Asya – cizenbayan https://www.cizenbayan.com müzik, seyahat, lifestyle, yoga, festivaller, keşifler Thu, 14 Mar 2019 15:54:27 +0000 tr-TR hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.6.14 Andaman Denizi’nde Yoga [yoga journal] https://www.cizenbayan.com/andaman-denizinde-yoga/ https://www.cizenbayan.com/andaman-denizinde-yoga/#respond Thu, 07 Apr 2016 20:45:01 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=7761

Seyahat editörlüğü yaptığım Yoga Journal Türkiye‘de Ocak Şubat sayısında yayımlanmış Andaman Denizi’nde Yoga konulu yazım

 

Geçtiğimiz günlerde adını çok duyduğum ama ne olduğunu tam olarak bilmediğim The Yacht Week’ten bir mail aldım. Dünyanın farklı yerlerinden 6 birbirinden güzel blogger eşliğinde tam bir haftayı Tayland’da, Andaman denizinde dünyanın farklı yerlerinden ekiplerle tam 16 tekne yelken açıp koydan koya, adadan adaya gezip, hem yerel kültürü hem deniz hayatını tanıyıp hem de iyi müzikle bol bol dans edip eğleneceğimiz bir seyahate davet edildim. Karaköy ve Bebek’te şubeleri bulunan Dem’in kurucusu ve aynı zamanda The Yacht Week İstanbul city manager’i olan Ömer Çağatay’ın da davetiyle hemen hazırlıklara başladım. Hem ilk The Yacht Week hem dilk ‘deniz’ tecrübem için oldukça heyecanlı bir şekilde kış ortasıda açtım bazaları, sandıkları, varlıklarını havaların ısınmaya başlayacağı mevsime kadar aklımdan çıkarmış olduğum renkli ve ‘küçük’ bir avuç giysiyi teknede fazla yer kaplamaması için küçücük bir el çantasına doldurdum.

sunset-yoga-on-the-beach-cizenbayan-wheel

İstanbul’dan Bangkok’a, Bangkok’tan doğru Phuket’e, havalimanındansa doğru marinaya geldim. Bir haftayı açık denizlerde içinde geçireceğim 14.5 metrelik, 2 küçük 4 nispeten büyük kabini bulunan beyaz evimize yerleşirken aynı yatağı, aynı kamarayı ve aynı maceraları paylaşacağım birbirinden güzel arkadaşlarımla tanıştım.

marina-sailing-boat-yacht-week

 

İlk geceyi yol yorgunu marinada geçirdikten sonra Pazar sabahı yola çıktık. Denizde olmak, doğa ne derse ona uyumlanmak zorunda olmak demek. İnsanoğlu tüm heybetiyle yerli yerinde duran toprak anaya boyun eğdirmiş yanılgısına kapılabildiğinden, akışkan, güçlü, kabına sığmayan, uçarı, taşkın denizlerde daha iyi anlıyor doğa karşısındaki kırılganlığını. Harekete geçiren, sürükleyen, içine çeken, çalkalayan, serinleten, iklimlere nefes veren denizde olmak, onunla savaşmaktansa ona teslim olmayı, akışına bırakmayı, rüzgardan yardım alarak suyuna gitmeyi, onunla beraber hareket etmeyi öğütlüyor insana. Tıpkı yogada olduğu gibi, tıpkı hayatta olduğu gibi… Savaşmadan akışına bıraktığımızda, heybetine saygı duyup huşu içinde dinleyip anladığımızda…

 

the-yacht-week-new-year

 

Marinadan ayrıldığımız ilk andan itibaren, dalgalarla yükselip alçalan o teknede anlamaya başlıyor insan tüm bunları, öyle düşünerek değil, içe doğan bir his gibi, öceki hayatlardan bildiğin bir gerçeği hatırlar gibi… Tekne, varlıklarından şimdiye kadar haberim olmayan renklerin içinde gelişigüzel oluşmuş adalar, tropik ormanlar ve bulutlar arasında ufuğa doğru yol aldıkça, dalgalarla kalp arasında ortak bir ritim oluşmaya başlıyor yavaş yavaş. Öyle ki karaya çıktığında bile hala sallanıyor insan. Beşikte sallanan bir bebek gibi denizin ninnisiymiş bunca zaman yokluğu sebepsiz huzursuzluklara sebep olan. Kavuşunca o hisse nihayet vazgeçmiyor içten içe sallanmaktan. Rüzgar okşamadığında tenini öksüz hissediyor insan. Milyonlarca yıldızın sonsuz renklerle parlayan ışığı ve dolunayla aydınlanmıyorsa sohbetler sönük kalıyor anlatılanlar. Saatlerce oturup yanan bir ateşi izlememiş birine açıklayamayacağım şeyler var. Denizle, rüzgarla, kumla, toprakla bütünleştiğinde anlıyoryz kendi özümüzü ve manamızı. Ne kadar büyük bir sonsuzluğun ne kadar küçük bir zerresi olduğumuzu ve zerrenin sonsuzlukla eş olduğunu…

 

the-yacht-week-elif-tanverdi

 

Her tarafımın görsel, işitsel, duyusal güzelliklerle çevrildiği bu haftada tanıştığım, sohbet ettiğim tek bir kişiden azıcık da olsa negatif enerji almamış olmamı tüm ihtişamıyla içinde bulunduğumuz doğayla uyumlanmış olmamıza mı yoksa ayakkabıların yokluğunda toprakla temasımızda mı aramalıyım bilmiyorum. Gerek gittiğimiz adalarda çalışan yerel halk, gerek muhteşem bir hafta geçirmemiz için hem eğlenip hem canla başla çalışan The Yacht Week çalışanları, gerek bir haftalık tatillerini The Yacht Week’te geçirmeye karar vermiş dünyanın dört bir yanından gezginler, gerek benimle aynı teknede olup her türlü kaprisi prensesliği kendilerine reva gördüğüm ama küçücük kabinlerde kısıtlı şartlarda tek bir sorun çıkarmayan o güzeller güzeli kızlar… Ortama hakim olan bu pozitif enerjinin, mutluluğun, uyumun kaynağı neydi acaba?

 

hammock-sunset-thailand-yacht-week

 

Tüm bu güzellikler yetmezmiş gibi leziz Thai yemekleri, pozitif enerjiyi gözlerinden ışık dudaklarından gülücük olarak saçan yerlilerin sihirli elleriyle yaptıkları müthiş masajlar, terletmeyen ve üşütmeyen hava, The Yacht Week’in başka destinasyonlarında da her zaman ekip teknesinde hazır bulunan ve gittiğimiz her mekanda DJ’lik yapan güzeller güzeli Anna’nın seçtiği insanın içini kıpır kıpır eden müzikler, çıplak ayakla dans, pembenin tonlarına vakıf olduğumuz gün batımları, laciverdi yaran ışığa şahit olduğumuz gün doğumları, hindistan cevizinin tadı, The Yacht Week Tayland rotasını sonsuz mutluluğa doğru süren denizin dalgalarıydı.

 

Processed with VSCOcam with c3 preset

 

Gündüzleri yatı kullanan bir kişi ve hostesleri eşliğinde Tayland’ın dünyaca ünlü güzellikte adalarını, sahillerini gezdik. Akşamlarıysa çıplak ayakla dans edebildiğimiz rengarenk salaş barlarda sabahlara kadar dans ettik. Kostümler, ateş şovları, dilek fenerleri, rengarenk kumaşlar, takılar, derin sohbetler, yeni dostluklar iç içe geçti. The Yacht Week herkesin özgür ve mutlu olduğu o dünyanın sayılı festivallerinin denizde bir tatille iç içe olan versiyonu gibiydi. En sevdiğim iki şey, müzik festivalleri ve seyahat etmek iç içe geçmişti yani. Bir diğer tutkum yoganın da bu tabloda kendine bir yer bulması masal gibi olurdu diye düşünmeden edemedim…

 

yoga-journal-the-yacht-week-thailand-tayland

 

O kadar mutluydum ve huzurluydum ki tam daha mutlu olamam derken çok sürpriz bir şey oldu. Organizasyonu yapan ekiple muhabbet sırasında laf arasında yogaöğretmeni olduğumu, ama seyahatlerim sebebiyle düzenli ders veremesem de aslında sertifikam olduğunu söyledim. Bana şu an sahiline demir attığımız adada gün batımında yoga dersi vermek isteyip istemeyeceğimi sordular. Kendimi en iyi yazarak ifade eden, konuşmaya gelince fazla heyecanlanan ve yoga öğretmeyi biraz sahnede olmaya benzeten biri olarak oldukça gerilsem de tutkuyla bağlı olduğum, en büyük ilacım, en büyük öğretmenim yogayı kalbi bunca açık insanlarla paylaşma teklifine hayır diyemedim. Telsizlerden tüm teknelere haber salındı, güneş yavaş yavaş batmaya başlarken deniz kenarında yerler alındı. Mat yerine ayaklarımızı yalayan dalgalar ve ayaklarımızın altından çekilen kumların üstünde, hayatlarında ilk kez yoga yapmış ve deneyimlilerin olduğu karışık bir sınıfa hem de İngilizce yoga dersi verdim.

 

yoga-journal-turkey-the-yacht-week-cizenbaya

 

Hiçbir hazırlığım olmadan sadece o an dalgaların sesinden, denizin kalp atışından, kumların çekilişinden, rüzgarın nefesinden ve güneşin batışından aldığım ilhamla hiç duraksamadan ders verebilmiş olmak şaşırttı beni. Ders bittikten sonra acaba becerebildim mi diye düşünürken bir grup hug’ın içinde buldum kendimi. Her dersten sonra hocalarıma teşekkür eden biri olarak bu teşekkürlerin içten olduğunu biliyordum. Nasıl tarifsiz bir mutluluk anlatamam. Sahilde tek başıma yogayapacağıma bu huzuru paylaşmış olmak. Güneşin pembesi denize vurduğu sırada biz de kumları temizlemek için ışığın bir kısmını denizden çalıyorduk. Tenlerimizde altın parıltısı ağzım kulaklarımda daha önce hiç yaşamadığım bir tatmin duygusuyla tanışıyordum.

 

thailand-yacht-week-beach

 

Yoga dersi çok sevildi ve daha sonraki günlerde de katılım artarak devam etti. Tüm gün denizde seyreden, çok hareket eden, gece çokça dans eden, ufak kabinlerde uyuyan insanlara ne iyi gelmişti yoga. Öyle ki daha sonraki The Yacht Week’lerde acaba ekipte olup yoga mı yaptırsan hep bile dendi bana laf arasında. Tüm hafta devamlılık içinde verebileceğim dersleri, 1 haftasını denizde geçiren insanlara iyi gelebilecek pozları şimdiden kafamda kurmaya başladım.

 

Processed with VSCOcam with a2 preset

 

Yoga gibi insanın sadece bedenini değil, zihnini ve ruhunu da şifalandıran, üstelik adının çok bilinmesine karşın içine girmemişler tarafından hiçbir zaman ne olduğu tam olarak anlaşılamayan  bir şeyi, insanlarla paylaşmak, yogayı izleyerek ya da yapanlar tarafından anlatılanları dinleyerek değil birebir deneyimleyerek insanları yogayla tanıştırmış olduğum için çok mutluyum.

thai-food-the-yacht-week

Bedenimi tropik meyveler ve lezzetli yemeklerle beslediğim, güneş, deniz ve rüzgarla şifalandırdığım, zihnimi dinlendirdiğim, sonsuz saatler dans ederek ruhumu serbest bıraktığım bu bir hafta bitti şimdi. Benzer konseptte bir haftalık tekne tatillerini Yunanistan, Hırvatistan, Karayiplerdeki Virgin Adaları, İtalya ve Türkiye’ddgerçekleştiren The Yacht Week’in bir sonra hangi destinasyonuna katılsam diye şimdiden hayal kurmaya başladım.

palms-coconut-yacht-week

Denizde yıldızlara bakarak uyumaya alıştığında damlar çatılar küfür gibi geliyormuş insana. Günler sonra havaalanına gitmek için ayakkabılarımı giydiğimde, kendim zamanında çok beğenerek aldığım bu minik hapisanelerden hoşnutsuz ayaklarım şehirlerde bulamayacağı bu özgürlüğü, toprağın öpüşünü, kumun sarılışını, denizin kalp atışını hemen o an özlemeye başladı bile. Bu mükemmel haftanın anısını ve bıraktığı tadı içimde ne kadar taşırsam kar bana. Çok memnun oldum denizle, The Yacht Week’le ve yoga öğretmenin keyfiyle tanıştığıma. Tayland ise bir hafta ile bir parmak bal çaldı ağzıma, şimdi kendisi mutlaka bir daa döneceğim o yüksek enerjili yerler arasında.

—-

Edit: Tayland Yacht Week dönüşü BVI Yacht Week’te yoga öğretmek ister misin diye bir mail aldım ve tabii ki kabul ettim. BVI da Tayland da harika rotalar ve Aralık-Ocak bookingleri açılmış. The Yacht Week web sitesine giderek seçeneklere bakıp kayıt yapabilirsiniz. Bu Yoga Journal’da yayımlanan yazım. Yacht Week’in ne olduğunu daha iyi anlatan bir yazı da yolda!

Ekran Resmi 2016-02-29 12.42.17

]]>
https://www.cizenbayan.com/andaman-denizinde-yoga/feed/ 0
Hayat Bilgisi Peşinden Sri Lanka [yoga journal] https://www.cizenbayan.com/hayat-bilgisi-pesinden-sri-lanka-yoga-journal-aralik-sayisi/ https://www.cizenbayan.com/hayat-bilgisi-pesinden-sri-lanka-yoga-journal-aralik-sayisi/#respond Mon, 04 Jan 2016 17:47:52 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=7433

Seyahat editörlüğü yaptığım Yoga Journal Türkiye‘de Kasım Aralık sayısında yayımlanmış Hayat Bilgisi Peşinden Sri Lanka konulu yazım

AYUBOWAN! Sri Lanka dilinde uzun yaşam demek. Ve Sri Lanka’da girdiğiniz her yerde bu şekilde selamlanıyorsunuz. Doğrudan çevrildiğinde “hayat bilgisi” anlamına gelen ayurveda, ya da ayurvedik tıp; Hindistan’da ortaya çıkmış, geçmişi ne kadar eskiye gittiği bilinmeyen ve kökenlerinin kutsal kitaplarda bulunduğuna inanılan bir sağlık sistemi. Antik metinlerde, tıbbi kitaplarda, ilahilerde izlerine rastlayabileceğimiz Ayurveda, hastaya özel bitkisel ilaçlar, beslenme programları, özel masajlar, meditasyon ve egzersizler ile hastalığı önleme, sağlığı koruma ve tedavi için uygulanıyor. Sadece beden değil, zihin ve ruh da ayurveda’nın bütünsel olarak ele aldığı sağlık anlayışının bir parçası. Günümüzde, modernize edilmiş versiyonu, Hindistan, Nepal ve Sri Lanka’da batılı ziyaretçilerin hizmetine sunuluyor. Sri Lanka kuzeyden gelen bu geleneği kendi kültüründeki hela osu adlı geleneksel sağlık sistemiyle harmanlayıp bütünsel tedaviler sunduğundan batılı ziyaretçilerin Ayurveda için en çok tercih ettiği ülkelerin başında geliyor.

Sri Lanka’nın güney batısında, Kolombo’nun güneyinde, Kolombo’dan Galle’ye kadar devam eden sahil şeridinde, Wadduwa ve Beruwala bölgelerinde pek çok farklı tarzda ve yoğunlukta ‘ayurvedik’ tesisler yer alıyor. İstanbul’dan Türk Hava Yolları ile Male duraklamalı direkt, Qatar Hava Yolları ile Doha aktarmalı olarak yaklaşık 10 saatte Kolombo’ya ulaşmak, Kolombo’dan da 3-4 saatlik araba yolculuklarıyla bu tesislere varmak mümkün.

Kasım’dan Nisan ayına kadar en yoğun ve haliyle de pahalı sezon. Özellikle batı dünyasında kış olduğu ve tatiller de bu aylara denk geldiği için daima güneşli Sri Lanka çok tercih edilen bir destinasyon haline geliyor. Belirgin bir muson sezonu olmadığından tesisler yıl boyu açık. Mayıs’tan Temmuz ayına kadar Avrupa’da da yaz olduğu için en düşük sezonları. Okyanusun normalden daha dalgalı olması dışında hava şartlarıyla ilgili olumsuz bir durum olmadığı gibi otellerden de çok iyi fiyatlar almak mümkün.

Bir sağlık sorununuz olsun olmasın Ayurveda’dan gerçekten fayda sağlamak için en az 2-3 haftanızı bu tesislerde geçirmeniz öneriliyor. Kolombo’nun 60km güneyinde yer alan Beruwala bölgesindeki Heritance Ayurveda Maha Gedara da müşterilerine ihtiyaçlarına göre 2-3 haftalık ya da daha uzun kürler sunuyor.

2004 yılında ülke tarihindeki ilk ve tek tsunami felaketinde etkilenen bölgelerden biri Beruwala. Otel bu felaketten sonra tamamen yenilenmiş. Okyanus kıyısında yemyeşil, palmiye ağaçları altında ve geniş bir araziye yayılmış, 4 farklı tipte son derece konforlu odaları ve şık bir mimarisi olan tesislere geldiğinizde Sri Lanka’ya has geleneksel yöntemlerle, dev bir şamdanın üzerinde minik bir mum yakarak ve boynunuza takılan çiçeklerle karşılanıyorsunuz. Geliş saatinize göre ya hemen ya da sabah da doktor randevunuz var! Ziyaretçiler buraya rahatlamak, dinlenmek, sağlıklarını korumak yenilenmek ya da kemoterapi, travma sonrası tedaviler veya depresyon tedavisi için gelebiliyor. Tesise gelme sebebiniz ne olursa olsun ilk iş doktorla görüşmek. Yaklaşık 1 saat süren bu ilk danışma seansında doktor size genel sağlığınız ve alışkanlıklarınızla ilgili pek çok soru sorarak “doşa”nızı yani avurvedaya göre beden tipinizi belirliyor. Doğuştan gelen özelliklerimiz ve alışkanlıklarımız doşamızı belirliyor ve ayurvedik tıbba göre 3 ana doşa var. İnsanın bedeni, zihni ve ruhunda ‘hava’ elementini temsil eden Vatha vücutta ısı transferini sağlayan sistemlerle yakından ilişkili. ‘Güneş’ ile sembolize edebileceğimiz Pitta bedende sindirim sistemi ile alakalı, zihinde ise öfkeyi temsil ediyor ve sıcak karakterde. ‘Ay’ ya da ‘su’ ile ifade edilen üçüncü tip ise Kapha. Serin bir karakteri olan kapha vücuttaki sıvılarla ilişkili.

Doktor da tuvalet alışkanlığınızdan sevdiğiniz lezzetlere, uyku düzeninizden sinir stres durumlarınıza kadar hayatınızla ilgili pek çok soru soruyor. Bunun yanında, nabzınıza tansiyonunuza da baktıktan sonra size doşanızı söylüyor. Çoğu insan bir değil iki doşanın özelliklerini taşıyor. Örneğin ben Vatha-Pitta’ymışım.

Buraya bir hastalığın tedavisi için ya da gözle görülür bir hastalığınız olmasa da muzdarip olduğunuz ufak tefek sorunlardan kurtulmak için gelmiş olabilirsiniz. Siz de derdinizi doktora anlattıktan sonra kalacağınız süreye ve ‘doşa’nıza göre günlük masajlar, yapmanız gereken egzersizler, yemeniz ve yememeniz gereken gıdalar ve size özel hazırlanan ayurvedik bitkisel ilaçlardan oluşan günlük/haftalık programınız hazırlanıyor.

1 saatlık danışma seansımdan sonra benim de elime bir gıda listesi tutuşturuyor hemen doktor. Baskın doşalarım Vatha ve Pitta için iyi olan gıdaları bolca tüketmem kötü olanlarındansa uzak durmam gerekiyor. Bazı gıdalar her üç doşa için de iyiyken bazı gıdalar 2 doşa için faydalı diğeri için zararlı olabiliyor.

Özellikle pişmiş yemeklerin içinde pek çok farklı gıda olduğundan ve çok sayıda gıdanın doşalara göre artısını eksisini ezbere bilmek de oldukça zor olduğundan sabah öğle ve akşam açık büfe olarak servis edilen yemeklerin hepsinin önüne yemeğin hangi doşalara iyi geldiğini belirten etiketler konulmuş. Çoğu her 3 doşaya göre de sağlıklı olan malzemelerle hazırlanan ve şaşırtıcı derecede lezzetli yemeklerden oluşan büfedeki bu etiketler ayurvedik olarak bedeninizi ruhunuzu ve zihninizi dengeleyeceğiniz bu birkaç haftalık süreçte size iyi gelecek gıdaları seçerken işinizi oldukça kolaylaştıran bir sistem.

Yemekte, havuz kenarında, başında beyaz bir bandanayla gezen insanlar görmeniz mümkün. Burada, -yarım bırakılamayacak bir tedavi olduğundan- sadece minimum 1 hafta kalabilecek ‘hasta’lara uygulanan Shirodhara, başın üzerinde, 7. tepe çakrasının bulunduğu bölgeye özel yağlar damlatılarak yapılıyor.

Güne erken saatlerde yoga veya meditasyon ile başlanıyor Heritance Ayurveda Maha Gedara’da. Cuma hariç haftanın 6 günü sabah, 4 günüyse akşam üzeri yoga seansları var. Çok dinamik ve aktif olmayan Hatha Yoga yapılıyor. Cuma günleri ise Budist bir rahip eşliğinde budist meditasyon yapılıyor.

Berrak bir zihinle başlayan gün yemekle birlikte ılık su servis edilen açık büfe restoranda ayurvedik bir kahvaltı ile devam ediyor. Daha sonra eğer bugünkü programınızda bir ‘tedavi’niz varsa odanızda hazır bulunan turuncu bornozunuzu giyip ağaçlar altında tatlı bir yoldan yürüyerek ya da isterseniz resepsiyondan istettiğiniz buggy ile tesis içinde yer alan sağlık merkezine gidiyorsunuz. Burada terapistiniz tarafından karşılanıp içinde japon balıklarının salındığı insanı dinginleştiren havuzların arasından masaj odanıza yönlendiriliyorsunuz.

Beden, zihin ve ruhunuzun ihtiyacına göre size özel olarak hazırlanmış masaj programından sonra havuz başında ya da okyanus kıyısında kitap okuyarak, güneşlenerek keyif yapabilirsiniz. Öğle ve akşam yemekleri de yine aynı şekilde açık büfe, ayurvedik, ılık su eşliğinde. Ekvatora olan mesafeden gece gündüz neredeyse eşit birbirine ve akşam 6 itibariyle hava kararıyor. Ayurvedik haftanızı sakin geçirmeniz öneriliyor. Akşamları yemekle birlikte hafif bir canlı müzik var sonrasındaysa çoğunluk odasına dinlenmeye çekiliyor. Unutmayın ayurveda’da sadece beden değil zihin ve ruhu da şifalandırmak, bu üçü arasındaki dengeyi korumak esas alınıyor.

Tam teşekküllü bir ayurveda tesisi olan Heritance Ayurveda Maha Gedara’da bazı akşamlar yemekten sonra doktorlar tarafından ayurveda esasları, ayurveda tarihi ile ilgili sunumlar yapılıyor. Konuyu daha derinlemesine öğrenmek isteyenler için bulunmaz bir fırsat. Bunun dışında burada geçireceğiniz 2-3 hafta sonrasında eve döndüğünüzde de bu yakaladığınız dengeyi koruyabilmeniz için ev ortamında yapmanız ve yapmamanız gerekenler, dengeniz bozulduğunda nasıl teşhis edeceğiniz ve ’gerçek hayatta’ sağlığınızı korumak için neler yapabileceğiniz detaylı olarak anlatılıyor. Heritance Ayurveda Maha Gedara’da 2-3 haftada fabrika ayarlarınıza dönmekle kalmıyor, sonrası için de hayat boyu işinize yarayacak ve size uzun ve sağlıklı bir yaşamın yollarını açacak ‘hayat bilgileri’ ediniyorsunuz.

Sri Lanka orta kısımları ayrı sahil kesimi ayrı güzellikte bir ada. Ayurveda ‘tatil köyleri’nin bulunduğu bölgenin yakınlarında Kolombo şehri, Galle şehri ve günübirlik bir turla Kandy şehri ziyaret edilebilir. İrili ufaklı pek çok budist tapınağı var ve insana gerçekten huzur veren mekanlar. Yakınlarda yer alan çay fabrikaları, ayurvedik ilaç yapımında kullanılan doğal baharatları görüp her birinin ne işe yaradığını öğrenebileceğiniz ‘spice garden’lar, Madu Nehri’nde 2-3 saatlik bot safarisi de Sri Lanka’ya gitmişken yapabileceğiniz aktiviteler arasında!

]]>
https://www.cizenbayan.com/hayat-bilgisi-pesinden-sri-lanka-yoga-journal-aralik-sayisi/feed/ 0
Yoga’nın Anavatanında Yoga Tatili [yoga journal] https://www.cizenbayan.com/yoganin-anavataninda-yoga-tatili-yoga-journal-temmuz-agustos-sayisi/ https://www.cizenbayan.com/yoganin-anavataninda-yoga-tatili-yoga-journal-temmuz-agustos-sayisi/#respond Wed, 01 Jul 2015 20:24:43 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=7278 Seyahat editörlüğü yaptığım Yoga Journal Türkiye‘de Temmuz-Ağustos sayısında yayımlanmış Yoga’nın Anavatanında Yoga Tatili / Goa, Hindistan konulu yazım

yoga’nın anavatanında yoga tatili

Biraz uzaklaşmak, kafa dinlemek, yoga pratiğinde derinleşmek ya da yogayı yoganın doğduğu topraklarda deneyimlemek, deniz-kum-güneş ü.lüsüyle hasret gidermek, muhteşem baharatlar ve rengarenk kumaşlar ile büyülenmek… Motivasyonunuz hangisi olursa olsun Goa dolu dolu bir yoga tatili için harika bir seçenek.

Ben; bir süre sadece yoga yapmak, Hindistan’a ilk seyahatimi gerçekleştirmek, taze hindistan cevizi suyu ve masala çayına doymak motivasyonuyla Goa’nın yolunu tuttum. Okyanusla palmiyelerin buluştuğu uçsuz bucaksız kumsallar ise bonus oldu.

Hindistan’a gidenler, Hindistan’ı ya çok seviyor ya da hiç sevmiyorlar. Ortası yok. Dünyanın en kalabalık ikinci nüfusuna sahip ve neredeyse orta sınıfın hiç olmadığı bir gelir dağılımı, bizimkinden çok farklı bir kültür, çok farklı bir iklim bu durumun oluşmasında büyük rol oynuyor. Ben yine de, seyahat deneyimini iyi ya da kötü yapanın; insanın öncelikleri, konfor alanı, beklentileri olduğunu düşünüyorum.

Hindistan’ı çok seven, kültürüne, renklerine, çeşitliliğe ve doğasına aşık olan ya da ‘çok pisti, aç kaldık, 2 gün sonra kaçtık’ diyen her iki grubun, buluşabileceği bir ortak nokta ise: Goa. Oldukça turistik olması sebebiyle Goa’yı ‘yeni başlayanlar için Hindistan’ diye adlandırmak yanlış olmaz.

Goa’nın birçok yüzü var: Sabahlara kadar süren partilerde dans, güneşin doğuşuyla beraber yoga ya da elinizde bir hindistan cevizi ile kumsal keyifi ! Ne için giderseniz gidin, pazarlığı bol rengarenk pazarları, Portekiz esintili kolonyal mimarisi, rengarenk tapınakları ve cenneti andıran tropik bitki örtüsü, Cihangir sokaklarında takılan kedi edasıyla yol ortalarında oturan inekleri, vızır vızır motorsikletleri ile Goa’nın etkisi altına girmemek mümkün değil.

Ne zaman gidilir?

Muson iklimi etkisindeki Goa, Haziran ortasından Ekim’e kadar çılgın bir yağış alıyor. Bu dönemde okyanus kıyısında yer alan pek çok bungalow, mevsimde yeniden yapılmak üzere sökülüyor.

Mart-Mayıs ayları ise Goa’ya yaz geliyor. Çok sıcak ve nemli olduğu için pek tercih edilmese ve yapacak çok aktivite olmasa da bu dönemde konaklama fiyatları epey düşüyor. Kasım ortasından Şubat-Mart sonuna kadar Goa için en uygun zaman. Bu dönem, kara kışa mola verip deniz ve güneşle buluşmak için de ideal!

Nasıl gidilir?

İstanbul’dan uçakla Bombay ya da Delhi’ye, sonra Spicejet, Air India, IndiGo, Go Air gibi yerel bir hava yolu şirketi ile Delhi’den iki buçuk, Bombay’den ise 1 saat 15 dakikada Goa’ya ulaşmak mümkün.

Nerde kalınır?

Goa’ya yoga amacıyla gidiyorsanız normal bir otel ya da pansiyonda kalıp çevredeki yoga merkezlerinden ders alabileceğiniz gibi bir yoga retreat’te kalıp konaklama ücretine dahil olan derslerden de faydalanabilirsiniz.

Kuzey Goa’da, Mandrem Plajında, hemen okyanus kıyısında, palmiye ağaçlarıyla kaplı bir alana yayılmış, Ashiyana Yoga Retreat, Goa’yo yoga için gideceklere gözüm kapalı tavsiye edebileceğim huzurlu,  temiz, şık ve konforlu bir tesis.

Dalga sesleriyle başlayan tipik bir Ashiyana günü 2 saatlik oldukça dinamik bir yoga dersi ile devam ediyor. Her gün farklı ve fakat birbirinden iyi hocaların girdiği sabah yogasından sonra bolca tropik meyve içeren sağlıklı bir kahvaltı var. Akşamüstü 4’de başlayan, daha sakin, daha yin geçen ikinci yoga dersine kadar pek çok şey yapmak mümkün. Okyanusa girebilir, yakınlarda yer alan diğer plajları keşfedebilir, tesisin ekstra ücretle sunduğu terapiler, masajlar ve ayurvedik danışmanlık hizmetlerinden faydalanabilir, scooter kiralayarak ya da taksiyle Goa’yı keşfedebilir ya da palmiyeler altında huzurla dinlenebilirsiniz.

Akşamları, sağlıklı vejeteryan seçenekleri olan açık büfede diğer yogilerle sosyalleşerek karın doyurduktan sonra şaman seremonileri, meditasyon teknikleri, film gösterimi, chanting gibi bir aktivite oluyor. Gün boyu sunulan sıcak sütlü masala çayı eşliğinde kitabınızı okurken, tatlı tatlı uykunuz geliyor ve benzer ama bambaşka bir gün için uykuya dalıyorsunuz

Her gün sabah 8 ve akşam 4’de başlayan, Ashiyana’da konaklayan herkesin katılımına açık ‘drop in’ denen 2’şer saatlik yoga dersleri her seviyeye uygun. Tesiste yer alan 3-4 shaladan birinde yapılacak ders programı her hafta resepsiyona asılıyor. Shala’lar çok doğal ve inanılmaz keyifli. Derslerde yanınızda yatan ve arada da esneyen köpekler ‘aşağıya bakan köpeği sizden öğrenecek değiliz!’ dercesine rahatlar. Hareketlerin başlangıç ya da ileri seviye varyasyonlarını yapmak yoginin kendi sorumluluğunda. Ama her seviyeden öğrenci olduğunu gözeten eğitmenler genellikle sakatlanmamaya yönelik güvenli dersler veriyorlar. Farklı ekollerden gelen hocalar var ve derslerde İngilizce konuşuluyor. Sınıfl arda ücretsiz olarak matlar var ancak eğer hijyen takıntınız varsa yanınıza kendi matınızı almanız faydalı olacaktır. Eğer matınızı taşımak istemezseniz marketlerden 20 liraya alabileceğiniz basit matlar, çok kaliteli ve dayanıklı olmasalar da tatil boyunca sizi idare eder. Küçük ter havluları da çok işe yarıyor.

Ashiyana’da yukarıda bahsettiğim bir yoga tatili yapabileceğiniz gibi 1 ila 3 haftalık detoks programlarına da katılabilirsiniz ya da hocalık eğitimi alabilirsiniz. Yoga hocaları ise kendi öğrencileri ile burada kamp düzenleyebilirler.

hindistan-goa-yoga-tatili-yoga-journal-turkiye-cizenbayan

Goa’ya gitmişken görülecek yerler

Bence Goa’da kaçırılmaması gereken en enteresan atraksiyon Cumartesi Gecesi Pazarı. Burası öyle herhangi bir pazar değil, güvenlikli giriş çıkışı olan, kocaman Saturday Night Market diye, logolu ışıklı tabelaları olan, içinde yemek alanı ve gece kulüpleri olan dev bir panayır. Çaylar, baharatlar, rengarenk kumaşlar, hediyelik eşyalar, incik boncuk, ne ararsanız var. Yemek alanında Hindistan’a özgü sokak yemeklerinin yanı sıra dünya mutfağı da var. En ilgi çekici alanlarından biri de şüphesiz insanlar bir pazar yerinde neden dans eder ki diye sorgulatan açık hava gece kulübü b.lümü. Kaçırmayın ve yanınıza bol bol nakit alın. Pazar sabah güne yoga ile başlayacaksanız son durağınız olacak bu rengarenk ve kaotik pazaryeri, ertesi gün sabah dersini gözden çıkardıysanız sabaha kadar sürecek gecenin ilk durağı olabilir. Ancak Goa’da en iyi partilerin yerli turistlerin ağırlıklı olduğu Cumartesileri değil Pazar akşamüstüleri düzenlendiğine dair bir söylenti var.

Çarşamba gündüzleri Anjuna’da gündüz gözüyle alışveriş yapabileceğiniz yine rengarenk bir Pazar daha var. Ashiyana’dan motorla 20 dakika gibi bir mesafede yer alan Anjuna’ya gelmişken, şirin bir butiği ve bahçesi olan Artjuna’da serin birşeyler içebilir, German Bakery’nin leziz tatlılarını tadabilir, Baba Au Ruhm’un palmiyeler altındaki rengarenk bohem bahçesinde, Fransız işletmecinin seçtiği chill müzikler eşliğinde keyif yapabilirsiniz.

Arjuna’da akşam yemeği için en sevilen seçenekler ise Thalassa Yunan Tavernası ve Piccolo Roma italyan restoranı.

Ben sadece yoga yapmaya gelmedim

Goa’yı keşfedeceğim diyenlerin bir günlerini Portekiz kolonyal zamanından kalma St Catherine Şapeli, Sant Francis of Assisi Katedrali ve Bom Jesus Bazilikasını yer aldığı eski Goa ve çevresini rotalarına eklemelerini tavsiye ederim.

Varılacak yer ne olursa olsun yolculuğun bile inanılmaz keyifli olduğu bir Dudsaghar Şelalesi turuna da bir tam gün mutlaka ayrılmalı Goa’ya gidilmişken. Şelalenin olduğu parkın girişinde aracınızı park ettikten sonra, 4×4’lerle aşılan 20 dakikalık bir toprak yolun sonunda çevresinde maymunların koşup zıpladığı, bir cennet simülasyonuna varılıyor. Dudsaghar’dan Goa’ya dönüş yolunda ise 900 yıllık Mahadev tapınağına uğramanızı ve Şiva’ya adaklar sunmanızı tavsiye ederim.

Mandrem plajından taksi veya scooter’la 5 dakikadaki Arambol’de kurulu tezgahlardan bol pazarlıkla alışveriş edebilir ya da turistlerin sıklıkla uğradıkları Double Dutch’ın bahçesinde keyif yapabilirsiniz.

]]>
https://www.cizenbayan.com/yoganin-anavataninda-yoga-tatili-yoga-journal-temmuz-agustos-sayisi/feed/ 0
yerlisinden tavsiyeler: akif hakan çelebi https://www.cizenbayan.com/hong-kong-yerli/ https://www.cizenbayan.com/hong-kong-yerli/#respond Tue, 22 Nov 2011 17:39:13 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=72

Mutlaka yapılmalı dediğin şey: Şehir merkezinden kalkan modern iki katlı yatlarla yarım saat mesafedeki koylara gidilmeli. Buralarda su sporları veya plajda keyif yapılabilir. Yediğiniz içtiğiniz dahil adam başı 100 lira civarı tutuyor.

En sevdiğin galeri / müze: Sheung Wan’daki Lomography Gallery Store. Hem lomo ile ilgili her şeyi bulabilir hem de düzenledikleri sergilere göz atarsınız.

En sevdiğin cafe: Mong Kok’ta Ful Cup Cafe. 4 katlı ve her katın başka bir tasarımı var. Burada akustik canlı konserler de düzenleniyor.

En sevdiğin bar / gece kulübü: Sheung Wan’daki XXX Gallery. Electronic, dubstep ve tech house tarzı çalar, underground bir havası vardır. Central’daki Fly ise klasik HK stili clubbing için ideal.

Alışveriş için adreslerin: İkinci el için Mong Kok / Tung Choi caddesindeki Ladies Market’a bakarım. Favori mağazam Zara olduğu için alışveriş merkezlerini tercih ediyorum, en sık gittiğim Tsim Sha Tsui’deki Harbour City. Tsim Sha Tsui’de yerel mağazaların bulunduğu pasajlar da var, mutlaka keşfedilmeli.

Ne yemeli / içmeli: Garip ama HK’da sushi yemeli, buraya gelen Japonlar bile sushiye hayran, çünkü hem lezzetli hem ucuz. Favorilerim Mong-Kok Mi-Ne Sushi ve Causeway Bay’deki Sushi One.

Şehrin soundtrack’i / filmi / kitabı: Wong Kar Wai’nin In The Mood For Love ve Chunking Express filmleri.

Yılın en sevdiğin zamanı: Hava bakımından en iyi zaman Kasım Mart arası. Normalde çok nemli ve sıcak olan HK iklimi biraz daha serin oluyor.  Ekim sonu hem bu döneme geldiği hem de Halloween zamanı olduğu için çok eğlenceli olur.

 HONG KONG YAZISINA GERI DÖNMEK IÇIN TIKLAYIN

]]>
https://www.cizenbayan.com/hong-kong-yerli/feed/ 0
hong kong https://www.cizenbayan.com/hong-kong/ https://www.cizenbayan.com/hong-kong/#respond Thu, 10 Nov 2011 23:51:46 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=9 bavulum tamam, bilet ve pasaport çantamda, playlistler tamam, 10 saatlik hong kong uçuşuna hazırım. istanbul’dan gece yarısı bineceğim, ertesi gün öğleden sonra hong kong’da olacağım. ilk gece çok işimiz var, jetlag olmamam lazım bu yüzden uçakta uyumalıyım düşünceleriyle evden çıkıyorum. ben aslında uçmayı çok seviyorum, 10 saat hiç gözümde büyümüyor, taa ki uçağın tekerleri yerden havalanana kadar… 10 saat mi? çok uzağa gittiğim o anda dank ediyor kafama. uyumam lazım, yemekten sonra gözlerimi kapıyorum. rahatsız da olsa uyuyorum.

saatler sonra gözlerimi açtığımda müthiş bir manzarayla karşılaşıyorum, masmavi bir deniz, yemyeşil adalar ve ben upuzun bir yolculuktan sonra hong kong’dayım, daha önce hiç bu kadar uzağa uçmamıştım. çok heyecanlıyım. iki haftayı beraber geçireceğimiz arkadaşım hakan beni hava alanından alıyor. hava alanından gelen metrodan inip gerçek hong kong’a adım attığımda ilk dikkatimi çeken şey çok yüksek binalar ve rengarenk tabelalar oluyor. trafik soldan akıyor, caddelerin sokakların çince ve ingilizce isimleri var ve bir de bu şehir inanılmaz kalabalık. günün herhangi bir saati anlamsız bir kalabalık! bavullarımı eve bıraktıktan sonra yemeğe gidiyoruz. ayağımın tozuyla ilk yiyeceğim şeyse sushi!

sushi japon yemeği aslında ama hong kong’da çok ucuz ve çok iyi yapan restoranlar var. mong kok’taki mi-ne sushi de onlardan biri. istanbul’da en az 100 liraya yiyeceğiniz yemeği burada 20 liraya yiyorsunuz. malzemeler taze olduğu için çok daha lezzetli haliyle. burada bir de tadı bizim gazoza benzeyen ‘japanese lemonade’ var, bir yerde karşınıza çıkarsa mutlaka deneyin, leziz! hong kong’da bir restorana girdiğinizde size hemen yeşil çay getiriyorlar. bizde çoğu yerde su olması gibi. sınırsız çay içebiliyorsunuz.

hava çok sıcak. ama gerçekten çok sıcak. sanki bir fırının içindeymişsiniz gibi. çok nemli. herkes şemsiyelerle geziyor. güneşten korunmak için taşıdıkları bu şemsiyeler onları her binada onlarca olan klimalardan damlayan sulardan da koruyor. hong kong’da klimasız bir mekan yok. olması da mümkün değil zaten. ama bir restorana yada avm’ye girdiğinizde üzerinize bir şey giymenizi gerektirecek kadar da soğuk oluyor. klimayı abartıyorlar, hiç ortası yok. bu yüzden hong kong’da hasta olmak çok kolay.

çektiğim ziyafetten sonra burada geçirdiğim her gün bünyeme maksimum miktarda sushi depolayacağıma and içerek oradan kalkıyoruz, central’da avrupa’daki bir cafe’yi andıran portobello’da birer kahve içip soho’ya gidiyoruz. burada birleşik krallık’lı graffiti ve fotoğraf sanatçısı insa’nın sergi açılışı var. mong kok’ta herkes hong kong’luydu. soho’da ve central’da ise bol bol avrupalı ve amerikalı var. soho’da 11’e kadar takılıp birşeyler içebilirsiniz. buradan çıkıp central’a daha çok turistin olduğu ve 11’den sonra barların hareketlendiği yerlere göz attıktan sonra dünyadaki sayılı moda fotoğrafçılarından olan hakan’ın davetli olduğu marc jacobs’un moda şovunun after party’sine gitmek üzere landmark isimli avm’ye gidiyoruz.

10 saatlik uçuş ve bir sergi açılışından sonra katıldığım bu partide kızların bana ilk sorduğu soru ‘topuklu ayakkabıların nerede?’ oluyor. (fotoğrafa aldanmayın, asya ortalamasına göre kısa değilim aslında) ayağımda spor ayakkabılarım içimden şöyle diyorum: jetlag’im hiç kimse bilmiyor. yorgunum ama ilk gün orada olmanın heyecanıyla eve dönmek istemiyorum. e o zaman hakan’ın uğrak mekanı fly’a gidip dans edebiliriz. fly çıkışında ilk çin yemeğimi denemek istiyorum, dim sum yemek için lokal bir restorana uğruyoruz: bizim bambi, kızılkayalar gibi bir yer. dim sum içinde çeşitli et veya sebzeler olabilen haşlanmış hamur topları. onlarca çeşidi var. burada yediğim dim sum’ı beğenmiyorum. bir dahaki sefere başka çeşitlerini deneyeceğim.

burada her yerde büyüklü küçüklü alışveriş merkezleri var. yüzlerce starbucks ve body shop gördüğüme eminim. sokaklar kalabalık, taksiler ucuz, taksiler kırmızı. 1 hong kong doları 0.22 türk lirası. ben de ‘demek ki fiyatı neyse onu 5’e böleceğim’ diyerek engin matematik bilgimle ikinci günümde ilk mall’uma atıyorum kendimi. ismi times square. (burada o kadar çok ingilizce tabela var ki. zaten her caddenin sokağın bir çince bir de ingilizce ismi var) acıkınca tabii ki sözümde duruyorum ve sushi one’a giriyoruz. buranın özelliği ise gece 10’dan sonra giderseniz yarı fiyatına sushi yemeniz. yemekten sonra bu sefer de çinli bir sanatçının sergi açılışı için central’a gidiyoruz.

buradan sonraki durağımız ise LKF otel’in 29. katındaki azure bar oluyor. bara çıkmak için biraz asansör sırası bekliyorsunuz. içki almadan dans edilen bölüme geçilmediği için biraz da içki alırken sıra bekliyorsunuz. ama sonunda çok güzel bir manzara var! pes etmemek lazım. müzikten sıkılınca içerisi tıklım tıklım dolu olan barın 30. kattaki terasına çıkıp gökdelenlere bakıyoruz. sokaklarda dolaşırken bolca çince tabela olmasına rağmen bu yükseklikten filmlerden gördüğüm new york’u andırıyor bana hong kong. gündüz de times square’deydim… yoksa?….

azure’da içtiğimiz birer mojito’dan sonra yine fly’a gidiyoruz. kızlar çok şık. mutlaka topuklu ayakkabı giyiyorlar. ama hong kong gece kulüplerinin çoğunda 10 yıl önceki hip-hop şarkıları çalıyor. bir gece tamam ama her gece çekilmiyor. biraz dans ettikten sonra gece acıkmalarımızın bu seferki durağı ise şehrin çeşitli yerlerinde şubeleri olan ebeneezers oluyor. burada yediğim fresh mint soslu döneri biraz ön yargıyla denesem de çok beğeniyorum. eve dönerken sabaha karşı 5’te bastıran yağmurda sırılsıklam oluyoruz. o kadar nemden anlamam lazımdı, burada en fazla 2 gecede bir yağmur yağıyor. anlıyorum ki gerçek bir hong kong’lu çantasında gece gündüz şemsiye taşımalı.

üçüncü günümde hayatımda ilk defa kuzey çin denizine gireceğim. big wave bay’e doğru yola çıkıyoruz. dolmuşla giderken gördüğüm manzara inanılmaz. dağlar, yeşil bitki örtüsü, deniz, koylar ve burunlar. hiç sıkıcı olmayan bir yolculuktan sonra vardığımız yer şehir merkezine 40-45 dakika mesafede olan bir plaj aslında. ama öyle çok kalabalık değil. big wave bay; adı üzerinde, büyük dalgalar var ve herkes surf yapıyor.

bembeyaz kumlarda güneşlenip dalgaların tadını hiçbir şeye para ödemeden çıkardıktan sonra açlığımızı bastırmak için şehre dönüp causeway bay’deki bedava denebilecek bir all-you-can-eat japon restoranı matsuya’ya gidiyoruz. buraya önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor, aklınızda bulunsun. japon mutfağı sadece sushi’den ibaret değil. midemiz el verdiğince tüm çeşitleri denemeye çalışıyoruz. yemekler harika ama asıl kalbimi çalan dondurma oluyor. ilk önce herhangi bir tatlıyla bağdaştıramadığım kırmızı fasulyeli, yeşil çaylı ve susamlı dondurmalar inanılmaz.

hong kong; hong kong yarımadası, kowloon adası ve yüzlerce küçük adadan oluşuyor. bugün kowloon adasının downtown’ına gidiyoruz. kowloon gökdelenlerin olduğu new york’u andıran hong kong yarım adası manzarasını en güzel görebileceğiniz yer aynı zamanda. burada da son derece şık ve işlek avm’ler var. mimarisi ve içindeki mağazalarıyla en hoşuma gidenler the one ve harbour city oldu. özellikle harbour city içindeki lcx katını şiddetle tavsiye ediyorum yolu düşecek olanlara. (not: şehrin biraz daha dışında kalan festival walk isimli avm ise alt katındaki taste adlı dev süpermarket ve içindeki yüzlerce mağazasıyla alışveriş yapmak isteyenler için kolaylık olabilir.)

acıkınca bir değişiklik yapıp japon yerine çin yemeğiyle karın doyurmaya karar veriyoruz. buradaki çin yemekleri türkiye’de yediklerimizden çok farklı. iyi ya da kötü değil, farklı; evet. o kadar çok çeşit var ki hepsini denemek mümkün değil. zaten küçük porsiyonlardan oluştukları için 5-6 çeşit söylemeniz gerekiyor. masayı donatınca hem karnınız hem de gözünüz doyuyor hem de çok çeşit yemiş oluyorsunuz. bir de masalardaki çay bardakları, tabaklar, kaşıklar, çubuklar hepsi oyuncak gibi ve çok şık. uzak doğu yemek kültürünü seviyorum!

hong kong’da sadece çin yemeği yok tabii ki. asya’da bir çok ülkede şubesi olan food republic diye bir restoran zinciri var ki gördüğünüz yerde mutlaka girin. burası her ülke ve hatta bölgenin kendine has mutfağının ayrı ayrı restoranının olduğu bir yemek department storu’u. siz thai yemeği yerken arkadaşınız vietnam yemeği yiyebilir ve aynı masada oturabilirsiniz. farklı yemekleri nerenin yemeği olduğunu bilerek yemek için süper bir fırsat. fiyatlar uygun ve her şey çok lezzetli. tadı damağımda kaldı!

karnımızı doyurduktan sonra analog fotoğrafçılığı, filmleri, retro ve oyuncak makineleri seven herkes için bir mabet olan lomography shop’a gidiyoruz. burada aklımı kaybedecek gibi oluyorum. elimde olsa bütün makineleri alırım. fotoğraf makinesi koleksiyonuma bir yenisini daha eklememek için kendimi zor tutuyorum. emektar multicolor holga’ma birkaç film ve ufak tefek aksesuarlar aldıktan sonra kalbimin yarısını dükkanda bırakarak hong kong yarımadasına uzaktan bakmaya avenue of stars’a gidiyoruz.

burada hong kong’lu ünlü yıldızların isimlerinin yazılı olduğu taşlar var. hollywood’daki walk of fame gibi. jackie chan’in el izleri ve bruce lee heykeli ise buranın en popüler noktaları. aralarında hakan’ın da olduğu bir çok insanı uzak doğuya hayran bırakan (hatta hakan’ın buraya taşınmasının arkasında yattığına inandığım) filmlerden chunking express’in yönetmeni kar wai wong ise bruce lee’nin tam karşısında olduğu için şanssız bir noktada, çünkü herkes üstüne basıyor. hong kong’daki gökdelenlerin ışıklarının müzikle dansı symphony of lights‘ı beklerken avenue of stars’da birkaç tur daha atıyoruz; ışık şovundan sonraysa sadece hong kong’da değil muhtemelen tüm asya’da yiyebileceğiniz en iyi pizzayı yemek için pizza express’e gidiyoruz. hayatımda yediğim en iyi pizzalardan birini burada yemek beni de şaşırtıyor. üzerine check-in yaptığımız için müessesenin ikramı olan tatlımızı da yedikten sonra bir haftalık malezya seyahatimiz için enerji depolamak üzere direksiyonu ters tarafta kırmızı taksilerden birine atlayıp eve dönüyoruz. sabah erkenden hava alanına gideceğiz.

düşündüm de 15 gün içinde 9 kez uçmuşum. gönül isterdi ki bu bir viral reklam olsun, ben biletlerimin bazıları bedavaya geldi derken bir yandan elimde bana sponsor olan hava yolu şirketinin mil biriktirme programı kartını sallarken poz vereyim, ama bu seferlik kısmet değilmiş. ayrıntılarını buradan okuyabileceğiniz bir haftalık muhteşen bir malezya (ve ‘how to spend 9 hours in singapore’ ana temalı 9 saatlik singapur) macerasından sonra yeniden hong kong’dayız. yüksek binalara asılı yüzlerce tabelayla gece gündüz hep aydınlık olan mong kok’ta yürüyoruz. sushi’yi özlemişiz. yine mi sushi. evet yine sushi. ver elini mi-ne sushi.

karnı doyan her hong kong’lu gibi biz de nemden ve sıcaktan kurtulmak için kendimizi bir avm’ye atıyoruz. bu seferki adres: mimarisiyle ünlü langham place. ilk 4 kata kadar bizi şaşırtmayan ortalama ve belki şık denebilecek bir mimariden sonra 4. kata gelince ağzımız açık kalıyor. burada 11 katlık dev bir galeri boşluğundan cenette çıkıyormuşçasına dik ve yüksek bir merdivenle 15. kata çıkıp oradan da her birinin kat planı birbirinden farklı 11 kattaki hiçbir mağazayı atlamamanız için tasarlanmış tekrar 4. kata inen bir rampayla bütün avm’yi gezmiş oluyoruz.

hem mimarisi heyecan verici hem de içinde türkiye’de veya avrupa’da olmayan çok tatlı mağazalar var. küçük çinli kızların kendi fotoğraflarını çekip sonra üzerine kalp çiçek böcek bilumum ıvır zıvır monte ettikleri makinelerin olduğu oyun ve atari salonları çok popüler. o fotoğraflardan hakan’la biz de çektik ama ikimizin de kariyeri tehlikeye girmesin diye yayınlamıyorum:) hong kong’da gözlemlediğim kadarıyla son 10 yılda hello kitty popülaritesinden hiçbir şey kaybetmemiş. henüz hiç oynamadığım, çoğu kişinin de beni sakın oynama bağımlılık yapıyor diye uyardığı angry birds’in ise hello kitty’yi sollaması yakındır.

ama benim asıl kalbimi çalan yaratık rilakkuma oldu. hong kong’da geçirdiğim her saniye beni rilakkuma manyağı yaparken en sonunda dayanamadım ve obez beagle’ım alfie’nin üzerine rilak’kuma’ getirdim. şimdi her gece beraber uyuyoruz.

buradan çıkıp üzerinde aklınıza gelebilecek elektronik her şeyi, binlerce aksesuarı ve ayrıntısıyla oldukça uygun fiyata bulabileceğiniz pasajların olduğu ünlü sai yeung choi caddesine gittik. uygun fiyata elektronik alışverişi için gelmeniz gereken yer burası.

bir sonraki durağımız ise tam bir çin malı cenneti olan temple street market: burası bir pazar: ıvır zıvır, çakma saatler, takılar, çay setleri, hediyelik yelpazeler, minik oyuncaklar, çantalar, giysiler, ayakkabılar, şemsiyeler kısacası ne ararsanız var. ama asıl eğlenceli kısım pazarlık yapmak. tüyo vermek gerekirse önce satıcıya almak istediğiniz ürünün fiyatını sorun. satıcının vereceği cevaba göre ödemek istediğiniz miktarın yarısını teklif edin. o indikçe istediğiniz fiyattan çok uzaklaşmadan makul bir noktada buluşun. eğer satıcının son söylediği fiyat hoşunuza gitmediyse bu noktada blöf yapmanız gerekiyor. satın almayacakmış gibi ürünü bırakıp gidin. arkanızdan seslenip size ürünü istediğiniz fiyattan bıraktığını söyleyecek. %100 olmasa da %80 falan çalışıyor :) zaten her şey oldukça ucuz ama siz yine de buradan pazarlık yapmadan dönmeyin. buradan çıkıp tsim sha tsui’de bir bara gidip pineapple mojito içtik. hesabı öderken pazarlık yapmamak için zor tuttum kendimi.

central’daki hip-hop çalan gece kulüpleri sizi açmıyorsa wan chai’ya gidebilirsiniz. burayı özetlemek gerekirse gireceğiniz barlarda bir avrupalı iş adamı başına 2 uzak doğulu kız düşüyor. bu kızlar barlarda çalışıyorlar ve her barın bir üniforması var, yani aynı barda çalışan kızlar aynı elbiseyi giyiyor. canlı müzik dinlemek için girdiğimiz amazonia’da ortam tam olarak böyleydi. müzik güzeldi ama oraya eğlenmek için gitmiş tek kız olduğumdan eğlenemedim pek.

buradan çıkıp birkaç metre ileride bu sefer de avrupalı erasmus öğrencisi profili çizen gençlerin barın ve masaların üzerinde çılgınca dans ettiği carnegies’e gittik. carnegies’in önü de oldukça kalabalıktı. içki ucuz ve müzik güzeldi. eğer bu şekilde de eğlenmek istemiyorsanız birkaç metre daha yürüyüp typhoon’da rahatça oturup bir şeyler de içebilirsiniz. wan chai’de gidebileceğiniz eli yüzü düzgün barlar bunlar. ama çarşamba geceleri iş değişiyor. çünkü çarşambaları ladies night ve bu cadde üzerindeki bütün barlarda kadınlara sınırsız bedava içki servis ediliyor bu yüzden çarşambaları hong kong’lular da burada takılıyor.

hong kong’un en heyecan verici yanı devasa gökdelenlere rağmen yerel ruhunu kaybetmemiş olması. etrafta satılan ve hepsini keşfetmem için belki orada yıllar geçirmem gereken ufak yiyecek ve bitkilerin yanı sıra bana bunu en çok hissettiren hemen hemen her apartmanın önünde gördüğüm küçük heykellerin önüne bırakılmış meyve ve yanan tütsülerin sırrını çözerim umuduyla şehrin biraz dışındaki che kung tapınağına gidiyoruz. her şey tam olsun istiyorum, tapınakta çalışan ve ingilizce bilen bir gencin yardımıyla biraz tütsü satın alıp bütün ritüeli gerçekleştiriyorum. iyi şans tanrılarından güzel dilekler dilerken, bambaşka bir kültür ve coğrafyada olmanın heyecanı için de kendi tanrıma teşekkür etmeyi unutmuyorum.

son derece basit mimarisi olan yerel bir tapınaktan çıktıktan yarım saat sonra 483 metre yükseklikte bir şeyler içebileceğiniz kaç şehir vardır ki? hong kong sürprizlerle dolu! dünyanın en yüksek binaları sıralamasında 4. sırada yer alan uluslararası ticaret merkezi yani ICC binasının 118. katında bulunan ozone bar dünyanın en yüksek barı. açık bir havada buradan bütün hong kong’u uçaktaymışçasına izleyebilirsiniz. şansıma hava kapalıydı ama bir mimar olarak kendime ‘aa 118. kata çıkmamış’ dedirtemezdim öyle değil mi? :)

beni 118. katta gördüğüm manzaradan daha çok etkileyen bir şey varsa o da in-town check-in idi. icc’nin altındaki elements isimli son derece şık avm’nin devamındaki kowloon metro istasyonunda, yani şehir merkezinde, hong kong uluslararası hava alanında kontuarı bulunan bütün şirketlerin birer kontuarının olduğu bir bölüm var. gün içinde buraya bavulunuzu bırakıp boarding pass’inizi alıp şehirde gezmeye devam edebiliyorsunuz. yani bavulunuzla check-in’inizi hava alanına gitmeden yapıyorsunuz. hem bavulu taşımıyor hem de zaman kazanıyorsunuz. gerçekten #inanilmaz bir rahatlık!

yazıyı vedat milor’un obez versiyonu ele almış gibi oldu farkındayım ama gerçekten de hong kong’dan tadına bakamadığım binlerce yemeği, gözümü alamadığım doğayı, çince yazıları, karmaşayı ve yaşanacak onlarca farklı deneyimi arkamda bırakarak ayrılıyorum. yolumu bu coğrafyaya ve bu yakınlara tekrar düşürmek için kendime söz veriyorum. dev bir metal taşıtın içinde sabırla 10 saat oturduktan sonra evime istanbul’a varacağım. gözümü kapadığımda rengarenk kareler canlanıyor zihnimde. hepsi renki bir rüyaydı sanki. gözümü açtığımda istanbul’a varmamıza sadece dakikalar kalmış. insanoğlu gerçekten de kuş misali…

hong kong’a gideceklere kolaylık olması açısından foursquare’de önerdiğim adresler ve gittiğim yerlerden oluşan bir liste yaptım, tıklayınız.

]]>
https://www.cizenbayan.com/hong-kong/feed/ 0
perhentian adası ve kuala lumpur https://www.cizenbayan.com/perhentian-adasi/ https://www.cizenbayan.com/perhentian-adasi/#comments Thu, 10 Nov 2011 23:48:51 +0000 http://www.cizenbayan.com/?p=8 hong kong’da ziyaret ettiğim arkadaşım hakan’ın ‘bi’ arkadaşım malezya’da perhentian adası diye bi’ yerdeymiş, çok güzelmiş, biletler ve kalacak yer de ucuzmuş, gidelim mi biz de?’ sorusuna maceraperest bir refleksle ve 2 hafta planladığım hong kong ziyaretimi 1 haftaya düşürme pahasına‘oluuur’ yanıtını vermemle spontane bir malezya tatili planlarken buluyoruz kendimizi: uçak biletleri ve kalacak yerleri ayarlamadan önce bi google’a bakalım bari diyoruz, ismini daha önce hiç duymadığımız perhentian’ı google graphics’de aratınca çıkan sonuçlar hoşumuza gidiyor. e, o zaman malezya’ya gidiyoruz!!!

kuala lumpur’da bir gece

adaya gitmek için ilk durağımız olan kuala lumpur‘a, hong kong’dan 4 saat süren bir uçak yolculuğundan sonra varıyoruz (istanbul – kuala lumpur direkt uçuşları 11 saat civarı sürüyormuş). ülkeye girerken doldurduğumuz formların üzerinde uyuşturucu ticareti yapmanın cezasının ölüm olduğunu belirten yazıyı görüp bir ılımlı islam ülkesine geldiğimizi hatırlıyoruz hemen. hem de ramazan ayındayız. bakalım neler olacak… bu ilginç biraz da korkunç uyarıdan sonra, şehir merkezine bir saat uzaklıkta olan havaalanından fiyatları oldukça uygun olan bir taksiye biniyoruz. özellikle bir zamanlar dünyanın en yüksek binası olan, günümüzdeyse aynı listede 5. sırada yer alan ve dünya gözüyle görmek istediğim petronas kulelerine yakın seçtiğimiz otelimize varmamız şehir merkezine yaklaştığımızda trafiğe de takılınca akşam saatlerini buluyor.

gördüğüm çok sayıda inşaat sebebiyle dev bir şantiyeye benzettiğim; aynı yolun bir tarafında lüks rezidanslar diğer tarafında gecekonduların olabildiği ve ikimizin de bilmediği bu şehirde ne yapsak ne etsek derken foursquare’i açmak geliyor aklıma. popüler tip’lerin sözünü dinleyerek güzel mağazalar ve açık hava restoranlar vaat eden pavilion alışveriş merkezine gidiyoruz. bir ringit 0.58 türk lirası, yani burada zengin sayılırız;) foursquare’de olumlu eleştiriler alan ispanyol restoranı la bodega’da karnımızı tapas’la doyurduktan sonra bu kocaman ve şık alışveriş merkezini şaşkınlıkla geziyoruz: her marka var ve fiyatlar çok uygun. hayalimdeki elbiseyi malezya’da bulmanın şaşkınlıkla karışık mutluluğuyla kuala lumpur’u alışveriş yapılası şehirler listeme ekleyip barların ve büyüklü küçüklü başka alışveriş merkezlerinin yer aldığı, buranın en ünlü caddesi olduğunu tahmin ettiğimizjalan sultan ismail‘de birkaç tur atıyoruz. pazartesi gecesi olduğundan mı yoksa ramazan olduğundan mı kapalı olduklarını kestiremediğimiz barlara göz attıktan sonra ertesi sabah uçağımız olduğu için otele dönüp yatıyoruz.

biliyorum, ada biraz uzak…

sabah erken kalkıp tekrar havaalanına gidiyoruz. adaya varmak için ikinci durağımız ülkenin kuzey batı sahilinde yer alan kota bharu. yolculuk 1 saatten az sürüyor. kota bharu kuala lumpur gibi gelişmiş değil. havaalanı bile son derece ilkel. buradan taksiyle (minibüsler de var) küçük sahil kasabası kuala besut‘a gidiyoruz.1 saat civarı süren yol taksiyle 70 RM tutuyor.

kuala besut’tan bota binerek adaya gideceğiz. tüm bu minibüs (veya taksi) ve botun biletlerini ve rezervasyonlarını hava alanında halletmek mümkün. adaya varana kadar katettiğimiz bu yollarda küfür etmediğimi sanmayın, şimdi yazarken bile yoruldum. ama adaya yaklaştığımızda gördüğüm manzara o bütün küfürleri yutmama sebep oldu. kocaman olmuş gözlerle yutkunmayı başardığımda kurduğum ilk cümle şu oldu: ‘galiba öldük ve cennete geldik’.

perhentian’da hayatta kalma rehberi

baştan uyarayım; siz rahat şezlonglarda uzanıp mojito’nuzu yudumlarken bir yandan da dıptıs dıptıs müzik eşliğinde saat başı değiştirdikleri mayokinileri ve fönlü saçlarıyla salınan ikoncan ablaları ve onlara hava atmak için bilumum pahalı objeleri denize atan abileri kesebileceğiniz bir tatil beldesi değil burası. genelde gençlerin olduğu, içinde beach için ayrı gece için ayrı kıyafetlerin yer aldığı kocaman bir bavul yerine sırt çantasıyla gitmenin daha münasip olacağı tropikal bir ada perhentian. lüks oteller yok. buna paralel olarak fiyatlar son derece uygun.

bungalow veya hostel tipi (ranzalı) odalara sahip oteller adanın coral bay ve long beach olarak adlandırılan iki sahilinde yer alıyor. bu sahillerden birinden diğerine gitmek içinse yürüyerek 10 dakika süren bir jungle yolculuğu yapmanız gerekiyor. adada hayatta kalmanız için sırt çantanızda bulunması gerekenler: mayo, bikini, plaj havlusu, güneş kremi, güneş gözlüğü, birkaç şort, birkaç t-shirt, terlik, spor ayakkabı, sinek uzaklaştırıcı sprey, şampuan, diş macunu ve fırçası, el feneri ve varsa su altında çekim yapan bir fotoğraf makinesi. şık kıyafetlere ihtiyacınız olmayacağı gibi topuklu ayakkabı giymeniz mümkün bile değil zaten.

oo, koral beyler de burdaymış…

adaya vardığımız ilk gün otelimizin olduğu tarafta yani coral bay (koral bey)’de kuma havlumuzu serip kendimizi dibi görünen akvaryum gibi bir denize atıyoruz. beach club’lar yok, dolayısıyla denize girmek için fahiş fiyatlar ödemek gerekmiyor. 2 gündür yolda olmanın yorgunluğu yerini huzur ve mutluluğa bırakıyor. plaj son derece sakin, denizindeyse adı üstünde mercanlar var, şnorkelle yüzmek oldukça keyifli. akşam adaya gelmemize vesile olan arkadaşımız roberto’yla buluşmak için long beach’e gideceğiz. jungle’ın içinden geçmemiz gerek. el feneri ve sinek kovucu sprey bu noktada devreye giriyor.

long beach adanın daha hareketli tarafı. burada yan yana küçük restoranlar var. 30 RM’ye taze balık, tropik meyveler, malay usulü pirinç, salata ve patates’ten oluşan doyurucu ve leziz bir yemek yedikten sonra (adada her yerde aynı fiyata bu set menü mevcut) canlı bir müzik grubunun sahne aldığı panaroma‘ya gidiyoruz. ayakkabılarımızı çıkarıp yerdeki küçük masaların önünde bağdaş kurduğumuz an grup massive attack’tan teardrop çalarak ilk andan kalbimi fethediyor. bir sonraki parça radiohead’den high & dry. anlayacağınız keyfim çok yerinde.

buranın yerel içkisi, yerlilerin ‘monkey juice’ diye adlandırdığıorang utan. tadı sulandırılmış viskiye benziyor. masaya bir adet sipariş ediyoruz. ada küçücük olduğundan insanlar kaynaşmış. avrupalı gençler çoğunlukta olduğu için burası erasmusçuların takıldığı barları andırıyor. grup yer yer dinleyenleri de sahneye davet ederek güncel ve klasik rock parçalarından oluşan geniş repertuarıyla bizi çok eğlendirirken bir anda sağnak yağmur bastırıyor. tropikal iklime hoş geldiniz! yağmur dindikten sonra otele dönmek için yine jungle’dan geçmemiz gerekiyor, bilinçaltımsa son derece şakacı, bana yaprakları iguana sanmacılık oynuyor.

tropik adada dalga sesleriyle uyanmak…

ikinci gün, gecesinde dalgalarda beşik gibi sallanmış denizin dibinde bir bungalow’da gözlerimi açmanın mutluluğunu yaşıyorum. denize girmek için sabahtan long beach’e gidiyoruz. yolda gerçekten iguana görüyoruz, bilinçaltımın oyunları değil bu sefer. biraz büyük ama o da bizden korkuyor sanırım, yaklaşmıyor. iguanalardan çok dikkat etmemiz gereken şey ağaçlardaki hindistan cevizleri. zaten kafanıza düşebilir uyarısı da yapılıyor.

gerçi burada düşmüşü de var:)

bütün gün denize girip keyif yapıyoruz. hava çok bunaltıcı olmadığı için beach volley veya beach ball oynuyoruz. dediğim gibi rahatsız edici bir sıcak yok. öğle yemeğinde meyve ve dondurma tercih ediyorum. her şey çok taze. muzlar küçücük ama çok lezzetli. demek ki önemli olan boyu değil işleviymiş.

akşamsa dj eşliğinde kumlar üzerinde dans edeceğiz. giriş parası gibi saçmalıklar olmadan. ramazan ayı olmasına rağmen içki servisinde hiçbir sıkıntı yok. çalışan yerliler turistlere karşı inanılmaz sıcak ve arkadaş canlısı. buraya tatile gelen malezyalı yok gibi. tatilci nüfusu genelde yabancı. yerlilerse burada çalışanlar. ramazan ayı sebebiyle 8-9 arası hizmet veremediklerini belirten kibar bir yazı var resepsiyonda, o bir saatte beraber oruçlarını açıyorlar. akşamüzeri turistlere karşı yereller şeklinde voleybol oynadığımız malezyalılar da, güneş batarken oruçlarını açmak için müsaade istiyorlar, akşam olunca onlar da bizimle eğleniyorlar. kadir gecesini ise havai fişeklerle kutluyorlar:)

bu sabah yağmur var perhentian’da…

üçüncü gün uyandığımızda yağmur yüklü bulutlar görüyoruz. ama korkmaya gerek yok. bir saat içinde dağılıyorlar ve hava yine günlük güneşlik oluyor. sonrasında güneşin etrafında inanılmaz güzellikte bir gökkuşağı oluşuyor. fotoğraflayabildiğim kadarıyla şöyle bir şey:

bu ismini daha önce hiç duymadığım ve acaba buraya gelen ilk türkler biz miyizdir diye bile düşündüğümüz adada türk bir dalış eğitmeni olduğunu öğreniyorum ve hemen long beach’teki turtle bay divers‘a gidip onunla tanışıyorum.

2 yıldır burada yaşayan harun dalış eğitmeni olduğu halde önceden buranın ismini bile bilmediğini anlatıyor. muson sezonu hariç yani yılın 8-9 ayı havanın günlük güneşlik olduğu perhentian az bilindiği, turist patlaması yaşamadığı ve dolayısıyla doğası bozulmadığı için dalmak için çok iyi bir yermiş. dünyada da en ucuz dalış eğitiminin verildiği ikinci yermiş zaten. 900 ringit karşılığı ekipman kiraları dahil eksiksiz bir dalış eğitimi alıp sertifika alabilirsiniz. üstelik de türkçe! open sea filmini izledikten sonra hayatta yapmam dediğim scuba diving‘e karşı olumsuz ön yargılarım biraz da olsa azalıyor.

harun bana malezya’dan da bahsediyor, burada malay, hintli ve çinlilerin sorunsuz şekilde bir arada yaşadıklarından. adada 8 ay boyunca ne yaptığını soruyorum. yapacak pek birşey yok aslında, araba kullanmayı bile özlemiş. ama burada olmaktan mutlu. adaya senede 15 civarı türk gidiyormuş. eğer onlardan biri siz olursanız harun’a benden selam söyleyin :)

kayıp balık nemo’yu buldum!

dördüncü gün 40 ringit karşılığı 8-10 kişilik bir botla ‘snorkeling trip‘e çıkıyoruz. sırasıyla kaplumbağa (turtle point), balık (fish point) ve köpekbalıklarının (shark point) olduğu noktalarda yüzdükten sonra öğlen yemeği için bir balıkçı köyüne gidiyoruz.

ilk başlarda korksam da bir şey yapmadıklarına ikna olduktan sonra sanki büyülü bir alemde uçuyormuşçasına altımdan geçen bin bir çeşit rengarenk fosforlu balığı hayranlıkla izliyorum. he unutmadan; kayıp balık nemo’yu da bulduk bu arada merak etmeyin:)

yemekten sonra son durağımız olan romantic beach ise aklımızı başımızdan alıyor. şnorkel turu bitip adaya döndüğümüzde bu turu ilk gün yapsaydım sonrasında kesinlikle scuba diving’e başlardım diyorum. tam anlamıyla su altı dünyasının büyüsüne kapılıyorum. artık yapılacaklar listemde scuba diving de var!

son gecemde the beach bar‘da ladies night var. kadınlara saat başı bedava içki! keyfim yine çok yerinde. ladies night sebebiyle birkaç şakacı genç kıllı bacaklarına aldırmadan bikini ve eteklerle gelip ortamı renklendirmiş durumda. bir yandan da ateş dansı yapan geçler var. hayranlıkla izleyip videoya aldığım ateşle akrobasi şovu yapan fransız gencin ‘yarın akşamüzeri gel sana da öğreteyim’teklifiniyse için kan ağlayarak reddetmek zorunda kalıyorum. o kadar gitmek istemiyorum ki, ilk gün korktuğum, ikinci gün ‘sizden korkan sizin gibi olsun’ dercesine üstlerine yürüdüğüm, üçüncü gün biraz yanaşıp fotoğraflarını çekmeye cesaret edebildiğim iguanalara sarılıp ağlamak istiyorum.

ada, ben ayrılmak istemiyorum!

sabah erken kalkıp jetti ile kuala besut’a, oradan uçak ile kuala lumpur’a, orada bir gece daha geçirdikten sonra sabah erkenden singapur’a ve 7 saatlik konsantre singapur maceramızdan sonra da hong kong’a geri döneceğiz. adada tanıştığımız arkadaşlarımız ve roberto bize hoşçakal demek için iskeleye gelmişler. onların bir sonraki durakları da endonezya. tesadüf değil, adada macera arayan gezgin ruhlu gençler var hep. bu güzel insanlarla, iguanalarla, tropik iklimle tanıştığım için mutlu bir şekilde ve bir daha gelme isteğiyle dolup taşarak bot uzaklaşırken el sallıyoruz perhentian’a…

Malezya’da nereye gidelim ne yiyelim derken ve adres ararken foursquare ve tipler çok yardımcı olmuştu. Benim listem de size yardımcı olur belki, çekinmeyin tıklayın efem: https://foursquare.com/cizenbayan/list/malezya

]]>
https://www.cizenbayan.com/perhentian-adasi/feed/ 1