Şu an ismini vermek istemediğim bir seyircinin ‘kızım her gece başka çocukla yatıyorum harika bi app buldum’ diyerek öve öve bitiremediği bu uygulamayı merak edip indirip bir süre unutmuştum. Sonra geçen gün telefonda görüp app’i açıp bir profil oluşturup kurcalamaya başladım. Ve bu dahiyane fikir karşısında şapka çıkardım.
Olayın mantığı şu:
Bir profil oluşturuyorsunuz (dilerseniz Facebook ile bağlanabilirsiniz)
En çekici göründüğünüz 5-6 fotoğraf (mümkünse sadece kendi fotoğrafınızı koyun, cheerleader effect oluşturacak 5-6 kızın bir arada olduğu fotoğraflar iyi güzel de hangisi sizsiniz?)
Kendi hakkınızda (bence çok uzun olmaması gereken) 2-3 cümle
Kızları / erkekleri ya da hem kızları hem erkekleri görmek istiyorum seçeneklerinden birini işaretliyorsunuz
Bir de app’in size sizden maksimum kaç km uzaklıktaki insanları göstereceğini ayarladıktan sonra hazırsınız
Uygulama size seçtiğiniz mesafe içindeki uygun profilleri tek tek gösteriyor
Karşınıza ilk çıkan sayfada isim yaş ve bir adet fotoğraf var:
Fotoğrafı ilginizi hiç çekmediyse ya da atıyorum yaşı çok küçük ya da büyükse, şöyle işaret parmağınızla fotoğrafı ‘istemem yan cebime koy’ dercesine sola ittirerekten o kişiyi elemiş oluyorsunuz.
Diyelim ki fotoğraf ilginç. İki seçeneğiniz var:
Direkt fotoğrafın sağ üstündeki küçük yeşil kalbe tıklayabilirsiniz
Ya da bu kişi sizde merak uyandırdıysa fotoğrafa tıklayıp bu kişinin profilini açabilirsiniz.
Profili açtığınızda (eğer varsa) muhtemel flörtünüzün daha çok fotoğrafı, kendi hakkında yazdığı yazı, Facebook’tan ortak arkadaşlarınız ve ortak ilgi alanlarınızla karşılaşacaksınız (ikinizin de ‘like’ ettiği sayfalar)
Profil sayfasına girdiğinizde aynı grubu ya da diziyi sevdiğinizi ya da aynı yazarı beğeniyor olduğunuzu keşfedebilir, kendi hakkında yazdığı yazıyı çok itici bulabilir, ya da ne bileyim ‘ilk fotoğrafı iyiydi de bu tuvalet aynasından çekilmiş selfie de ne diyerek’ profili eleyebilir ya da like edebilirsiniz.
Evet, fotoğraflar güzel, hımm ikiniz de Arctic Monkeys seviyormuşsunuz, üstelik 8km mesafede, basıverdiniz diyelim like’a, şimdi ne olacak?
Karşınızdaki kişi sizin profilinizle henüz karşılaşmamış olabilir
Karşınızadaki kişi profilinizle karşılaşmış ancak ‘nope’ demiş olabilir
ya da….. (dırın dırın dırın!)
Sizin profiline bakarken o küçük yeşil kalbe tıkladığınız kişi de sizin profilinize bakarken küçük yeşik kalbe tıklamış olabilir!
Uygulama sizin beğenmediğiniz kimsenin sizinle konuşmasına izin vermiyor. Eğer iki taraf da birbirini beğendiyse bir konuşma penceresi açılıyor:
Karşınızda fotoğraflarınıza, ortak ilgi alanlarınızıza ve kendi hakkınızda yazdığınız 2-3 cümleye bakarak size ilgi duyan birisi var ve heey kimi kandırıyorsunuz siz de aynı şekilde onun fotoğraflarına, ilgi alanlarına bakıp ‘hımm olabilir’ dediniz. Bundan sonrası tamamen size kalmış.
Burası kastı şekerim diyerek whatsapp’a geçebilir, tinder’ın mesaj bölümünden mesajlaşabilir ya da hemen o akşam buluşabilirsiniz.
İster sanal arkadaş olabilir ister bu arkadaşlığınızı reel’e taşıyıp buluşup beraber birşeyler yapabilir, ister hemen o gece sevişip ertesi gün birbirinizi bir daha görmeyebilir ya da ‘seviyeli’ (ahahah bayılıyorum bu lafa) bir ilişkiye başlayabilirsiniz. Tinder ilk bakışta ilginizi çekecek insanlarla tanışmanızı kolaylaştırıyor. Sonrası tamamen size kalmış.
App çok popüler ve gerçekten umutsuz değil baya düzgün insanlar tarafından kullanılıyor (en azından şimdilik). Hatta konsepti ‘best tinder pick up lines’ olan twitter hesapları bile açılmış durumda.
Tinder’ı App store’dan indirmek için buraya, Andrid içinse buraya tıklayabilirsiniz.
]]>Buyrun alternatif bir düğünde çalınabilecek romantik indie rock aşk şarkıları. Aynı zamanda aşk acısı çeken sevgili hipsterlarımız da bu listenin hayrını görebilirler.
Chet Faker
The Last Shadow Puppets
Tame Impala
Foals
Beach House
Alt-J
Daft Punk
London Grammar
Arctic Monkeys
The Maccabees
Blonde Redhead
Bombay Bicycle Club
The Black Keys
Dillon
Lykke Li feat Kleerup
Grizzly Bear
The Weeknd
Lana Del Rey
Warpaint
Mystery Jets
Feist
Belle & Sebastian
Banks
The xx
4000 metre yükseklikten kollarını açıp boşluğa atlamak tarif edilemez bir duygu. Uçağın kapısından çıktıktan paraşüt açılana kadar geçen yaklaşık 45 saniyelik süre hayatınızın en eşsiz deneyimlerinden biri olabilir. Bir kere tandem atladıktan, yani zehri aldıktan sonra tek başına da atlamak isteyip paraşüt eğitimi almaya başlayanların sayısı hiç de az değil. Çok tehlikeli bir aktivite gibi görünse de aslında oldukça güvenliymiş. Tandem hocaları bungee jumping’e “Ay hayatta yapmam, delilik!” diyorlar mesela.
Yükseklik korkusu insanın en içgüdüsel ve doğal korkularından biri. Bununla yüzleşmek, üstüne gitmek de hayatta yapılacak en heyecanlı şeylerden biri ise bungee jumping. Belli bir yükseklikten ayağında lastik bir iple atlamak, ip gerilene kadar serbest düşüp sonra da biraz sekmek, yere indikten sonra “YAŞIYORUUUUUM!” diye bağırmak hayatta deneyimlenmesi gereken hislerden.
Uzak ya da yakın, yurt içi, yurt dışı farketmez, tek başınıza keşfedin. Yolda insanlarla tanışmak, plan yapmadan spontane kararlar vererek yeni yerler tanımak, kafa dinlemek, düşünmek, kendine yetmeyi öğrenmek için hayatta en az bir kere mutlaka yapılmalı. Sadece size ait ne çok hikayeniz olacak bir düşünsenize.
Özellikle balık çeşitlerinin ve deniz canlılarının çok olduğu egzotik denizlerde dalmak, dalmasanız bile şnorkelle su altı dünyasının bir parçası olmak bu dünyanın dışındaymışsınız hissiyatı yaratıyor bünyede. Fosforlu balıklar, suyun içinde nefes alabildiğiniz için uyuyormuşsunuz hissiyatı, ışığın farklı kırılması sebebiyle oluşan illüzyon, algılayamadığınız mesafeler, sessizlik, sükunet…
İnsan kendi dilinde düşündüğünü yabancı dile çevirme evresini geçip başka bir dilde düşünerek iletişim kurmaya başladığında kendiyle ilgili farklı yanları keşfediyor. Bir dil bir insan diyen atalarımız haklı. İlber Hoca ise en haklı.
Kendi rahat alanınızdan çıkıp tek başına hayat kurmak, yeniden başlamak, başarmak hissi insanın kendine güvenini getiren ilerde çıkacak zorluklar karşısında ‘kesseler acımaz’ dedirtecek bir tecrübe.
Dik bir pistin tepesinde çıkıp, muhteşem manzaralar ve board’un kar üzerinde çıkardığı o ses eşliğinde hızla aşağıya kaymak insana ‘işte yaşıyorum’ diye hissettiren aktivitelerden bir diğeri. Çölde sandboard, okyanusta sörf, denizde wakeboard ya da su kayağı da bu hissi yaşayabileceğiniz sporlar.
Sadece kızak için ayrılmış ve aydınlatılmış bir pistte gece, biraz da alkollüyken yapacağınız kızak sayesinde 1 yıl yetecek adrenalini bünyeye 1 gecede pompalayabilirsiniz. Gayet kaymaya gider gibi sımsıkı giyinin, gözlük, eldiven bere ile donanın ve düşüp kalkmaya uçmaya ve çok eğlenmeye hazır olun.
Güneşin doğuşunu, doğal güzellikleri ya da bir milli parkı tepeden balonla süzülerek görme deneyimi hayatta en az bir kere yaşanmalı.
Antraksiyon seven bir insan olmama ramen hayatımda en çok adrenalin salgıladığım aktiviteler sıralamasında husky safari var. Lapland, Sibirya gibi bölgelerde yapılabilen Husky Safari’de 8 köpeğin sürdüğü kızağa 2 kişi biniyor, biri kızakta oturuyor diğeriyse önde ayakta duruyor ve kızağı ayaklarıyla kontrol ediyor. Ayakta duran kişiye safari başlamadan önce sadece ayağını frenden hiçbir zaman tamamen kaldırma deniyor ve nasıl devrilmediğinizi ve diğer kızaklarla çarpışmadığınızı anlamadığınız sürüş başlıyor. köpekler öndeki köpeği takip etmek için kızakları hızla çekerken sizin fren ve denge olayını tamamen içgüdüsel olarak halletmeniz gerekiyor ve ne kadar hızlı gittiklerine inanamazsınız! Bir de inanılmaz güzel hayvanlar tabii.
Vahşi hayvanları, hayvanat bahçesinde değil kendi kurallarının geçtiği kendi ortamlarında görmek; insan ve doğa hakkında düşünme şansı…
Kolay değil evet; uzun sürmesi, sonsuz olması da, mutlu sonla bitmesi de gerekmiyor ama insana kendi sınırlarını keşfettiren, kafasını karıştıran bulutların üstüne çıkaran işler ters giderse yerin dibine sokan bu garip ve güçlü duyguyu mutlaka tadın.
Korku ve ‘ya şuan bir şey olur ve ölürsem’ hissi insana gerçekten yaşadığını hissettiriyor.
“Dünyada mıyım yoksa başka bir gezegende miyim?” diye düşüneceksiniz.
Belinizde ip olduğu için son derece güvenli ama oldukça efor gerektiren bu aktiviteyi mutlaka deneyin. Korku yok, acı yok. Çok iyi öğrenirseniz sonra gerçek dağa da tırmanırsınız hem.
Festival ruh hali, çadırda uyumak, belki duş alamamak, yeni insanlarla tanışmak, bağıra bağıra şarkı söylemek, dans etmek hayatta deneyimlenmesi gereken bir mutluluk çeşidi!
En sevdiğiniz sanatçının konserinde kendinizi kalabalık denizine bırakın ve coşkuyu hissedin.
Böyle bir fırsatınız olur mu bilmem ama benim bir kere deneyimleme şansım oldu özellikle motor sporlarına meraklıysanız bayılacaksınız.
SCAD yani ‘suspended catch air device’ ile bungee jumping’den daha farklı (çünkü asılı olduğunuz bir ip yok), skydiving’den daha kısa bir serbest düşüş deneyimi yaşayabilirsiniz. Belirli bir yükseklikten ağların üzerine sırtınıza ağırlık merkezinizi sabitlemek için takılmış bir güvenlik yeleğiyle ile düşüyorsunuz, kısacık ama çok keyifli.
Kolay bir şeyle bitirelim. Çok basit ve saçma gibi gözükse de zor ve acayip eğlenceli biraz da antisosyal bir aktivite yine de yaparken dikkatli olun. Bu ve bunun gibi küçük çılgınlıklar size yaşadığınızı hissettirir.
Bir de 25 yaşındaki kadını bana ayarlasana, hmm 50 yaşındaki erkek lezizmiş, ay o 20 yaşındaki heteroseksüel erkeği yerim tarzı mesajlar geldi :) Esra Erol’la izdivaçtan sonra Cizenbayan’la Relationship Lite Beta programı üzerinden yeni arkadaşlıklar mı kurulacak acaba…
Şaka bir yana söz verdiğim gibi, yazının sonunda sorduğum sorulara verilen cevapları kimsenin ismini vermeden yayınlıyorum. Cevap veren, kalbini açan herkese sonsuz teşekkür. Yazdığım şeylerin ilham verdiğini söyleyenler olmuş. Gerçekten cevaplar ve insanların özgür ruhları, aşka inançları da bana ilham verdi, ufkumu açtı. Sizin de ufkunuzu açması, varsa tabularınızı ön yargılarınızı yıkması, hepimizin huzur ve mutluluğu bulmamız dileğiyle.
Sorular şunlardı:
Gelen cevaplardan bazıları şöyle:
23 yaşında kadın
27 yaşında kadın
22 yaşında heteroseksüel kadın
24 yaşında erkek
23 yaşında kadın
26 yaşında heteroseksüel erkek
biliyor musun bazen konuşma penceremizi açıyorum
baya açıp o küçük pencereyi izliyorum
sanki bizi birbirimize bağlayan bir geçit
online olduğunda seviniyorum
kendimi sana daha yakın hissediyorum
çok saçma ama gerçek
online olmadığında da bir şey değişmiyor zaten
artık o penceden sana bir şey söyleyemiyorum
sana anlatmadığım her problem olduğundan daha zor
sana anlatamadığım şakalar o kadar da komik değil
sana anlatamadığım her şey daha zevksiz
mutlu olduğum anlar bile kursağımda kalıyor
özlüyorum
ki neyi özlediğimi bile bilmiyorum
seni özlemeyi mi özledim
sana seni ne kadar özlediğimi söyleyebilmeyi mi
çünkü bunu bile yapamıyorum artık
nefret mi ediyosun benden yoksa önemsemiyo musun onu da bilmiyorum
ya da eşyalarımı ne yaptın
bizim olanların artık iyesi başka iyelik ekleri mi var
bunu daha önce de söylediğime eminim
geçirdiğimiz azıcık zaman içinde kendimi dünyanın en güzel kızı gibi hissettim
gerçekten de öyleydim
senin için dünyanın en güzel kızı bendim
emindim
seni en güzel ben öper seninle en güzel ben sevişirdim
konuşmayı en çok sevdiğin ve seni en mutlu edebilecek kişi de yine bendim
kuşkum yoktu
sana dokunduğumda ve seni düşününce hissettiklerime bir de bu mutlak his eklenince muhteşem bir şey oluyordu işte
biz ne olduğunu anlayamadık
aşk dedik
böylesini yaşamadık dedik
daha önce yaşadıklarımız bu kadar kuvvetli değildi
buna en yakın hissettiklerimiz bile zamana yenildi
sulanınca yoğunluğunu kaybeden de oldu çok güçlü başladığı için hızlı tükenen de
sonuçta gerçek değildi hiçbirisi ve hiç sürmedi
bunun da başına aynısı gelir mi korkusu kapladı içimi
sonra o his
korkmakta yanılmadığımı gördüm
gözünün önüne aşk yüzünden çekildiğini söylediğim perde
hormonların oyunu dediğim o kör edici baş döndürücü şey
gitti bir gün senden
o gidince benim senin yokluğunda sana tutunacağım bir şeyim kalmadı
kendi değerimi başkalarının gözünde aramadım hiç
biri beni güzel bulduğu için güzel hissetmedim
biri aferin dediği için başarılı hissetmedim kendimi
bu ben değilim
peki neden şimdi böyle oldum
alıp yıldızlara çıkarıp sonra ta oralardan yere bıraktığın için mi
“gölge gibi hissettim
benim olmayan bu şehirde ellerim cebimde yürürken
senin kulağıma söylediğin ve benim inandığım o yalan neydi” diye düşünürken
senin için 1 gün önce dünyalar olduğuma eminken
gölge gibi hissettim
çok içip sokaklarda sızsam kendime gelirim gibi hissediyorum
ben kaçsam da kaçamıyorum
Bu gece dolunay var. Kafamı camdan çıkarmadan anlayabilirim. Çünkü içim sıkılıyor.
Huzur aramıyorum. Bulunca sıkılıyorum zaten. Ne olacağımı bilmek istemiyorum. Başıma gelenler kafamda kurduklarımdan daha güzel hep. Çok düşünmüyorum, bekliyorum. Özgürlüğü de sarılıp uyumayı da çok seviyorum. İlişkiyi değil ama aşkı seviyorum.
Aşk hep kısa sürüyor. Doğası öyle.
Las Vegasta lüks bir suitin Bellagio manzaralı balkonunda, Ortaköy’de bir öğrenci evindeki rutubetli bir odada, Üsküdar’da sabah ezanına rağmen uyumaya çalıştığın çekyatta, dişini fırçalarken üstünde şımarıkça zıpladığın bir otel yatağında, ders çalışmaya diye gidip sabaha kadar sohbet edip seviştiğin evde, gelecekle ilgili kurduğun hayallerde, kurtuluş senaryonda, gizli gizli buluştuğun vicdan azabı kokulu bir stüdyoda, Besiktaş’ta gecesi gündüzüne geçmiş sınırları dumandan görünmeyen komün bir hayatın ortasında, menemenin domatesi, soslu sosisin salçası, bal kaymağın dibinde bulabilir çünkü seni aşk.
Bu kadar hazırlıksız bulduğu gibi hiç farkettirmeden gidebilir de.
Kendine ve ona kırgın, hatta kızgın elini artık öylesine tuttuğun bir ameliyathanede, uzak kalmaktan yorulup pes ettiğinde, aynı şeyleri konuşmaktan ve tartışmaktan yıldığında, bağlanmaktan korkup 3. bir kişiye köprüden önce son çıkış muamelesi yaptığında, yaptıkları için ona kızmadığını sadece hayatı kaçırıyor gibi hissettiğini anladığında, rutinden ve her şeyin belirli olmasından boğulup çok içip gece kendini İzmir’e giden bir otobüste bulduğunda çoktan terk etmiş olabilir seni aşk.
Cok uzağa gitmeye ya da her yerde aramaya gerek yok.
O bir şekilde hayatina girip sonra da çıkıp gidiyor. Sonra bir gün kafasına esince tekrar geliyor. Sen yeter ki kapıyı açık bırak. Gelmesine de gitmesine de engel olma. Çünkü özgür olmadığında, onu kafese koyduğunda ona aşk denmiyor.
Dolunay var. Senin de için sıkılıyor mu? Korkma geçiyor.
]]>
Ben 2012’de:
Çok kilo aldım. Muhtemelen 18 kere diyete başlayıp 17 kere falan da bozdum.
Saçlarımda beyazlar çıktı. Yıllar bana nazik davranmadı.
Teknoloji de bana nazik davranmadı. Mart ayında çok sarhoş olduğum bir gece daha yeni aldığım iPhone 4S’imi düşürüp kamerasını kırdım.
Yaptırıp kullanmaya devam ettiğim kıymetlimi Ağustos ayında İngiltere’de, Reading Festivali‘nin son gününün son konserinde, şarjı bitmesin diye airplane modda iken ya düşürdüm / ya çaldırdım ve bulamadım. Hep çok korkardım telefonuma bir şey olursa ne yaparım diye, baya sakin karşıladım durumu, üzüldüm tabii ama can sağlığı olsun dedim.
iPhone 5 çıktı çıkacak diye yeni telefon almadım ve evde duran eski iPhone 3GS’imi kullanmaya başladım. Çok yavaş olduğu için beni delirtti bir müddet. Sonra bir gün vize başvurusu için gittiğim bir merkezde Ayyıldız Güvenlik görevlisi emektar 3GS’imi düşürüp kırdı. Yere çömüp ağladım. Tutanak tutturdum, 5-6 kez aradım, telefonu yaptırdığımda onlara fatura etmek istedim. Ama cazgır bir insan olmadığım için tabii ki sonuç alamadım. This is Turkey baby!
Hem yavaş hem kırık diye söylenirken bu defa da üzerinde su olan mutfak tezgahına koydum telefonu ve içine su kaçtı, o noktadan sonra elimde çalışan bir telefon olduğu için şükretmeye başladım çünkü bir sonraki adım telefonla konuşurken kulağımda patlaması falan olacaktı.
iPhone 5 çıkmış ama hiçbir yerde bulunamıyordu Almanya, Fransa, Hollanda ve Norveç’ten iPhone 5 alma girişimlerim başarısız oldu, hep 3-4 hafta bekleme süresi vardı. Instagram’la yaşayan, her gittiği yerden fotoğraflar çekip atan ben 3GS’le çok zorlanıyordum, iPhone 5’i beklerken adlı dramatik eserimse raflarda yerini almak üzereydi ki 4 ay sonra annem iPhone 4’ünü bana verdi (sağolsun ama zaten Türkiye’ye iPhone 5 geldi artık, Pazartesi Vodafone’a gidip alıyorum hayırlısıyla)
Düşününce bunlar önemsiz şeyler. Çok anlamsız. Ben 2012’nin sonunda, idolümü, dünyada en çok örnek aldığım kadınlardan birini, canım Babaannem‘i kaybettim. Bazı şeylerin değerini kayıplar verince anlamak insan doğasının bir parçası sanırım. Ben de ailenin değerini anladım.
Çok seyahat ettim. 70 günü yurt dışı olmak üzere toplamda 94 günü şehir dışında geçirdim. Milano’ya, Val Gardena’ya, Brüksel’e, Los Angeles’a, San Francisco’ya, Las Vegas’a, Çeşme’ye, 2 kez Berlin’e, 2 kez Amsterdam’a, 3 kez Antalya’ya, Kapadokya’ya, Mersin’e, Londra’ya, Paris’e, Oslo’ya, Ankara’ya gittim. 37 kez uçağa bindim (10 günde 1 gibi saçma bir ortalaması var).
Blog’a iyice ağırlık verip bunu işim haline getirmeyi başardım. Hatta blog’umu bir web sitesi yaptım. Bana en çok keyif veren şeyler müzik ve seyahati de odak noktama koydum. Bununla beraber 127 post yazdım (3 günde 1 gibi bir ortalaması var).
Çok Gezenler Kulübü‘ne katıldım.
Power Garage TV‘de 2 kere jüri üyesi oldum ve 2 sezon üst üste favori gösterdiğim gruplar (Arka Dörtlü ve Grup İptal) 1. oldu.
Bir sürü festivale ve konsere gittim. Miller Music Tour‘a, Reading ve Pitchfork Paris Müzik Festivali‘ne gittim.
Yaşça benden en büyük ve yaşça benden en küçük adamlarla oldum, kendi rekorumu kırdım.
Çok aşık olmuştum, kurtuldum.
Ne istediğimi değil ama ne istemediğimi buldum.
Huzuru hiç bakmadığım, aramadığım yerde buldum.
2006’dan beri kahrımı çeken emektar arabamı çok tatlı bi kıza sattım.
Plan yapmayı bırakıp hayallere odaklandım.
Hafızam kötü durumda diye günlük yazmaya başladım. Arada geri dönüp yazdıklarıma bakınca şaşırdım, mutlu oldum.
Bazen tekrar karşılaştığımda ismini ya da nereden tanıdığımı çıkaramadığım 100’lerce insanla tanıştım. Değişen hayat tarzı sebebiyle çok sevdiğim pek çok arkadaşımla da daha az görüşür oldum :(
Hiç aklımda olmayan şeyler yaptım. Hayatımda ilk defa golf oynadım, wake board yaptım, davul çalmaya başladım, kendi adıma parti verdim, DJ’lik kursuna başladım, balona bindim, 60 metreden serbest düştüm (SCAD), dünyaca ünlü bir şefle mutfağa girdim, hem yurt içinde hem yurt dışında basın sıfatıyla bir şeyler yaptım.
En az 5 kere çoook sarhoş oldum.
Bütün bir seneyi sevgilisiz ama çok sevgili geçirdim.
Ajanda tutmaya başladım, ajandam olmadan evden adımımı bile atmadım.
Mimarlığı özledim. Ama özellikle mimarlığın ilk yıllarında yapacağımdan daha doyurucu işler yaptım, her anlamda.
Aklıma çok fikir geldi. Bazılarını hayata geçirdim, bazıları da unutuldu ya da imkansızlıklar nedeniyle yapılamadı gitti.
Bir şeyler başardım, mutlu oldum.
Birilerine yardım ettiğimde mutlu oldum.
Hayal kırıklıklarına uğradım. Çok durmadım, devam ettim.
Kendimle tanıştım. Kendimi disipline etmeyi öğrendim.
Çok öpüştüm.
Çok üşüdüm.
Telefon dışında en sevdiğim güneş gözlüğümü ve deri montumu kaybettim. Cüzdanımı ve kırmızı şarabımı kaybedip tekrar buldum.
Çok yoruldum, bünyem baya zayıfladı, çok hasta oldum. Duruldum.
Kilo vermek, sağlıklı ve düzenli bir hayata kavuşmak.
Yeni bir dövme
Daha çok müzik, daha çok seyahat, daha çok festival.
Uzak kaldığım arkadaşlarıma, aileme daha çok vakit ayırabilmek.
Bisiklet almak, hiç değilse Anadolu Yakası’nda ulaşımımı bisikletle sağlamak.
Kendi evime çıkmak.
DJ’liğin tüm kurlarını ve sonra prodüksiyon kurlarını tamamlamak.
Aklıma gelenleri yapabilecek, güç, organizasyon ve zaman.
gözlerimin içine bakıp beni dinleyen bir adam var
-
yatıyoruz
kolunu üzerime atmış
nefesi ensemde
etraf biraz suçluluk duygusu kokuyor
adam yanımda yatıyor
ama ben kendi nefesimi duyacak kadar yalnızım
-
insan tek başınayken içki içiyorsa alkolik oluyordur
peki ben şu an yalnız olmamak için neler vermezdim
verirdim muhtemelen
boynuma dolanmış bir kol ensemde sıcak bir nefes için
sabaha kadar süreceğini bilsem de
verirdim
biliyorsunuz işte
-
sonra neden o topuklu ayakkabılar
neden?
-
ağlamaya başladım
bu iyi bir şey sanırım
-
aşık olmadan ölmek istemediği için bileklerini kesmiyordu kız
bu kadar basitti hayatta kalmak
-
insanlar bazen hislerinde yanılırlar, bazen de yanılmazlar…
mesela son treni yakalarsın, ya da kaçırırsın
ve ikisi de hayatını değiştirir
-
sana karşı hissettiğim her şeyi bir gecede tüketmeye içiyorum ben bu gece. kalan sağlar bizimdir
]]>
nokta: ilişkiyi gerçekten bitirir. söylenecek bir şey de kalmamıştır. uzamaz ilişki. biter. nettir.
virgül: kesinlikle devam edeceği herkes tarafından bilinen ilişkidir. genelde uzun ilişkilerde sık sık virgül kullanılır. tarafların ayrılmadığını yakın arkadaşlar çok iyi bildiği gibi, ilişki içinde olan taraflar da içten içe bilir ama bu panik olmalarını engellemez. virgülle ayrılma genelde karşı tarafa kaybetme korkusu salma için kullanılır. ilişkide bu virgüllerden çok kullanılırsa sonunda nokta koymak gerekecektir. çünkü bitse de kurtulsak ruh hali baskın olmaya başlayabilir. genelde bir tutam cesaret bu tarz ilişkileri bitirmek için yeterlidir.
noktalı virgül: yine uzun ilişkilerde görülen bir ayrılık türüdür. virgülün aksine ortada ayrılmak / ara vermek için elle tutulur bir sebep vardır. taraflar ara verir. düşünmeleri gerekir. muhtemelen ilişkiye tekrar başlanacaktır. yapıcıdır. bu nedenle virgülden çok daha olgun bir noktalama işaretidir.
soru işareti: bir taraf ayrılalım der. karşı tarafın ayrılmayalım n’olur beraber olalım demesi beklenir aslında. bu bir testtir. sorudur. karşı taraftan gelecek tepkiye göre başka bir noktalama işaretine dönüşür.
ünlem: bir tarafın kabahatli olduğu durumlarda karşı taraf ilişkiyi ünlemle bitirebilir. ilişkiyi bitiren kişi açıklama beklememektedir. geri dönüşü pek yoktur.
iki nokta üst üste: ayrılmanın sebeplerinin uzun uzun anlatıldığı ilişki bitirme şeklidir. bu sebepler maddeler halinde sıralanabileceği gibi paragraf haline de getirilebilir. sonunda kullanılacak noktalama işareti ise bu maddeler üzerinde yapılan müzakerelerle belirlenir.
üç nokta: romantik, isteksiz ama mecbur ilişki bitirme yöntemidir. kendine acı çektirmeyi seven kişiler tarafından kullanılabileceği gibi gerçekten ayrılması gereken kişilerce de sıkça kullanılır. soru işaretini andırabilir çünkü ikisinde de ilişki bitirilmek istenmemektedir.
tırnak işareti: çirkin bir ilişki bitirme yöntemidir. ben sana layık değilim, daha iyilerini hak ediyorsun, sorun sende değil bende gibi klişeleşmiş sözlerden alıntı yapılır.
denden: tırnak işaretini kullanan kişiler tarafından bazen bu işaret de sıkça kullanılır. tırnak işaretinde belirtilen bahaneler karşı taraf için yeterli olmadığında ayrılmakta ısrarcı olan kişi bu işarete başvurur.
parantez: ilişkinin bitme sebebi karşı tarafa söylenenle aynı değildir. örnek vermek gerekirse: aslında ben sana layık değilim denirken parantez içinde daha güzelini buldum denmektedir.
]]>
Ancak bu sağlayabilirdi o treni yakalamamı.
Çabalarken bitkin düşüyorum… Sonra gözümü açıyorum, ağlamışım, kim getirdi beni buraya ve neredeyim bilmiyorum. Saçlarım terden ıslanmış, ellerim acıyor. Rüyamda denemişim yine sana dönmeyi o trenlerden biriyle, koşup yetişememişim, çaresizim. Uyandığımda fark ediyorum, ben istasyonun yerini bile bilmiyorum ki. Ve en kötüsü de artık bilinçaltımın sana rüyamda bile kavuşmama izin vermemesi. Uyanıp ağlıyorum. Pişmanlık akıyor gözlerimden.
]]>umursamaz tavırlarımızın, kimseye ihtiyaç duymama çabamızın arkasında reddedilmekten, incinmekten korkan kırılgan biri var…
olana bitene en kayıtsız görünenler en hassas olanlarımız belki de.
yenilmekten korktuğumuz için hiç savaşmıyor, elde edememekten çekindiklerimizi zaten istemiyormuş gibi davranıyoruz.
bu böyle.
herkese değil ama kendine itiraf et, rahatlıyorsun.
işte en sevdiklerim, çekinmeyin tıklayın:
Beni çıkaracaksan hayatından o şarkıları da bir daha dinleme!
Ona dinlettiğim şarkıları sevdiğinde onu daha çok seviyorum.
Bazı şarkılar yüzünden kalın kalın romanlar yazmak, uzun metrajlı filmler çekmek istiyorum.
insan gençliğinde dinlediği şarkıları dinleyerek genç kalabilir mi?
]]>