Hollanda – cizenbayan https://www.cizenbayan.com müzik, seyahat, lifestyle, yoga, festivaller, keşifler Thu, 14 Mar 2019 15:54:27 +0000 tr-TR hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.6.14 Amsterdam’da sabah kahvaltıdan gece dansa kadar 7 öneri [the story of seven] https://www.cizenbayan.com/amsterdamda-sabah-kahvaltidan-gece-dansa-kadar-7-oneri-2015/ https://www.cizenbayan.com/amsterdamda-sabah-kahvaltidan-gece-dansa-kadar-7-oneri-2015/#comments Thu, 21 Jan 2016 21:38:36 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=7516 Kasım ayında The Story of Seven‘da yayımlanmış Avrupa’nın en özgür ruhlu şehri Amsterdam yazım: (bunun gibi daha pek çok konuda ilham verici ve özgün yazı için The Story of Seven‘ı ziyaret etmeyi unutmayın)

Avrupa’nın en özgür ruhlu şehri Amsterdam’da sabah kahvaltıdan gece dansa kadar 7 öneri

Processed with VSCOcam with a9 preset

Avustralya ve Güney Amerika’nın en leziz tatları Avrupa’da buluşursa ne olur? Bu sorunun cevabını özellikle hafta sonları brunch için kapısında ortalama 1 saat sıra beklemeniz muhtemel Bakers & Roasters’da bulabilirsiniz. Brezilya ve Yeni Zelanda usulü lezzetlerin yanında klasik ingiliz kahvaltısı da sunan Amsterdam’ın en popüler kahvaltıcılarından Bakers & Roasters’ta hem yiyecekleriniz hem de cıvıl cıvıl ortam beklediğinize değecek cinsten.

Alışveriş / Moda: United Nude Store

unnamed

Başarılı Hollandalı mimar Rem Koolhaas’ın kendi gibi mimar olan yeğeni Rem D. Koolhaas’ın zamansız ve kült ayakkabı markası United Nude macerası final projesini teslim ettiği sırada kendisini terkeden kız arkadaşı sebebiyle tasarladığı bir ayakkabıyla başlamış. Mimarlık eğitimi alan biri kendi içinde yine statik ve mukavemet gibi sorularacevap arayan avangart ayakkabı tasarımı konusuna nasıl yanaşır sorusunun cevabını birbirinden şık ayakkabıların uzayvari bir ortamda alışılmışın dışında bir ışık ve dinamizimle adeta sergilendiği United Nude mağazasında bulabilirsiniz.

Cafe: Cafe Brecht

Processed with VSCOcam with a2 preset

Sanki 20. yy Alman şiir ve tiyatrosunun en önemli ismi Bertolt Brecht’in oyunlarını yazdığı bir anda zaman durmuş; Amsterdam’da kanal kenarındaki bu minik dükkan şiirler, el yazısıyla yazılmış notlar, altın varaklı çerçevelerde klasik tabloların asıldığı sararmış duvarlar ve yırtık duvar kağıtlarını loş bir ışığın aydınlattığı, Alman tatlıları ve çeşit çeşit Alman birasının servis edildiği Cafe Brecht olmuş. Berlin’i hatırlamak ve 2. Dünya savaşı sonrası günlerini yaşamak isterseniz tavsiye ederiz.

Amsterdam’a özgü: De Dampkring

DAMPKRING

Oceans 12 filmiyle ünlenen De Dampkring, merkezi lokasyonu, konuya yabancı olanların her türlü sorusunu cevaplayan ve size kendinizi rahat hissettiren çalışanları ve sizi ormanın derinliklerinde gibi hissettirecek enteresan dekorasyonu ve sürekli camın önünde uyuyan şirin mi şirin kedi kadrosuyla bu ününün hakkını veren samimi bir coffeeshop. Amsterdam’a gitmişken bu ikonik yere mutlaka uğranmalı!

Restoran: Cannibale Royale

AMS

Hamburger ve Steak için son zamanlarda şehrin en iyisi olarak geçen ve 2 şubesi bulunan Cannibale Royale’de özellikle hafta sonu yemek yemeniz için önden rezervasyon şart. Yemek öncesi atıştırmalıkları ve pisco ya da viskiyle hazırlanan kokteylleriyle de kalbimizi kazanan mekan, ismiyle örtüşen bir tarzda karanlık, eski ve hafif ürkütücü objelerle dekore edilmiş.

Gece Kulübü: Closure

Processed with VSCOcam with c1 preset

Rahat kıyafetlerle disco, house ve techno müzik ve minimalistik ışıklar eşliğinde sabaha kadar dans etmeyi sevenlerdenseniz gerçek anlamda ‘underground’ bir kulüp olan Closure sizin yeriniz. Cuma ve Cumartesi geceleri dünyaca ünlü dj’leri dinleyebileceğiniz Closure’ın programı için http://closure-amsterdam.nl/events/ adresine göz atabilirsiniz

Bar: Struik

STRUIK

Closure’un hemen çaprazında yer alan Struik, mekanın hareketlenmesini beklerken birer içki yudumlamak ve yerel halka karışmak için ideal mekan. Salaş, rahat, loş, gürültülü ama alabildiğine orijinal!

]]>
https://www.cizenbayan.com/amsterdamda-sabah-kahvaltidan-gece-dansa-kadar-7-oneri-2015/feed/ 1
Rotterdam https://www.cizenbayan.com/rotterdam/ https://www.cizenbayan.com/rotterdam/#respond Thu, 27 Dec 2012 10:04:39 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=845 Dutch Design Week için bulunduğum Hollanda’da Eindhoven‘dan sonra uğradığımız Rotterdam’da kalmadık ve yalnızca Nai yani Hollanda Mimarlık Enstitüsü olarak bilinen dev bir mimarlık merkezinde vakit geçirdik.

2012-10-24-4901

Bizde diyor neden diyor yok diyor hissiyatı yaratan bu dev mimarlık merkezi binanın büyük bölümünü kaplayan arşivinde 1800’lü yıllardan bu yana bütün Hollandalı mimarların eserlerini barındırıyor. Bu arşive özel izinle girilebiliyor ama merkezin diğer bütün bölümleri kullanıcılara açık. Nai’de süreli ve kalıcı sergiler, çocukların mimarlık kavramıyla tanıştıkları, küp ve legolardan binalar inşa ederek oyun oynayabilecekleri Doedek adlı bir alan, özellikle güzel havalarda terasıyla da pek çok insanın ilgisini çeken cool bir cafe, mimarlık yayınları ve kitaplarıyla dolu bir kütüphane, hepsine sahip olmak isteyeceğiniz kitapların satıldığı bir mağaza ve arşivde yer alan maket, çizim ve skeçlerin dönüşümlü olarak sergilendiği ‘hazine’ adını verdikleri bir alan yer alıyor.

2012-10-24-4893

Mimar olsun olmasın tasarıma ilgi duyan herkesin ilgisini çekebilecek şekilde kurgulanmış bu şık merkez aynı zamanda önemli mimari yapıları rotasında barındıran bisikletli şehir turları sunuyor. Böyle bir merkezleri olduğunu görünce uluslararası piyasada neden bu kadar çok başarılı Hollandalı mimar olduğunu anlamak hiç de zor değil. Süreli Louis Kahn ve son derece fütüristik bir ruhu olan kalıcı ‘Stad van NL’ sergilerinin tadı, cafe’sinde yediklerimizle birlikte damağımda kaldı.

Nederlands Architectuurinstituut (NAI) (Museumpark 25, Rotterdam, Zuid-Holland)

]]>
https://www.cizenbayan.com/rotterdam/feed/ 0
Eindhoven https://www.cizenbayan.com/eindhoven/ https://www.cizenbayan.com/eindhoven/#respond Thu, 27 Dec 2012 09:44:32 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=841 Eindhoven tam bir öğrenci şehri. Özellikle tasarım konusunda ülkenin en iyi okulu olan Design Academy Eindhoven da burada. Bu yüzden Eindhoven Hollanda’nın tasarım başkenti gibi bir şey. Her sene Dutch Design Week de yine Eindhoven’da düzenleniyor. Yılın diğer zamanlarında daha sakin bir şehir olan Eindhoven tasarım haftası boyunca kalabalıklaşıyor. Bir diğer özelliğiyse şehrin adının Philips markasıyla birlikte anılır olması. Yıllarca fabrikaları burada yer alan Philips şehrin ekonomisinde en büyük pay sahibiymiş. Kentsel dönüşüm sürecinde fabrikalarını şehir dışına taşıyan Philips’ten arta kalan endüstriyel bir bölgeye de sahip olan Eindhoven genç Hollandalı tasarımcılara sadece tasarım haftası boyunca değil yılın genelinde de ev sahipliği yapıyor. Bu sene Dutch DFA’in İstanbul Desk‘inin davetlisi olarak 3 günlüğüne gittiğim Eindhoven’daki Dutch Design Week’le ilgili izlenimlerimi şuradan okuyabilirsiniz.  Şehirle ilgili izlenimlerim, gidilecekler listeme eklediğim adreslerse şöyle:

Smalle Haven Eten en Drinken

(Smalle Haven 2-14)

Tasarım ürünü retro ya da modern tarzda mobilyaların satıldığı bir dükkan olan Smalle Haven akşamları şık ama rahat bir restorana dönüşüyor. Burada satılmakta olan tasarım aydınlatma elemanlarının loş ışığı eşliğinde büyük ahşap masalarda ortaya gelen çeşit çeşit yemek ile kendinizi bir aile sofrasında hissedebilirsiniz. Bu sıcak atmosferde hem karnınız güzek yemeklere hem de gözünüz tasarıma doyacak.

Designhuis

designhuis

Eindhoven Belediye Binası’nın hemen yanında orta ölçekli bir galeri / sergi mekanı burası. Ben orada olduğum dönemde yemek kültürü ile ilgili çok enteresan bir sergi vardı. Hem mekan güzel hem de sergiler iyi oluyor. Birkaç saatinizi buraya acımadan ayırabilirsiniz. http://designhuis.nl

Studio Piet Hein Eek

(Halvemaanstraat 30) http://www.pietheineek.nl

Ünlü Hollandalı tasarımcı Piet Hein Eek’in hem tasarım, hem üretim, hem sergi hem de satış ve dağıtım için kullandığı, bu fonksiyonlara ek olarak bir etkinlik mekanı, şık bir cafe’si ve genç tasarımcılar için kiralık stüdyoları da barındıran dev bir stüdyo, bir tasarım cenneti burası. Tasarım, üretim, sergi işlevlerinin bir arada olması ve satış, pazarlama, dağıtım gibi post süreçlerin de bu kurguya dahil olmasının marka ve ürünlere etkisini de bire bir gözleyebileceğiniz bu stüdyoda farklı tasarım markalarının ürünleri de satılıyor. Eindhoven’da eskiden Philips fabrikaların yer aldığı şimdiyse Philips’in şehirden gitmesinin ardından boş kalan mekanların tasarımcılara tahsis edilmesiyle bir tasarım bölgesine dönüşen Strijp bölgesinde yer alan bu stüdyo mutlaka gezilmeli. Çok enteresan.

Ketelhuis

(Ketelhuisplein 1)

Bırakın Eindhoven’ı baya baya hayatımda gördüğüm en enteresan cafelerden biri burası. Strijp bölgesinde olduğundan yine eski bir endüstri binası olduğunu tahmin ediyorum. Bu tahminimde tavan yüklekliğinin ve tuğla duvarların da payı oldu. Dev bir hamur makinasının saksı olarak kullanıldığı bu enteresan kafede öğlenleri sadece sandviç servisi yapılıyor. Sanviçinizi neli istediğiniz dışında bir de içecek seçebiliyorsunuz. Yemeğin üzerine eğer güneş de elinizde bir kadeh şarapla çimlerde keyif yapmanız tavsiye olunur. Film gösterimleri, canlı performanslar ve DJ’li partilerin de yapıldığı Ketelhuis’in programına da mutlaka göz atın: http://www.ketelhuis.nl

Area 51 Skate Park

 2012-10-23-4860

Bu kafe’nin hemen arkasında yer alan Area 51 Skate Park‘a da göz atabilirsiniz. Cennet gibi bir yer. Burada büyüsem kesin kaykaycı olurdum. Eindhoven’a Design Week sırasında gittiyseniz şehirde neredeyse her kafede, müzede ve sergi mekanında yer alan günlük Tasarım Haftası gazetelerinden edinin ve o gün nerede ne program varmış öğrenin. Sadece sergiler değil, konserler söyleşiler ve daha pek çok etkinlik oluyor, mağazalarda ise Tasarım Haftasına özel kampanyalar oluyor

Caffee Allee

(Torenallee)

cafeallee

Eskinin endüstriyel bölgesi Strijp’de yine yüksek tavanlı, bol ışıklı bir cafe burası da. İçindeki halılardan masalara, aydınlatmalardan buz dolaplarına her şey tasarım. Bu dekorasyon her ne kadar cezbedici olsa da azıcık güneş çıkınca dışarıdaki banklarda yudumluyor kahvesini Eindhoven ahalisi. İçi de dışı da cıvıl cıvıl, bir kahve içmeye uğranmalık bir mekan.

Het Koffiehuisje

(Ketelhuisplein)

HET KOFFIEHUISJE

Eindhoven Strijp bölgesinin tam göbeğinde minik  bir cafe. Güneşli olunca önü kalabalık. Gençler burada. Kahvesi de normal kahve işte. Maksat muhabbet olsun.

Usine

(Lichttoren 6 (Emmasingel))

usine

Kaldığımız otelin (Art Hotel) hemen yan tarafında olduğu için her gün Usine’i dışarıdan görüp hayran kalıyordum. Eindhoven’daki son akşam yemeğimizi burada yiyeceğimizi duyunca çok sevindim. Hele hele bir önceki gece Wiesen adlı Fransız restoranındaki doğru düzgün göze bile hitap etmeyen, tabak süslemesi sarhoş sürrealist bir ressam tarafından yapılmış gibi duran ve karın doyurmayan hayal kırıklığından sonra hem dolu dolu menüsü hem de yine bir fabrika kantininden çevrilmiş şık iç tasarımıyla ilaç gibi geldi Usine. (Wiesen’i de asla gidilmeyecekler listenize ekleyebilirsiniz) Biz Usine’de kalabalık bir ekip olarak oturduğumuz için sipariş ettiklerimiz geç geldi ama başlangıçlar, şarap, ana yemekler ve tatlılar, her şey lezizdi. Bu restoran hem göze hem damağa hitap ediyor. İçeride bir de pattiserie bölümü var ki akıl alıyor.

]]>
https://www.cizenbayan.com/eindhoven/feed/ 0
dutch DESIGN week https://www.cizenbayan.com/ddw12/ https://www.cizenbayan.com/ddw12/#respond Mon, 22 Oct 2012 17:45:09 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=686 Dutch DFA tarafından hazırlanan basın programının 4. ve son gününde Amsterdam’daydık. İlk durağımız benim de uzun zamandır gitmek istediğim Openbare Bibliotheek Amsterdam, yani halka açık kütüphane önünde buluşup Amsterdam turumuza başladık.

OPENBARE BIBLIOTHEEK AMSTERDAM

http://www.oba.nl

Giriş katında kendi çiftliğinde beslediği koyunların yünüyle yaptığı çalışmalarla ünlü Hollandalı moda tasarımcısı Claudy Jongstra‘nın bir sergisi vardı. Yalnızca giysi değil iç mekanlar için tekstil ürünleri de tasarlayan Jongstra’nın bir işini de kullanım halinde kütüphanenin girişinde gördük. İpek ve yün malzemeyle yumuşak dokular elde ettiği çalışmalarına baktıktan sonra kütüphaneyi keşfetmek, mimarisini incelemek, katlar arasında gezinmek için ayrıldık.

Bir kat sadece multimedyaya ayrılmış. Binlerce film ve müzik CD’si Amsterdam halkının hizmetinde. İçeri girip kitap okuyup müzik dinlemek veya bilgisayarları kullanmak için kütüphaneye üye olmak gerekmiyor. Her katta ister izole ister daha sosyal çalışma alanları var, pencereler önüne konulmuş tasarım koltuklarla da keyifli okuma alanları yaratılmış. Halkı buraya çekmek için her şey yapılmış yani. Kütüphanenin terası Amsterdam’ın en iyi manzaralarından birine sahip olmakla ünlü ve yine bu katta yer alan cafede hem fiyatlar uygun hem de yok yok. Öğrenciyken eksikliğini hissettiğim böyle bir yerdi tam olarak.

Kütüphaneden çıkıp Renzo Piano’nun NEMO Science Center‘ını arkamıza alarak Central Station’a doğru yürüdük. Amsterdam’da trafiğin çoğunu bisikletlerin oluşturduğı bilinir. Araba kadar olmasa da bisikletler için de park yerleri ihtiyacı oluyor. Central Station çevresi yeni metro hatlarının inşaatı sebebiyle epey karışık durumda. Burada şantiyeler sebebiyle bisikletlere park yeri kalmayınca açılan yarışmayı kazanan VMX Architecten’in katlı bisiklet parkı projesi Fietsflat ana istasyonun biraz ilerisine uygulanmış. Aslında geçici bir çözüm olan bu katlı bisiklet parkının da basın gezisi rotamızda yer alması Hollandalılar’ın tasarım konusuna bakışları hakkında önemli ipuçları taşıyor diye düşünüyorum. Ortada geçici de olsa bir sorun ve bu sorun için üretilmiş akılcı bir çözüm var. Merkezinde insan olan tasarımın sözlük karışılığı olan Fietsflat 2500 bisiklete ev sahipliği yapabiliyor. Hayatımda bu kadar bisikleti bir daha görür müyüm bilmiyorum.

STUDIO SCHOLTEN & BAIJINGS

http://www.scholtenbaijings.com

Yürüyerek rotamıza devam ederken karşı kıyıda kalan EYE Film Enstitüsü ve yeni inşa edilmekte olan Adalet Sarayı binasının önünden geçtik. Bu iki bina da tarzını beğenin ya da beğenmeyin sadece detaylarıyla bile mimarların ilgilsini çekecek cinsten. Biraz daha yürüdükten sonra bu hafta başı Eindhoven Strjip’te Mini için yaptıkları ‘Colour One’, Stadhuis’te ‘Design Awards’a aday ‘Arita’ ve Designhuis’teki Food Culture sergisinde Textile Vegetables projelerini gördüğümüz tasarım stüdyosu Scholten & Baijings‘e geldik.

Bizi kapıda karşılayan Carole Baijings yeni koleksiyonlarını hazırladıkları markalarla imzaladıkları anlaşma gereği fotoğraf çekmememizi rica etti. Danimarkalı tasarım markası Hay için yaptıkları neon renkli rengarenk havlu ve nevresimler, geleneksel Japon porselenlerinde kullanılan renkleri tek tek çalışıp minimal formlarda yeniden yorumladıkları pastel fincan ve tabaklar etrafta dururken fotoğraf çekmemek çok zordu ama kendimize hakim olduk ve teselliyi bu sanat eseri fincanlarla içtiğimiz kahvede bulduk.

Neredeyse imzaları sayılabilecek bir renk paletiyle çalışan Scholten & Baijings objeler üretip sonra bunları renklendirerek değil, tasarım aşamasında parçanın ne renk olacağını bilerek ilerliyor. Üretimi, koleksiyonu hazırladıkları firmalar üstlendiğinden burada sadece prototip modelleri üretiyorlar ve doğru sonuçlar elde etmek için bu modelleri mutlaka kendileri üretmeye çok önem veriyorlar.

Designhuis’daki sergide gördüğümüz tekstil sebze işi galerilik bir iş ve onlar için malzemeyle neler yapabileceklerini gördükleri bir ‘study’ aslında. Bununla birlikte sanatçı değil tasarımcı olmayı seçtik cümlesi bizat Carole’a ait. İşlerinin arkasındaki hikayeleri ve düşünceleri anlattığı keyifli ziyaretimizden sonra öğle yemeği için eski bir köprü olan Open Restaurant’a gittik. Gerçekten de eski bir köprü üzerine inşa edilmiş bu restoranın hem mimarisi, hem dekorasyonu hem de yemekleri çok güzel.

MOOOI GALLERY & UNITED NUDE STORE

http://www.moooi.com

Yemekten sonra eski Yahudi mahallesi, bugün de sıklıkla Amsterdam’ın yerlilerinin yaşadığı, turistik olmayan Jordaan bölgesinde yer alan Moooi Gallery‘yi ziyaret ettil. Flamanca ‘güzel’ anlamına gelen ‘mooi’ kelimesine ekstra güzel anlamına gelsin diye ekstra bir o ekleyerek oluşturmuşlar markanın adını kurucuları Marcel Wanders ve Casper Vissers. Bize galeriyi gezdiren Jessie buranın ‘pazarlama’ için olduğunun altını çizdi. Son 4 gündür gittiğimiz tasarım stüdyolarında gördüğümüz ürünlerle kıyaslayınca kitsch denebilecek tasarımlar gördük Moooi’de. Çoğunlukla mobilya ve lambalardan oluşan koleksiyondaki parçalar, tasarımın makyajlı hali belki de.

Moooi‘den çıkıp biraz daha yürüyerek ünlü Dam meydanına kadar geldik. Son durağımız United Nude Store. Bolca turistin geçtiği işlek bir caddedeki bir ayakkabı mağazasına gelmemizin sebebi bu markanın kurucusunun ünlü mimar Rem Koolhaas’ın yeğeni Rem D. Koolhaas olması. Kendi de mimar olan Rem D. Koolhaas‘ın United Nude macerası final projesini teslim ederken kalbini kıran kız arkadaşı sebebiyle tasarladığı bir ayakkabıyla başlamış. United Nude markasının son derece strüktürel ayakkabı tasarımlarında Yeğen Koolhaas’In mimari eğitiminin izlerini görmek mümkün. Peki mimarlık yapıyor mu kendisi sorumuza, şu an ünlü bir mimarla işbirliği içinde ama bina yapmak için değil cevabını aldık. Resmi bir açıklama olmasa da, daha önce de ayakkabılar tasarlamış olan Zaha Hadid‘le United Nude’un flörtleştiğinin haberini aldık.

Tipografisi Dutch Design Awards’a aday Schiphol Havaalanı’ndaki yön tabelaları ile dekore edilmiş restoran Tot Moe’s‘daki veda yemeği ile bol bol iş kartının değiş-tokuş edildiği, tasarımla yatıp tasarımla kalktığımız basın turumuz resmi olarak sona erdi. Önümüzdeki bireysel olarak gezeceğimiz günler için son 4 günde haşır neşir olduğumuz ve daha birçok Hollandalı ve uluslararası tasarımcının ürünlerini satın alabileceğimiz Droog ve Frozen Fountain mağazalarına 9 yıldır tadillatta olup nihayet açılan Stedelijk Museum‘a mutlaka gitmemiz önerildi. Bu muhteşem ama yoğun turun yorgunluğunu LLoyd Hotel‘in 4 asma katta oluşan muhteşen kütüphanesinde kahve içip bu yazıyı yazarak attım. Kendimi hem Hollanda’ya hem de Hollanda tasarımına daha yakın hissediyorsam başarılı bir gezi olmuş demektir. Teşekkürler Dutch DFA ve Dutch Design Desk İstanbul.

——————————–

GÜN 3:

Dutch Design Week basın programımızın üçüncü gününde sabah erken saatlerde Eindhoven’a veda ettik. Bugün Rotterdam tasarım sahnesinde neler oluyor onu göreceğiz. Yaklaşık iki saat süren bir otobüs yolculuğundan sonra inovasyon, ürün tasarımı, paketleme ve kullanıcı deneyimi konularında uzmanlığıyla öne çıkmış bir Hollandalı tasarım stüdyosu olan Waac’s Design & Consultancy‘ye geldik.

waac’s design & consultancy

http://www.waacs.nl

Portfolyosu oldukça geniş bir ürün skalasından oluşan Waac’s’ın dünya çapında en bilindik ürünü olan Philips Senseo kahve makinasını mutlaka görmüşsünüzdür. Tasarım sürecine kullanıcı ve müşteriyi de dahil etmek için kullandıkları yöntemleri ve tasarım ilkelerini anlattıkları sohbet havasında geçen sunumdan sonra rotamızı Nai’ye çevirdik.

waacs

NAI / Hollanda mimarlık enstitüsü

http://en.nai.nl

Nai, yani Hollanda Mimarlık Enstitüsü‘nde bu kurumun uluslarası ilişkiler departmanının başkanı Alma Ploeger tarafından karşılandık. Bize buranın aslında bir müze olduğunu, insanları buraya daha çok çekmek için izledikleri yöntemleri ve Nai’nin ülkenin mimarlık çevresindeki önemini anlattı.

Arşivinde 1800’lü yıllardan bu yana bütün Hollandalı mimarların eserlerini barındıran Nai’de süreli ve kalıcı sergiler, çocukların mimarlık kavramıyla tanıştıkları, küp ve legolardan binalar inşa ederek oyun oynayabilecekleri Doedek adlı bir alan, özellikle güzel havalarda terasıyla da pek çok insanın ilgisini çeken cool bir cafe, mimarlık yayınları ve kitaplarıyla dolu bir kütüphane, hepsine sahip olmak isteyeceğiniz kitapların satıldığı bir mağaza ve arşivde yer alan maket, çizim ve skeçlerin dönüşümlü olarak sergilendiği ‘hazine’ adını verdikleri bir alan da yer alıyor.
 
 
Nai yerel okullarla ve uluslararası kuruluşlarla da süreklli iletişim ve işbirliği içinde. Dünyanın yüzyüze olduğu büyük sorunlara mimarların çözüm getirebileceğine inandıkları için önemli bir misyonları olduğunu düşünüyorlar. Brezilya, Türkiye, Çin ve Hindistan’la yürüttükleri ortak projelerde amaçları bilgi ve tecrübe değiş tokuşunu sağlamak ve uzun süreli ortaklıkların temelini atmak. Aynı zamanda Nai bünyesinde hazırlanan bazı sergiler bu ülkeleri geziyor.
Mimar olsun olmasın tasarıma ilgi duyan herkesin ilgisini çekebilecek şekilde kurgulanmış bu şık merkez aynı zamanda önemli mimari yapıları içeren bisikletli şehir turları sunuyor. Böyle bir merkezleri olduğunu görünce uluslararası piyasada neden bu kadar çok başarılı Hollandalı mimar olduğunu anlamak hiç de zor değil. Süreli Louis Kahn ve son derece fütüristik bir ruhu olan kalıcı ‘Stad van NL’ sergilerinin tadı, cafe’sinde yediklerimizle birlikte damağımda kaldı.
 
 
Nai’den çıktıktan sonra Rotterdam ve Schiedam sınırında yer alan bir meyve limanına geldik. Buraya gelmemizin sebebi, şehir master planına göre 15 yıl sonra residential bir alana dönüşecek bu bölgeden çıkan sanayi kuruluşlarından boşalan alanların devlet eliyle belirli tasarımcılara tahsis edilmiş olması. Rotterdam turumuzdaki üçüncü durağımızda ziyaret ettiğimiz Wieki Somers de bu tasarımcılardan biri.

Studio Wiekı Somers

Ülkenin tasarım konusundaen söz sahibi okulu Eindhoven Design Academy mezunu Wieki Somers bize yeni taşındığı stüdyosunu gezdirdi ve gerek müşteriler için üretilen tüketime yönelik, gerekse galeriler için tasarlanan daha deneysel projelerinden örnekler gösterdi. Rotterdam’daki Boijmans Van Beuningen Müzesi için tasarladığı ‘Dönme Dolap’ vestiyer projesini mutlaka inceleyin, oldukça ilgi çekici: http://www.artbabble.org/video/boijmans/studio-wieki-somers-merry-go-round-coatrack
 
 
Bir gün önce gezdiğimiz stüdyosunu adeta bir tasarım ‘fabrikası’na çevirmiş olan Piet Hein Eek’in aksine Wieki Somers daha az proje yapıp bu projelere odaklanmaktan hoşlanıyor ve malzeme çeşitliliği, teknoloji konularında süreki yeni şeyler deniyor. Tasarıma daha duygusal yaklaşan sempatik Wieki’nin stüdyosunu gezerken kendimi yeniden öğrenci gibi hissettim. Okulu özlemedim ama okulda 1 sene boyunca aldığımız tasarım teorilerinin anlatıldığı bir ders yerine bu 3 günlük turu yapsaymışız daha etkili olurmuş diye düşündüm, itiraf edeyim.

Studio Makkink & Bey

Bit pazarından bulduğu Ijzel Boek kitabında anlatılan her şeyin buz tuttuğu günden ilham alıp reçine ile deneysel tasarımlar yapan Wieki’nin meyve halinde yer alan stüdyosundan çıktıktan sonra ev sahibimiz mimari ekolden gelen bir tasarımcı olan Rianne Makkink. Eski bir boya fabrikasında faaliyet gösteren Studio Makkink & Bey mobilya tasarımına eğilmiş durumda, çok kendilerine has bir çalışma ortamları var ve Rianne’nin mimari geçmişinin izlerini gerek çizimlerinde gerekse maketlerde kullanılan malzemelerde görmek mümkün.
 

Lloyd Hotel & Cultural Embassy

 
Rotterdam tasarım piyasasını biraz daha yakından tanıdığımız bu dolu günün ardından otobüsle Amsterdam’a geldik. Amsterdam’da 2 gece boyunca konaklayacağımız Lloyd Hotel buraya tasarım haftası için gelmiş olan bizler için çok doğru bir tercih. ‘Cultural Embassy’ ünvanına sahip LLoyd Hotel 1921 yılında Doğu Avrupa’dan Güney Amerika’ya gidecek olan imigrantların konaklamaları için inşa edilmiş ve bu nedenle değişik bir mimariye sahip.

Her bütçeye hitap eden Lloyd Hotel’in 1. kattaki odaları ortak banyoluyken 5. katta daha büyük metre kareli lüks suitler mevcut. Her bütçeye hitap etme iddialarını istiridye de hamburger & patates kızartması da bulunan restoran menüleriyle de sürdürüyorlar. Orijinal mimarisini korurken içi Hollandalı tasarımcılara emanet edilmiş otel kendini Hollanda tasarımı için bir vitrin olarak konumlandırmış ve aynı zamanda buram buram tarih kokuyor.

2012-10-24-5056

——————————–

GÜN 2: 

Eindhoven’daki Dutch Design Week izenimlerime ikinci günden devam ediyorum. İlk gün Innercity bölgesindeki önemli işlere göz atmıştık. İkinci gündeyse daha endüstriyel diyebileceğimiz Strijp’teydik.

Eindhoven zamanında Philips şehriymiş. Burada özellikle Strijp bölgesinde uzunca yıllar markanın bolca fabrikası varmış. Daha sonra Eindhoven’dan çıkmaya, şehir dışına taşınmaya karar vermiş. Pek çok tasarımcının Eindhoven’in endüstriyel bölgesi sayılan Strijp’te olmasının sebebi Philips gidince boşalan endüstriyel binaları stüdyo olarak kiralamaya başlamalarıymış.

fabrika

Eindhoven’da bireysel olarak kendi stüdyosunu açıp tüm dünyaya gönderim yapan, son derece başarılı pek çok tasarımcı var. Sebebi bu bahsettiğim geniş stüdyolarında tasarım, üretim, sergileme, satış, pazarlama, dağıtma süreçlerini tek bir elden yürütmeleri.

Studio Piet Heın Eek

http://www.pietheineek.nl/en

Bu ön bilgiyi aldıktan sonra uluslararası basın grubu olarak otobüsle Strijp bölgesinde kocaman bir stüdyosu olan ünlü Hollandalı tasarımcı Piet Hein Eek’i ziyarete gittik. Her tasarımcının hayali olacak bir yer yapmış kendine bizi karşılayıp stüdyosunu gezdiren Piet Hein Eek. Burada hem atölyeler, hem ofis hem de bir mağaza olduğu için üretimin ne kadar transparan olduğunu, bu ölçekte tasarım yaparken en önemli şeylerden birinin ‘affordable’ tasarım yapmak olduğunu anlattı bizlere.

Daha sonra tasarım yapmaya başladığı ilk günlerden bugüne kadar tasarladığı sandalyelerden oluşan sergiyi beraberce gezdik. Paralel bir şekilde firmanın hikayesini de anlatan bu sandalyelerin çoğunun başarısız olduğunu ama bu başarısız sandalyeler sayesinde başarılı sandalyeler yaptığını anlattı. Alüminyum ve eğimsiz olduğu için son derece rahatsız bir sandalyenin aslında kötü bir tasarım olmadığını, çünkü misafirlerininin çok oturmadan hemen kalkmasını arzulayan bir müşterinin ihtiyacının bu olabileceğini gördük.

adamanlatiyo

Çalışanların kaynaşması için oluşturduğu etkinlik alanı ve bu etkinlikleri organize etmek ona önceden çok paraya mal olsa da, Daha sonradan bu etkinlik alanını konserler için dışarıya da kiralayarak oldukça iyi bir gelir elde etmeye başlamış. Yine bu harika tasarım ortamında boş birkaç alan daha küçük tasarımcılara kiralanmış ve yüksek tavanlı şık cafesi de oldukça iyi iş yapıyormuş.

 

Sergiden sonra showroom’da gezerken farklı markalar için yaptığı işlerden de bahsetti tasarımcı. Turdan sonra bu alanı kendimiz keşfetmek için ayrıldık. Bir yandan o an yapılan üretimi de görebildiğimiz bu süper tasarım atölyesinin bünyesinde farklı markaların ürünleri de satılıyordu. Tokyo Bike bisikletler, Freitag çantalar, başka tasarımcıların ürünleri ve Piet Hein Eek’in kendi ürünleri tabii….

cafe

Piet Hein Eek’in stüdyosuna, tasarımlarına ve iş modeline gerçekten bayıldım.

Studio Joost & Kiki

http://www.joostvanbleiswijk.com http://www.kikiworld.nl

Strjip’te ikinci durağımız aynı zamanda bu yılki Dutch Design Week’in elçileri olan tasarımcı çift Joost Van Bleiswijk ve Kiki Van Eijk’in eski bir kağıt fabrikası olan stüdyoları Studio Joost & Kiki.

Piet Hein Eek’inkine benzer bir iş modeli burada da uygulanan. Eindhoven Design Academy’den mezun olduktan sonra çeşitli firmalar için siparişler yaparak kendilerini kısıtlamak yerine fabrikaların şehirden çıkmasını da fırsat bilip bir stüdyo kurup kendi istedikleri tasarımları yapmaya, bunları burada sergilemeye ve satmaya başlamışlar. Yani bir talep olmadan ürettikleri için aslında tasarımcıdan çok sanatçı gibiler.

Joost’un ve Kiki’nin tasarımları ve tarzları çok farklı ama beraber yaptıkları işler de var. Bize stüdyoyu birlikte gezdirdiler, hangi parçayı nasıl tasarlardıklarını, nasıl ürettiklerini uzun uzun anlattılar.

Ketelhuis, Klokgebouw, Machinekamer, VideoLab (SFJ), Caffee Allee

Kiki ve Joost’un stüdyosundan çıktıktan sonra Strijp bölgesinin merkezinde yer alan ve dekorasyonu sanki Design Week için özel yapılmış kadar orijinal ve enteresan olan Ketelhuis‘te öğle yemeği yedik. Yanında şarap bira çay ya da kahve ile sadece peynirli ya da jambonlu sandviç seçeneği vardı ama neyse ki tadı harikaydı. Akşamları DDW çerçevesinde after party’ler, canlı performanslar oluyormuş burada.

masacicek5

Yemekten sonra DDW Proje Menajeri Katja Lucas rehberliğinde Strijp bölgesindeki farklı binalara gire çıka pek çok tasarımcı ve işiyle tanıştık. Klokgebouw‘da bir başka DDW elçisi olan Robert Bronwasser‘in markasına ve işlerine baktık. Gündüz enerji emdikten sonra gece boyunca parlayan, belli bir ısının altına düşünce yolda buzlanma uyarısı yapan, hareketi algılayarak sadece araçların geçtiği yolları aydınlatan ‘akıllı yol’ tasarımı da oldukça ilgimizi çekti.

Lady Gaga’ya yaptığı slime elbise ile ünlenen genç tasarımcı Bart Hess bize Work With Me People projesini anlattı. Burada kurduğu workshop’ta gerekli tüm malzeleri sağladığı Tasarım Haftası katılımcılarından önceden belirlediği 4 tip malzemeden birini üretmesine yardım etmelerini rica ediyormuş Bart. Ne kadar farklı insan çalışırsa o kadar farklı sonuçlar çıkacağından oldukça heyecanlı bir proje gibi görünüyordu. Bize yapılmış bazı parçalar gösterdi. Gerçekten de eşsiz bir doku elde edilmiş. Üretilince bu kadar malzemeyi ne yapacaksın diye sorduk, siyah olanı Mugler’ın sipariş ettiği cevabını aldık.

bart

Buradan çıkıp VideoLab‘de pek çok genç tasarımcının projelerine baktık. En ilgimi çeken şey mıknatıs çekimi, santrifüj gibi fiziksel kuvvetlerin etkilerini direkt olarak görebileceğimiz ürünlerin tasarlandığı Jolan Van der Wiel workshop’u oldu. Proje menejeri rehberliğindeki turdan sonra Caffee Allee içindeki tasarımcıların işlerini sattıkları mağazaya, Machinekamer‘de 2012 Dutch Design Mezunlarının sergisine, Ketelhuis’in arkasındaki meydandaki interaktif işlere göz atıp ücretsiz Mini taksileriyle otele döndüm. Akşam yemeğini otelimizin hemen yanında yer alan Usine‘de, ülkelerin Dutch Design Desk temsilcileri eşliğinde yedik. İkinci tasarım dolu günüm de böylelikle sona erdi. Üçüncü gün rotamızı Rotterdam’a çeviriyoruz, akşamındaysa Amsterdam’da olacağız.

——————————–

dutch design week / eindhoven / 21-28 ekim 2012

Dutch Design Week’in uluslararası basın programı oldukça hızlı başladı.

Hollanda’ya vardığım ilk geceyi özetlemek gerekirse Art & Design Hotel‘e yerleştikten sonra mobilya ve iç mekan tasarımı mağazası olan Smalle Haven Eten en Drinken‘de diğer ülkelerden gelen gazetecilerle tanışıp beraber yemek yedik. Bu informal yemekten sonra herkes odalarına gidip dinlendi.

2012-10-21-4348

Gün 1:

İlk günümüzün sabahında Dutch Design Week’in halkla ilişkiler müdürü Raffaela Vamdermuhlen ile kahvaltı ettik. Bize programı ve amacını anlattı.

Eindhoven’ın 3 bölgesinde 80’den fazla mekana yayılmış olan Tasarım Haftası’nın sponsorlarından Mini’nin ücretsiz servis hizmeti varmış: Herbirinin üzerinde farklı bir obje olan bu arabalar sizi etkinliklere katılmak üzere istediğiniz mekana ücretsiz olarak götürüyor. Bayıldım!

ücretsizservis

Hollanda Tasarım Haftası her sene ülkede tasarımın başkenti  kabul edilen Eindhoven’da yapılıyor. Gerçekten de binalar, şehir meydanları, kamusal alanlar buranın bir tasarım şehri olduğuna ikna ediyor bizi. Bu hafta boyunca Eindhoven’daki pek çok mağaza da beyaz DDW çerçevesi içinde vitrinlerinde bir tasarım objesi sergileyerek etkinliğin sokaklara taşınmasına yardımcı oluyorlar.

Önemli bilgileri edindikten sonra artık 800’den fazla tasarımcının işlerinin sergilendiği Hollanda Tasarım Haftası’nın bizim için hazırladığı programa başlayıp, kendimizi sergilere vermeye hazırız.

http://www.ddw.nl 

Stadhuis / Dutch Design Awards Sergisi

www.dutchdesignawards.nl

Kahvaltıdan sonra ilk durağımız Stadhuis yani Eindhoven Belediye Binası. Burada Dutch Design Awards‘a yani Hollanda Tasarım Ödülleri’ne aday olmaya layık görülen projeler sergileniyor. Ödül töreni bir gün önce yapıldığından her bir kategoride kazanan ödüllerin yanında winner tabelası da var. İletişim, ürün, mekan tasarımı, gelecek konseptler, otonom tasarım ve en iyi müşteri gibi ana kategoriler ve bunların alt kategorilerinde finale kalmış son derece ilham verici işleri hayranlıkla gezdik.

designHUIS / De etende mens

food culture, eating by design / yemek kültürü sergisi

http://www.premsela.org/en/exhibitions/food-culture/

www.designhuis.nl

Belediyeden çıktıktan sonra aynı meydanda bulunan Designhuis‘a geçtik. Programda burada bir ‘Food Culture’ sergisi gezeceğimiz yazıyordu. Kafamda tasarım haftası ve yemek sözcüklerini yüzeysel bir şekilde bir araya getirip mutfak sanatları, tabak süsleme gibi konularda birşeyler göreceğimizi sandım. Ama yemek hakkında inanılmaz derin konularda yapılmış ilham verici çalışmalar ve işlerle karşılaştım. ‘Yemek Kültürü’ adı altında bir serginin bu kadar ilgi çekici olacağı aklıma gelmezdi.

Hollanda sular altında kalırsa tarım ne olur gibi bir distopya için geliştirilmiş bir projenin yanında hayvanları öldürmeden, kök hücrelerden laboratuar ortamında et üretimi üzerine teoriler; geri dönüşüm, sosyal meseleler, anoreksia, sağlık, koku, şehir arıcılığı, lezzet gibi yemekle ilgili aklınıza gelebilecek her konuda ve disiplinde birbirinden enteresan onlarca çalışma ile gerçekten 2 saat içinde ufkum genişledi. Aşağıdaki galeride işlerden bazılarını görebilirsiniz.

Sergiyi küratör ve ‘eating designer’ Marije Vogelzang ile beraber gezdik. Herkes için zorunlu olan ve herkese hitap eden yemeğin pekala tasarımın konusu olabileceğini anlattı. Budapeşte’de yaptığı bir çalışmanın videosunu izledik. Toplum tarafından dışlanan çingenelerin Budapeştelilere hikayelerini anlatarak elleriyle yemek yedirdiği projenin, katılımcı Budapeşteli ve çingenelerin birbirlerine bakışlarını nasıl değiştirdiğini gördük. Oldukça duygu yüklü ve enteresan bir çalışma. Şuradan göz atabilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=Ji3WCF8oUx0 

DESIGN ACADEMY EINDHOVEN / GRADUATION SHOW (MEZUNİYET PROJELERİ SERGİSİ)

www.designacademy.nl

Bizi burada karşılayan Eindhoven Tasarım Akademisi müdürü Annemiek Eggenkamp’ın yaptığı ilham verici konuşmayı özetlemek gerekirse, bünyesinde Mimarlık, Tekstil gibi fakülteler olmayan, her öğrencinin yeteneği ve karakterine göre dersler seçerek mezun olurken bir konsept de bir ürün de sunabildiği, sosyal ve ekonomik meseleleri düşünen, meslek ihtiyacına göre eğitim vermektense yepyeni meslekler geliştirebilecek donanımda öğrenciler yetiştimeyi hedefleyen bir öğrenme ve araştırma ortamı burası.

Bünyesindeki 600 öğrenci farklı kültürlerden geliyor ve öğrenciler bu kültürlerini asla geride bırakmamaları, tasarımlarına daima kendilerinden ve miraslarından birşeyler katmaları konusunda teşvik ediliyor. Burası galiba hayalimdeki eğitim kurumu. Kocaman göz bebekleriyle dinledim Müdür Eggenkamp’ı. 2012 mezunlarının bitirme projelerinden oluşan sergiyi gezerken de ne demek istediğini iyice anladım. Gerçekten videolar, yazılar, konseptler, malzemelerle yapılmış çalışmalar, kağıt üzerinde projeler, iş modelleri, enstelasyonlar… Arkasında kuvvetli bir argüman olduktan sonra tasarımın ne kadar geniş spektrumlu olabileceğini bir kez daha görmüş oldum.

food

Üç bölgeden ilki olan Innercity bölgesini bitirip tasarıma batıp çıktığımız, yepyeni ufuklar ve ilhamlarla dolu bu biraz da yorucu ilk günü, acayip porsiyonların tablo gibi sunulduğu Fransız restoranı Wiesen‘de yemek yiyerek sonlandırdık. İkinci günün programında daha endüstriyel işlerin yer aldığı Strijp bölgesi var. 

]]>
https://www.cizenbayan.com/ddw12/feed/ 0
#ddw12 https://www.cizenbayan.com/ddw01/ https://www.cizenbayan.com/ddw01/#respond Sun, 21 Oct 2012 21:50:46 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=674 Uzun zamandır şehirde Hollanda çıkışlı etkinliklerin, sergilerin, konserlerin arttığını farketmişsinizdir. Merak etmeyin, bu durumun aynısı Hollanda’da da mevcut. Hollanda’da da pek çok Türk sanatçı sergiler açıyor, konserler veriyor. Bunun sebebi bu sene Hollanda ile diplomatik ilişkilerimizin başlamasının 400. yılı olması.

400. yıl kutlamaları çerçevesinde Türkiye’de pek çok etkinlik gerçekleşti ve iki ülke arasında kültürel ve ekonomik bağlar daha da sıkılaştı, sıkılaşıyor. Görüyorum ve hatta yaşıyorum. Ben de zaten yine bu çerçevede Eindhoven’da düzenlenen ve tasarımın her alanını konu alan Hollanda Tasarım Haftası’na (Dutch Design Week) katılıp izlenimlerimi yazmak üzere Dutch Design Desk tarafından Hollanda’ya davet edildim.

İşbu satırları size her bir katı farklı bir mimar tarafından tasarlanan Eindhoven’daki Art Hotel’deki odamdan yazmaktayım. Sadece otel değil ilk akşam yemek yediğimiz mekan da Tasarım Haftası ruhuna uygundu. Restoran aynı zamanda bir tasarım mobilya mağazasıydı ve atmosferine hayran kaldım.

Bu hafta Eindhoven’da 3 bölgede toplam 83 ayrı noktada 800’den fazla tasarımcı işlerini sergiliyor olacak. Şehir gerçekten de ‘tasarım’a bürünmüş durumda ve bunu gözünüze sokmuyorlar çünkü iyi tasarımın görünmez olduğuna inanıyorlar. Tasarımın iş kurma yönetimi kısmı, ‘intellectual property’ gibi konularda seminerler olması da Tasarım Haftası’nı zengin kılan etkinlikler arasında.

Bu hafta Uluslararası Basın Programı kapsamında Eindhoven, Rotterdam ve Amsterdam’ı gezip tasarım sahnesinde neler oluyor sizlere aktarıyor olacağım. Naçizane izlenimlerimi twitter’dan #ddw12 hashtag’iyle takip edebilirsiniz. Neredeyse bir yıldır uzak kaldığım ve aslında çok sevdiğim mesleğim mimarlığa olan hasretim de bir nebze diner umarım bu vesileyle.

He bu arada tasarım için geldim ama araya müziği katmayı da unutmadım. Amsterdam’a gelmişken Paradiso ve Melkweg’de iki süper konser yakaladım. 28 Ekim akşamı Hot Chip, 29 Ekim akşamıysa Tame Impala izledikten sonra vatana ayak basacağım. Elif Tanverdi Eindhoven’dan bildirdi.

]]>
https://www.cizenbayan.com/ddw01/feed/ 0
Amsterdam https://www.cizenbayan.com/amsterdam/ https://www.cizenbayan.com/amsterdam/#comments Wed, 11 Apr 2012 08:01:48 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=189 Amsterdam’la Nisan ayında yarım kalan bir maceram vardı. Dutch Design Week için Hollanda seyahatimin sonuna ‘benim uçak biletimi daha geç bir tarihe alır mısınız’ diyerek 4-5 gün ekleyip ikinci bir randevuyu aldım ilk gittiğimde doyamadığım şehirden. Bu defa dolu dolu 5 günüm var. Üstelik tek başımayım. Airbnb’den kalacak yer, songkick’ten de iki süper konser ayarladım. Kafa dinlemeli,  müzikli, sanatlı, lezzetli yeni Amsterdam tavsiyelerine buyrun (eskilerine göz atmayı unutmayın, onlar da yazının devamında, orada da süper yerler var):

amsterdambike

İlk tavsiyem her zamanki gibi: mutlaka bisiklet kiralayın (ya da airbnb’de bazen ev sahipleri odaları bisikletle birlikte kiralıyorlar, benim kaldığım oda kirasına bisiklet de dahildi). Hem metro otobüs bekleme derdi hem de ona bilet alma para verme derdi olmuyor. Hava soğuk da olsa yağmur da yağsa çok ama çok keyifli. Biraz az fotoğraf çekiliyor o kadar. Nereden bisiklet kiralayabileceğinizle ilgili bilgileri ve fiyatları aşağılarda bulabilirsiniz.

Bisikletimiz hazırsa artık gezebiliriz:

Fietsflat

Stationsplein 17

Amsterdam’da motorlu araçtan çok bisiklet var. Bisiklet yolları her yerde var. Düz de bir şehir. Gerçekten genci yaşlısı takım elbiselisi eteklisi herkes ulaşımını bisikletle sağlıyor. Bizde nasıl park yeri problemi varsa Amsterdam’da da bisiklet park yeri problemleri mevcut. Fietsflat 2500 bisiklete ev sahipliği yapan (ücretsiz) katlı bir bisiklet otoparkı. Central Station’ın etrafındaki inşaat sebebiyle bisikletlere park edecek yer kalmayınca açılan yarışmayı kazanan VMX Architecten’in projesi buraya uygulanmış. Hayatımda bu kadar bisikleti bir daha görür müyüm bilmiyorum.

Kültürel:

Openbare Bibliotheek Amsterdam

(Oosterdokskade 143)

Halka açık kütüphane. Amsterdam’ın kuzeyinde, NEMO Bilim Müzesi’ne yakın. Mimarisi hayranlık uyandırıyor. Giriş katında bir adam piyano çalıyordu ve ünlü Hollandalı moda tasarımcısı Claudy Jongstra’nın bir sergisi vardı. Kütüphaneyi gezmeye başladık. Bir kat sadece multimedyaya ayrılmış. Binlerce film ve müzik CD’si Amsterdam halkının hizmetinde. İçeri girip kitap okuyup müzik dinlemek veya bilgisayarları kullanmak için kütüphaneye üye olmak gerekmiyor. Her katta ister izole ister daha sosyal çalışma alanları var, pencereler önüne konulmuş tasarım koltuklarla da keyifli okuma alanları yaratılmış. Halkı buraya çekmek için her şey yapılmış yani. Kütüphanenin terası Amsterdam’ın en iyi manzaralarından birine sahip olmakla ünlü ve yine bu katta yer alan cafede hem fiyatlar uygun hem de yok yok. Öğrenciyken eksikliğini hissettiğim böyle bir yerdi tam olarak.

Stedelijk Museum Amsterdam

(Museumplein 10 (Paulus Potterstraat))

9 senelik tadilattan sonra tekrar açılan Stedelijk Müzesi’nde Hollanda sanat tarihine damgasını vurmuş dönem ve işleri kronolojik bir şekilde izlemek mümkün. Her bir dönem ve akımı temsil eden sanatçıların işlerinin bulunduğu odalarda aynı zamanda bu akımların manifestosu, tarihteki yeri de anlatılmış bu nedenle diyalektik süreci de takip etmek mümkün. Alt katta 20. yy’ın yarısına kadar olan dönem işlenirken üst katta Hollandalı çağdaş ressam, tasarımcı ve sanatçıların işlerini görmek mümkün. Müzesinin içi de çok güzel, biraz büyük olduğu için yarım gün kesin belki 1 gün ayırmak gerek ama hiç acımayın ayırın derim. Van Gogh’un, Mondrian’ın ve diğer De Stijl sanatçılarının ve Cezanne’ın işlerini de görebilsiniz. İçeri girince sağ tarafta ücretsiz olarak kullanabileceğiniz dolaplara montlarınızı falan bırakabilirsiniz, vestiyere para vermeyin ve boşuna sıra beklemeyin. Mola vermek istediğinizde dışarı çıkmayın, üst kattaki cafe’de oturun. Çok keyifli bir yer ve sandviçleri, çorbaları süper.

Alışveriş:

United Nude Store

(Molsteeg 10 (Spuistraat))

Bolca turistin geçtiği işlek bir caddedeki bu ayakkabı mağazasının özelliği bu markanın kurucusunun ünlü mimar Rem Koolhaas’ın yeğeni Rem D. Koolhaas olması. Kendi de mimar olan Rem D. Koolhaas’ın United Nude macerası final projesini teslim ederken kalbini kıran kız arkadaşı sebebiyle tasarladığı bir ayakkabıyla başlamış. United Nude markasının son derece strüktürel ayakkabı tasarımlarında Yeğen Koolhaas’In mimari eğitiminin izlerini görmek mümkün. Peki mimarlık yapıyor mu kendisi sorumuza, şu an ünlü bir mimarla işbirliği içinde ama bina yapmak için değil cevabını aldık. Resmi bir açıklama olmasa da, daha önce de ayakkabılar tasarlamış olan Zaha Hadid’le United Nude’un flörtleştiğinin haberini aldık.  Ayakkabılar güzel, orijinal, bu mağazaya göz atılır.

The Frozen Fountain

(Prinsengracht 645)

Hollanda’da tasarım büyük mesele ve ülkede bolca süperstar kategorisinde tasarımcı var. Buradan evinize makul fiyatlarla tasarım ürünler almak isterseniz geleceğiniz adres ise The Frozen Fountain. İşleri müzelerde sergilenen sanatçı kategorisindeki bu tasarımcıların markalarla hazırladıkları özel koleksiyonları nispeten uygun fiyatlara buradan satın alabilir, ya da bu mağazayı müze gezermişçesine gezebilirsiniz. Scholten & Baijings’in Danimarkalı tasarım ürün zinciri HAY ile ortak çalışması neon mutfak bezleri ve nevresimler, Piet Hein Eek’in artık ahşaptan ürettiği dolaplar, Claudy Jongstra’nın halıları, Wieki Somers’in ünlü çaydanlığı, cool kitaplar, tasarım takılar ve daha neler neler…

Monki

(Kalverstraat 176)

monki

İskandinavya’nın H&M’i diyebileceğimiz Monki gerek mağaza tasarımı gerekse stiliyle beni kendine hayran bıraktı. Fiyatlar çok pahalı değil ama ortalamanın biraz üzerinde. Ama alacağınız giysiler gerçekten yüksek kaliteli ve her yerde benzerine rastlayamayacağınız tasarımlar oluyor. Bir de soğuk memlekete göre üretildiğinden buradan aldığınız bir kazak veya mont gerçekten sıcacık tutuyor. Monki’ye mutlaka bakın, hem mağazaya hem kıyafetlere aşık olun:)

Brandy Melville

(Leidestraat 43)

brandy

Bir diğer her ülkede olmayan dolayısıyla aldığınız şeyleri öyle herkesin üzerinde göremezsiniz kategorisinden mağaza da Brandy Melville. Genellikle salaş ama tarz kıyafetler var burada, gri tonlarında. Tek beden oluyor ama herkesin üzerine uyacak şeyler. Etekler, kazaklar, taytlar, çantalar falan çok iyi. Takılara da özellikle bakın. Ne tarz kıyafetler var bakmak isterseniz markanın instagram hesabını da takip edebilirsiniz: http://instagram.com/brandymelvilleusa

9 Straatjes

(Centrum)

Leidsestraat ile Raadhuisstraat arasında yer alan bölgeye 9 Sokak anlamına gelen 9 Straatjes deniyor. Burada çok tatlı butikler, cafe’ler, fırınlar, berberler, müzeler falan var. Çok şirin bir bölge alışverişe ya da bakınmaya kesin gitmeli.

Yeme içme:

Café Restaurant Open

(Westerdoksplein 20 (at Westerdoksdijk))

open

Eski bir köprü parçası restoran olarak yeniden işlevlendirilmiş, adı da Cafe Open olmuş. Amsterdam’da kanalların üzerindeki köprüler büyük gemiler geçebilsin diye açılır, bu köprü de açıldığı pozisyonuyla restoran haline gelmiş, kanalın ortasında kanala paralel bir şekilde duruyor. Daha küçük bir köprüyle ulaşılıyor her yeri cam olan bu restorana. İçi çok şık, menüde başlangıç ve ana yemek olarak ya balık ya et seçiyorsunuz, yanına da güzel bir şarap ve son olarak da tatlı. 40-50 Euro’ya keyif yapıyorsunuz.

open2

Kalabalık giderseniz herkesin yemeğinin aynı anda çıkmasına özen gösterdikleri için biraz beklersiniz. Servis hızlı sayılmaz. O yüzden aceleniz varsa gitmeyin. Benim henüz gidemediğim ama çok tavsiye edilen Eye Film Institut‘a yakın burası, aynı gün programına kondurulabilir :)

open yemek

Winkel 43

(Noordermarkt 43 (at Westerstraat))

winkel

Amsterdam’ın yerlilerinden aldığım bilgiye dayanarak iddia ediyorum ki Amsterdam’ın en iyi elmalı turtası Winkel’de yenir.

MOES eet- en drinklokaal

(Prins Hendrikkade 142)

32696 0_d1b50c615164dcb5ea58e0b60789c40c

(Fotoğraf http://www.iens.nl adresinden alınmıştır)

Kütüphane’ye ve NEMO’ya yakın yani Amsterdam’ın kuzey kısmında yer alan bu restoranın dekorasyonu oldukça ilginç. İçerde havaalanı tabelaları falan var. Menü biraz fazla gurme. Bıldırcın var, geyik var. Ben sevmedim, yiyemedim. Ama burada her şey organikmiş. Alternatif bir yer arayanlara öneririm, bıldırcın dışında bir şeyler deneyin belki seversiniz.

Caffè 500

(Albert Cuypstraat 59)

cafe500

(Fotoğraf http://dewittetruffel.blogspot.com adresinden alınmıştır)

Amsterdam’ın turist istilasına uğramamış, gençlerin yaşadığı, tatlı cafelerin barların olduğu bölgesi De Pijp’de ismini Fiat’ın efsane arabası Fiat 500’den alan bir İtalyan restoranı. İçeride 10 masa ya var ya yok, küçük samimi bir ortam, loş. Çalışanlar İtalyan ve çok sempatikler. Fiyatlar uygun. Güzel yemek eşliğinde keyif yapmalık ve hemen vitrinde bulunan Fiat 500’le fotoğraf çektirmelik orijinal bir yer.

Zadelhoff Cafe

(Stedelijk Müzesi içinde)

zedel

Yeni restore edilmiş Stedelijk Müzesi’nin üst katındaki cafe. Somonlu sandviçi ve domates çorbası leziz. Kahveler mis gibi kokuyor ve tatlıları da son derece iştah açıcı gözüküyor. Birinci kat ile ikinci kat arası bir mola vereceğinizde oturmanız için harika bir yer. Yanınızda muhtemelen sanat sohbeti yapmakta olan entel çift de default olarak geliyormuş. İçeri girmek için müzeye giriş ödemeniz gerekiyor bu nedenle müze gezmek için geldiğinizde gitmeniz mantıklı olur :)

Khorat Top Thai

(Tweede Constantijn Huygensstraat 64HS)

khorat

Buranın adresini de yine Amsterdam’lı bir arkadaşımdan aldım. Küçücük bir Thai restoranı. Aslında şehir merkezine (Leidseplein) çok yakın olan Overtoom caddesi üzerinde sayılır, Overtoom ile Constantjin Huygensstraat kesişimindeki köşede, bir iki basamak inerek giriliyor. İçeride 10 masa falan var. Çalışanlar Taylandlı. Fiyatlar makul. Ve dünyanın en lezzetli Pad Thai’sini yemeniz muhtemel. Deniz mahsüllüsünü tavsiye ederim. Şimdiden afiyet olsun. (Görsel http://www.goscoville.com/ adresinden alınmıştır)

Otaru

(Frans Halsstraat 2)

otaru

Adresi yine Amsterdam’lı arkadaşımdan alınmış, turist kazıklanmalarından çok uzak, makul fiyatlı, alabildiğine lezzetli, Uzak Doğulular tarafından işletilen bir Uzak Doğu restoranı. De Pijp’e, bir de Paradiso’ya yakın. İkisinin arasında denebilir. Kalabalık gidecekseniz rezervasyon yaptırmanızı öneririm.

2012-10-27-5435

Menüden tek tek seçim yapabileceğiniz gibi masanın üzerindeki kartta bulunan fırsatlı menülere de göz atabilirsiniz. Biz fırsat menülerinden seçtik birer tane. Küçük küçük 10larca çeşit yemek geldi. Hem gözümüz hem karnımız doydu hem de çok bir şey ödemedik. Yemeğin üzerine yeşil çaylı ya da susamlı dondurma da mutlaka yemelisiniz.

Gece / Konser / Müzik:

Melkweg

(Lijnbaansgracht 234A (Leidseplein))

2012-10-28-5685

Amsterdam’ın ünlü konser mekanı Melkweg Amsterdam’a gidilmişken görülmesi gereken bir mekan. Bizim Taksim gibi denebilecek Leidseplein’e çok yakın. Amsterdam’a gideceğiniz tarih belliyse ve burada bir konser izlemek istiyorsanız önceden biletlere bakmanızı tavsiye ederim. Buraya %80 çok iyi isimler geldiği için biletler uitverkocht oluyor; yani tükeniyor. www.melkweg.nl adresinden konser takvimine baktıktan sonra biletinizi www.ticketmaster.nl  adresinden online olarak alabilirsiniz. Ortalama 20 Euro olan biletleri evde kendiniz basarsanız hem postada kaybolma riski yok hem de ekstra para ödemezsiniz. Ama bilet satın alıp basmak yetmiyor. Bir de aylık Melkweg üyeliğinizin bulunması gerekiyor. Bu üyeliğin bedeli Melkweg için 4 Euro. Ticketmaster’dan biletinizi alırken  satın alabilrsiniz. Yani konser mekanına elinizde iki A4 çıktı ile gitmeniz lazım. Eğer üyeliği önceden almazsanız kapıda da alabilirsiniz ama uzunca bir sıra beklemeniz gerekiyor.

Sugar Factory

(Lijnbaansgracht 238 (Leidseplein))

2012-10-29-5699

Melkweg’in hemen karşısında yer alan Sugar Factory Pazar geceleri için Wicked Jazz Sounds diye bir konsept geliştirmiş. Girişi 9 Euro olan bu etkinlik 12’de başlayıp sabaha kadar sürüyor. DJ’ler, canlı gruplar, doğaçlama şekilde hip-hop, jazz, soul, funk ve dans müziği sentezliyorlar sahnede. Pazar gecesi başka alternatif olmadığı düşünülürse oldukça güzel konsept. Saat 2’ye doğru içerisi de iyice doluyor, herkes dans ediyor. Hem de Sugar Factory Leidseplein’de Melkweg’in tam karşısında. Pazar gecesi ne yapsak diye düşünenlere avsiye edilir. Ayrıntılı bilgi için: http://www.wickedjazzsounds.com

Paradiso

(Weteringschans 6-8 (Leidseplein))

paradiso

Paradiso Melkweg’in bir boy büyüğü. Melkweg 2, burası 3 katlı. Sahnesi daha ihtişamlı. Yine Leidseplein’e çok yakın olan bu efsanevi konser mekanı normalde DJ’lerin sahne aldığı bir gece klubü. Ama çok sık konserler gerçekleşiyor ve bu konserlerin biletleri çok önceden bitebiliyor. Eğer Paradiso’yu dünya gözüyle görmeyi istiyorsanız Amsterdam’da bulunacağınız tarihler belli olunca www.paradiso.nl adresinden ne konseri varmış diye bir bakmanız ve ilginizi çeken bir şey varsa önceden bilet almanız gerekiyor. Yine Melkweg’deki gibi biletinizi www.ticketmaster.nl adresinden alabilirsiniz. Buranın aylık üyeliği ise 3,5 Euro ve yine bilet alırken satın alabiliyorsunuz. Aşağı yukarı aynı şeyler burada da geçerli. Konser fiyatları yine yaklaşık 20 Euro.

bisikletparkyeri

Buranın bir güzelliği de hemen yanında kapalı bir bisiklet park yeri olması. Amsterdam’da özellikle yoğun bölgelerde bisiklet için park yeri bulmak çok zor. Amsterdam Belediyesi çalışmış, Paradiso’nun hemen yanına yerin altına inilen bir bisiklet otoparkı yapmış. 24 saat açık, ücretsiz. Benim gibi beceriksizseniz bisikletinizi indirirken yardım da ediyorlar. Hayran kaldım yine.

Café de Pijp

(Ferdinand Bolstraat 17-19 (Daniël Stalpertstraat))

cafede

De Pijp’te güzel müzik eşliğinde sohbet etmek, sakin sakin bira içmek için güzel mekan. Canınız isterse dans da edersiniz, ama etmezseniz de kimse yadırgamaz. Herkes kafasına göre.

Konaklama:

Lloyd Hotel

(Oostelijke Handelskade 34)

‘Cultural Embassy’ ünvanına sahip LLoyd Hotel 1921 yılında Doğu Avrupa’dan Güney Amerika’ya gidecek olan imigrantların konaklamaları için inşa edilmiş ve bu nedenle değişik bir mimariye sahip.

1. kattaki odaları ortak banyoluyken 5. katta daha büyük metre kareli lüks suitlere sahip Lloyd Otel her bütçeye hitap etme iddiasını istiridye de hamburger & patates kızartması da bulunan restoran menüsüyle de sürdürüyor. Orijinal mimarisini korurken içi Hollandalı tasarımcılara emanet edilmiş otel kendini Hollanda tasarımı için bir vitrin olarak konumlandırmış ve aynı zamanda buram buram tarih kokuyor.

Otel şehrin biraz kuzeyinde yer alıyor, Halk Kütüphanesi’ne, ana tren istasyonuna yakın; tramvay ile merkeze gitmek de 15 dakika falan sürüyor.

DDW davetlisi olarak 2 gece otelde kaldıktan sonra kendi başıma geçireceğm günler için airbnb’den ev tuttum. Bununla ilgili ayrıntılı bilgiler başka bir blog yazsının konusu. Ama kesinlikle otelden, hostelden daha iyi bir seçenek.

amsterdam

coffeshop & smartshop:

Coffeshop‘lar Amsterdam’da yasal olarak esrar ve haşiş satın alabileceğiniz ve içebileceğiniz yerlere verilen ad. Buralar öyle batakhane gibi yerler değil gayet düzgün cafe’ler. Menüler oluyor. Satın alacağınız otun downer / stoner / high / body high / mental high gibi etkileri puanlanarak size açık bir şekilde ifade ediliyor. Satış yapan kişilere tam olarak ne istediğinizi anlatıp etkilerini sorarak tavsiyeler de alabilirsiniz. Satın alırken size pasaport sorulacak. 18 yaşından büyük bir Türk vatandaşı olarak ot satın almanızda sakınca yok.

Genellikle özellikle iyi ve daha pahalı otları ot olarak satın alıp kendiniz sarmanız ya da içerideki nargile benzeri vaporizer’ları kullanarak içmeniz gerekiyor. Vaporizer’ı kullanmayı bilmiyorsanız yardımcı oluyorlar. Eğer otunuza tütün karıştıracaksanız bu mekanların çoğunda sigara içme yasağı olduğu için genellikle alt kattaki smoker bölümüne gitmenizi rica edecekler. Ağır bir şey içmek istemezseniz otunuzun içine smartshop’lardan satın alabileceğiniz nane benzeri otları karıştırabilirsiniz. Yanında da nane çayıyla güzel olur. Hem daha hafif bir şey içmiş olursunuz hem de smoker bölümüne inmeniz gerekmez. Otu satın alırken size sarmak için kağıt da veriyorlar ama bunları yne smartshop’lardan veya bazı coffeshop’lardan temin edebilirsiniz. Genellikle 2-3 sigaralık otların fiyatları 5-10 Euro arasında değişiyor. Hazır sarılı olanlar biraz daha pahalı olabiliyor.

shop

Bir de coffeshop’larda space cake denilen esrarlı muffin’ler satılıyor. Ben hiç denemedim ama etkisinin gelmesi sindirim hızınıza göre biraz daha geç olabileceğinden bütün arkadaşlarınız ot sarıp içerken space cake yememenizi tavsiye ederim. Hem etkisi onlara göre daha geç gelip daha uzun süreceğinden hem de muhtemelen farklı bir kafa yaşayacağınızdan tribe girebilirsiniz. Herkes kek yiyorsa siz de yiyin, çıkıntılık yapmayın:)

Kesinlikle tavsiye edebileceğim iki coffeeshop: De Dampkring ve Greenhouse Namaste. Hemen Leidseplein’deki Bulldog’u tavsiye etmem. Çok turistik. De Dampkring’de en son C5 diye bir şey denedik ki gerçekten çok çok enteresan.

smart

Smartshop‘larda ise ot (haşiş veya esrar) satılmaz. Buralarda ot içmek için bong, pipe, grinder, kağıt, çakmak, otun içine karıştırıp sarılabilen ya da çay olarak içilebilen esrar olmayan başka ot gibi pek çok aksesuarın yanısıra ‘magic mushroom’ olarak bilinen truffle’lar satılır. Truffle’ları yine halisünasyon, body high, visual, audial… gibi etkileri puanlanmış bir şekilde menülerden seçebilirsiniz. İlk kez deniyorsanız düşük gramajla başlamanızı tavsiye ederim. Mantarın etkisi ota göre daha uzun süreceğinden bu işe yarım gününüzü ayırmanız gerekiyor. Zararsız olan ama 6 ayda bir defadan fazla kullanmamanız gereken magic truffle’la iligli aklınızdaki soru işaretlerini gidermek için magic truffle web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Bu mantarın soğukta muhafaza edilmesi gerektiğinden aldıktan sonra hemen yemeniz gerekiyor. Yani yasa dışı olmamasına rağmen mantarı alıp buraya getirmeniz mümkün değil. Ama illa da Türkiye’de mantar yemek istiyorum diyorsanız evde kendi mantarınızı üretmeniz için kitler de satılıyor smartshop’lara. Ben yapmayı hiç denemedim ama yasal olduğunu biliyorum. Mantarı aç karnına, parçaları iyice çiğneyerek ve bol su içerek tükettikten sonra biraz bekleyin ve hayal gücünüzün sizin için hazırladığı süprizin tadını çıkarın. Dolphin’s Delight başlangıç için önerebileceğim bir mantar. Fiyatı 15-20 Euro. Güzel müzikler eşliğinde çok keyifli oluyor. Bir de kuru olarak satılan mantarlar var ama onu da hiç denemedim.

2012-10-28-5449

Amsterdam inanılmaz keyifli bir şehir. Ülkemizde yasal olmadığı için buraya gitmişken esrar gibi şeyler denemek ilginç bir deneyim olabilir ama şehri görmeden dönmeyin, pişman olursunuz :) Son olarak her geri dönüşümde kendime söylediğim cümle: Bisikletimi özledim. Keşke burda da her yere bisikletle gidip gelebilsem.

 missmybike

Daha fazla adres ve öneri için Nisan’daki Amsterdam notlarıma da göz atın:

IMG 0872

Çok gezenler kulübu Brüksel – Amsterdam rotasının ikinci durağı Amsterdam’a gitmeden önce yine dersimi çalışıyorum. O bar senin bu müzik benimKanal kenarında para harcama ve Amsterdam’da mutlaka başlıklı üç görülecekler listesi çıkarıyorum kendime.

Brüksel‘den bindiğim tren 2 saat sonra Amsterdam Centraal Station’a varıyor. Hava kapalı. Metroyla Waterlooplein’a geliyorum. Kanal kenarındaki tatlı otelim Hotel Hermitage buradan yürüme mesafesinde. Kedimiz de var. Kedi var ama asansör yok otelde ve oda da 5. katta! Amsterdam’daki sıra evlerin çoğu dar ve alçak katlı olduğu için asansör pek yaygın değil. (Aşağıdaki fotoğrafta da dünyanın en küçük apartmanı var sanırım, gördünüz mü?)

IMG 0849

Bu maceramın konsepti ‘3 günde bisikletle Amsterdam’ olduğundan bavulları bırakıp hemen bisiklet kiralamaya gidiyoruz. Şehirde sıkça görebileceğiniz tüm kırmızı bisikletler MacBike‘tan kiralanmış. Biz de oraya tercih ediyoruz. Zorunlu olmamakla beraber çalınma ve hasara karşı sigortasıyla beraber 3 günlük bisiklet kirası 37,5 Euro. Bu bizim alışkın olduğumuz elle fren yapılan modelin fiyatı. Amsterdam’da daha sık olan ayakla fren yapılan modellerin kirası daha uygun ama trafikte bisiklet kullanmak ciddi iş, alışkın olduğumuz modeli almakta fayda var.

Arabadan çok bisikletin olduğu şehrin her yerinde buna paralel olarak bisiklet yolları, bisiklerlere özel ışıklar ve tabii uyulması gereken kurallar var. Bunların anlatıldığı kitapçığı dikkatlice okuduktan sonra Mac Bike’ta çalışan görevli bisikletimizin çalınmaması için nasıl kitleyeceğimiz konusunda bilgilendiriyor bizi. Baya karmaşık, ama ilk günün sonunda alışılıyor, hatta zevkli bile. Artık şehri bisikletle keşfetmeye hazırız!

Brüksel’deki gibi elimde haritayla adres aramak, ‘işte şimdi buradayım’ demek bisikletle çok mümkün değil Amsterdam’da. Bir yandan Amsterdam Brüksel kadar küçük de değil. Mesafeler bisikletsiz zor. Bisikletin bir diğer dezavantajı da Brüksel’deki kadar çok fotoğraf çekememem oldu. Yine de bence Amsterdam’da bisiklet bir MUST.

Karnımız aç. İlk durak Barselona’dan sevdalısı olduğum Wok to Walk. En yakın şubesinin olduğu Rembrantsplein’e bisiklete gitmek 5 dakika bile sürmüyor. Burada bir de Güllüoğlu Baklava var. Ama daha çok cafe konseptinde, yemek falan da var. Enteresan:) Wok to Walk Barselona’da da diğer yemek yenecek alternatiflere göre pahalıydı. Burada da durum aynı. Yine de öyle canım çekmiş ki menüye bakmadan sipariş veriyorum. Karnımız doyduktan sonra yol yorgunluğuyla bir yerler keşfetmektense bilindik bir yere gidelim diyoruz, hedefimiz Leidseplein.

Yağmur durmuş, güneş açmış, meydanda müzisyenler, kafelerde insanlar. Buraların en ünlü coffeeshop’u Buldog’a oturuyoruz. Menüde çok az seçenek var ve içerdeki atmosfer güzel değil. Karanlık, duman altı. Önünde açık havada oturup skunk deniyoruz. Üzerine tatlı yemezsek olmaz! Mc Donalds’dan Hollanda spesyalitesi stroop waffle’lı McFlurry’yi mideye indirdikten sonra otele gidip akşama kadar dinleniyoruz.

Akşam yemeğinde Zushi‘ye gidiyoruz. Mekan ve dekorasyon çok güzel ama sushi’lerde iş yok maalesef. Belki de ben HK sonrası çok seçici oldum, bilemiyorum.

Yemekten sonra bisikletlere atlayıp ortamına bir göz atmak için Soundgarden‘a gidiyoruz. Alternatif rock çalan salaş bir bar burası. Güzel havalarda oldukça keyifli olduğunu tahmin ettiğim bir arka bahçesi var kanal kenarında. Şimdi hava buz gibi ama. Langırt ve bilardo masaları, tilt (pinball) var içerde. Herkes kafasına göre takılıyor. Güzel müzik, rahat koltuklar, masa sandalyeler de var bar tabureleri de. Kalabalık gelip takılmak için oldukça keyifli bir yere benziyor.

İlk içkilerimizi burada içtikten sonra çok gezenlerle buluşmak üzere De Pijp‘e doğru pedal çeviriyoruz. Bisikletlerimizle adresi ararken yolda Ece ve Ecemen ile karşılaşıyoruz. Ecemen benim bisikletimin arkasına biniyor, Ece de Berkin’in. Sonunda buluyoruz bir sürü barın olduğu meydanda Café De Groene Vlinder‘i.

Burada gerçekten hiç turist yok. Herkes sarışın. Boy ortalaması 1.90. Ortamı Kiki’yi andırıyor bana. Müziklerse bi’ çok iyi bi’ çok kötü, ortası yok. Alkol alınca eğlenmemek mümkün değil. Hınca hınç dolu bardan elimde Bora, Ece ve Berkin’e aldığım shot bardaklarıyla çıkmaya çalışırken Hollandalılar başımı falan okşuyor. Kısa olmak sevimli bir şey demek ki burada. Kendimi Devler Ülkesi’ndeki Gulliver gibi hissediyorum.

Güzel bir gecenin ardından bisikletlere atlayıp otele dönüyoruz. Otelin bahçesinde sohbet muhabbet ettikten sonra sabahında başka memlekette uyandığım bu yorucu günü noktalıyoruz.

Pazar sabahı haliyle biraz hangover’ız. Geç bir kahvaltı için yine otelimizin yakınlarda, Waterlooplein’da da bir şubesi olan Bagels & Beans‘e gidiyoruz. Çok şirin bir cafe, çalışanlar da çok sempatik. Menü dopdolu, seçerken çok zorlanıyoruz. En sonunda ben keçi peynirli bagel seçiyorum, Berkin çikolata ve krem peynirli bir menü seçiyor. Gerçekten her şey inanılmaz lezzetli. Zaten ortam da çok keyifli.

IMG 0867

Karnımız tok atlıyoruz bisikletlere. Serin ama güneşli bir hava. Kanallardan köprülerden, Amsterdam’ın yan yatmış evlerini izleyerek bisiklet sürmek inanılmaz keyifli. Dam meydanından geçerken gözlerimi lunaparktan alamıyorum. Hava bu kadar güzel olmasa görmek istediğim çok müze var burada. FOAM, Van Gogh Müzesi, Rijk Müzesi ve Anne Frank Huis en başta gelenler. Ama yarımşar gün ayırmadan hakkını veremem gibi geliyor. Bir dahaki sefere diyerek Cafe Brecht‘in önündeki masalardan birine oturup yüzümüzü güneşe verip keyif yapıyoruz.

Cafe Brecht’in dekorasyonu da harika. Eski yırtık duvar kağıtları, her biri birbirinden farklı antika koltuklar, yine antika porselen tabak çanaklar. İçerde zaman Bertolt Brecht’in oyunlarını yazdığı bir anda durmuş gibi. Montsuz geldiğim Amsterdam’da üşüttüğüm boğazıma iyi gelsin diye sıcak çikolata içip bedenimi güneşte şarj ediyorum bu keyifli kafede.

Buradan çıkıp Museumplein‘e gidiyoruz. Van Gogh ve Stedejilk Müzesi‘nin de aralarında olduğu pek çok müze burada bir arada. Bir de şu ünlü i amsterdam yazısı da burada. Çimenlerde yayılıp keyif yapanları görünce canımız çekiyor, bisikletlere atlayıp Vondelpark‘a gidiyoruz. Şehrin merkezinde, içinde bisiklet yolları, oyun parkları, koşu parkurları, göller, kafeler ve bol bol yeşil alan olan bu parkta bisiklet sürmek öyle keyifli ki, imreniyorum pazar günlerini böyle geçirme lüksü olan Amsterdamlılar’a. Top oynayanlar, piknik yapanlar, bisiklete binenler, koşanlar, çocuklar, köpekler. Cennet galiba burası.

Konserlerin, sergilerin gerçekleştiği; film gösterimleri, haftalık yoga dersleri, workshop ve partilerin yapıldığı alternatif bir kültür merkezi olan OT301 adını adresinden alıyor. Radikal ve aktivist bir sanat topluluğunun hayata geçirdiği bir proje olan Overtoom Caddesi 301 numaraya bir Pazar akşamüstü uğruyoruz ve henüz biten bir konserin çıkış kalabalığına denk geliyoruz. http://www.ot301.nl sitesiden etkinlik takvimine göz atıp bir şeyler yakalamak enteresan olabilir. Çok amaçlılığı, etkinlik türüne göre kolayca yeniden düzenlenilebilirliği burayı rahat, esnek bir yer haline getirmiş. Etkinliğe göre biletler 5-10 Euro arasında değişiyor. Eğer öncesinde veya sonrasında uygun fiyata bir şeyler atıştırmak isterseniz yemeğinizi önceden internetten ayırtmanız gerekiyor. Farklı, mainstream olmayan müzikler dinlemek, enteresan etkinliklere katılmak isterseniz adres burası. Bence süper bir ortamı var, görülmeli.

OT301’in ortamına göz attıktan sonra aynı cadde üzerinde Friday Next‘e gidiyoruz. Burası bir tasarım mağazasının showroom’u ama aynı zamanda da aydınlık, şık bir kafe. Burada satılık tabloların, çanta, avize ve daha pek çok objenin dekorasyonun parçası olduğu ortamda, yine satılık masa sandalyelerde bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Alt katta bir de galeri var. Düzenli olarak süreli sergiler yapılıyormuş. Masa sandalye almak zor olur ama Friday Next’in çantaları süper hem de alıp evinize getirebilirsiniz.

Buradan çıkıp Leidseplein’deki Apple Store’a uğruyoruz. Apple Store’un önünde bir sokak müzisyeni kontrbasıyla tek kişilik bir şov yapmakta. Şehrin her köşesinden keyif fışkırıyor resmen.

IMG 0874

Leidestraat‘ta yürüyoruz biraz. Henri Villig‘de peynirlerin tadına bakıp beğendiklerimizden alıyoruz. Hava güneşli olduğu için meydanlarda parklarda herkes kendini çimenlere atmış durumda. Rembrandplein‘de de durum böyle.

IMG 0563

Acıkınca Rembrandtplein ve Muntplein arasında kalan Regulierstraat‘ta Burger Bar‘a giriyoruz. Burası renkli self service bir hamburgerci. Girince sağda büyük bir ortak masa, solda da bar taburelerinde oturabileceğiniz yüksek masalar var. Büyük masanın köşesi ısırılmış gibi kesilmiş, üzerinde buranın sloganı yazıyor: bite me! Hemen kasanın üzerinde, sadece patates ve hamburger olan menüye bakıp sipariş veriyoruz. Hamburgerin fiyatı etin tipi ve gramajına göre 4,95 ile 12,95 arasında değişiyor. Hamburgerin içine koyduracağınız ekstra malzemeler de ortalama 1 Euro.

Hamburger yetmez diyenlere patates kızartması 2,20, ev yapımı leziz soslar 0,50, içeceklerse 2 Euro. Sipariş verip, isminizi söyleyip beklemeye başlıyorsunuz. Beklerken kokulardan çıldırıyorsunuz zaten. Ben keçi peynirli ve mantarlı 200 gr siyah angus etinden hamburger, yanında patates, sarımsaklı mayonez, barbekü sosu ve körili ketchup sipariş ettim. Mc Donalds’da yiyeceğinizin iki katı doyuruculukta ve bilmem kaç katı lezzette bir menü oluşturmak isterseniz 10-15 Euro ödemeniz gerekiyor. Türkiye’de bu ayardaki hamburgercilerle karşılaştırınca fena bir fiyat değil. Benim siparişim 13,75 Euro tutuyor mesela. Gerçekten leziz. Dam Meydanı yakınlarındaki Spui’de de bir şubesi olan hip hamburgerci Burger Bar’a acıkınca bir uğrayın derim. Bisikletiniz de varsa yakıyorsunuz nasılsa.

Yemekten sonra cok gezen tayfayla De Dampkring adlı coffee shop’ta buluşuyoruz. Rahat bir ortamı var ve güzel müzikler çalıyor. Montsuz geldiğim Amsterdam’da bisiklete binerken rüzgar yediğim için sesimi kaybettim. Gittiğim her yerde sıcak bir şeyler içiyorum. Burada da bir nane çayı işimi görür. Rahatlatıcı bir şeyler istiyoruz, Calimist öneriyorlar. Gerçekten de rahatlıyoruz ve keyfimiz de yerinde. Buradan çıkıp hemen yan tarafta renkli cephesiyle ilgimizi çeken Bloemenbara göz atıyoruz. Son derece keyifli. Yarın gelelim o zaman. Zaten bu civarda (Spui çevresi) bol bol bar var. Bi gezinmek lazım. Gündüz de alışveriş için gelebilirsiniz. Özellikle spor ayakkabı satan mağazalara vuruldum.

Bardan çıkıp tatlı krizimizi bastırmak üzere yine McDonalds’da buluyoruz kendimizi. Bu defa Mars’lı McFlurry deniyoruz ama tam bir hayal kırıklığı. Yine de silip süpürüyoruz. Şimdi uyku zamanı! Yarın son ‘tam’ günümüz!

3. günümüzde kahvaltı etmek için Eren’in gitmeden yazdığı yazı sebebiyle de hayallerimizi süsleyen, menüsünde 75 çeşit pancake olan The Pancake Bakery‘ye gitmek üzere bisikletlere atlıyoruz. Pazartesi sabahı bisikletler için bile iş trafiği var. Anna Frank’ın müze evinin önünden geçerek yaptığımız Amsterdam şartlarında uzun bir yolculuktan sonra The Pancake Bakery’nin kapısına gelince mekanın 12’de açıldığını öğreniyoruz. Karnımızı kesinlikle başka bir şeyle doyurmak istemediğimizden Haarlammerdijk‘e gidiyoruz. Burada biraz oyalanıp geri döneceğiz.

Haarlamersdijk merkezden ve dolayısıyla turist istilasından uzak bir alışveriş caddesi. İkinci el butikler, giyim mağazaları, cafe’ler, şarküteri ve marketler var. Erken saatler olduğu için bazı mağazalar açılmamış. Ama akşamüzeri gezilesi bir yer kesinlikle. Ben Restored ve Rumors Vintage‘a bayıldım. İçine girmedim ama onlarca çeşit çay ve çayla ilgili aksesuarların satıldığı Tea Bar da dışardan harika gözüküyordu. Saat 12’ye doğru pancake’ciye geri döndük, bir de ne görelim, önünde açılmasını bekleyen insanlar kuyruk olmuş! Demek ki doğru yerdeyiz. Saat tam 12 olunca güleryüzlü garsonlar bizi teker teker yerlerimize oturtup pancake’lerle dolu menüyü getiriyor önümüze. Eski ve karanlık bir depo olan pancake’cide sadece tatlı değil tuzlu pancake’ler de var.

Madem kahvaltı için geldik bir bacon & cheese’li pancake sipariş ediyorum önden, yanında kahve ile. O kadar leziz ki kelimelerle tarif etmek imkansız. Yalnız biraz büyük! Tatlısını da deneyelim diyip bir de bademli, karamelli, dondurmalı ‘Brasilian’ pancake sipariş etmeseydim iyiydi! Artık çok geç! Gideceklere tavsiyem, hem tatlı hem tuzlu pancake denemek isterseniz, birer tane sipariş edip bölüşün. Çünkü porsyonlar gerçekten devasa! Bacon & Cheese’li üzerine yediğim tatlı pancake, belki de tıka basa dolu olduğumdan diğeri kadar leziz değil, ama yine de inanılmaz lezzetli. Yani demem o ki tuzlu pancake’ler de mutlaka denenmeli. Biz karnımız tok mutlu bir şekilde pancake’ciden çıkarken bu defa Deniz, Sezyum ve Hazal geldiler mekana. Kesin başka pancake’ler sipariş etmişlerdir, onlara da sormak lazım ne tavsiye ederler diye…

4 pancake, kahve, çay ve portakal suyu 65 Euro tutuyor, biraz tuzlu, karnımız da epey doydu. Hava güzel, Spui’de gezmek, sonra Dam’daki lunapark’ta birşeylere binmek için güzel bir zaman. Ünlü Redlight District’in eski tadı kalmamış, ellerinde fotoğraf makinalarıyla teyzeler geziyor diyorlardı ya, doğruymuş. Hiç girmiyoruz bile. Dam yakınlarında kalabalık caddelerde ve Spui etrafında küçük sokaklarda vitrin bakıyoruz. Wolvenstraat ve Heerengracht kesişiminde harika mağazalar var: (Lompgraphy Gallery‘nin olduğu sokak): Second Best ikinci el butiği, Kaldi Cafe, ve fiyatları biraz tuzlu olan butikler Closed ve Spoiled‘e bayıldım mesela. Mağaza gezdikten sonra da şu görmüş olduğunuz enteresan alete biniyoruz. Şehrin tam merkezinde Lunapark olması bile bu şehri çok iyi özetliyor aslında. Sarhoş gibi iniyoruz aletten. İnanılmaz bir adrenalin yüklemesi. Şimdi bir smartshop bulup bir de şu truffle’lardan denemeli, Spui’deki Magic Mushroom Gallery iyiymiş diye duyduk! (Truffle deneyimlemek istiyorsanız 4-6 saatinizi buna ayırmanız gerekiyor. Smartshop’lardaki görevliler sizi bu konuda bilgilendirip yardımcı oluyorlar).

Değişik deneyimlere adanmış bir gecenin ardından İstanbul’a döneceğimiz güne uyanıyoruz. Havaalanına gitmeden kahvaltı etmek için Brezel‘e gidiyoruz: adı üstünde burada Pretzel var. Dükkan son derece orijinal ama ben pretzele bayılmadım. Amsterdam orijinalli olmayabilr ama bence Amsterdam gezinizde pretzel’i es geçip bagel yiyin. Yine de karnımız doydu ya! Buradan sonra Waterlooplein’da bit pazarına hızlıca göz attıktan sonra bisikletleri iade etmek üzere MacBike’a gidiyoruz yine. Ben bisikletimden ayrılmak istemiyorum. Duygusal anlar yaşıyoruz. Ama mecburen vedalaşıyoruz.

Sonrasında giderayak keşfettiğimiz içinde Buddha heykelleri olan Greenhouse Namaste Coffeeshop‘ta son bir keyif yaptıktan sonra (ki burası da de dampkring gibi çok başarılı bir coffeeshop) havaalanına doğru yollanıyoruz. Hava daha güzelken yine geleceğim Amsterdam! 3 gün yetmedi daha yapacak, keşfedecek çok şey var!

yine amsterdam’da da aradığı bütün adresleri foursquare sayesinde bulan ben size de tavsiye ettiğim mekanları bir liste yaptım, işinize yaraması dileğiyle ;)

]]>
https://www.cizenbayan.com/amsterdam/feed/ 5