elifkoltuk
Bu yazıyı daha önce yazmak istiyordum ama acele etmek istemedim. Eminim ki farketmişsinizdir(!) sizlere tam 1 aydır Berlin’den bildiriyorum:P Tesadüfler, ortak arkadaşlar, spontan hatta fevri kararlar, biraz değişiklik isteği, biraz cesaret, geçliğin getirdiği kafa rahatlığı, kendinden başkasına sorumluluk duymama hissi ve biraz da secret sonucu 2 aylığına Berlin’e geldim.
Öyle gezmeye gelmedim. Hem zaten Berlin sadece bir ara durak. Ben aslında Güney Amerika’ya gidiyorum. Ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Belki 6 ay, ya da bir yıl? O büyük veda partisi o yüzdendi. 2 ay için değil yani. Güney Amerika ne alaka derseniz, İstanbul’da tanıştığım Alman bir çocuk sayesinde. Ne alaka mı? Durun filmi biraz daha geriye sarayım. Hikaye 20. yy sonu 21 yy başında dünyada geçiyor.

Sene 1997 bilemedin 1998: İlk okuldayım. Türkçe öğretmenimizin ne kontekste olduğunu hatırlamadığım şekilde tesadüfen söylediği ‘Şiliye Özgürlük’ sloganı ben ve sınıf arkadaşlarımızın diline takılmış. Bir hafta okulu inletiyoruz. Şiliye Özgürlük!
Sene 2006: Mimarlık bölümünü kazanıyorum. Severek ve isteyerek okuyorum. Çağdaş mimarlık örneklerini dergilerden falan takip ediyorum tabii. En sevdiğim binalar hep Şili’den.
Sene 2007: Barselona’dayım. Erasmus yapıyorum. En yakın arkadaşım Rus asıllı bir Alman; Sergej. 6 ay içinde bolca pratik yapıp Almancayı unutmadığım gibi İspanyolca da öğreniyorum. Sonraki yıllar Sergej’in beni İstanbul’da benim onu Berlin’de ziyaret etmemle geçiyor. Berlin zaten en sevdiğim şehirlerden.
sergejle
Sene 2010: Mimarlığa devam. Kafayı Şilili mimarlara takmış durumdayım. Şili’deki ofislere staj için CV falan atıyorum. “Bakın İspanyolca da biliyorum. N’olur beni işe alın”.
Sene 2011: Sosyal medya diye bir şey çıkmış, tam da ben okulu bitirirken. Twitter’da cizenbayan; mezun olup, işi bırakıp yaz tatili yapayım derken de blogger olmuşum.
Sene 2012: Yine Berlin’deyim. Bu defa Radiohead konseri için geldim ama Sergej’le de görüştüm tabii. Evine gittik, parti var, Berlin ev partileri ünlü, ev arkadaşlarıyla da tanışıyorum.
2012 sonu: Yer İstanbul bu defa. Sergej’in Berlin’de tanıştığım ev arkadaşlarıylayız. Bir kız bir erkek kardeşler. Tijo ve Tatjana. Sergej ve benim gibi onlar da mimar, hatta Berlin’deki en yakın arkadaşımla aynı okuldanlar. Muhabbet koyulaşıyor. ‘Arkadaşımın arkadaşı’ kategorisinden çıkıp arkadaşım oluyorlar.
Mart 2013: Vazgeçenler Kulübü mizansenli bir reklam filminde oynuyorum. Hayatını gezmeye adamış Cizenbayan rol icabı hayalindeki ülkeden vazgeçiyor. Ajanstan neresi olsun diyorlar. Güney Amerika’da bir yer olsun diyorum. Öyle ayarlamışlar, reklamda elimde Buenos Aires bileti tutuyorum.
secret
Haziran – Temmuz 2013: Gezi olayları. Her gün sokaklardayız. Hem ailem hem yakın çevrem çok etkileniyoruz. O zamanki erkek arkadaşım gaz kapsülüyle başından vuruluyor, babam işinden istifa etmek durumunda kalıyor. Deutsche Welle’den bir muhabir İstanbul’a benimle olaylarla ilgili röportaj yapmaya geliyor. Almanya’da başka bir baba kendi oğlu gibi mimar olan Türk kızının ve bir direnişin hikayesini televizyonundan izliyor.
Ağustos 2013: Olaylar durulmuş durumda. Sergej’in evinde tanıştığım ve sonra İstanbul’a da gelen mimar kardeşlerden kız olanı, Tatjana, bana Facebook’tan mesaj atıyor: “Çok yakışıklı mimar bir arkadaşımız İstanbul’a geliyor.” Bütün yabancı arkadaşlarım ve yabancı arkadaşlarımın arkadaşları gibi ana düşünce ‘Elif sizi gezdirsin’. Blog, DJ’lik, seyahatler, biraz meşgulum ama tabii diyorum, görüşürüz, gezdiririm.
22 Ağustos: Tekteçi’de çalıyorum. Ertesi gün Sörf Şampiyonası için Alaçatı’ya uçacağım, pek vaktim yok. Yakışıklı Alman mimarımıza beni görmek istiyorsan Tektekçi’ye gel demişim. İlk gecesi ama gelmiş, orada. Çaldığım için pek muhabbet edemiyoruz ama haftaya dönünce görüşelim diyoruz.
tektekciagustos
28 Ağustos: Yakışıklı mimarımızla nihayet sessiz bir ortamda görüşüyoruz. 1.60 boylarındaki ufak mimar kız nasıl oluyor da İstanbul’un en cool barlarından birinde çalıyor, hem neden bu kadar insan onu takip ediyor ki diye düşünülmüş, blogum araştırılmış. Sorular geliyor. Konu Gezi olaylarına ve eninde sonunda Türkiye’de kadın olmanın zorluklarına kadar geliyor. Benim de kafamda sorular var. “Sen ne yapıyorsun?” gibi. Berlin’de bir ofisi, Şili’de de bir ortağı ve 6 ayda bir gittiği bir ofisi olduğunu duyunca gülümsüyorum. “Çok isterdim Şili’de çalışmayı” diyorum, zaten mimarlığı da çok özledim. “Ben gidiyorum Ocak’ta gel istersen, sonuçta ofisin ortağıyım ben rica edersem orada çalışabilirsin” diyor. “Olur tamam” diyorum. Havada kalıyor tabii. Sonraki günler birlikte kahvaltı, film, whatsapp mesajlaşmaları derken İstanbul’daki son haftasını beraber geçiriyoruz. “Dünya küçük sen çok geziyorsun nasılsa görüşürüz, hem daha Şili’ye gideceğiz” diyor gitmeden. “Görüşürüz” diyorum o Berlin’e dönerken.
12 Eylül: Babamın istifası sebebiyle kardeşimle daha küçük bir eve çıkacağımız için o sabah Mersin’den gelen annemle ev bakıyoruz. Ev kiraları falan moralimi bozuyor. Nasıl geçineceğiz İstanbul’da endişesi var içimde, bir yandan emlakçı geziyoruz. Öğlen mola verdiğimizde annemle de aylar sonra ilk kez sohbet edebiliyoruz. 2 hafta önce tanıştığım ve bana ‘İstersen benle Şili’ye gel beraber çalışalım’ diyen çocuğu da anlatıyorum. Annemden beklenmeyen bir tepki geliyor: “Ocak’ta Şili’ye gideceksen niye ev bakıyoruz? 3 ay için depozito, emlakçı komisyonu, nakliyeci masrafı ödenir mi?”. A! Annem beni ciddiye aldı! Ama kadın haklı. “İyi de ne bileyim gerçekten gidebilir miyim bilmiyorum ki. Çocuğu doğru düzgün tanımıyorum bile diyorum.” “E sorsana” diyor annem. 2 hafta önce tanıştığı Türk kızından ‘Merhaba, şu an ev bakıyorum ve bu Şili işinin gerçekten oluru varsa 3 ay için ev tutmasam daha iyi olur diye düşünüyorum’ şeklinde bir mesaj alan Matthias’ın cevabı ‘Ciddi olduğunu bilmiyordum. Çok sevindim. Tabii ki bu işin oluru var’ oluyor. O 3 ayda da ne yaparsan yap değil ‘Madem ev tutmuyorsun Berlin’e gel burdaki ofiste bize yardım et o zaman Ocak’a kadar’ diyor üstelik.
O an karar vermem lazım. Ev mi bakacağız yoksa Matthias’ın teklifine okey mi diyeceğim. Sanırım bundan sonrasını az çok tahmin ediyorsunuz. Elimizde boşa alınmış emlakçı kartları, annemle eve dönüyoruz. Babama olayı anlatınca ‘Şiliye özgürlük’ diyip gülüyor. Tam bir ay sonrasına bilet alıyorum. İstanbul’daki son işlerimi bitireyim diye. Yoksa ertesi gün bile giderim, o kadar heyecanlıyım.
sergejleist
Ekim 2013: İstanbul’da son haftam. Sergej de beni ziyarete gelmiş. Bir hafta sonra Berlin’de görüşeceğiz zaten ama o biletini alırken böyle bir plan yoktu tabii. Sayesinde İstanbul’daki son haftamı turist gibi gezerek geçiriyorum. Hiç beklemediğim kadar güzel bir hafta oluyor. Süper bir veda partisi, arkadaşlardan cici sürprizler. Çok duygusalım. O kadar güzel bir son hafta ki neredeyse her şeyi bırakıp kalacağım. Ama benim gitmem gerek. Hep ‘terketmek’ istediğim şehre hüzünlü bir veda ediyorum.
13 Ekim: Yer Tegel Havaalanı. Matthias kocaman bir gülümsemeyle ben de kocaman bir bavullayım. Pazar gecesi, direkt eve gidiyoruz. Ev aynı zamanda ofisimiz. Yatak ve çalışma masaları aynı odada! Mutfağımızın kapısı, banyonun ışığı yok, mumlarla yıkanıyoruz. Matthias da benim gibi. çok yerleşmek istemiyor hiçbir yere. Ben de buraya gelmeden çoğu eşyamı satmışım. Eşyalar seni bir yere bağlıyor. Özgür olmak için az şeye sahip olmak gerekiyor. Sonraki günler her sabah 9’da burada çalışan 4 kişi geliyor ve akşam 6’ya kadar mesai yapıyoruz. Senden başkası böyle bir şeyi kabul etmez bu kadar sürede karar verip hayatını değiştirmeye cesaret edemezdi diyor bana. Ben de senden başkası doğru düzgün tanımadığı birine böyle bir teklifte bulunmazdı diyorum. Birbirimize çok benziyoruz.
tegel
Sonrasında günlerim böyle geçiyor işte. Pilates’e Yoga’ya, konserlere, workshop’lara, filmlere, oyunlara giderek, Berlin sokaklarını gezerek, curry wurst’a, sokak sanatlarına, dönere doyarak, her gün yeni birileriyle tanışarak, yarı zamanlı mimarlık yarı zamanlı bloggerlık yaparak… Gerçekten mutluyum. Bu arada geçen gün Matthias’ın babasının beni Matthias’tan daha önce tanıdığını öğreniyoruz. Deutsche Welle röportajımı izleyen baba oymuş:)
mattfred
Geçen gün Şili’ye gidiş biletimi de aldım. Orada da harika bir ofiste çalışıp aynı zamanda Güney Amerika’yı gezip blog yazacağım. Santiago’ya Buenos Aires üzerinden uçuyorum, gitmişken bir hafta da orada geçiririm diye düşündüm. Sonra oynadığım reklam filmini hatırladım. Hiç planda yoktu Buenos Aires. Siz tesadüflere ve secret’a inanır mısınız? Ben inanıyorum. İyi ki mimarlık okumuşum iyi ki blog yazmışım diyorum. Hayatın bundan sonra karşıma çıkaracakları için heyecanlıyım. Plan yapmamaya devam ediyorum.
IMG 2616
Yoluma insanlar çıkıyor, hayatlar kesişiyor, bazılarının kalbini kalbimde taşımaya devam ediyorum, bazıları yük oluyor, üzülerek de olsa bırakıyorum, yaşım 26 ama çocuğum, dünyayı görmem gerek, hayal kurmam, gitmem gerek. Dub FX bu şarkıyı bana yazmış galiba, bu aralar en çok bunu dinliyorum:

no:3

no:3

Bu yazıyı daha önce yazmak istiyordum ama acele etmek istemedim. Eminim ki farketmişsinizdir(!) sizlere tam 1 aydır Berlin’den bildiriyorum:P Tesadüfler, ortak arkadaşlar, spontan hatta fevri kararlar, biraz değişiklik isteği, biraz...

günümüzün yeni ilişki modelleri, sizlerden gelenler

günümüzün yeni ilişki modelleri, sizlerden gelenler

Bu yazıyı daha önce yazmak istiyordum ama acele etmek istemedim. Eminim ki farketmişsinizdir(!) sizlere tam 1 aydır Berlin’den bildiriyorum:P Tesadüfler, ortak arkadaşlar, spontan hatta fevri kararlar, biraz değişiklik isteği, biraz...

glastomarriage

YORUM EKLE

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir