirken Victoria Coach Station’da bilet saatine bakılmaksızın binlerce kişi sıra olup otobüse binmiştik. Bu soğukta 5.30’a kadar beklemeyelim bi şansımızı deneyelim diyerek 2’deki otobüse binmek üzere Lock-up’tan eşyaları alıp çıkış kapısına gidiyoruz. Biraz sıra bekledikten sonra sizin otobüs sabahmış hacılar binemezsiniz tepkileriyle karşılaşmadan otobüsümüze alınıyoruz. Otobüs neden olduğunu anlamadığımız bir şekilde morg seviyesine gelinceye denk önceden özenle soğutulmuş. Dona dona da olsa gece oldukça hızlı ve trafiksiz bir şekilde London Victoria’ya gelip bulduğumuz ilk taksiye atlayıp evin yolunu tutuyoruz. Tam 5.30’da yorgun argın eve geldiğimizde iyi ki beklemedik diyoruz.

İkinci sene daha da özümsedik daha da bağlandık sana Glasto, yorgun argın ama mutluyuz, biz bilet bulabilirsek seneye de geliyoruz.

IMG_7077

2012-05-30-2898  2012-05-29-2852 Processed with VSCOcam with c2 preset Processed with VSCOcam with c1 preset IMG_6845 IMG_6848 IMG_6832 IMG_6669 IMG_6615 IMG_6580 IMG_6451 IMG_6445 IMG_6237 Processed with VSCOcam with c3 preset IMG_6114 Processed with VSCOcam with c3 preset

  • serra

    harika bir post olmuş elif. orda gibi hissettirdin.

  • cizenbayan

    çok mutlu oldum!!! sevgiler :)