
Bavul Dergi Mayıs 2016 sayısında yayımlanmış yazım:
2013 yılı, Şili’de mimarlık yaparak yaşadığım sırada, Şubat sonu Mart başı, (mevsim Kuzey yarım kürenin Temmuz Ağustos ayları gibi) şehirde kimseler kalmamış, neredeyse herkes tatilde patronum çocuklarını da alıp Galapagos’a gitmiş, hazır buralardasın sen de seyahate çık diyor bana da. İki seçeneğim var:
Güney’e, karlı dağları, mavi gölleri, yeşil ormanları geçerek kıtanın Antarktika’ya el veren, Şili’yle Arjantin’in buluştuğu en uç noktasına doğru gidebilirim; ya da Kuzey’e; Şili’nin okyanus boyunca uzanan sörf kasabalarını, kurak çöllerini geçerek Peru ve Bolivya’ya varabilirim.
Mevsim her iki seçenek için de çok uygun. Ancak yola tek başıma çıkacağımdan herkes ikinci seçeneği, Kuzey rotasını tercih etmemi öğütlüyor. Daha doğa ağırlıklı bir rota olan Güney’e, buzullara doğru tek başına gitmek, kamp eşyalarını tek başına taşımak pek akıl karı gözükmüyor çünkü. Oysa Kuzey’de konaklanacak hosteller, benim gibi yalnız seyahat eden sırt çantalı gezginler, yolumun üzerinde şehirler, Şili’de yıldızları izlemek için eşsiz bir gökyüzüne sahip dünyanın en kurak çölü Atacama, Bolivya’da dünyanın en büyük tuz göllerinden biri Salar De Uyuni, Peru’da ise dünyanın yedi harikasından biri, İnkaların mucizevi bir şekilde korunarak günümüze kadar gelen antik şehri Machu Picchu var.
Şili’nin Kuzeyi’ndeki minik, tatlı sörf şehirleriden biri olan ve benim ziyaretimden birkaç hafta sonra büyük bir deprem ve tsunami tehlikesiyle sarsılan Iquique’ye tek yön bir bilet, sırtımda da büyük bir çanta ve uyku tulumumla başlıyorum hep hayalini kurduğum macerama. Çölde vahalar, terkedilmiş hayalet şehirler, yerel lezzetler, yardım sever insanlar… Belirli bir rotam yok, sırt çantası ve otobüsle seyahat etmenin en avantajlı yanlarından biri de bu; kafama esince, son anda alabilirim istediğim yere bir sonraki otobüs biletimi…
En Kuzey hedefim Machu Picchu, tek bildiğim bu. Gidiş yoluma göre belirlenecek maceramda yolda tanıştığım insanlara, daha çok sevdiğim şehirlere, tesadüflere göre şekillenecek rotam… Esnek olmak, açık olmak, cesur olmak bu işin ilk kuralı.
Sayısız macera atlattığım, gözü acıtan güzellikte manzaralara şahit olduğum bitmek bilmeyen otobüs yolculuklarıyla Iquique, Arica,Tacna, Arequipa ve Cusco duraklarım üzerinden Machu Picchu öncesi son durağım olan Kutsal Vadi’ye varıyorum. O hep hayali kurulan hedefe yaklaştıkça heyecan da katlanarak artıyor. Kutsal Vadi’de arkadaşları olan, evlerinin odalarını gezginlere bir hostel gibi açan ve komün halinde Peru’da bir köyde yaşayan bir takım Türklerden haberdar oluyorum. Uzun zamandır yoldayım ya, biraz dinlenir, biraz Türkçe konuşur, hem çamaşırlarımı falan yıkarım düşüncesiyle 1-2 günlüğüne misafirleri olayım diyorum. Yani o zaman öyle sanıyorum en azından.
Sonradan anlıyorum ki çok başka bir şey için gelmişim ben buraya. 2 gün diye geldiğim bu evde, gözlerinin içi parlayan, size gerçekten sarılan ve iyileştirici sevgi enerjisiyle içinizi ısıtan insanlarla tam 2 hafta kalıyorum. Daha yola çıkmadan benim için dönüştürücü bir seyahat olacağını biliyordum bu maceranın ama ne şekilde, nasıl dönüşeceğimi tam olarak bilmiyordum. Hayatımda bulunduğum yer, sorguladıklarım, isteklerim, beni neyin mutlu edeceğiyle ilgili arayışlarım, hayatın anlamıyla ilgili sorularım, sevgi ve aşkı anlama çabalarım, inandıklarım, kaçtıklarım, yorulduklarım, özlediklerim, aradıklarım, tüm bu kafamdakiler beni, benim haberim olmadan Kutsal Vadi’ye getirmiş meğer, Machu Picchu sadece bir bahaneymiş. Bir akşam şehir ışıkları olmadığı için yıldızlarla aydınlanan gökyüzü altında, evin yemyeşil vadiye bakan tatlı bahçesinde yaktığımız ateşin başında tatlı tatlı sohbet ederken duyuyorum ilk kez adını. Machu Picchu bahane, senin kafandaki sorulara bakılırsa sen Ayahuasca için gelmişsin buraya diyorlar.
Ayahuasca Amazon yerlilerinin İnka öncesi dönemlerden beri ruhu ve bedeni iyileştirici güçleri olan tamamen bitkisel kutsal bir iksirmiş meğer. Normal şartlar altında doğum sırasında anne ve bebekte ve ölüm sırasında yüksek miktarda salgılanan halüsinojen DMT yani ruh molekülünün salgılanmasını sağlıyormuş. Doğru soruları sormasını bilene cevapları nasıl bulacağını gösteren kutsal bir ruh da denebilir.
Dualitenin karanlık, dişil, yin, gece, pasif ve içe dönük tarafını temsil eden enerjilere sahip Ayahuasca ayinleri gece karanlıkta mutlaka bir şaman eşliğinde yapılıyor, öncesinde ise fiziksel bir arınma gerekiyormuş. Yeni deneyimlere açık ve meraklı karakterim ve sorularım sebebiyle kara vermem zor olmuyor. İnsanları o kadar sevmiştim ki 2 gün kalırım diye düşündüğüm bu evden gitmek istemiyordum zaten ve işte şimdi ziyaretimi uzatmak için bir sebebim de var: hemen kararımı verip bir sonraki hafta yapılacak Ayahuasca seremonisine kadar vücudumu ve midemi temizleyecek diyeti yapmaya başlayarak kendimi kafa olarak ayine hazırlıyorum.
İlk deneyimim Pisac köyünde Diego adlı bir şamanın evinin bahçesindeki kubbe şeklindeki tapınakta gerçekleşiyor. Kalabalık bir ayin. Yastıklarımız, battaniyelerimiz, kalın giysilerimiz, kusmak için kovalarımız, peçetelerimiz ile şamanın etrafında bir daire oluşturuyoruz. Karanlık kubbeyi minik mumun ışıkları varla yok arası aydınlatıyor. Tüm gün bir şey yememişiz. Sırayla başlıyoruz iksiri içmeye. Yarım saat içinde aynı sırayla öğürmeler başlıyor. Herkes kendi içine dönmüş, ninni gibi müzikler eşliğinde yolculuğumuz başlıyor.
Herkesin tecrübesi farklı, herkesin soruları cevapları ayrı. Ama değiştirici, dönüştürücü bir tecrübe olduğu kesin bu seremonilerin. Ayinden önce Diego yaptığı konuşmada iksiri içtikten sonra toplumun, ailenin, dinlerin, ahlak kurallarının sizin hakkındaki fikirlerini de temsilen kusmamızı, tamamen kendi içimize dönmemizi ve kendi doğrularımızı bulmamızı öğütlüyor.
İçindeki karanlıkla yüzleşmeden varılmıyor aydınlığa. Daha sonra upuzun kaldığım ve geçici his kavramını daha içselleştirdiğim yoga pozlarıyla da daldığım derinlerin yüzeye çıkışlarında da kavuşuyorum aynı ferahlıklara. Uzun dik yokuşların sonunda varılan eşsiz manzaralar gibi. Ve hiç bitmeyeceğini anlıyorum kendi üzerimdeki çalışmamın…
Müthiş tecrübeler, samimi dostluklar, yüksek enerjilerle dolu Kutsal Vadi’de iki hafta kaldıktan sonra sıra artık Machu Picchu’da!
Büyük kavuşmanın bir gün öncesinde Hidroelektrika’dan tren raylarını takip ederek ve sırılsıklam olarak yürüdüğüm Aguas Calientes’te bir gece konaklıyorum. Sabah çok erken saatlerde kalkıp antik kente ilk girenlerden oluyorum. Henüz sisli her yer. Elimde harita, yönümü bulmaya çalışırken haritadan gözümü kaldırıp karşımda gördüğüm şeye inanamıyorum: sisler sakin sakin dağılıyor ve haritada fotoğrafını gördüğüm o ünlü manzara yavaş yavaş karşımda netleşiyor! Tüylerim diken diken gözlerimden yaşlar süzülüyor. Zaman durup sonsuz oluyor. İşte geldim, şimdi ve buradayım! Apayrı bir yazının konusu olabilecek kadar yoğun hisler ve anlatılacak çok şey var…
Katıldığım iki Ayahuasca ayini, efsanevi Machu Picchu ziyareti sonrası, Copacabana’da güneşin içinden doğduğuna inanılan dünyanın en yüksek rakımlı gölü Tititcaca’da yer alan ada Isla Del Sol adası, oradan meşhur ‘ölüm yolu’na ev sahipliği yapan La Paz, bembeyaz sonsuz bir tuval Salar De Uyuni, gündüz aşırı sıcak gece aşırı soğuk coğrayalar, kinoa tarlaları, geysirler, Ay ve Ölüm Vadisi gibi yer yüzü şekilleriyle gibi size dünya üzerinde değilmişsiniz hissi yaratan Atacama çölü üzerinden tekrar Santiago’ya dönüyorum. 40 gün önce tek başına sırt çantasıyla yola çıkan kızdan çok farklı biri olarak.
Bir sırt çantası ve tek yöne alınmış bir bilet ile başlıyor her şey. Kalbinizi açıp biraz cesaretle kendinizi dinlemeyi öğrenirseniz yol sizi varmanız gereken yere götürüyor.
Kutsal Vadi’de kaldığım evle, ayahuasca ile iligli sorularınız için bana her zaman instagram hesabımdan pm ile ya da www.cizenbayan.com’daki iletişim formundan ulaşabilirsiniz.
YORUMLAR
Şu an hiç yorum yok.