2012-10-27-5342

Amsterdam’la Nisan ayında yarım kalan bir maceram vardı. Dutch Design Week için Hollanda seyahatimin sonuna ‘benim uçak biletimi daha geç bir tarihe alır mısınız’ diyerek 4-5 gün ekleyip ikinci bir randevuyu aldım ilk gittiğimde doyamadığım şehirden. Bu defa dolu dolu 5 günüm var. Üstelik tek başımayım. Airbnb’den kalacak yer, songkick’ten de iki süper konser ayarladım. Kafa dinlemeli,  müzikli, sanatlı, lezzetli yeni Amsterdam tavsiyelerine buyrun (eskilerine göz atmayı unutmayın, onlar da yazının devamında, orada da süper yerler var):

amsterdambike

İlk tavsiyem her zamanki gibi: mutlaka bisiklet kiralayın (ya da airbnb’de bazen ev sahipleri odaları bisikletle birlikte kiralıyorlar, benim kaldığım oda kirasına bisiklet de dahildi). Hem metro otobüs bekleme derdi hem de ona bilet alma para verme derdi olmuyor. Hava soğuk da olsa yağmur da yağsa çok ama çok keyifli. Biraz az fotoğraf çekiliyor o kadar. Nereden bisiklet kiralayabileceğinizle ilgili bilgileri ve fiyatları aşağılarda bulabilirsiniz.

Bisikletimiz hazırsa artık gezebiliriz:

Fietsflat

Stationsplein 17

Amsterdam’da motorlu araçtan çok bisiklet var. Bisiklet yolları her yerde var. Düz de bir şehir. Gerçekten genci yaşlısı takım elbiselisi eteklisi herkes ulaşımını bisikletle sağlıyor. Bizde nasıl park yeri problemi varsa Amsterdam’da da bisiklet park yeri problemleri mevcut. Fietsflat 2500 bisiklete ev sahipliği yapan (ücretsiz) katlı bir bisiklet otoparkı. Central Station’ın etrafındaki inşaat sebebiyle bisikletlere park edecek yer kalmayınca açılan yarışmayı kazanan VMX Architecten’in projesi buraya uygulanmış. Hayatımda bu kadar bisikleti bir daha görür müyüm bilmiyorum.

Kültürel:

Openbare Bibliotheek Amsterdam

(Oosterdokskade 143)

Halka açık kütüphane. Amsterdam’ın kuzeyinde, NEMO Bilim Müzesi’ne yakın. Mimarisi hayranlık uyandırıyor. Giriş katında bir adam piyano çalıyordu ve ünlü Hollandalı moda tasarımcısı Claudy Jongstra’nın bir sergisi vardı. Kütüphaneyi gezmeye başladık. Bir kat sadece multimedyaya ayrılmış. Binlerce film ve müzik CD’si Amsterdam halkının hizmetinde. İçeri girip kitap okuyup müzik dinlemek veya bilgisayarları kullanmak için kütüphaneye üye olmak gerekmiyor. Her katta ister izole ister daha sosyal çalışma alanları var, pencereler önüne konulmuş tasarım koltuklarla da keyifli okuma alanları yaratılmış. Halkı buraya çekmek için her şey yapılmış yani. Kütüphanenin terası Amsterdam’ın en iyi manzaralarından birine sahip olmakla ünlü ve yine bu katta yer alan cafede hem fiyatlar uygun hem de yok yok. Öğrenciyken eksikliğini hissettiğim böyle bir yerdi tam olarak.

Stedelijk Museum Amsterdam

(Museumplein 10 (Paulus Potterstraat))

9 senelik tadilattan sonra tekrar açılan Stedelijk Müzesi’nde Hollanda sanat tarihine damgasını vurmuş dönem ve işleri kronolojik bir şekilde izlemek mümkün. Her bir dönem ve akımı temsil eden sanatçıların işlerinin bulunduğu odalarda aynı zamanda bu akımların manifestosu, tarihteki yeri de anlatılmış bu nedenle diyalektik süreci de takip etmek mümkün. Alt katta 20. yy’ın yarısına kadar olan dönem işlenirken üst katta Hollandalı çağdaş ressam, tasarımcı ve sanatçıların işlerini görmek mümkün. Müzesinin içi de çok güzel, biraz büyük olduğu için yarım gün kesin belki 1 gün ayırmak gerek ama hiç acımayın ayırın derim. Van Gogh’un, Mondrian’ın ve diğer De Stijl sanatçılarının ve Cezanne’ın işlerini de görebilsiniz. İçeri girince sağ tarafta ücretsiz olarak kullanabileceğiniz dolaplara montlarınızı falan bırakabilirsiniz, vestiyere para vermeyin ve boşuna sıra beklemeyin. Mola vermek istediğinizde dışarı çıkmayın, üst kattaki cafe’de oturun. Çok keyifli bir yer ve sandviçleri, çorbaları süper.

Alışveriş:

United Nude Store

(Molsteeg 10 (Spuistraat))

Bolca turistin geçtiği işlek bir caddedeki bu ayakkabı mağazasının özelliği bu markanın kurucusunun ünlü mimar Rem Koolhaas’ın yeğeni Rem D. Koolhaas olması. Kendi de mimar olan Rem D. Koolhaas’ın United Nude macerası final projesini teslim ederken kalbini kıran kız arkadaşı sebebiyle tasarladığı bir ayakkabıyla başlamış. United Nude markasının son derece strüktürel ayakkabı tasarımlarında Yeğen Koolhaas’In mimari eğitiminin izlerini görmek mümkün. Peki mimarlık yapıyor mu kendisi sorumuza, şu an ünlü bir mimarla işbirliği içinde ama bina yapmak için değil cevabını aldık. Resmi bir açıklama olmasa da, daha önce de ayakkabılar tasarlamış olan Zaha Hadid’le United Nude’un flörtleştiğinin haberini aldık.  Ayakkabılar güzel, orijinal, bu mağazaya göz atılır.

The Frozen Fountain

(Prinsengracht 645)

Hollanda’da tasarım büyük mesele ve ülkede bolca süperstar kategorisinde tasarımcı var. Buradan evinize makul fiyatlarla tasarım ürünler almak isterseniz geleceğiniz adres ise The Frozen Fountain. İşleri müzelerde sergilenen sanatçı kategorisindeki bu tasarımcıların markalarla hazırladıkları özel koleksiyonları nispeten uygun fiyatlara buradan satın alabilir, ya da bu mağazayı müze gezermişçesine gezebilirsiniz. Scholten & Baijings’in Danimarkalı tasarım ürün zinciri HAY ile ortak çalışması neon mutfak bezleri ve nevresimler, Piet Hein Eek’in artık ahşaptan ürettiği dolaplar, Claudy Jongstra’nın halıları, Wieki Somers’in ünlü çaydanlığı, cool kitaplar, tasarım takılar ve daha neler neler…

Monki

(Kalverstraat 176)

monki

İskandinavya’nın H&M’i diyebileceğimiz Monki gerek mağaza tasarımı gerekse stiliyle beni kendine hayran bıraktı. Fiyatlar çok pahalı değil ama ortalamanın biraz üzerinde. Ama alacağınız giysiler gerçekten yüksek kaliteli ve her yerde benzerine rastlayamayacağınız tasarımlar oluyor. Bir de soğuk memlekete göre üretildiğinden buradan aldığınız bir kazak veya mont gerçekten sıcacık tutuyor. Monki’ye mutlaka bakın, hem mağazaya hem kıyafetlere aşık olun:)

Brandy Melville

(Leidestraat 43)

brandy

Bir diğer her ülkede olmayan dolayısıyla aldığınız şeyleri öyle herkesin üzerinde göremezsiniz kategorisinden mağaza da Brandy Melville. Genellikle salaş ama tarz kıyafetler var burada, gri tonlarında. Tek beden oluyor ama herkesin üzerine uyacak şeyler. Etekler, kazaklar, taytlar, çantalar falan çok iyi. Takılara da özellikle bakın. Ne tarz kıyafetler var bakmak isterseniz markanın instagram hesabını da takip edebilirsiniz: http://instagram.com/brandymelvilleusa

9 Straatjes

(Centrum)

Leidsestraat ile Raadhuisstraat arasında yer alan bölgeye 9 Sokak anlamına gelen 9 Straatjes deniyor. Burada çok tatlı butikler, cafe’ler, fırınlar, berberler, müzeler falan var. Çok şirin bir bölge alışverişe ya da bakınmaya kesin gitmeli.

Yeme içme:

Café Restaurant Open

(Westerdoksplein 20 (at Westerdoksdijk))

open

Eski bir köprü parçası restoran olarak yeniden işlevlendirilmiş, adı da Cafe Open olmuş. Amsterdam’da kanalların üzerindeki köprüler büyük gemiler geçebilsin diye açılır, bu köprü de açıldığı pozisyonuyla restoran haline gelmiş, kanalın ortasında kanala paralel bir şekilde duruyor. Daha küçük bir köprüyle ulaşılıyor her yeri cam olan bu restorana. İçi çok şık, menüde başlangıç ve ana yemek olarak ya balık ya et seçiyorsunuz, yanına da güzel bir şarap ve son olarak da tatlı. 40-50 Euro’ya keyif yapıyorsunuz.

open2

Kalabalık giderseniz herkesin yemeğinin aynı anda çıkmasına özen gösterdikleri için biraz beklersiniz. Servis hızlı sayılmaz. O yüzden aceleniz varsa gitmeyin. Benim henüz gidemediğim ama çok tavsiye edilen Eye Film Institut‘a yakın burası, aynı gün programına kondurulabilir :)

open yemek

Winkel 43

(Noordermarkt 43 (at Westerstraat))

winkel

Amsterdam’ın yerlilerinden aldığım bilgiye dayanarak iddia ediyorum ki Amsterdam’ın en iyi elmalı turtası Winkel’de yenir.

MOES eet- en drinklokaal

(Prins Hendrikkade 142)

32696 0_d1b50c615164dcb5ea58e0b60789c40c

(Fotoğraf http://www.iens.nl adresinden alınmıştır)

Kütüphane’ye ve NEMO’ya yakın yani Amsterdam’ın kuzey kısmında yer alan bu restoranın dekorasyonu oldukça ilginç. İçerde havaalanı tabelaları falan var. Menü biraz fazla gurme. Bıldırcın var, geyik var. Ben sevmedim, yiyemedim. Ama burada her şey organikmiş. Alternatif bir yer arayanlara öneririm, bıldırcın dışında bir şeyler deneyin belki seversiniz.

Caffè 500

(Albert Cuypstraat 59)

cafe500

(Fotoğraf http://dewittetruffel.blogspot.com adresinden alınmıştır)

Amsterdam’ın turist istilasına uğramamış, gençlerin yaşadığı, tatlı cafelerin barların olduğu bölgesi De Pijp’de ismini Fiat’ın efsane arabası Fiat 500’den alan bir İtalyan restoranı. İçeride 10 masa ya var ya yok, küçük samimi bir ortam, loş. Çalışanlar İtalyan ve çok sempatikler. Fiyatlar uygun. Güzel yemek eşliğinde keyif yapmalık ve hemen vitrinde bulunan Fiat 500’le fotoğraf çektirmelik orijinal bir yer.

Zadelhoff Cafe

(Stedelijk Müzesi içinde)

zedel

Yeni restore edilmiş Stedelijk Müzesi’nin üst katındaki cafe. Somonlu sandviçi ve domates çorbası leziz. Kahveler mis gibi kokuyor ve tatlıları da son derece iştah açıcı gözüküyor. Birinci kat ile ikinci kat arası bir mola vereceğinizde oturmanız için harika bir yer. Yanınızda muhtemelen sanat sohbeti yapmakta olan entel çift de default olarak geliyormuş. İçeri girmek için müzeye giriş ödemeniz gerekiyor bu nedenle müze gezmek için geldiğinizde gitmeniz mantıklı olur :)

Khorat Top Thai

(Tweede Constantijn Huygensstraat 64HS)

khorat

Buranın adresini de yine Amsterdam’lı bir arkadaşımdan aldım. Küçücük bir Thai restoranı. Aslında şehir merkezine (Leidseplein) çok yakın olan Overtoom caddesi üzerinde sayılır, Overtoom ile Constantjin Huygensstraat kesişimindeki köşede, bir iki basamak inerek giriliyor. İçeride 10 masa falan var. Çalışanlar Taylandlı. Fiyatlar makul. Ve dünyanın en lezzetli Pad Thai’sini yemeniz muhtemel. Deniz mahsüllüsünü tavsiye ederim. Şimdiden afiyet olsun. (Görsel http://www.goscoville.com/ adresinden alınmıştır)

Otaru

(Frans Halsstraat 2)

otaru

Adresi yine Amsterdam’lı arkadaşımdan alınmış, turist kazıklanmalarından çok uzak, makul fiyatlı, alabildiğine lezzetli, Uzak Doğulular tarafından işletilen bir Uzak Doğu restoranı. De Pijp’e, bir de Paradiso’ya yakın. İkisinin arasında denebilir. Kalabalık gidecekseniz rezervasyon yaptırmanızı öneririm.

2012-10-27-5435

Menüden tek tek seçim yapabileceğiniz gibi masanın üzerindeki kartta bulunan fırsatlı menülere de göz atabilirsiniz. Biz fırsat menülerinden seçtik birer tane. Küçük küçük 10larca çeşit yemek geldi. Hem gözümüz hem karnımız doydu hem de çok bir şey ödemedik. Yemeğin üzerine yeşil çaylı ya da susamlı dondurma da mutlaka yemelisiniz.

Gece / Konser / Müzik:

Melkweg

(Lijnbaansgracht 234A (Leidseplein))

2012-10-28-5685

Amsterdam’ın ünlü konser mekanı Melkweg Amsterdam’a gidilmişken görülmesi gereken bir mekan. Bizim Taksim gibi denebilecek Leidseplein’e çok yakın. Amsterdam’a gideceğiniz tarih belliyse ve burada bir konser izlemek istiyorsanız önceden biletlere bakmanızı tavsiye ederim. Buraya %80 çok iyi isimler geldiği için biletler uitverkocht oluyor; yani tükeniyor. www.melkweg.nl adresinden konser takvimine baktıktan sonra biletinizi www.ticketmaster.nl  adresinden online olarak alabilirsiniz. Ortalama 20 Euro olan biletleri evde kendiniz basarsanız hem postada kaybolma riski yok hem de ekstra para ödemezsiniz. Ama bilet satın alıp basmak yetmiyor. Bir de aylık Melkweg üyeliğinizin bulunması gerekiyor. Bu üyeliğin bedeli Melkweg için 4 Euro. Ticketmaster’dan biletinizi alırken  satın alabilrsiniz. Yani konser mekanına elinizde iki A4 çıktı ile gitmeniz lazım. Eğer üyeliği önceden almazsanız kapıda da alabilirsiniz ama uzunca bir sıra beklemeniz gerekiyor.

Sugar Factory

(Lijnbaansgracht 238 (Leidseplein))

2012-10-29-5699

Melkweg’in hemen karşısında yer alan Sugar Factory Pazar geceleri için Wicked Jazz Sounds diye bir konsept geliştirmiş. Girişi 9 Euro olan bu etkinlik 12’de başlayıp sabaha kadar sürüyor. DJ’ler, canlı gruplar, doğaçlama şekilde hip-hop, jazz, soul, funk ve dans müziği sentezliyorlar sahnede. Pazar gecesi başka alternatif olmadığı düşünülürse oldukça güzel konsept. Saat 2’ye doğru içerisi de iyice doluyor, herkes dans ediyor. Hem de Sugar Factory Leidseplein’de Melkweg’in tam karşısında. Pazar gecesi ne yapsak diye düşünenlere avsiye edilir. Ayrıntılı bilgi için: http://www.wickedjazzsounds.com

Paradiso

(Weteringschans 6-8 (Leidseplein))

paradiso

Paradiso Melkweg’in bir boy büyüğü. Melkweg 2, burası 3 katlı. Sahnesi daha ihtişamlı. Yine Leidseplein’e çok yakın olan bu efsanevi konser mekanı normalde DJ’lerin sahne aldığı bir gece klubü. Ama çok sık konserler gerçekleşiyor ve bu konserlerin biletleri çok önceden bitebiliyor. Eğer Paradiso’yu dünya gözüyle görmeyi istiyorsanız Amsterdam’da bulunacağınız tarihler belli olunca www.paradiso.nl adresinden ne konseri varmış diye bir bakmanız ve ilginizi çeken bir şey varsa önceden bilet almanız gerekiyor. Yine Melkweg’deki gibi biletinizi www.ticketmaster.nl adresinden alabilirsiniz. Buranın aylık üyeliği ise 3,5 Euro ve yine bilet alırken satın alabiliyorsunuz. Aşağı yukarı aynı şeyler burada da geçerli. Konser fiyatları yine yaklaşık 20 Euro.

bisikletparkyeri

Buranın bir güzelliği de hemen yanında kapalı bir bisiklet park yeri olması. Amsterdam’da özellikle yoğun bölgelerde bisiklet için park yeri bulmak çok zor. Amsterdam Belediyesi çalışmış, Paradiso’nun hemen yanına yerin altına inilen bir bisiklet otoparkı yapmış. 24 saat açık, ücretsiz. Benim gibi beceriksizseniz bisikletinizi indirirken yardım da ediyorlar. Hayran kaldım yine.

Café de Pijp

(Ferdinand Bolstraat 17-19 (Daniël Stalpertstraat))

cafede

De Pijp’te güzel müzik eşliğinde sohbet etmek, sakin sakin bira içmek için güzel mekan. Canınız isterse dans da edersiniz, ama etmezseniz de kimse yadırgamaz. Herkes kafasına göre.

Konaklama:

Lloyd Hotel

(Oostelijke Handelskade 34)

‘Cultural Embassy’ ünvanına sahip LLoyd Hotel 1921 yılında Doğu Avrupa’dan Güney Amerika’ya gidecek olan imigrantların konaklamaları için inşa edilmiş ve bu nedenle değişik bir mimariye sahip.

1. kattaki odaları ortak banyoluyken 5. katta daha büyük metre kareli lüks suitlere sahip Lloyd Otel her bütçeye hitap etme iddiasını istiridye de hamburger & patates kızartması da bulunan restoran menüsüyle de sürdürüyor. Orijinal mimarisini korurken içi Hollandalı tasarımcılara emanet edilmiş otel kendini Hollanda tasarımı için bir vitrin olarak konumlandırmış ve aynı zamanda buram buram tarih kokuyor.

Otel şehrin biraz kuzeyinde yer alıyor, Halk Kütüphanesi’ne, ana tren istasyonuna yakın; tramvay ile merkeze gitmek de 15 dakika falan sürüyor.

DDW davetlisi olarak 2 gece otelde kaldıktan sonra kendi başıma geçireceğm günler için airbnb’den ev tuttum. Bununla ilgili ayrıntılı bilgiler başka bir blog yazsının konusu. Ama kesinlikle otelden, hostelden daha iyi bir seçenek.

amsterdam

coffeshop & smartshop:

Coffeshop‘lar Amsterdam’da yasal olarak esrar ve haşiş satın alabileceğiniz ve içebileceğiniz yerlere verilen ad. Buralar öyle batakhane gibi yerler değil gayet düzgün cafe’ler. Menüler oluyor. Satın alacağınız otun downer / stoner / high / body high / mental high gibi etkileri puanlanarak size açık bir şekilde ifade ediliyor. Satış yapan kişilere tam olarak ne istediğinizi anlatıp etkilerini sorarak tavsiyeler de alabilirsiniz. Satın alırken size pasaport sorulacak. 18 yaşından büyük bir Türk vatandaşı olarak ot satın almanızda sakınca yok.

Genellikle özellikle iyi ve daha pahalı otları ot olarak satın alıp kendiniz sarmanız ya da içerideki nargile benzeri vaporizer’ları kullanarak içmeniz gerekiyor. Vaporizer’ı kullanmayı bilmiyorsanız yardımcı oluyorlar. Eğer otunuza tütün karıştıracaksanız bu mekanların çoğunda sigara içme yasağı olduğu için genellikle alt kattaki smoker bölümüne gitmenizi rica edecekler. Ağır bir şey içmek istemezseniz otunuzun içine smartshop’lardan satın alabileceğiniz nane benzeri otları karıştırabilirsiniz. Yanında da nane çayıyla güzel olur. Hem daha hafif bir şey içmiş olursunuz hem de smoker bölümüne inmeniz gerekmez. Otu satın alırken size sarmak için kağıt da veriyorlar ama bunları yne smartshop’lardan veya bazı coffeshop’lardan temin edebilirsiniz. Genellikle 2-3 sigaralık otların fiyatları 5-10 Euro arasında değişiyor. Hazır sarılı olanlar biraz daha pahalı olabiliyor.

shop

Bir de coffeshop’larda space cake denilen esrarlı muffin’ler satılıyor. Ben hiç denemedim ama etkisinin gelmesi sindirim hızınıza göre biraz daha geç olabileceğinden bütün arkadaşlarınız ot sarıp içerken space cake yememenizi tavsiye ederim. Hem etkisi onlara göre daha geç gelip daha uzun süreceğinden hem de muhtemelen farklı bir kafa yaşayacağınızdan tribe girebilirsiniz. Herkes kek yiyorsa siz de yiyin, çıkıntılık yapmayın:)

Kesinlikle tavsiye edebileceğim iki coffeeshop: De Dampkring ve Greenhouse Namaste. Hemen Leidseplein’deki Bulldog’u tavsiye etmem. Çok turistik. De Dampkring’de en son C5 diye bir şey denedik ki gerçekten çok çok enteresan.

smart

Smartshop‘larda ise ot (haşiş veya esrar) satılmaz. Buralarda ot içmek için bong, pipe, grinder, kağıt, çakmak, otun içine karıştırıp sarılabilen ya da çay olarak içilebilen esrar olmayan başka ot gibi pek çok aksesuarın yanısıra ‘magic mushroom’ olarak bilinen truffle’lar satılır. Truffle’ları yine halisünasyon, body high, visual, audial… gibi etkileri puanlanmış bir şekilde menülerden seçebilirsiniz. İlk kez deniyorsanız düşük gramajla başlamanızı tavsiye ederim. Mantarın etkisi ota göre daha uzun süreceğinden bu işe yarım gününüzü ayırmanız gerekiyor. Zararsız olan ama 6 ayda bir defadan fazla kullanmamanız gereken magic truffle’la iligli aklınızdaki soru işaretlerini gidermek için magic truffle web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Bu mantarın soğukta muhafaza edilmesi gerektiğinden aldıktan sonra hemen yemeniz gerekiyor. Yani yasa dışı olmamasına rağmen mantarı alıp buraya getirmeniz mümkün değil. Ama illa da Türkiye’de mantar yemek istiyorum diyorsanız evde kendi mantarınızı üretmeniz için kitler de satılıyor smartshop’lara. Ben yapmayı hiç denemedim ama yasal olduğunu biliyorum. Mantarı aç karnına, parçaları iyice çiğneyerek ve bol su içerek tükettikten sonra biraz bekleyin ve hayal gücünüzün sizin için hazırladığı süprizin tadını çıkarın. Dolphin’s Delight başlangıç için önerebileceğim bir mantar. Fiyatı 15-20 Euro. Güzel müzikler eşliğinde çok keyifli oluyor. Bir de kuru olarak satılan mantarlar var ama onu da hiç denemedim.

2012-10-28-5449

Amsterdam inanılmaz keyifli bir şehir. Ülkemizde yasal olmadığı için buraya gitmişken esrar gibi şeyler denemek ilginç bir deneyim olabilir ama şehri görmeden dönmeyin, pişman olursunuz :) Son olarak her geri dönüşümde kendime söylediğim cümle: Bisikletimi özledim. Keşke burda da her yere bisikletle gidip gelebilsem.

 missmybike

Daha fazla adres ve öneri için Nisan’daki Amsterdam notlarıma da göz atın:

IMG 0872

Çok gezenler kulübu Brüksel – Amsterdam rotasının ikinci durağı Amsterdam’a gitmeden önce yine dersimi çalışıyorum. O bar senin bu müzik benimKanal kenarında para harcama ve Amsterdam’da mutlaka başlıklı üç görülecekler listesi çıkarıyorum kendime.

Brüksel‘den bindiğim tren 2 saat sonra Amsterdam Centraal Station’a varıyor. Hava kapalı. Metroyla Waterlooplein’a geliyorum. Kanal kenarındaki tatlı otelim Hotel Hermitage buradan yürüme mesafesinde. Kedimiz de var. Kedi var ama asansör yok otelde ve oda da 5. katta! Amsterdam’daki sıra evlerin çoğu dar ve alçak katlı olduğu için asansör pek yaygın değil. (Aşağıdaki fotoğrafta da dünyanın en küçük apartmanı var sanırım, gördünüz mü?)

IMG 0849

Bu maceramın konsepti ‘3 günde bisikletle Amsterdam’ olduğundan bavulları bırakıp hemen bisiklet kiralamaya gidiyoruz. Şehirde sıkça görebileceğiniz tüm kırmızı bisikletler MacBike‘tan kiralanmış. Biz de oraya tercih ediyoruz. Zorunlu olmamakla beraber çalınma ve hasara karşı sigortasıyla beraber 3 günlük bisiklet kirası 37,5 Euro. Bu bizim alışkın olduğumuz elle fren yapılan modelin fiyatı. Amsterdam’da daha sık olan ayakla fren yapılan modellerin kirası daha uygun ama trafikte bisiklet kullanmak ciddi iş, alışkın olduğumuz modeli almakta fayda var.

Arabadan çok bisikletin olduğu şehrin her yerinde buna paralel olarak bisiklet yolları, bisiklerlere özel ışıklar ve tabii uyulması gereken kurallar var. Bunların anlatıldığı kitapçığı dikkatlice okuduktan sonra Mac Bike’ta çalışan görevli bisikletimizin çalınmaması için nasıl kitleyeceğimiz konusunda bilgilendiriyor bizi. Baya karmaşık, ama ilk günün sonunda alışılıyor, hatta zevkli bile. Artık şehri bisikletle keşfetmeye hazırız!

Brüksel’deki gibi elimde haritayla adres aramak, ‘işte şimdi buradayım’ demek bisikletle çok mümkün değil Amsterdam’da. Bir yandan Amsterdam Brüksel kadar küçük de değil. Mesafeler bisikletsiz zor. Bisikletin bir diğer dezavantajı da Brüksel’deki kadar çok fotoğraf çekememem oldu. Yine de bence Amsterdam’da bisiklet bir MUST.

Karnımız aç. İlk durak Barselona’dan sevdalısı olduğum Wok to Walk. En yakın şubesinin olduğu Rembrantsplein’e bisiklete gitmek 5 dakika bile sürmüyor. Burada bir de Güllüoğlu Baklava var. Ama daha çok cafe konseptinde, yemek falan da var. Enteresan:) Wok to Walk Barselona’da da diğer yemek yenecek alternatiflere göre pahalıydı. Burada da durum aynı. Yine de öyle canım çekmiş ki menüye bakmadan sipariş veriyorum. Karnımız doyduktan sonra yol yorgunluğuyla bir yerler keşfetmektense bilindik bir yere gidelim diyoruz, hedefimiz Leidseplein.

Yağmur durmuş, güneş açmış, meydanda müzisyenler, kafelerde insanlar. Buraların en ünlü coffeeshop’u Buldog’a oturuyoruz. Menüde çok az seçenek var ve içerdeki atmosfer güzel değil. Karanlık, duman altı. Önünde açık havada oturup skunk deniyoruz. Üzerine tatlı yemezsek olmaz! Mc Donalds’dan Hollanda spesyalitesi stroop waffle’lı McFlurry’yi mideye indirdikten sonra otele gidip akşama kadar dinleniyoruz.

Akşam yemeğinde Zushi‘ye gidiyoruz. Mekan ve dekorasyon çok güzel ama sushi’lerde iş yok maalesef. Belki de ben HK sonrası çok seçici oldum, bilemiyorum.

Yemekten sonra bisikletlere atlayıp ortamına bir göz atmak için Soundgarden‘a gidiyoruz. Alternatif rock çalan salaş bir bar burası. Güzel havalarda oldukça keyifli olduğunu tahmin ettiğim bir arka bahçesi var kanal kenarında. Şimdi hava buz gibi ama. Langırt ve bilardo masaları, tilt (pinball) var içerde. Herkes kafasına göre takılıyor. Güzel müzik, rahat koltuklar, masa sandalyeler de var bar tabureleri de. Kalabalık gelip takılmak için oldukça keyifli bir yere benziyor.

İlk içkilerimizi burada içtikten sonra çok gezenlerle buluşmak üzere De Pijp‘e doğru pedal çeviriyoruz. Bisikletlerimizle adresi ararken yolda Ece ve Ecemen ile karşılaşıyoruz. Ecemen benim bisikletimin arkasına biniyor, Ece de Berkin’in. Sonunda buluyoruz bir sürü barın olduğu meydanda Café De Groene Vlinder‘i.

Burada gerçekten hiç turist yok. Herkes sarışın. Boy ortalaması 1.90. Ortamı Kiki’yi andırıyor bana. Müziklerse bi’ çok iyi bi’ çok kötü, ortası yok. Alkol alınca eğlenmemek mümkün değil. Hınca hınç dolu bardan elimde Bora, Ece ve Berkin’e aldığım shot bardaklarıyla çıkmaya çalışırken Hollandalılar başımı falan okşuyor. Kısa olmak sevimli bir şey demek ki burada. Kendimi Devler Ülkesi’ndeki Gulliver gibi hissediyorum.

Güzel bir gecenin ardından bisikletlere atlayıp otele dönüyoruz. Otelin bahçesinde sohbet muhabbet ettikten sonra sabahında başka memlekette uyandığım bu yorucu günü noktalıyoruz.

Pazar sabahı haliyle biraz hangover’ız. Geç bir kahvaltı için yine otelimizin yakınlarda, Waterlooplein’da da bir şubesi olan Bagels & Beans‘e gidiyoruz. Çok şirin bir cafe, çalışanlar da çok sempatik. Menü dopdolu, seçerken çok zorlanıyoruz. En sonunda ben keçi peynirli bagel seçiyorum, Berkin çikolata ve krem peynirli bir menü seçiyor. Gerçekten her şey inanılmaz lezzetli. Zaten ortam da çok keyifli.

IMG 0867

Karnımız tok atlıyoruz bisikletlere. Serin ama güneşli bir hava. Kanallardan köprülerden, Amsterdam’ın yan yatmış evlerini izleyerek bisiklet sürmek inanılmaz keyifli. Dam meydanından geçerken gözlerimi lunaparktan alamıyorum. Hava bu kadar güzel olmasa görmek istediğim çok müze var burada. FOAM, Van Gogh Müzesi, Rijk Müzesi ve Anne Frank Huis en başta gelenler. Ama yarımşar gün ayırmadan hakkını veremem gibi geliyor. Bir dahaki sefere diyerek Cafe Brecht‘in önündeki masalardan birine oturup yüzümüzü güneşe verip keyif yapıyoruz.

Cafe Brecht’in dekorasyonu da harika. Eski yırtık duvar kağıtları, her biri birbirinden farklı antika koltuklar, yine antika porselen tabak çanaklar. İçerde zaman Bertolt Brecht’in oyunlarını yazdığı bir anda durmuş gibi. Montsuz geldiğim Amsterdam’da üşüttüğüm boğazıma iyi gelsin diye sıcak çikolata içip bedenimi güneşte şarj ediyorum bu keyifli kafede.

Buradan çıkıp Museumplein‘e gidiyoruz. Van Gogh ve Stedejilk Müzesi‘nin de aralarında olduğu pek çok müze burada bir arada. Bir de şu ünlü i amsterdam yazısı da burada. Çimenlerde yayılıp keyif yapanları görünce canımız çekiyor, bisikletlere atlayıp Vondelpark‘a gidiyoruz. Şehrin merkezinde, içinde bisiklet yolları, oyun parkları, koşu parkurları, göller, kafeler ve bol bol yeşil alan olan bu parkta bisiklet sürmek öyle keyifli ki, imreniyorum pazar günlerini böyle geçirme lüksü olan Amsterdamlılar’a. Top oynayanlar, piknik yapanlar, bisiklete binenler, koşanlar, çocuklar, köpekler. Cennet galiba burası.

Konserlerin, sergilerin gerçekleştiği; film gösterimleri, haftalık yoga dersleri, workshop ve partilerin yapıldığı alternatif bir kültür merkezi olan OT301 adını adresinden alıyor. Radikal ve aktivist bir sanat topluluğunun hayata geçirdiği bir proje olan Overtoom Caddesi 301 numaraya bir Pazar akşamüstü uğruyoruz ve henüz biten bir konserin çıkış kalabalığına denk geliyoruz. http://www.ot301.nl sitesiden etkinlik takvimine göz atıp bir şeyler yakalamak enteresan olabilir. Çok amaçlılığı, etkinlik türüne göre kolayca yeniden düzenlenilebilirliği burayı rahat, esnek bir yer haline getirmiş. Etkinliğe göre biletler 5-10 Euro arasında değişiyor. Eğer öncesinde veya sonrasında uygun fiyata bir şeyler atıştırmak isterseniz yemeğinizi önceden internetten ayırtmanız gerekiyor. Farklı, mainstream olmayan müzikler dinlemek, enteresan etkinliklere katılmak isterseniz adres burası. Bence süper bir ortamı var, görülmeli.

OT301’in ortamına göz attıktan sonra aynı cadde üzerinde Friday Next‘e gidiyoruz. Burası bir tasarım mağazasının showroom’u ama aynı zamanda da aydınlık, şık bir kafe. Burada satılık tabloların, çanta, avize ve daha pek çok objenin dekorasyonun parçası olduğu ortamda, yine satılık masa sandalyelerde bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Alt katta bir de galeri var. Düzenli olarak süreli sergiler yapılıyormuş. Masa sandalye almak zor olur ama Friday Next’in çantaları süper hem de alıp evinize getirebilirsiniz.

Buradan çıkıp Leidseplein’deki Apple Store’a uğruyoruz. Apple Store’un önünde bir sokak müzisyeni kontrbasıyla tek kişilik bir şov yapmakta. Şehrin her köşesinden keyif fışkırıyor resmen.

IMG 0874

Leidestraat‘ta yürüyoruz biraz. Henri Villig‘de peynirlerin tadına bakıp beğendiklerimizden alıyoruz. Hava güneşli olduğu için meydanlarda parklarda herkes kendini çimenlere atmış durumda. Rembrandplein‘de de durum böyle.

IMG 0563

Acıkınca Rembrandtplein ve Muntplein arasında kalan Regulierstraat‘ta Burger Bar‘a giriyoruz. Burası renkli self service bir hamburgerci. Girince sağda büyük bir ortak masa, solda da bar taburelerinde oturabileceğiniz yüksek masalar var. Büyük masanın köşesi ısırılmış gibi kesilmiş, üzerinde buranın sloganı yazıyor: bite me! Hemen kasanın üzerinde, sadece patates ve hamburger olan menüye bakıp sipariş veriyoruz. Hamburgerin fiyatı etin tipi ve gramajına göre 4,95 ile 12,95 arasında değişiyor. Hamburgerin içine koyduracağınız ekstra malzemeler de ortalama 1 Euro.

Hamburger yetmez diyenlere patates kızartması 2,20, ev yapımı leziz soslar 0,50, içeceklerse 2 Euro. Sipariş verip, isminizi söyleyip beklemeye başlıyorsunuz. Beklerken kokulardan çıldırıyorsunuz zaten. Ben keçi peynirli ve mantarlı 200 gr siyah angus etinden hamburger, yanında patates, sarımsaklı mayonez, barbekü sosu ve körili ketchup sipariş ettim. Mc Donalds’da yiyeceğinizin iki katı doyuruculukta ve bilmem kaç katı lezzette bir menü oluşturmak isterseniz 10-15 Euro ödemeniz gerekiyor. Türkiye’de bu ayardaki hamburgercilerle karşılaştırınca fena bir fiyat değil. Benim siparişim 13,75 Euro tutuyor mesela. Gerçekten leziz. Dam Meydanı yakınlarındaki Spui’de de bir şubesi olan hip hamburgerci Burger Bar’a acıkınca bir uğrayın derim. Bisikletiniz de varsa yakıyorsunuz nasılsa.

Yemekten sonra cok gezen tayfayla De Dampkring adlı coffee shop’ta buluşuyoruz. Rahat bir ortamı var ve güzel müzikler çalıyor. Montsuz geldiğim Amsterdam’da bisiklete binerken rüzgar yediğim için sesimi kaybettim. Gittiğim her yerde sıcak bir şeyler içiyorum. Burada da bir nane çayı işimi görür. Rahatlatıcı bir şeyler istiyoruz, Calimist öneriyorlar. Gerçekten de rahatlıyoruz ve keyfimiz de yerinde. Buradan çıkıp hemen yan tarafta renkli cephesiyle ilgimizi çeken Bloemenbara göz atıyoruz. Son derece keyifli. Yarın gelelim o zaman. Zaten bu civarda (Spui çevresi) bol bol bar var. Bi gezinmek lazım. Gündüz de alışveriş için gelebilirsiniz. Özellikle spor ayakkabı satan mağazalara vuruldum.

Bardan çıkıp tatlı krizimizi bastırmak üzere yine McDonalds’da buluyoruz kendimizi. Bu defa Mars’lı McFlurry deniyoruz ama tam bir hayal kırıklığı. Yine de silip süpürüyoruz. Şimdi uyku zamanı! Yarın son ‘tam’ günümüz!

3. günümüzde kahvaltı etmek için Eren’in gitmeden yazdığı yazı sebebiyle de hayallerimizi süsleyen, menüsünde 75 çeşit pancake olan The Pancake Bakery‘ye gitmek üzere bisikletlere atlıyoruz. Pazartesi sabahı bisikletler için bile iş trafiği var. Anna Frank’ın müze evinin önünden geçerek yaptığımız Amsterdam şartlarında uzun bir yolculuktan sonra The Pancake Bakery’nin kapısına gelince mekanın 12’de açıldığını öğreniyoruz. Karnımızı kesinlikle başka bir şeyle doyurmak istemediğimizden Haarlammerdijk‘e gidiyoruz. Burada biraz oyalanıp geri döneceğiz.

Haarlamersdijk merkezden ve dolayısıyla turist istilasından uzak bir alışveriş caddesi. İkinci el butikler, giyim mağazaları, cafe’ler, şarküteri ve marketler var. Erken saatler olduğu için bazı mağazalar açılmamış. Ama akşamüzeri gezilesi bir yer kesinlikle. Ben Restored ve Rumors Vintage‘a bayıldım. İçine girmedim ama onlarca çeşit çay ve çayla ilgili aksesuarların satıldığı Tea Bar da dışardan harika gözüküyordu. Saat 12’ye doğru pancake’ciye geri döndük, bir de ne görelim, önünde açılmasını bekleyen insanlar kuyruk olmuş! Demek ki doğru yerdeyiz. Saat tam 12 olunca güleryüzlü garsonlar bizi teker teker yerlerimize oturtup pancake’lerle dolu menüyü getiriyor önümüze. Eski ve karanlık bir depo olan pancake’cide sadece tatlı değil tuzlu pancake’ler de var.

Madem kahvaltı için geldik bir bacon & cheese’li pancake sipariş ediyorum önden, yanında kahve ile. O kadar leziz ki kelimelerle tarif etmek imkansız. Yalnız biraz büyük! Tatlısını da deneyelim diyip bir de bademli, karamelli, dondurmalı ‘Brasilian’ pancake sipariş etmeseydim iyiydi! Artık çok geç! Gideceklere tavsiyem, hem tatlı hem tuzlu pancake denemek isterseniz, birer tane sipariş edip bölüşün. Çünkü porsyonlar gerçekten devasa! Bacon & Cheese’li üzerine yediğim tatlı pancake, belki de tıka basa dolu olduğumdan diğeri kadar leziz değil, ama yine de inanılmaz lezzetli. Yani demem o ki tuzlu pancake’ler de mutlaka denenmeli. Biz karnımız tok mutlu bir şekilde pancake’ciden çıkarken bu defa Deniz, Sezyum ve Hazal geldiler mekana. Kesin başka pancake’ler sipariş etmişlerdir, onlara da sormak lazım ne tavsiye ederler diye…

4 pancake, kahve, çay ve portakal suyu 65 Euro tutuyor, biraz tuzlu, karnımız da epey doydu. Hava güzel, Spui’de gezmek, sonra Dam’daki lunapark’ta birşeylere binmek için güzel bir zaman. Ünlü Redlight District’in eski tadı kalmamış, ellerinde fotoğraf makinalarıyla teyzeler geziyor diyorlardı ya, doğruymuş. Hiç girmiyoruz bile. Dam yakınlarında kalabalık caddelerde ve Spui etrafında küçük sokaklarda vitrin bakıyoruz. Wolvenstraat ve Heerengracht kesişiminde harika mağazalar var: (Lompgraphy Gallery‘nin olduğu sokak): Second Best ikinci el butiği, Kaldi Cafe, ve fiyatları biraz tuzlu olan butikler Closed ve Spoiled‘e bayıldım mesela. Mağaza gezdikten sonra da şu görmüş olduğunuz enteresan alete biniyoruz. Şehrin tam merkezinde Lunapark olması bile bu şehri çok iyi özetliyor aslında. Sarhoş gibi iniyoruz aletten. İnanılmaz bir adrenalin yüklemesi. Şimdi bir smartshop bulup bir de şu truffle’lardan denemeli, Spui’deki Magic Mushroom Gallery iyiymiş diye duyduk! (Truffle deneyimlemek istiyorsanız 4-6 saatinizi buna ayırmanız gerekiyor. Smartshop’lardaki görevliler sizi bu konuda bilgilendirip yardımcı oluyorlar).

Değişik deneyimlere adanmış bir gecenin ardından İstanbul’a döneceğimiz güne uyanıyoruz. Havaalanına gitmeden kahvaltı etmek için Brezel‘e gidiyoruz: adı üstünde burada Pretzel var. Dükkan son derece orijinal ama ben pretzele bayılmadım. Amsterdam orijinalli olmayabilr ama bence Amsterdam gezinizde pretzel’i es geçip bagel yiyin. Yine de karnımız doydu ya! Buradan sonra Waterlooplein’da bit pazarına hızlıca göz attıktan sonra bisikletleri iade etmek üzere MacBike’a gidiyoruz yine. Ben bisikletimden ayrılmak istemiyorum. Duygusal anlar yaşıyoruz. Ama mecburen vedalaşıyoruz.

Sonrasında giderayak keşfettiğimiz içinde Buddha heykelleri olan Greenhouse Namaste Coffeeshop‘ta son bir keyif yaptıktan sonra (ki burası da de dampkring gibi çok başarılı bir coffeeshop) havaalanına doğru yollanıyoruz. Hava daha güzelken yine geleceğim Amsterdam! 3 gün yetmedi daha yapacak, keşfedecek çok şey var!

yine amsterdam’da da aradığı bütün adresleri foursquare sayesinde bulan ben size de tavsiye ettiğim mekanları bir liste yaptım, işinize yaraması dileğiyle ;)

#ddw12

#ddw12

Amsterdam’la Nisan ayında yarım kalan bir maceram vardı. Dutch Design Week için Hollanda seyahatimin sonuna ‘benim uçak biletimi daha geç bir tarihe alır mısınız’ diyerek 4-5 gün ekleyip ikinci bir...

ddw

YORUMLAR

  • Didemsible diyor ki:

    Amsterdam yazınıza bayıldım bende amsterdama geçen sene (2014’de) 2 kere gittim yazıyı okurken ‘evet evet doğru’ diyip durdum hatta bi kaç bişiy ekleyesim bile geldi :) elinize sağlık

  • Dikkat diyor ki:

    Shroom ları türkiyede yetiştirmek yasadışı gümrükte görürlerde kaçakçı muamelesi görebilirsiniz DİKKAT!

  • Noyan diyor ki:

    Merhaba growkit lerin türkiye de serbest olduğunu biliyorum demişsiniz,kaynak neresidir?

  • Beliz'in Valizi diyor ki:

    Ellerine sağlık güzel bir post olmuş, yalnız ufak bir önerim var. Bisiklet kiralamak bir turist için çok güvenli değil. Yolları, park yerlerini, kuralları bilmiyorsanız Vondelpark dışında kullanmanızı pek önermem. Yine de kullanıcam diyorsanız tramvay raylarına bisikletin tekerleğini sokmamaya çalışın çünkü bisiklet ordan kurtulmuyor kesin düşüyorsunuz ve bu şekilde yaralanan turist çok oluyor. Araba yada tram duramazsa daha kötüsü olabilir. Kolay gelsin…

  • Zeynep diyor ki:

    kameranin markasi ne acaba? Cok iyi de!

YORUM EKLE

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir