
Seyahat editörlüğü yaptığım Yoga Journal Türkiye‘de Ocak Şubat sayısında yayımlanmış Andaman Denizi’nde Yoga konulu yazım
Geçtiğimiz günlerde adını çok duyduğum ama ne olduğunu tam olarak bilmediğim The Yacht Week’ten bir mail aldım. Dünyanın farklı yerlerinden 6 birbirinden güzel blogger eşliğinde tam bir haftayı Tayland’da, Andaman denizinde dünyanın farklı yerlerinden ekiplerle tam 16 tekne yelken açıp koydan koya, adadan adaya gezip, hem yerel kültürü hem deniz hayatını tanıyıp hem de iyi müzikle bol bol dans edip eğleneceğimiz bir seyahate davet edildim. Karaköy ve Bebek’te şubeleri bulunan Dem’in kurucusu ve aynı zamanda The Yacht Week İstanbul city manager’i olan Ömer Çağatay’ın da davetiyle hemen hazırlıklara başladım. Hem ilk The Yacht Week hem de ilk ‘deniz’ tecrübem için oldukça heyecanlı bir şekilde kış ortasıda açtım bazaları, sandıkları, varlıklarını havaların ısınmaya başlayacağı mevsime kadar aklımdan çıkarmış olduğum renkli ve ‘küçük’ bir avuç giysiyi teknede fazla yer kaplamaması için küçücük bir el çantasına doldurdum.
İstanbul’dan Bangkok’a, Bangkok’tan doğru Phuket’e, havalimanındansa doğru marinaya geldim. Bir haftayı açık denizlerde içinde geçireceğim 14.5 metrelik, 2 küçük 4 nispeten büyük kabini bulunan beyaz evimize yerleşirken aynı yatağı, aynı kamarayı ve aynı maceraları paylaşacağım birbirinden güzel arkadaşlarımla tanıştım.
İlk geceyi yol yorgunu marinada geçirdikten sonra Pazar sabahı yola çıktık. Denizde olmak, doğa ne derse ona uyumlanmak zorunda olmak demek. İnsanoğlu tüm heybetiyle yerli yerinde duran toprak anaya boyun eğdirmiş yanılgısına kapılabildiğinden, akışkan, güçlü, kabına sığmayan, uçarı, taşkın denizlerde daha iyi anlıyor doğa karşısındaki kırılganlığını. Harekete geçiren, sürükleyen, içine çeken, çalkalayan, serinleten, iklimlere nefes veren denizde olmak, onunla savaşmaktansa ona teslim olmayı, akışına bırakmayı, rüzgardan yardım alarak suyuna gitmeyi, onunla beraber hareket etmeyi öğütlüyor insana. Tıpkı yogada olduğu gibi, tıpkı hayatta olduğu gibi… Savaşmadan akışına bıraktığımızda, heybetine saygı duyup huşu içinde dinleyip anladığımızda…
Marinadan ayrıldığımız ilk andan itibaren, dalgalarla yükselip alçalan o teknede anlamaya başlıyor insan tüm bunları, öyle düşünerek değil, içe doğan bir his gibi, öceki hayatlardan bildiğin bir gerçeği hatırlar gibi… Tekne, varlıklarından şimdiye kadar haberim olmayan renklerin içinde gelişigüzel oluşmuş adalar, tropik ormanlar ve bulutlar arasında ufuğa doğru yol aldıkça, dalgalarla kalp arasında ortak bir ritim oluşmaya başlıyor yavaş yavaş. Öyle ki karaya çıktığında bile hala sallanıyor insan. Beşikte sallanan bir bebek gibi denizin ninnisiymiş bunca zaman yokluğu sebepsiz huzursuzluklara sebep olan. Kavuşunca o hisse nihayet vazgeçmiyor içten içe sallanmaktan. Rüzgar okşamadığında tenini öksüz hissediyor insan. Milyonlarca yıldızın sonsuz renklerle parlayan ışığı ve dolunayla aydınlanmıyorsa sohbetler sönük kalıyor anlatılanlar. Saatlerce oturup yanan bir ateşi izlememiş birine açıklayamayacağım şeyler var. Denizle, rüzgarla, kumla, toprakla bütünleştiğinde anlıyoryz kendi özümüzü ve manamızı. Ne kadar büyük bir sonsuzluğun ne kadar küçük bir zerresi olduğumuzu ve zerrenin sonsuzlukla eş olduğunu…
Her tarafımın görsel, işitsel, duyusal güzelliklerle çevrildiği bu haftada tanıştığım, sohbet ettiğim tek bir kişiden azıcık da olsa negatif enerji almamış olmamı tüm ihtişamıyla içinde bulunduğumuz doğayla uyumlanmış olmamıza mı yoksa ayakkabıların yokluğunda toprakla temasımızda mı aramalıyım bilmiyorum. Gerek gittiğimiz adalarda çalışan yerel halk, gerek muhteşem bir hafta geçirmemiz için hem eğlenip hem canla başla çalışan The Yacht Week çalışanları, gerek bir haftalık tatillerini The Yacht Week’te geçirmeye karar vermiş dünyanın dört bir yanından gezginler, gerek benimle aynı teknede olup her türlü kaprisi prensesliği kendilerine reva gördüğüm ama küçücük kabinlerde kısıtlı şartlarda tek bir sorun çıkarmayan o güzeller güzeli kızlar… Ortama hakim olan bu pozitif enerjinin, mutluluğun, uyumun kaynağı neydi acaba?
Tüm bu güzellikler yetmezmiş gibi leziz Thai yemekleri, pozitif enerjiyi gözlerinden ışık dudaklarından gülücük olarak saçan yerlilerin sihirli elleriyle yaptıkları müthiş masajlar, terletmeyen ve üşütmeyen hava, The Yacht Week’in başka destinasyonlarında da her zaman ekip teknesinde hazır bulunan ve gittiğimiz her mekanda DJ’lik yapan güzeller güzeli Anna’nın seçtiği insanın içini kıpır kıpır eden müzikler, çıplak ayakla dans, pembenin tonlarına vakıf olduğumuz gün batımları, laciverdi yaran ışığa şahit olduğumuz gün doğumları, hindistan cevizinin tadı, The Yacht Week Tayland rotasını sonsuz mutluluğa doğru süren denizin dalgalarıydı.
Gündüzleri yatı kullanan bir kişi ve hostesleri eşliğinde Tayland’ın dünyaca ünlü güzellikte adalarını, sahillerini gezdik. Akşamlarıysa çıplak ayakla dans edebildiğimiz rengarenk salaş barlarda sabahlara kadar dans ettik. Kostümler, ateş şovları, dilek fenerleri, rengarenk kumaşlar, takılar, derin sohbetler, yeni dostluklar iç içe geçti. The Yacht Week herkesin özgür ve mutlu olduğu o dünyanın sayılı festivallerinin denizde bir tatille iç içe olan versiyonu gibiydi. En sevdiğim iki şey, müzik festivalleri ve seyahat etmek iç içe geçmişti yani. Bir diğer tutkum yoganın da bu tabloda kendine bir yer bulması masal gibi olurdu diye düşünmeden edemedim…
O kadar mutluydum ve huzurluydum ki tam daha mutlu olamam derken çok sürpriz bir şey oldu. Organizasyonu yapan ekiple muhabbet sırasında laf arasında yogaöğretmeni olduğumu, ama seyahatlerim sebebiyle düzenli ders veremesem de aslında sertifikam olduğunu söyledim. Bana şu an sahiline demir attığımız adada gün batımında yoga dersi vermek isteyip istemeyeceğimi sordular. Kendimi en iyi yazarak ifade eden, konuşmaya gelince fazla heyecanlanan ve yoga öğretmeyi biraz sahnede olmaya benzeten biri olarak oldukça gerilsem de tutkuyla bağlı olduğum, en büyük ilacım, en büyük öğretmenim yogayı kalbi bunca açık insanlarla paylaşma teklifine hayır diyemedim. Telsizlerden tüm teknelere haber salındı, güneş yavaş yavaş batmaya başlarken deniz kenarında yerler alındı. Mat yerine ayaklarımızı yalayan dalgalar ve ayaklarımızın altından çekilen kumların üstünde, hayatlarında ilk kez yoga yapmış ve deneyimlilerin olduğu karışık bir sınıfa hem de İngilizce yoga dersi verdim.
Hiçbir hazırlığım olmadan sadece o an dalgaların sesinden, denizin kalp atışından, kumların çekilişinden, rüzgarın nefesinden ve güneşin batışından aldığım ilhamla hiç duraksamadan ders verebilmiş olmak şaşırttı beni. Ders bittikten sonra acaba becerebildim mi diye düşünürken bir grup hug’ın içinde buldum kendimi. Her dersten sonra hocalarıma teşekkür eden biri olarak bu teşekkürlerin içten olduğunu biliyordum. Nasıl tarifsiz bir mutluluk anlatamam. Sahilde tek başıma yogayapacağıma bu huzuru paylaşmış olmak. Güneşin pembesi denize vurduğu sırada biz de kumları temizlemek için ışığın bir kısmını denizden çalıyorduk. Tenlerimizde altın parıltısı ağzım kulaklarımda daha önce hiç yaşamadığım bir tatmin duygusuyla tanışıyordum.
Yoga dersi çok sevildi ve daha sonraki günlerde de katılım artarak devam etti. Tüm gün denizde seyreden, çok hareket eden, gece çokça dans eden, ufak kabinlerde uyuyan insanlara ne iyi gelmişti yoga. Öyle ki daha sonraki The Yacht Week’lerde acaba ekipte olup yoga mı yaptırsan hep bile dendi bana laf arasında. Tüm hafta devamlılık içinde verebileceğim dersleri, 1 haftasını denizde geçiren insanlara iyi gelebilecek pozları şimdiden kafamda kurmaya başladım.
Yoga gibi insanın sadece bedenini değil, zihnini ve ruhunu da şifalandıran, üstelik adının çok bilinmesine karşın içine girmemişler tarafından hiçbir zaman ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir şeyi, insanlarla paylaşmak, yogayı izleyerek ya da yapanlar tarafından anlatılanları dinleyerek değil birebir deneyimleyerek insanları yogayla tanıştırmış olduğum için çok mutluyum.
Bedenimi tropik meyveler ve lezzetli yemeklerle beslediğim, güneş, deniz ve rüzgarla şifalandırdığım, zihnimi dinlendirdiğim, sonsuz saatler dans ederek ruhumu serbest bıraktığım bu bir hafta bitti şimdi. Benzer konseptte bir haftalık tekne tatillerini Yunanistan, Hırvatistan, Karayiplerdeki Virgin Adaları, İtalya ve Türkiye’de de gerçekleştiren The Yacht Week’in bir sonra hangi destinasyonuna katılsam diye şimdiden hayal kurmaya başladım.
Denizde yıldızlara bakarak uyumaya alıştığında damlar çatılar küfür gibi geliyormuş insana. Günler sonra havaalanına gitmek için ayakkabılarımı giydiğimde, kendim zamanında çok beğenerek aldığım bu minik hapisanelerden hoşnutsuz ayaklarım şehirlerde bulamayacağı bu özgürlüğü, toprağın öpüşünü, kumun sarılışını, denizin kalp atışını hemen o an özlemeye başladı bile. Bu mükemmel haftanın anısını ve bıraktığı tadı içimde ne kadar taşırsam kar bana. Çok memnun oldum denizle, The Yacht Week’le ve yoga öğretmenin keyfiyle tanıştığıma. Tayland ise bir hafta ile bir parmak bal çaldı ağzıma, şimdi kendisi mutlaka bir daa döneceğim o yüksek enerjili yerler arasında.
—-
Edit: Tayland Yacht Week dönüşü BVI Yacht Week’te yoga öğretmek ister misin diye bir mail aldım ve tabii ki kabul ettim. BVI da Tayland da harika rotalar ve Aralık-Ocak bookingleri açılmış. The Yacht Week web sitesine giderek seçeneklere bakıp kayıt yapabilirsiniz. Bu Yoga Journal’da yayımlanan yazım. Yacht Week’in ne olduğunu daha iyi anlatan bir yazı da yolda!
YORUMLAR
Şu an hiç yorum yok.