2019biterken

2019’un son günlerine yaklaşırken yine senenin ilk başladığı anlara doğru anılarımda bir yolculuk yaptım ve artık bir geleneği de yaşatmanın motivasyonuyla az buz değil tam 8. kez bloguma sene biterken yazısını yazmaya başladım.

Hepimiz hücrelerden oluşuyoruz. Bizi oluşturan ve genetik kodlarımızı taşıyan bu hücreler yaşamımız boyunca görevlerini yerine getiriyor, yaşıyor, içindeki genetik kodu belki ufak tefek farklılıklarla yeni hücrelere aktarıp bölünüyor, çoğalıyor ve ölüyorlar. Bu döngü farklı dokulaşmalara sahip her organ için farklı bir süre alsa da ortalama olarak 7 yıl gibi bir sürede aslında neredeyse tamamen başka hücrelerden oluşuyoruz. 

Değişen sadece hücrelerimiz değil… duygu ve düşüncelerimiz, hayat görüşümüz, önceliklerimiz de değişiyor. 7 sene önce 2012 biterken diye yazı yazan da ben miydim? O zamanki hücrelerimin çoğu, düşüncelerim, hislerim ve davranış kalıplarım, değer yargılarım hepsi değişti, evrildi… O zamanla bu zaman arasındaki bağı kurabilmek bu yüzden şimdi daha da kıymetli… 

Beni 2012’deki Elif’e bağlayan şeyler büyük oranda anılarım. Zihnimizdeki anılarınsa ne kadar manipülasyona açık olduğu ne kadar korumasız birer kayıt olduğu konusunda sanırım hepimiz hemfikirizdir. Anılarda en çok hatırlanan detaylar hisler oluyor ama onların bile bir zaman aşımı var. Hissi hatırlasak da aynı şekilde yoğunluğunu hissetmediğimiz kesin. İlk aşkınızı hala aynı kalp ağrısıyla hatırladığınızı düşünsenize…

Dolayısıyla bu yazıları yazmış olmak, hem de bu yazıları uzun uzun ve dürüstçe yazmış olmak seneler geçtikçe daha da anlamlı oluyor. Hatıralarımızdan çok daha güvenilir bir kayıt yöntemi var, hatıraları henüz tazeyken yazmak. Bugün manyetik polariteyi 0 ve 1’ler olarak kodlayıp küçücük alanlarda hafızalarımızdan daha uzun süre ayakta kalacak kayıtlar oluşturabiliyoruz ve bu kayıtlar sayesinde ben 2012’deki Elif’in beynine, kalbine gidebiliyorum. 

Bazen bir başkasının anılarını okur gibi, bazen merhamet duygusuyla kendimden başka bir benin duygu ve düşüncelerine ‘empati’ yaptığımı bile söyleyebilirim. Belirli bir zaman merceğinde kendinde değişenleri bu güvenilir kayıtlar sayesinde hatırlamak, gözlemlemek, neyin nasıl değiştiğini görmek; insanın özünde ne olduğuna dair varoluşsal bir takım soruları cevaplamak için de müthiş bir alan sağlıyor. 

Gerçekten 8 senedir her Aralık ayında ‘Elif bu sene de yıl sonu yazını yazacak mısın’ diye sorarak yılın en yoğun geçen günlerinde bile olsam beni de bu geleneği sürdürmeye motive ettiğiniz için sizlere de çok teşekkür ederim. 

2018 benim için dev bir kalp kırıklığı ardından gelen farkındalıklar ile değişmeye ve bir takım sancılarla büyümeye başladığım bir yıl oldu. Son günlerinde Kanada’daydım.

İlk saatlerini Alaçatı’da yaşadığım 2019’u ise sanırım seneler sonra bile deli gibi kilo alıp bana ne olduğunu anlama sürecimde ‘vücut okur yazarlığımı’ iyi bir seviyeye getirip hem kilo verdiğim hem de kendi mental, ruhsal ve fiziksel sağlığımı elime aldığım yıl olarak hatırlayacağım. Ama oraya gelmemize daha var. Biz dönelim 2019’un ilk günlerine…

Alaçatı’da bulunma sebebim işti. Baya iyi line up’lı bir partide çaldım. Merve ve Bilge de bana eşlik etti. Beni partiye booklayanlar son dakika yılbaşı gecesi yemek için yerimiz yok diyince yılbaşı yemeğimizi Kırçiçeği’nde yedik. Hatta 12’ye yarım saat kala Merve’ye eczane arıyorduk. Aynı 3lü olarak bu sene de Amsterdam’da beraberiz. Benzer bir gece yaşamak için Amsterdam’daki nöbetçi eczane ve çorbacıları listeledim bile… Şaka bi yana eğer Alaçatı’da çalma teklifi gelmeseydi Kanada’dan Türkiye’ye dönmeyecek, oradan direkt Tulum’a gidecektim ve belki her şey bambaşka olacaktı, iyi ya da kötü demiyorum, ama başka…

Ama Tulum yerine Alaçatı seçmemin birkaç sebebi daha vardı… Dedim ya 2018’in sonlarına doğru her zamanki kadar yiyip yine her zamanki kadar hareket etmeme rağmen durdurulamaz bir şekilde kilo almaya başlamıştım…

Önce Elif yaşlanıyorsun dedim metabolizman yavaşladı heralde artık ama sonradan ikna oldum hormonal bir durum olduğuna. Teşhisimi Didem koydu. Sende kist var bence dedi. Bi kere de yanıl Didem. Hatta dedim ki Elif o kadar çok uçuyor, iklim ve timezone değiştiriyorsun ki vücudun da ne yapacağını ne zaman ne salgılayacağını şaşırdı. Ve yılbaşında çalmak için Alaçatı’dan da teklif gelince Türkiye’ye dönüp bu fırsattan istifade biraz durulmaya karar verdim: her sene olduğu gibi en kalabalık ve dolu ve tabii pahalı olduğu zaman Ocak’ta Tulum’a gitmektense birkaç ay seyahat etmemek tek bir yerde kalmak, hem vücudumu biraz dinlendirmek, hem o sürekli bir şeyleri arzulamak bir şeylerin peşinden koşturmak psikolojisinden kurtulmak, hem de tabii genel olarak ihmal ettiğim sağlığımla ilgili doktorlara gitmek iyi olabilir diye düşündüm. İstanbul’daki evimi 2016 Kasım ayında kapamıştım. Sebeplerini 2016 biterken yazısında bulabilirsiniz. Evsizlik güzeldi ama benim hem fiziksel hem de ruhsal olarak biraz durmam, topraklanmam gerekiyordu. 

2 sene gittikten sonra Ocak ayında yani herkes ordayken ve bütün partiler olurken Tulum’a bu sefer gitmek istemememin bir diğer sebebi ise Ekim ayında Amsterdam’da ders alarak öğrendiğim müzik prodüksiyonuna nihayet zaman ayırmak ve müzik üzerine çalışmaktı. Sürekli seyahat ederken bu temel adımı atmak çok da mümkün değildi. İstanbul’da kış, evden çıkmadan yaratıcı olmak için iyi bir zamandı…

Seyahat etmek, evsiz olmak çok güzeldi ama sağlığım ve üretkenliğim aynı şekilde beslenmiyordu bu kaotik durumdan. Evimi kapattıktan sonra dünyanın her yerinden arkadaşlarımın kanepelerinde kalmaya başladım. Sonsuza kadar evsiz kalmak gibi bir niyetim yoktu ama henüz İstanbul’a dönmeye ya da bir yere yerleşmeye hazır mıydım onu da bilmiyordum. Ben de bildiğim yerden başladım…

İstanbul’da son 2 senemde artık ‘evim’ diyebileceğim bir yer vardı ama tam olarak da evim sayılmazdı. 2 arkadaşımın kaldığı Galata’daki bu evde benim 3-5 parça eşyam ve geldiğimde kaldığım bir kanepem vardı. Ne kadar kalırsam kiraya o kadar katkıda bulunuyordum. Normalde ayda 3-5 günden fazla kaldığım olmuyordu ama 2019’un ilk aylarında bu durumu biraz değiştirmek istedim. Bir süre uzun uçuş istemiyordum mesela. Aynı yerde olmak ve bir rutine girmek istiyordum. Ev arkadaşlarım Can ve Mert’le konuşup eğer onlar için de uygunsa bu kış evde biraz fazla kalacağımı söyledim. Bu 2 ay boyunca kanepelerinde yatacak bir kız anlamına geliyordu. Sağolsunlar kabul ettiler. Tarihi yarım ada manzaralı, benim de kanepemin (yani yatağımın) olduğu salonumuzda küçük bir masaya iki küçük monitör bir ses kartı bir push bir analog synth bir de midi klavye kurarak kendime küçük bir stüdyo yarattım. Klavyeyi Can’dan, ses kartı ve Synth’i beni instagram’dan takip eden bir abiden, monitörleri de başka bir DJ arkadaşımdan ödünç aldım. Bu güzel insanların yardımıyla kendime yaratmak için bir alan açtım. 

Screen Shot 2019-12-29 at 2.20.16 PM

Bir de tabii küçük ritüeller yarattım kendime köklenmek ve kendime iyi bakmaya başlamak için. Sabahları kalkıp yüzümü yıkamak, dişlerimi fırçalamak, krem sürmek, meditasyon yapmak, gratitude journal yazmak gibi çok küçük ve basit görünse de özellikle yoldayken ve bir de zor dönemlerde atlanabilecek ve kendini bunları yapmaya zorladığında ise etkilerini hemen görebileceğin topraklayıcı ritüeller…

Kendime özenle ve şefkatle yaklaşmaya başladım. Gerçekten de topraklandım. Bu topraklanma sayesinde seyahatlerimde biriktirdiğim görsel, işitsel, düşünsel ilhamları ekebileceğim verimli zemini yakalamış oldum. Ne kadar kök salarsam o kadar meyve verebileceğimi anladığım dönem bu dönem oldu…

PCOS

Uzuuuun seyahatlerden sonra Alaçatı’dan da dönünce ilk iş doktora gittim. Bir takım testlerden sonra bana PCOS teşhisi koydu. Polikistik Over Sendromu…  Yaşıtlarım çocuk doğuruyor benim de nurtopu gibi kistlerim var ahahha. Doktora gittiğim için herhangi bir araştırma ihtiyacı hissetmedim o dönem. Doktorum bana doğum kontrol hapı ve başka ilaçlar verdi ve başka hiçbir şey söylemeden, örneğin nasıl beslenmem gerektiğiyle ilgili hiçbir bilgi vermeden 2 ay sonra kontrole gel dedi ve beni yolladı. Ben de dediğini yaptım. Bu dönemde yoga ve pilatese de gitmeme rağmen sürekli kilo almaya devam ettim…

İstanbul’dayım. Kendime iyi bakıyorum. Neredeyse her gün müzik çalışıyorum. Her ay podcast’ler yapıyorum. Galatada salona kurduğum setup yaratıcılık için harika ama odanın akustiği, ses kartım, monitörlerim şarkıları bitirmek için yeterli değil. O dönem Asmalı’da stüdyosu olan Erdinç koşuyor yardımıma. Anahtarını veriyor ben yokken gel istediğin zaman çalış burada diye. Gündüzleri aydınlık ve manzara karşısında geceleri de karanlık akustik olarak olması gerektiği gibi olan stüdyoda disiplinle çalışıyorum. Her gün yaratıcı değilim, her gün müthiş bir şey çıkmıyor ama öğrenme aşamasındayım, yani ne kadar pratik yapsam ne kadar kurcalasam iyi, ben de tam olarak böyle yapıyorum.

Screen Shot 2019-12-29 at 8.42.36 PM

2015 senesinde Yoga hocalık eğitimi aldığım, hayatın yollarımızı kesiştirmeyi bırakmadığı ve tanıdıkça hayatımdaki varlığını daha da takdir ettiğim Mey bir gün beni arıyor ‘Elifcim evde ne buldum, hocalık eğitimi sertifikan bende, bir ara buluşalım da vereyim sana onu. Ama’ diyor ‘bana gel çünkü Kambo yapmış olucam evden çıkmak istemiyorum’. Aaa diyorum İstanbul’da nerede kambo yaptın ben de çok uzun zamandır istiyordum. Ve yine 2015 senesinde kendisiyle başka bir seremoniye katıldığım medicine woman’ımın İstanbul’da olduğunu öğreniyorum Mey vesilesiyle…

Özellikle bu tarz şifa konularında hiç kovalamıyorum ve bu şifalar hep tesadüfler ve küçük mesajlarla karşıma çıkıyor. Bu sefer de 2015 yılında aldığım yoga sertifikası gibi bir sebepten, uzun zamandır ismini duyduğum Kambo, tam da hem ona ihtiyacım olduğu hem de hazır olduğum bir anımda karşıma çıkıyor. Hemen medicine woman’ıma yazıyorum ve ‘neden kambo yapmak istiyorsun’ sorularına doğru cevapları verdikten sonra randevumu alıyorum.

elif-cizenbayan-bansko-snowboard

Ocak ayı sonunda ilk Burning Man arkadaşlarım Sercan ve Berk ile küçük bir Bansko kaçamağı yapıyoruz. Uçağa binmek istemediğim için arabayla gidilebilen Bansko süper bir seçenek. Bazı snowboard malzemelerimi yeniliyorum. Çok mutluyum. Karı özlemişim. Kendimi müziğe gömdükten sonra küçük bir kaçamak çok iyi geldi. Bu seyahatte yememe içmeme özellikle dikkat ediyorum çünkü dönüşte kademeli olarak hayatımı değiştirdi diyebileceğim Kurbağa Prens’le randevum var…

cansu-sheldon

Seremoniyi yapacağım yer Moda’da. Fiziksel olarak biraz yorucu bir tecrübe. Seans sonrası ordan karşıya dönmek imkansız değil ama insan o huzurun sessizliğin içinde kalmak sosyal hayata çok karışmamak istiyor. O kadar şanslıyım ki dünya tatlısı Cansu benim o dönem evsiz olduğumu bildiği için tesadüfen bana mesaj atıyor. Elif diyor hafta sonu Sheldon’la Bursa’ya gideceğiz. Bizim evde kalıp biraz kafa dinlemek istersen kapımız sana açık. Ve verdiği tarihler kambo seremonilerimle aynı tarihler; lokasyon seremoninin olduğu yere yürüyerek 5 dakika. Hemen bu ince teklifi kabul ediyorum. Böylelikle kendimi 3 gün resmen bir inzivaya çektiğim derin ve yoğun bir tecrübe yaşıyorum, Mey’in tesadüfen bulduğu hocalık eğitimi sertifikam ve yine Cansu ve Sheldon’ın tesadüfen bana aynı tarihte açtıkları huzurlu yuvaları sayesinde… Evlerinin enerjisi bana en az Kambo kadar iyi geliyor. Yalnızlık da iyi geliyor. Prodüksiyon yapmak için kendi alanıma ihtiyacım var fikrinden sonra aslında ara ara yalnız kalmak için de kendi alanıma ihtiyacım var fikrinin tohumları da içime atılıyor böylelikle. 2019’un en sevdiğim setlerinden birini de onların evinde kaydediyorum.

11 Şubat’ta Whitefest’te çalmak için günübirlik Uludağ’a gidiyorum. 14 Şubat’ta ise İstanbul’da The Gardens of Babylon var. Benim agency’mden Vander’le b2b çalıyoruz. İstanbul’da gördüğüm en güzel partilerden biri çünkü ertesi gün aynı zamanda agent’ım ve bu partilerin yaratıcısı olan Shishi’nin doğum günü ve dünyanın her yerinden bir sürü insan kutlamak için İstanbul’a geliyor. Bu insanlar gerçekten eğlenmeyi bilen ve seven insanlar.

Vander-b2b-elif-klein-the-gardens-of-babylon-istanbul

Klein’daki partiden sonra ertesi sabah hep beraber Kapadokya’ya uçuyoruz. Ekipte bir sürü DJ var. Shishi Kapadokya’da bir otel kapatmış. Çok kalabalığız ve herkes eğlenmeye hazır. Bildiğin minik bir festival! Kapadokya’ya en son eski sevgilimle gitmiştim ve aşırı gülüp eğlenmiştik. Kapadokya’da daha çok eğlenilemez gibi bir düşüncem vardı ama gerçekten gülmekten karnıma kramplar giriyor Shishi’nin mini doğum günü festivalinde! Otelde çalışanların bize şaşkın bakışlarını ve yurt dışından paritye gelen misafirlerin sabah havalanan balonları görünceki şaşkın bakışlarını asla unutmayacağım…

shishi-mini-birthday-festival-cappadocia-turkey-14-february-st-valentines-day

Shishi otelde beni hiç tanımadığım bir kızla aynı odaya koyuyor. Dedim ya çok DJ var, zaman kısıtlı, herkes birileriyle b2b çalacak. Bana da diyor ki sen de bu kızla b2b çal. Kızın ismi Karen, DJ ismi Duchess. İzlandalı ama LA’de yaşıyor, bu parti için Amerika’dan gelmiş, jetlag, uyku düzenimiz farklı, aynı saatlerde odada bulunmuyoruz bile. İlk gün Sam Shure, Jose Noventa, Maga ve Parallells’i dinlerken ‘sen de bu tarz mı müzik çalıyorsun?’ diyor bana, ‘evet’ diyorum ‘tarz olarak buna yakın’. Beraber çalma öncesi tek diyalogumuz bu. Ertesi gün sıra bize geliyor: Hayatımın en kolay ve en eğlenceli b2b’lerinden biri oluyor. Birbirimizin alanına saygılıyız, trackler uyumlu… Herkes setimize bayılıyor. Agent’im Shishi de bunlar arasında ve bizi Monastery ve Burning Man’de programını yaptığı sahnesine b2b booklamaya karar veriyor…

İstanbul’da prodüksiyona ve podcastler kaydetmeye devam ediyorum. Bu arada Anjunadeep’in A&R’larından biri instagram story’de bir yapım aşamasının kısmını paylaştığım bir şarkımla ilgilendiklerini söylüyor bana. İnanılmaz heyecanlı bir durum bu. Ve tabii prodüksiyon konusunda motivasyonumu da oldukça artıran bir durum.

mowrez-24hoursmedia-elifmusique

Mart ayı… Her şey iyi gidiyor. Kendime özen göstermeye devam ediyorum. Meditasyon ve gratitude journal’a devam ediyorum. Pilates ve yogayı hiç aksatmıyorum ama hala şişkin bir haldeyim. Ruh halim dengeli. Kalbim acımıyor artık. Eskiden de beraber çalıştığım Mowrez’le presskit’im için yeni fotoğraflar çekiyoruz. Tek bir sorun var. Kasım’dan beri bir ‘aksiyon’ yok, elime erkek eli değmiyor.

Türkiye’de olduğum için bu çok normal. En son Türk sevgilim 2.5 sene önce olmuştu. Türk kafa yapısındaki erkeklerle benim yaşadığım tarz hayat yaşayan birinin beraber olması çok da mümkün görünmediği için buradayken radarlarım kapalı diyebilirim. Ama bir yandan sağlıklı bir kadının fiziksel ihtiyaçlarının çok farkındayım. Ama one night standler falan hiç gelmiyor içimden. Öyle bir noktadayım ki enerjimi kirletmek istemiyorum. Orada değilim yani. Tam da Kasım sonundan beri süregelen bu durum sebebiyle aşağıları örümcek ağı bağladı, yerini unuttum falan diye kendimle dalga geçtiğim hafta eski sevgilimin İstanbul’a geleceğini öğreniyorum, arkadaşlarımdan.

Önce kızıyorum onlara bana neden söylediniz ne gerek var bilmek istesem takip ederim falan diye.  Sonra bunu öğrenmemin kaçınılmaz olduğunu farkediyorum. Ayrılık sonrası bir ara aramız düzelmişti, sonra yine dengesizlikler sebebiyle en son Kanada’da eşyalarımı alırken görüşmemiştik ve bir süre konuşmama, deşmeme kararı almıştık. Geldiğini öğrenince en iyisi ölü taklidi diye düşünüyorum. Ama geldiğine dair kendisi bana mesaj atıyor: ‘Selam ben İstanbul’dayım buluşalım mı?’

Wow! Minik çaplı bir heyecan fırtınası yaşanıyor. N’apıcam lan şimdi? Ne dicem? Arkadaşlarım ikiye bölünüyor: sakın görüşme diyenler ve görüş ama dikkat et diyenler şeklinde. Bi yandan takdir ediyorum böyle bir adım attığı için. Ben iyi miyim? Tamamen unuttum diyemem ama en azından durumla barıştım, neden böyle olduğunu, olan her şeyin ve oluş biçiminin son yıllardaki en büyük değişimimi tetiklediğini, böyle olması gerektiğini falan kabul etmişim. Modum ve ruh halim dengeli. Beni dağıtamaz diyorum. Ama en çok da şöyle düşünüyorum: Ulan geçen hafta bir süredir kimseyle sevişmedim diye hayıflanıyordum. Al işte sana yurt dışından ithal seks geldi kızım hem de tanıdığın, bildiğin hatta özlediğin bir seks. Go for it! Elin adamıyla date’e çık, tanış et, iyi mi kötü mü bilmiyosun, kim girecek o riske falan dedim benim bunlar için zamanım yok… Bi de hep diyorum kin de tutamıyorum maalesef. Tamam diyorum bugün işim var ama yarın buluşalım (ahahah taktik gibi duyuluyo ama gerçekten de işim vardı)

Ertesi gün Galata’daki eve geliyor. Birbirimize son zamanlarda neler yaptığımızı ne yollar kat ettiğimizi anlatıyoruz. İtiraf edeyim özlemişim konuşmayı. Hala beraberken en çok güldüğüm insanlardan biridir. Baban iyi mi annen nasıl oldu falan gibi geyiklerden sonra hadi diyoruz çıkıp yemek yiyelim. Mantı yemeye götürüyorum onu Ara Cafe’ye. Çok sever. Sonra ben eve geçiyorum çalışmaya, onun da benim gidip çalıştığım stüdyoda İstanbul’da yaşayan müzisyen bir arkadaşım Amine’le (ki Merve’nin de sevgilisi olur) randevusu var. Merve, Amine, menajeri Naomi ve Mikael stüdyodalar, sonra ben de işlerim bittikten sonra yanlarına gidiyorum.

Amine’le Mikael’in işi bitti ve artık stüdyodan çıkacağız. O an çok komik bişey oluyor. Benim işim henüz bitmemiş, bişiler upload etmem lazım, ve bi yandan da hep beraber aynı anda stüdyodan çıkmak istemiyorum. Bana gel beraber otele gidelim mi dicek, ne olucak, o awkward anı onların yanında yaşamak istemiyorum kısacası. Siz çıkın diyorum benim bişiler upload etmem lazım, ben de stüdyoyu kapar eve dönerim. O sırada Mikael ‘benim de bişiler upload etmem lazım’ diyor ve benle kalıyor. Merve, Amine ve Naomi çıkıyorlar biz kalıyoruz. Upload bittikten sonra da stüdyoyu kapayıp Mikael’in oteline gidip sevişiyoruz tabii. Sonradan öğreniyorum ki Merve ve Amine bu upload’un o kadar geyiğini yapmışlar ki… Amine turneye gittiğinde Merve’ye seni çok özledim bişeyler upload etmem lazım falan diye dalga bile geçiyormuş hatta ahhahahaha

Uzun lafın kısası, bişeyler upload etmek bana iyi geldi. ahahahha Mikael’le sevişmek çok tanıdık, iyi geliyor ama derinlere gömdüğüm bir takım hisler dışarı çıkmıyor da diyemem. Sarılıp uyumak, bana eski zamanlardaki gibi boo demesi falan… Mutluyum ama neden biz olamıyoruz hissi var hala ve içim acımıyor diyemem. Hatta aylar sonra artık tamamen bitmiş olduğu noktada bugün bile bu cümleyi yazarken burnumun direği sızlamadı desem yalan olur.

Screenshot_2020-01-01-17-35-44-194

Ertesi gün sabah beraber kalkıp baya bildiğin el ele kahvaltıya falan gidiyoruz. Akşam Klein’da çalıcak. Öncesinde beraber yemek yiyoruz promoterlarla falan, aramız muhteşem çünkü çok yakınız ama sevgili değiliz. Sonra otele dönüp yine DEV bir kavga ediyoruz. Neden çıktığını bile hatırlamıyorum ama bizde hep böyle oluyor bir şekilde. Ağlayarak otelden çıkıp yürümeye başlıyorum. Peşimden geliyor. Lütfen gitme! Gidip çalayım, geldiğimde otelde ol, son kez sarılıp uyuyalım, sabah gideceğim diyor.

Döndüğünde odadayım. Sarılıp uyuyoruz. Sabah kalktığımızda havaalanına gitmesine birkaç saat var. Sevişiyoruz ve bittiğinde o an hayatımda başıma gelen en değişik şeylerden biri oluyor. Nefesim kesilmiş, ağlamıyorum ama gözümden yaşlar süzülüyor baya nehir gibi akıyor. Konuşamıyorum ve vücüdum böyle atıyor bildiğin. Titreme gibi de değil baya atma gibi. Şok geçiriyorum sanki. Panikliyor o da ‘boo iyi misin neyin var?’ Konuşamıyorum bile. Anlat diyor. Birkaç dakika sonra nefesimi toplayınca anlatsam nolcak diyorum, birazdan gidiyorsun. ‘Yaz o zaman’ diyor. ‘En iyi yaptığın şey. İstediğin zaman yaz’. Ve hazırlanıp çıkıp havaalanına gidiyor.

Daha sonradan o an bana ne olduğunu düşündüğümde sanırım o son sevişmemizle beraber içimde bedenimde kaslarımda kalan son acıları da bir şekilde release ettim diye düşünüyorum. Çok sevdiğim ama bir türlü bir ilişkide olmayı yürütemediğim bu insanla olamamasının yası ve onun acısı çıkıyor belki de. Son kez…

Bu ara iyice müziğe gömüldüm.  Daha önce işim ekmek param olan Cizenbayan’la ilgili çok bişey yapmaya vaktim yok, açıkçası isteğim de fazla yok. Influencer kelimesini düşünüyorum. Ben diyorum neye influence ediyorum insanları? Bu işten para kazanmak için reklam kaçınılmaz ama böyle bir gücüm varken influence yani etkilemek istediğim şey daha fazla alışveriş ve tüketim mi? Yoksa kendi kendime okuyarak, seyahat ederek veya vicdanımın sesiyle uzun diyaloglar sonucu vardığım bir takım değerlerimi, günümüzün ‘reyting’i olan ‘etkileşim’ almayacaklarını bile bile paylaşmak mı? Çok iş almıyorum ama sürdürülebilir ve temiz işler gördüğümde de onları paylaşmak için zaman ayırıyorum. Reflect ile yaptığımız çekim de böyle bir refleksle ortaya çıktı.

reflect.co

8 Mart Dünya Kadınlar günü’nde İstanbul’da sadece kadınlardan oluşan bir line-up’ta çalmak için teklif alıyorum. Britta Arnold, Deer Jade, Carlita, Sevil Soylu ve ben İstanbul’da şahane görünen tarihi ama maalesef yüksek tavanlar sebebiyle sesin pek de iyi olmadığı bir partide çalıyoruz. 14 Şubat’tan sonra İstanbul’da ikinci performansım. Ses sorununa rağmen güzel geçiyor. İstanbul’da Klein’da resident olduğum dönem gibi her hafta çalmamak benim için bilinçli bir karar. Çaldığımda gerçekten bir sürü insan geliyor ve özel oluyor ve ben de müzik prodüksiyonuna yoğunlaştığım şu dönemde bunu tercih ediyorum.

partymag-8mart

Ve nihayet Mart ortası 2.5 ay aradan sonra turlamaya ve decklerin başına geri dönüyorum. 16 Mart’ta The Gardens of Babylon’un bir partisi olan Wild As The Moon’da çalmak üzere Amsterdam’a gidiyorum. Küçük odada 3 saat çalıyorum ve çook keyif alıyorum.

Gitmişken Amsterdam’da Anjunadeep’in sign etmek istediği şarkımı bir mixing engineer’la beraber mixleyeceğim. Aslında ona stemleri de yollayabilirdim ama ondan ufak bir hızlandırılmış kurs almak hem de şarkının nasıl mixleneceği konusunda söz sahibi olmak istiyorum. Happy Camper Records’un kurucularından Jaron’un stüdyosunda buluşup bir günü beraber geçiriyoruz ve şarkımı bitiriyorum.

Screen Shot 2020-01-01 at 3.37.10 PM

Amsterdam’da yine Ekim’de ders aldığım Ableton hocam Camiel’la buluşup bir de sound design dersi alıyorum kendisinden. Sonra bir de çok iyi bir piyanist olan bir arkadaşımla stüdyoya girip beraber bir şarkı üzerine çalışmaya başlıyoruz. Çok iyi saksafon çalan bir arkadaşımla da başka bir ortak projeye giriyoruz. Birkaç senedir beraber çalıştığım yakın arkadaşlarım Happy Camper Records’un diğer ortakları Duncan ve Britta’yla keyifli bir gün geçiriyoruz. Dünyanın en verimli Amsterdam seyahati olabilir!

Mart sonu aslında yeni tanıştığım çok tatlı bir kızın süpriz doğum günü partisine Milano’ya davet ediliyorum. Kızın ablasıyla çıkan çocuk hazırlıyor süpriz partiyi. Bana lütfen gel en sevdiği DJ sensin diyor. Çok samimi değiliz daha yeni Shishi’nin doğum gününde iyice tanışmışız, gerçekten de gelenler arasında benim orada olmam en büyük sürpriz. Milano’da çok tatlı bir evde kalıp partiliyoruz.

milano

Benim de hala minik yaramazlıkar yaptığım bir dönem. Hayatımda gördüğüm en çekici çocuklardan biriyle takılıyoruz o gece. Asıl süpriz eve gidince çocuk tshirtü bi çıkarıyor bütün vücudu dövme. OMG! Normalde yanımda sigara içilmesinden nefret ederim ve sigara içenlerle de pek takılmam. Bu çocuk sigara içiyor ama böyle sigaradan nefret eden ben suratıma üflese sallamicam falan o noktadayım. Ahahha çok saçma. Ertesi sabah çocuk teyzem gelecek diyip evden yolluyor beni, sanırım hayatımda duyduğum en saçma şutlanma cümlesi, soradan çok dalga geçtim yine bunla da ahahhaha

Screen Shot 2020-01-01 at 3.38.48 PM

Neyse Milano’da tatlı bir kaçamaktan sonra bir sonraki hafta ilk kez çalmak üzere Londra’ya uçuyorum. Londra’ya bir gün erken gidiyorum ve Bonjuk ailemden İdil’in evinde kalıyorum. İlk gece benim yarın çalacağım mekanda yine bizim agency’den The Soul Brothers çalıyor. Hem mekanı görmeye hem onları dinlemeye gidiyorum. Mekana giderken yolda metrodan indiğimde kulağımda müziğim aklıma geçen haftaki leziz italyan geliyor ve nedense ‘ah be rabbim bize de bi italyan vermedin ya’ falan gibi cümleler kuruyorum merdivenlerden çıkarken kendi kendime… Duraktan sokağa çıktığımda bir çocuk durduruyor beni. Kulağımdan kulaklığı çıkarıyorum ve dinliyorum derdi neymiş diye. Konuşmaya başlıyor benle flört vs, hiç tipim değil çocuk ama gideceğim yere kadar yanımda yürümeye ve konuşmaya devam ediyor. Nereli olduğumu tahmin etmeye çalışıyor.  Türk olduğum aklına hiç gelmiyor. Gireceğim sokağın başına geldiğimde duruyorum, gitmem lazım diyorum. Peki diyor, sen tahmin et ben nereliyim? İtalyansın di mi diyip uzaklaşıyorum. Keşke başka bişey isteseymişim ya da daha spesifik olsaymışım. Ahahahha

london

Mekana varıyorum. Epey upscale şık bi yer. Normalde içki içmiyorum bayadır, en az 3 sene oldu, sadece kırmızı şarap arada, ama The Soul Brothers yani iki meksikalının mezcal teklifine hayır demiyim hadi diyorum ve gecenin sonrası black out. İçki içemiyorum ben net ve sevmiyorum da. Sarhoş insan da sevmiyorum. Hangover da rezalet bişey. Neyse işin komik kısmı geçen haftaki ‘teyzem geliyor’ hezimetinden sonra Elif diyorum bak zaten kadınlığınla ilgili bir hastalık yaşıyorsun, biraz dişiliğini sahiplen, oğlan çocuğu gibi giyiniyosun yapma etme falan ve Londra’da o akşam topuklu ayakkabı giyip çıkmaya karar veriyorum AHAHAH çok komik bi insanım ya. Neyse bu mezcal ve black out sonrası gerçekten tatsız bir walk of shame yaşıyorum çünkü bok var topuklu giymişim. Londra’da perşembe sabahı double decker otobüslerle doğru düzgün yürüyemeyerek dönüyorum eve. Facepalm emojisi yapıyorum kendime.

hovarda

Ertesi gün yine aynı mekana, yani Hovarda’ya gidiyorum. Bu sefer içmiyorum tabii çünkü bu gece ben çalıyorum! (hem de zaten içki ne ya) Neyse çalmaya başlıyorum. Londra’daki eş dost gelmiş, keyfim yerinde. Veeee mix’ini yeni bitirdiğim, yakında Anjunadeep’ten çıkacak olan şarkımı burada ilk kez çalıyorum. Bi dakika doğru ifade edemedim. İLK KEZ KENDİ YAPTIĞIM BİR ŞARKIYI BİR DJ SETİMDE İNSANLARA ÇALIYORUM. Bu benim için inanılmaz bir his. Videosunu buradan izleyebilirsiniz. Suratımdaki sırıtış her şeyi anlatıyor.

random-act-of-kindness

Güzel bir geceden sonra dinlemeye gelenlerin olduğu tatlı bir ekip dinleyicilerimden birinin evine gidiyoruz. Sonraki gün yakında şarkımın çıkacağı Label’ım Anjunadeep ile toplantım var. Merkezleri Londra. Ofislerine gidiyorum, sonra benimle ilgili planlarını anlattıkları tatlı bir toplantı yapıyoruz. Şarkı söylüyor musun diyorlar, vokalli track yapsana. Onlardan aldığım ilhamla şarkı söylemeye başladım dermişim ahhahahahha şaka şaka ama onlardan aldığım ilhamla seslerini çok beğendiğim ve çeşitli prodüktörlerle müzik yaptıklarını bildiğim bir kadın bir erkek iki vokaliste mesaj atıyorum beraber müzik yapalım mı diye. İkisinden de olumlu cevap geliyor. Hatta bunlardan erkek olanı Felix’i Nisan sonunda Bonjuk Bay’in açılışına davet ediyorum öncesinde de İstanbul’da müzik yaparız diye ve kabul ediyor. Yihuuuu!

sri-lanka

Londra sonrası çok tatlı bir hostel tarafından davet edildiğim Sri Lanka’ya gidiyorum bir haftalığına. Agency’me Sri Lanka’ya gidiyorum diyince hemen bir iki gig de ayarlıyorlar bana. Colombo’da bile Türkler geliyor beni dinlemeye hem de çok tatlılar.

mellow-hostel-sri-lanka
Colombo’da çaldığımın ertesi günü, davet edildiğim Mellow Hostel’in yolunu tutuyorum. Birkaç saatlik araba yolculuğundan sonra muhteşem bir yere varıyorum. İsmi gibi Mellow bir yer burası. Palmiye ağaçları, yavaş akan bir hayat, pembe gün batımları… Hostelin odalarında ve sokağa bakan duvarlarında en yetenekli arkadaşlarımdan Gamze‘nin imzası var.

gamze-yalcin-sri-lanka

Hostelin sahibi Doruk çok tatlı bir insan, suya çıkıyoruz akşam üstleri. Bana surf öğretmeye çalışıyor. Hiç kolay değil ama hem kendimi zorlamayı hem de yeni bir şeyler öğrenmeyi her zaman çok seviyorum. Burada bir de işlerini güçlerini bırakıp Sri Lanka’ya yerleşen iki kız kardeş Sisters Away ile tanışıyorum. Onlar da bir bed&breakfast açacaklardı Sri Lanka’da hatta açmışlardır bile diye tahmin ediyorum.

mellow hostel sri lanka

Bir de Doruk’un fantazisi üzerine kendi kendimize ‘Boiler Room Sri Lanka’ yapalım diyoruz. Doruk sağolsun gidip cdj mixer kiralıyor ama ses sistemi kiralamadığı için çok fail bir gece geçiriyoruz. O zaman eğer ilerde genç DJ’lere mentorluk yaparsam bence DJ’liğin ilk kuralı budur diyeceğim kuralı yaratıyorum; ‘ASLA KÖTÜ SES SİSTEMİNDE ÇALMA’ Boiler Room oluyor kazan dairesi. Olsun Dorukçum düşünmen yeter ahhahaha Yani Sri Lanka’ya gidip bir Türk sıcaklığı arayanlar Mellow’u listelerine ekleyebilir.

Bir akşam sohbet ederken Buenos Aires’ten açılıyor muhabbet. Telefonumdaki fotoğrafları gösterirken Manu’nun çektiği videolara rastlıyorum. Manu vardı diyorum. Beni çok mutlu etmişti çok tatlı bir geçmiş zamanda… Ve ertesi gün Manu’dan mesaj geliyor. Hala aklıma geliyorsun ve seni özlüyorum diye… Ben de seni özlüyorum tatlı Manu, umarım yollarımız yine kesişir…

Mellow’dan sonra Ani’nin genel müdürlüğünü yaptığı Underneath The Mango Tree ‘ye gidiyorum iki günlüğüne. Mellow Hostel adı üstünde bir Hostel’di daha gençlere yönelikti, yakışıklı surfer dude’lar vardı.

underneath the mango tree

Burasıysa ayurveda temalı bir tatil köyü. En sevdiğim özelliklerinden biri de müthiş eco-friendly olması. Yaş ortalaması daha yüksek ama daha önce Sri Lanka’da gittiğim ve sıkıntıdan kendimi bıçaklamak istediğim ayurveda merkezleri gibi değil. Burada yoga yaptım, okyanusta yüzdüm, masajlara girdim, leziz yemekler yedim… En güzeli de Ani’yle de uzun zaman sonra aşk meşk hayatlarımızı masaya yatırıp catch up etmiş olduk.

UTMT

Bir de Ani’nin bana bir sürprizi var: Sri Lanka’nın EN IYI surf hocasından bana bir surf dersi ayarlamış. Doruk zaten profesyonel öğretmen değil kendi surf yapabilen birisi iyilik olsun diye suya çıkarıyor falan. Ben meğersem gerçek bir hocadan ders almayarak biraz vakit kaybetmişim. Gerçekten de Bandula ile dersimiz bambaşka geçiyor. Bir de bence herkes farklı şekilde öğreniyor bir şeyleri. Ben daha analitik sistematik ve teknik bilerek öğrenmeyi seviyorum. Bandula denizi dalgayı ve neyi neden yapman gerektiğini çok iyi anlatıyor. Sri Lanka’ya gidip surf dersi almak isteyenlere kesinlikle Bandula’yı öneririm. bandulasurfingschool@gmail.com adresinden iletişime geçebilirsiniz.

IMG_0280

Sri Lanka’da şahane bir haftanın sonunda İstanbul’a dönüyorum. Ve ertesi günü Paskalya sırasında ilk gittiğimde kaldığım ve roof’unda çaldığım otelde ve birkaç yerde daha bombalar patladığını öğreniyorum ne yazık ki… Bir süre önce İstanbul’da evimi kapayacak kadar korktuğum bu durum aslında nereye gidersen git piyango gibi sana çıkabilir düşüncesi aslında beni İstanbul’la biraz daha barıştırmış olabilir.

shape up

Sri Lanka’dan döner dönmez Maçka’da açılan yeni konseptli bir spor merkezi olan Shape Up‘ın açılışında çalmaya gidiyorum. Megaformer diye bir alet var burda. Reformer denilen Pilates aletinden biraz farklı ve epey zorlayıcı. Çok tatlı bir açılış oluyor bir sürü arkadaşım geliyor hatta annem de geliyor, özlemiş beni, bi de ben çalarken hulohop cevirenler amuda kalkanlar falan sirk gibi bir ortam var. Hiç beklemediğim kadar eğlenceli geçiyor. Bi de ben ne zaman eğilsem burnumdan okyanuslar akıyor (surf öğrenmeye çalışırken yediğim dalgalar hala kafamın içinde ve şaka değil) Bi de aynı gün vokalist Felix de İstanbul’a geliyor ve beraber Bonjuk açılışa gitmeden önce İstanbul’da bir track üzerine çalışmaya başlıyoruz.

helicon

Bir de jinekologa kontrole gidiyorum 1 kere daha. İlk kontrolde tamam küçülüyor kistler devam et demişti bana. Kullandığım ilaçlardan biri yüzünden bi gün böyle içimdeki su çekilmişti resmen bayılcak gibi olmuştum. O ilacı almayı bıraktım kendi kendime. Ama doğum kontrol hapını hala alıyorum (O dönem cahilim hala) İkinci kontrolde adama diyorum ki bu verdiğiniz ilaçlar acaba bana kilo aldırıyor olabilir mi? Sonuçta benim doktora giderkenki şikayetim kilo alma ve cildimdeki bozulmalardı. Halen kilo almaya devam ediyorum. Adamın verdiği cevap üzerine hem doktora gitmeyi hem de ikinci ilacı da bırakıyorum: ‘İLACIN KALORİSİ YOK ABLACIM’ WTF!!!!! gerçekten inanılmaz. Sonradan eğilicem bu konuya… Şimdi kronolojik gidiyorum.

İstanbul’da birkaç gün daha geçirdikten sonra sezon açılışı için Bonjuk Bay’e gidiyoruz Felix’le. Aslında bu sene Afrikaburn’e gitme niyetim vardı ama hem çok uzaklardan daha önce hiç gitmediğim bir yerden bir teklif geldi, hem de Montreal’de gitmek istediğim bir düğün var, bu iki tarihi baz alarak güzel bir turne organize ettik ajansımla…

elifmusique summer tour

Uzun turne öncesi Türkiye’deki son durağım Bonjuk Bay oluyor yani. Gitgide daha çok sevmeye başladığım Bonjuk ailemle yazlık evimizde hariba bir sezonu açıyoruz.

Screen Shot 2019-12-29 at 5.49.47 PM

Aylardan Mayıs… DJlikte yeniyim ama gezdiğim gördüğüm yer bu sektörde baya yıl almış insanlarla yarışır. Çünkü ben DJ’likten önce de hem iş için hem de ne zaman vaktim olsa hep seyahat ettim. Bu yüzden DJlik yapmak için daha önce gittiğim yerlere tekrar gitmek benim ayarımda yeni DJ’leri heyecanlandırdığı kadar heyecanlandırmadı hiçbir zaman beni… Ve şimdi ilk kez DJ’lik yapmak üzere daha önce hiç gitmediğim bir yere gideceğim. Dominik Cumhuriyeti! Bilmiyorum anlatabildim mi neler hissettiğimi ama değişik bir kendinle gurur duyma hissi… 30 yaşımda başladığım yepyeni bir kariyerle çok sağlam diğer kariyerimle henüz gitmediğim bir yere gitme hissi, ne bu adını koyamıyorum ama iyi hissediyorum. Gerçek anlamda ilk turnem için aşkım bitanem Didem’in olduğu New York’u kendime base belirliyorum ve yola çıkıyorum.

new york

Rotanın Amerika kısmı şu şekilde

İstanbul – New York
New York – Santo Domingo
Santo Domingo – New York
New York – Atlanta
Atlanta – New York
New York – Cabo
Cabo – Cancun
Cancun – Montreal
Montreal – Toronto
Toronto – Montreal
Montreal  – İstanbul

blurryshapes

New York’da Didem aşkımla kavuşuyorum ama ertesi gün hemen Santo Domingo’ya uçağım var. Orda çalıp bir iki gün tatil yapıp yine New York’a dönücem plan o. Santo Domingo’ya varıyorum. Çok heyecanlıyım. Beni booklayan kız Johara çok tatlı önce beni gezdiriyor biraz her şey çok güzel. Gece çalıyorum, en son kapanışı yapıyorum. Her şey şahane. Sabah kalkıp Las Terrenas’a gidicem bir iki gün tatil yapmaya…

Johara ile otobüs terminalinin oraya gidiyoruz. O arabayı parkedecek, ben de çantamı bırakıp inip elime sadece telefon ve cüzdanımı alıp bileti nerden alacağımı öğrenmeye gidiyorum. Döndüğümde ben ne olduğunu anlamadan Johara’nın park ettiği arabanın penceresine eğilmiş, o içerde ben dışarda, elimde telefon cüzdan şeklinde konuşurken biri bana hızlıca bana yaklaşıp elimden telefon ve cüzdanımı alıp kaçıyor. O an can havliyle ne yapacağımı şaşırıp adamın üstüne atlamışım. Neler olduğunu hatırlamıyorum ama Johara’nın söylediğine göre adamla yere düşüp yuvarlanmışız. Ben sadece sonradan birinin gelip çocuğu altımdan çektiğini ve motora atlayıp gittiklerini hatırlıyorum.

Screen Shot 2019-12-29 at 7.22.51 PM

O kadar kısa sürede oldu ki her şey! Şoktayım. Adrenalinin etkisi geçince yavaş yavaş çizilen ezilen yerlerimin acısını hissetmeye başlıyorum. Turnenin daha ilk durağı, kredi kartlarım ve telefonum gitti. N’apıcam ben diyorum. İlk şoku atlatıncaki tepkim ‘şükürler olsun ki pasaportum ve laptopum bende’ oluyor. Laptopum ve müziğimin içinde olduğu harddiskim gitse turne yalan. Ya da pasaportum gitse turne yine tamamen yalan… Santo Domingo’dan sonra önce NY’a dönüp Atlanta, Cabo, Tulum, New York, Montreal ve Toronto’da çalacağım. Diğer bütün uçaklara binmek için gitmem gereken NY uçağına bile almazlar beni. Pasaportsuz vizesiz bu yerlerin hiçbirine gidemem. Uçak biletlerini almışım (amerika’da anlaşmalar o şekilde oluyor) ama çalamadığım için ödeme alamayacağım, düşünsene… Zararın haddi hesabı olmazdı heralde. Bir de o moral bozukluğuyla Türkiye’ye geri dönüp pasaport çıkar, tekrar vizelere başvur falan. Gerçekten giden telefon ve cüzdan olsun ve şükürler olsun. Bu arada fotoğraflarım da gitti çünkü inatla icloud kullanmıyorum. Ama seneler içinde gerçekten o kadar çok telefon kaybettim veya çaldırdım ki, abartmıyorum senede ortalama 30-40 bin fotoğraf kaybediyorum ve aslında bu durumla barışmayı da öğrendim. En güzellerini instagram’a yüklüyorum nasılsa…

Polise şikayette bulunuyoruz, hatta find my iphone’dan telefonun nerede olduğunu bile görüyoruz ama arama izni olmadığı için bişey yapamıyoruz. Kredi kartım hiçbişeyim yok yanımda. Johara beni abisi ile annesinin yanına yolluyor Las Terranas’a….

las terranas

Öyle güzel bir eve öyle tatlı bir kadının yanına geliyorum ki en iyi en lüks otele tercih ederim. Evde 10 tane köpek 3 tane kedi var. Kadın İsviçreli. Çok erken yaşta ben çocuklarımı İsviçre’de yetiştirmek istemiyorum diye 2 küçük çocuğunu alıp yollara vurmuş kendini. Bi noktada tekneyle Dominik Cumhuriyetine gelmişler. Daha burada turizm gelişmemiş elektrik su yokken kadın otellerde falan çalışmaya başlamış. Sonradan kendine bir ev yapmış ve evin arsasına başka evler de yapıp onları satmaya başlamış. Şimdi şahane bir evde oturuyor tabii. Müthiş ilham verici bir hikaye. Aşkları, sevgilileri, cesareti, kafa yapısı, uzun uzun bol bol sohbet ettiğimiz akşamlarda neredeyse iyi ki soyguna uğradım da herhangi bir otel yerine gelip bu ilham verici kadının evinde kaldım ve tanıştık bile dedim. Bir gece yemeğe ve ardından Salsa yapmaya çıktık. İnanılmaz eğlendim!

Bu arada kapkaç olduğunda hemen İstanbul’a haber veriyorum olan biteni. Abim gibi sevdiğim Murat hemen içine kredi yükleyip bana Skype şifresini veriyor facebook kullanmayan annemi arayabileyim diye. Bonjuktan birine haber veriyorum o hemen bütün gruba haber veriyor ve herkes bildiğin seferber oluyor bana bir şekilde yardımcı olmak için. Gerçekten Bonjuk ailemin ve bana dünyanın neresinde olursam olayım güvende ve korunuyor hissettirmelerinin kıymetini en çok anladığım zaman oluyor benim için. (Aynı şekilde sadece iyi günde yanında olanları da tanıdığım bir dönem oluyor aslında)

Örneğin Las Terranas’tan havaalanıma dönüşümü Acun’un ekibinden birini tanıyan Göktuğ ayarlıyor. Yıldız başkasının Türkiye’den bana yeni hat çıkarabilmesi için yurt dışında nasıl vekalet çıkaracağımı anlatıyor. Herkes nasıl para ulaştırabileceklerini soruyor. Taylan adına çıkardığım vekaletname ile bana yeni hat alıyor, Galata’daki evden eski telefonumu alıyor, kardeşimle buluşup yenilenen kredi kartlarımı alıyor ve ellerim çenem falan yara oldu diye içine kantaron yağı bile koyduğu tatlış bir paketi bir hafta sonra New York’a gelen Noema ile bana ulaştırıyor. İnstagram’ım olmadığından benim için Merve bir iki post atıyor. Bu sırada Montreal’den yakında düğününe gideceğim Mous da NY’da yaşayan ve apple store’da çalışan yakın arkadaşıyla Didem’i connect ediyor, Didem benim için Spiros’un yedek telefonu alıyor wifi ile kullanayım diye, Türkiye’den yedek telefonum gelene kadar. Bana borcu olan bir kaç kişiye borçlarını Didem’in hesabına yollamalarını söylüyorum ve bir şekilde bir hafta içinde arkadaşlarımın desteği ile bütün problemlerim halloluyor.

didem askim

Dominik Cumhuriyeti’nden NY’a döndüğümde eski de olsa wifi ile kullanabileceğim yedek bir telefonum, param var çok şükür. (diğer telefonum hattım ve kredi kartlarım da bir hafta sonra geliyor.) Bir sonraki durağım Atlanta. Yine daha önce hiç gitmediğim bir yere müzik için geldim ve çok mutluyum. Atlanta gigi de çok çok keyifli geçiyor. Burada da yine çok tatlı 2 Türk kız gelmiş beni dinlemeye. Ertesi gün de yaşamayı çok sevdikleri Atlanta’da gezdiriyorlar beni.

atlanta

Atlanta’dan sonra yine New York’a dönüyorum. New York artık evim gibi… New York demiyim gerçi East Village diyim. Mahalleden pek dışarı çıktığım söylenemez. Oyster happy hour gibi bir iki geleneği yerine getirmek dışında… Bu turnede NY’a son gelişim. Buradan Cabo, Tulum ordan Montreal yapıcam ve Didem de Montreal’e gelecek…

Bu arada geçen hafta başıma gelen olaydan sonra bilgisayarımı ve tabii external harddiskte yanımda taşıdığım arşivimi yedeklemem gerektiğine karar veriyorum. Hangi hard diskten alsam diye Justin’e soruyorum. O da diyo ki şu hard diskten al ama yanında taşıma evde bırak. Onun yerine biz senin air’ın SSD kapasitesini artıralım. Müziklerin external harddiskte değil bilgisayarında olsun. Pek anladığım işler değil. İnternetten SSD sipariş ediyoruz. Justin bilgisayarımı açıp kapasitemi artırıyor. Hatta eski SSD’mi de external harddrive yapıp Didem’le Montreal’e yollasın diye onda NY’da bırakıyorum.

Screen Shot 2020-01-01 at 3.28.40 PM

Ertesi gün yolculuğum Cabo’ya. Yine ve yine daha önce gitmediğim bir yere müzik için gidiyorum. Havalanına geldim. Uçağıma bir saat var. Lounge’dayım. Artık bilgisayarımın hafızası kocaman. Ben de external’daki dosyaları yavaş yavaş bilgisayara atayım beklerken diyorum ve BAM! Bilgisayar bi anda kapanıyor ve bi daha açılmıyor.

Screen Shot 2020-01-01 at 3.30.26 PM

Anlaşılan epey sınandığım bir turne olacak bu…

Geçen hafta kapkaça uğradım. Şimdi de geçen hafta şükürler olsun iyi ki bişey olmadı dediğim BİLGİSAYARIM çalışmıyor. External’daki datalar duruyor ama bilgisayardan henüz oraya aktarmadıklarıma ne oldu meçhul. Bilgisayarımın orijinal SSD’si NY’da ve ben uçağa binip Meksika’ya gitmek üzereyim! Elif sakin ol!

Justin’i arıyorum hemen, bir iki komut denetiyor bana, olmuyor, düzeltemiyoruz ama rahatlatıyor beni, ‘bütün dataların burada NY’da bende, hemen yollayabilirim sana ve bilen biri açıp SSD’leri değiştirecek sadece’ diyor. Bu ne demek; bütün arşivim sağlam ve New York’ta. Yine şükürler olsun. Ama yoo o kıymetli SSD’nin ben gidene kadar Cabo’ya zamanında gelmesi imkansız ve Meksika posta sisteminde kaybolmasını istemiyorum. En temizi Montreal’e yolla sen onu diyorum. Bu dünyanın sonu değil, sadece şu anlama geliyor: Montreal’e kadar, yani Cabo ve Tulum gigilerini, usb’me yeni şarkı atmadan çalacağım. Yeni şarkı dediğim de son hafta çıkmış şarkılardan bahsediyorum. Yani Santo Domingo ve Atlanta için USB’me ne koyduysam onları çalabileceğim. USB kocaman. Her gig için en az 300 şarkı attığım için USB’me, herhangi bir sıkıntı yok. Yani no big deal. Madem bilgisayarım çalışmıyor demek ki Meksika’da tatil yapacağım.

Screen Shot 2019-12-29 at 7.55.47 PM

Cabo’da beni 2 sene önce Burning Man’de çok tatlı bir şekilde tanıştığım Farouk karşılıyor (beni muhteşem bir artcar’la 24 saatliğine kidnap etmişlerdi) onda kalacağım. Aramızda şimdiye kadar bir şey olmadı ve gayet arkadaş modundayız ilk başta. Sonra kendimi sen bu tellerle öpüşebiliyor musun derken buluyorum ahahahahha Eşyalarımı eve bıraktıktan sonra beni alıp bir tacocuya götürüyor önce (Çok bariz ama Elif’in kalbine giden yol taco’dan geçiyor galiba)

Screen Shot 2019-12-29 at 7.54.28 PM

Sonra şahane bir ev partisine gidiyoruz okyanus kenarında. Meksikalılar o kadar eğlenceliler ki (Zararsız bir pozitif ırkçılık yapabilirim azıcık dmi) Dans ve manzaranın da etkisiyle minik bir öpüşme yaşanıyor aramızda. Latin erkeklerine hayır dediğim ya da hayır demek istediğim pek görülmüş şey değil. Aynı akşam çalacağım. Promoter’la leziz bir yemek (tabii ki more tacos!!!) Çaldıktan sonra da ev partisinin olduğu eve gidip partilemeye biraz daha devam ediyoruz. Sabah Newark havaalanında bilgisayarım çöktü paniğiyle başlayan, yine daha kötüsü olmadı diye şükrettiğim ve hayatın hiç beklemediğim yerden attığı paslara gelişine vurup maça devam ettiğim uzuuuuun bir gün oluyor…

cabo private villa

Screen Shot 2019-12-29 at 7.54.20 PM

Ertesi gün Cabo’da çok görmek istediğim doğal kemerlere  gidiyoruz. Ben zaten artık yesem de yemesem de dombili bir insanım diyerekten sanki DJlik yapmaya değil de yerel lezzetleri keşfetmeye gelmişçesine yemeye veriyorum kendimi. Biraz da durumu kabullenmeye başlıyorum. Ben artık etine dolgun bir kadınım galiba…

Screen Shot 2019-12-29 at 7.54.48 PM

cabo mexico

Bu iç sesler yememe engel olmuyor. Söz konusu taco! (Gerçi senenin ilerleyen aylarında bu iştahın sebebinin doğru beslenmeyi bilmemem olduğunu da sonra öğreneceğim)  Son günümüzde de La Paz’a roadtrip yapıyoruz ama bu da sanki yerel lezzetleri keşif turu gibi oluyor yine. 10 dakikada bir durup yol kenarından bişeyler alıyoruz ve ben en sonunda piknik yaptığımız bi yerde mide fesatı geçirip sızıp kalıyorum.

Screen Shot 2019-12-29 at 8.00.57 PM

Cabo muhteşem güzellikte bi yer. İyi ki geldim. Buradan sonraki durağımsa Tulum…

art with me tulum

Tulum’a 3. gidişim ama hep Ocak’ta o manyak zamanında gitmiştim. Bu sefer daha sakin bir Tulum’la karşılaşıyorum. Bir süredir Tulum’da yaşayan Kemal’de kalıyorum. Tulum’un içinde bir iki ‘türkbükünde 100 liraya lahmacun’ tarzı pahalı taco’lu beach’lere girip, ortamları sevmeyip çıkıp ıyyy bu ne ya diyip bir araba kiralayıp biraz uzaklaşıyoruz. İlk gün Tulum’a yakın cenotelere lagunlara gidiyoruz.

Screen Shot 2019-12-29 at 8.16.38 PM

Sonra bir gün de Suytun Cenote’ye doğru road trip yapalım diyoruz. O kadar şanslıyız ki biz geldiğimizde Suytun Cenote’de içerde 3-4 kişi var. Biz tam çıkarken içeri 30 kişilik bir turist kafilesi akın ediyor.

Screen Shot 2019-12-29 at 8.12.38 PM

Bu sırrı paylaşmalı mıyım bilmiyorum ama sonra Suytun’dan çıkıp ören yerinin kapanma saati olan 4 buçuktan önce Chichen Itza’ya ulaşmaya çalışıyoruz. Önce bi tereddüt ediyoruz gitsek mi diye ama o kadar da yakınız ki aslında… Denemek istiyoruz. Ve ucu ucuna son dakika yetişiyoruz kapanma saatine 5 dakika kala, ama girişler 1 saat önce kapanmış…. Gel gör ki o kadar şanslıyız ki meğer yarım saatte herkesi dışarı çıkarıp sonra 5’de kapıyı tekrar açıyorlarmış, yarı fiyatına girip 1 saat içerde nerdeyse kimsecikler yokken gezebiliyormuşsunuz.

Screen Shot 2019-12-29 at 8.15.34 PM

Bizle beraber sanırım 5 kişi falan girdi içeri, normalde binlerce kişi olduğunu söylememe gerek yok heralde… Hem de artık akşamüstü, güneşin daha az yaktığı bir saatte Kemalciimle keyfimiz için kapattırmış gibi Chichen Itza gezdik. Kemal harika fotoğraflarımı çekti. Elleri dert görmesin.  Sonra Vallodolid’e gidip biraz da orda takılıp leziz tacolar yedik =)

elif tulum

Tulum’da çaldığımın ertesi günü Montreal’deki düğüne yetişmem gerekiyor. Çok tatlı bi barda şaman çakması Amerikalılara değil Meksikalılara çalıyorum. Süper bir gece. Bitirir bitirmez evden hazır bavullarımı alıp havaalanına gitmem gerekiyor. Saatinde yetişmem için normalde uçmadığım bir havayolundan almıştım bileti. Ve bu turnede başıma gelenleri düşünerek düğünde giymem gerekenleri carry on bir çantaya koyup uçakta yanıma alıyorum. Gerçekten de hissetmişim gibi aktarmadan sonra Montreal’a vardığımda checked-in bavulum banttan çıkmıyor. Aktarma’nın olduğu yerde kalmış en erken yarın sabah gelebilirmiş… Artık gülüyorum sadece. Formları sakince doldurup dışarı çıkıyorum.

Dışarda David beni havalı Model 3si ile bekliyor. Her zamanki gibi arabada Bloody Ceaser’ım hazır;) Artık geleneğimiz oldu. ‘Oysters fuck yeaaah!’ datelerimiz gibi… Beraber düğünün olduğu bölgeye doğru gidip bir Tim Hortons (Kanadalı kahve zinciri) tuvaletinde üstümüzü değiştirip düğüne vaktinde varıyoruz. Mous ve Jess Montreal’e taa 2017’de Atish’le gittiğim zaman tanıştığım geçen Christmas’da evlerinde kaldığım Lübnanlı ve Quebec’li tatlı ötesi bir çift. Düğünlerine gidebilmek için bir turne ayarladık resmen. Düğünde çok eğlendim ama gecenin en sevdiğim kısmı Midnight Poutine servis ettikleri bölüm oldu ahahah

DFDC9B7F-06F4-46F6-A58D-314FDC25CF97

Düğünün ertesi günü hep beraber Piknik Electonic’e Hernan Cattaneo dinlemeye gidiyoruz. Bütün arkadaşlarım orda ve hava da inanılmaz güzel. Çok eğleniyoruz. O gün bavulum, Montreal’e beni ilk ve hep booklayan İranlı canım arkadaşım Tina’nın adresinde beni bekliyor. Bir gün sonra da New York’tan SSD’m geliyor. Beraber bir bilgisayarcıya götürüyoruz ve 1 saat içinde bilgisayarımın gereksiz aksiyondan önceki haline kavuşuyorum. Yine şükürler olsun! Mikeal Montreal’de değil, görüşmüyoruz. Ama yine stüdyonun altında menajeriyle buluşuyorum. İlk kez bir şarkım çıkacak, sözleşmede nelere dikkat etmeliyim gibi konularda tavsiyelerini alıyorum. Sağolsun her zaman yardım ediyor bana.

montreal

Cuma günü Toronto’ya geçiyorum. Jenner ve Monique’in evine gidiyorum. Akşam Jenner’la beraber çalacağız. Öncesinde, bir önceki sefer çaldığım yere gelen ve arkadaş olduğumuz Torontolu tatlı ve müzik aşığı bir çiftin evinde hep beraber yemek yiyoruz. Ordan mekana geçiyoruz. Bana şampanya açmışlar. Çalarken yandan içmeye başlıyorum ama o kadar alışkın değilim ki içmeye ve şampanya da su gibi gittiği için setin yarısına doğru eyvah sarhoş oldum galiba diyorum. Ne kadar su içsem de seti bitirip eve döndüğümüzde bildiğin sarhoşum ve sabah Montreal’e uçağımız var. Çok zor kalkıyorum. Hangover!!! Önce evde sonra havaalanında kusuyorum. Montreal’e iniyoruz. Didem NY’dan otobüsle geldi, Mous’ların evinde beni bekliyor. Mouslar balayında. Eve gidip yatıyorum. Birkaç saat sonra sold out bir akşamüstü partisinde çalıcam. Bitik haldeyim. Hiçbir şey yiyemiyorum, bütün gün yatıyorum ve artık sete 15 dakika kala mekana gidiyorum. Gelir gelmez tuvalete gidip kusuyorum ve hemen Tina’yı bulup bana acilen meyve bulabilir misin diyorum. Setin başına geçince ve meyveleri yiyince kendime geliyorum. Sanırım son alkol vakam da bu oluyor.

Screen Shot 2019-12-29 at 8.49.22 PM

Sold out bir parti yine, Montreal’de beni çok seviyorlar ve harika bir crowd var. Gerçekten burada çalmak büyük keyif. Didem’in yanımda olması, Mercan Dede’nin gelmesi de çok çok ayrı bir keyif. Sonraki günlerde Mercan Dede’yi evinde ziyarete gidiyoruz Didem’le. Evi bulunduğum en ama en ilham verici mekanlardan biri. Sonra Didem New York’a dönüyor. Montreal benim de Amerika turnesindeki son durağım oluyor…

mercandede

Ben de buradan Türkiye’ye Bonjuk Bay’e gidiyorum. Bayram’da Bonjuk’ta çalıp biraz da keyif yapıyorum. Bu arada şimdiki ev arkadaşım Aytek bizim Bonjuk Whatsapp grubuna ben evimden çıkmak istiyorum ve ev arkadaşı arıyorum yazıyor. Ben de o sıralar acaba şu nomad düzenden biraz kalıcı bir düzene mi geçsem diye düşünmekteyim. Aytek’e gel ev arkadaşı olalım diyorum.

O da radikal kararlar verdi, sadece ev değiştirme diye girmişti olaya, işinden istifa etti, evini yaz sezonu için Bodrum’a taşıdı ve Root’un müzik direktörü oldu. Ben de zaten mütemadiyen gezme halindeyim, yaz sonu beraber ev bakalım dedik ve birbirimize RUMI demeye başladık.

Bonjuktayken Happy Camper Records’un ortaklarından Britta beni arayıp yardımına ihtiyacımız var, bizim sosyal medyamızı yapar mısın diyor… İşim başımdan aşkın ama bir yandan arkadaşlarıma yardım etmek de istiyorum ve kafamda bir fiyat belirleyip teklif ediyorum. Böylelikle bizim genre’daki DJ ve label’lara sosyal medya hizmeti verdiğim minik yan işimin ilk tohumları da atılmış oluyor. Önümüzdeki ay itibariyle kendiminkiler dışında 5 hesabı minik ekibimle yönetiyor olacağım. Ek gelir her zaman iyidir ve kafa rahatlığıdır. Hele ki iş assign etmeyi becerebiliyorsan özgürlüktür. Yaşasın oğlaklık.

Screen Shot 2019-12-29 at 10.23.54 PM

Birkaç gün sonra Dalaman-İstanbul-Basel aktarmasıyla The Gardens of Babylon’da çalmak üzere İsviçre’ye gidiyorum. Havaalanından, geçen sefer çaldığımda tanıştığım, Cem’in arkadaşı Fani alıyor beni. Fani’ye DJ’liğe başlamak için baya ilham vermiştim o zaman. Catch up ede ede otelime geliyoruz. Veeee… Check-in yapıcam pasaportum yok AHAHAHAHAHAH yetheeerrrr. İsviçre’ye pasaportsuz giremem, demek ki havaalanında düşürdüm. Allah’tan Basel çok küçük, 15 dk’ya tekrar havaalanındayız. Arabanın park halinde olduğu yerlere bakıyorum yerlerde bişey yok, ben hala sakinim, sonra içeri girip info desk’e soruyorum, şanslı günündesin diyor adam pasaportumu uzatırken, ulan İsviçre’de Türk pasaportunu kim n’apsın demiyorum kibarlığımdan, teşekkür edip ayrılıyorum. Ve yine şükürler…

Screen Shot 2019-12-29 at 5.58.55 PM

Pasaportumu öpüp ‘seni beğenmediğim için özür dilerim, sen nolursa olsun bitaneciksin, beni bi daha sakın bırakma’ diyorum. Gerçekten de bizimkinden kötü pasaportlar var arkadaşlar. Şükredelim. Otelde biraz dinlendikten sonra partinin olduğu alana geliyorum.

the gardens of babylon basel

Hava günlük güneşlik, bir sürü arkadaşım Basel’e gelmiş müzik harika. Partinin ilk bölümü açık havada. Sonradan da aşağı kulübe iniliyor. Ben de aşağıdaki kulüpte çalıyorum, Avem’den sonra, Monolink’ten önce. Aşırı keyif aldım.

basel the gardens of babylon

Screen Shot 2019-12-29 at 10.25.51 PM

Son dakika bir Hindistan turnesi çıktığı için İsviçre’de bu sefer çok kalamadan İstanbul’a dönüp Hindistan vizesine başvurdum. Vizem hemen çıktı ve benim uçağım da ertesi gündü. Perşembe sabaha karşı Bombay’e vardım. Hava aşırı nemli ve sıcak. Haziran’da Bombay! İlk gigim aynı akşam Pune’de ve bu şehre arabayla birkaç saatte gidilebiliyor. Ayrıca Anjunadeep’ten ilk şarkım da bugün yayınlanıyor. Çok yoğun ve heyecanlı zamanlar.

Pune’deki gig gerçekten komikti. Ben çalarken 2 kez polis geldiği için müzik kapatıldı. Müzik durmasına rağmen kimse evine gitmedi. Tekrar başlayalım diye sabırla beklediler. 3. kez müzik durduktan sonra bana onlarca after party teklif edildi. Ama ertesi gün Bombay’de çaldığım ve hala jetlag olduğum için gidip uyumam gerekiyordu.

pune makaza

Bombay’de crowd daha çok tekno crowd’ıydı yine de eğlendik aslında. Ertesi sabah da Banglore’a uçtum. Banglore’a giderken aşırı halsiz hissetmeye başladım, biraz ishal oldum. Hava, yemekler ve bu hızlı tempo beni yordu ama Pakistan – Hindistan kriket maçına rağmen (baya Hindistan’da akan suları durduran bir olay bu) beni Anjunadeep’ten bilip gelen tatlı bir crowd vardı. Çaldıktan sonra hemen gidip uyudum. Hatta kulübün hemen altındaki odamı yalvara yakıla değiştirttim. O uykuya gerçekten ihtiyacım vardı. Dinlenip ertesi gün Bombay’de gezdikten sonra sabaha karşı İstanbul’a uçtum.

Screen Shot 2019-12-29 at 10.26.46 PM

Çok son dakika bir gig olduğu için uzun kalamadım Hindistan’da ve zaten döner dönmez Perşembe günü Bordel Des Arts’da çalmak üzere Berlin’e uçmam gerekiyordu. Berlin de aşısı sıcak, çaldığım kulüp ve oda bilidiğin  sauna, kafes gibi bir booth’un içindeyim, boyum kısa, üstüne çıkacak bir platform yok (rider’ımda olmasına rağmen) ancak kafam görünüyor, karanlık, dumanaltı, alışık olmadığım mikserle çalıyorum, çok enteresan bir gigdi. Canım Alexis, Alvaro ve sene başında beraber şarkı yapmayı teklif ettiğim 2 vokalistten kadın olanı Eleonora da beni yalnız bırakmayıp geldiler. Hemen ertesi gün Anjunadeep’in ilk festivalinde çalmak üzere Arnavutluk’un Dhermi kasabasına uzun ve bol aktarmalı yolculuğum başladı.

Screen Shot 2019-12-29 at 10.30.14 PM

Dhermi’de, ilk Burning Man’ime ve en son beraber snowboard’a gittiğimiz Berk ve Merve beni bekliyordu. Aşırı güzel bir kasaba, inanılmaz bir deniz ve doğa, yemekler İtalyan x Seafood karışımı ve inanılmaz lezzetli ve uygun fiyatlı. Dhermi 2019’un yeni destinasyonu falan seçilmiş bi yer ama lokal halk çok iyi ingilizce bilmiyor, otellerde çalışanlar bile. Henüz uluslarası turiste çok da hazır olmayan naif küçük bi yer. Festival alanı güzel ve organize. Ben önce Pazar günü bir yoga dersine eşlik edip farklı bir set çalacağım sonra da Pazartesi günü plaj sahnesinde asıl setim var.

Screen Shot 2019-12-29 at 10.34.43 PM

Çok güzel denize girip güzel yemekler yiyip güzel müzik dinledik. En sevdiğim prodüktörlerden Tim Engelhardt’la tanıştık. Gorje Hewek & Izhevski’nin setiyle aşk yaşadık. Bazı Anjuna fanlarının tshirtlerini imzaladım. Harika geçti. 2020 versiyonuna da booklandığım için çok mutluyum. Anjunadeep ailesini seviyorum! İlkler özeldir… Ve sana en başından beri inananlar da!

anjunadeep explorations albania dhermi

Bu keyifli tatil/iş’ten sonra bir geceliğine Berlin’e dönüyorum. O akşam Britta’nın Holzmarkt’taki stüdyosunda Anjunadeep Edition kaydetmem lazım. Şarkılarımı uçakta hazırladım. Britta Berlin’de değil, o yüzden anahtarını bıraktığı Sascha Cawa açıyor bana stüdyosunun kapısını. One take hakkım var çünkü vaktim yok. Hatta bitirmeme yakın gelip hadi diyor Sascha Cawa. Mecburen kaydı bitirip çıkıyorum ve Alvaro’nun evine varır varmaz uyuyakalıyorum. Ertesi sabah uçağa giderken baya bildiğin takside, checkin yaparken falan setin düzeltmem gereken yerlerini düzeltip, güvenlikten geçerken ve uçağa binmeden de yollamayı başarıyorum. İşlem tamam. Şimdi yolculuk Tunus’a!

houseofhabibis-elif-tunisia

Viyana aktarmasıyla geldiğim Tunus’ta Çarşamba akşamı Habibi Bar’da çalacağım. Bu arada artık saymıyorum ama bir sürü ‘hayatımda ilk kez müzikle geldiğim yer’ yaptı bu yaz:) Dominik Cumhuriyeti’yle başlamıştık, sonra Atlanta, Cabo, Dhermi, Pune, Banglore ve tabii Tunus da hayatımda ilk kez müzik çalmak için ziyaret ettiğim yerler listesine girdiler. Tunus’ta çok vaktim yok çünkü aslında Fusion’a yetişmek için erken bir dönüş bileti aldırmıştım. Ama sonradan pişman oluyorum çünkü Tunus o kadar güzel bir yermiş ki… Keşke daha uzun kalsaydım. Hava harika, insanlar çok güzel, doğa aşırı huzur verici falan… Bayıldım. Bu yaz gördüğüm en güzel yerlerden biriydi.

Screen Shot 2019-12-30 at 12.09.24 AM

Ben kendimi bildim bileli hep çok seyahat ettim ama DJ olarak seyahat etmekle seyahat yazarı ya da ne bileyim gezgin ya da turist olarak seyahat etmek arasında çok büyük fark var. Eskiden bir yere iş için ya da gezmek için gittiğimde erken gidebiliyor ya da geç dönebiliyordum. Gittiğim yeri daha sakin yaşayabiliyordum. Mahallelerini keşfedebiliyor kültürüyle tanışabiliyordum.

DJ olarak seyahat ederken hafta sonları kritik, çok esnek değilsin aslında, özellikle de Cuma bi yerde Cumartesi başka bir yerde çalman gerekiyorsa bazen gittiğin yerde 24 saatten az kalmak, havaalanı-otel-kulüp üçgeninden çıkamamak da var… Ancak evden uzakta turnedeyken Cuma çalacağın yere Çarşamba’dan gitmek Cumartesi çalacağın yerde Salı’ya kadar kalmak gibi trickler yapılabiliyor. O da Çarşamba Perşembe ya da Pazar bi yerlerde çalmıyorsan. Seyahat çok ediyorsun, gittiğin yer, pasaportundaki damga sayısı artıyor ama… Hızlı ve yorucu olabiliyor. Yüzeysel demek istemiyorum çünkü zaman kısıtlı olsa da müzik ortak dil olunca çok derin bağlar kurulabiliyor çok gerçek güzel insanlarla…

O yüzden aslında şu an olduğum noktadan çok memnunum. Henüz tüm yıl boyunca her hafta sonu 2-3 gig çalma yoğunluğunda değilim. Bu da gittiğim yerlerde havaalanı otel ve kulüpten öte şeyler de görebilme şansını hala veriyor bana bir yandan müzikle derin bağ kurarken. Bu yaz biraz yoğun geçti ama sonbaharda tempom n0rmale döndü. Yazın ise gerçekten nerdeyse 3 ay boyunca havaalanı dışında alışveriş yapma şansım bile olmadığı bir süreçti. Sürekli kilo aldığım bu dönemde mecburen havaalanı mağazalarından normal bedenimden bir beden büyük şortlar elbiseler mayolar bulup almak zorunda kaldım. Tarz çok sınırlı, bir de fiyatlar normale göre pahalı ama başka şansım yok…  Bir de şunu da hemen belirteyim belki bazılarınız isyan edeceksiniz bu mu kilo almış halin diye. Valla görüntümle ilgili bir sıkıntım yoktu, asla zayıf olmalıyım diye bir takıntım da yoktu ama gerçekten şortlarım elbiselerim üstüme olmuyordu…

fusion 2019

Doyamadığım Tunus’tan Berlin’e dönüyorum ama o kadar yorgunum ki Fusion’a hemen değil biraz dinlenip Pazar günü tek günlük biletle gitmeye karar veriyorum. Hava inanılmaz sıcak, metroda gözümün önünde genç ve oldukça sağlıklı görünümlü bir adam düştü bayıldı! Fusion’a varınca da  iyi ki döner dönmez gelmemişim diyorum. Çok sıcak ve o kadar kuru ki neredeyse Burning Man kadar tozlu bu sene. Bu yazki tempomun üstüne gerçekten ilk kez iyi ki festivale gelmek yerine dinlenmeyi tercih ettim diyorum. Geçen sene Mikael’in bunu istemesini anlamıyordum. Bu sene anlıyorum…

fusion 2019

Bu arada iki uçuş arasında kaydettiğim, taksilerde düzeltip uçağa binmeden son dakikada yolladığım Anjunadeep Edition’ım yayınlanıyor. Yine çok güzel tepkiler alıyorum kendi şarkımla bitirdiğim ikinci Anjunadeep Edition’ımdan…

Fusion’da aşırı sıcak ama ÇOK keyifli bir Pazar-Pazartesi dansından sonra Bonjuk Bay’de ağırlayacağımız Tierra Bomba community’sine eşlik etmek için Türkiye’ye dönüyorum. Çok eğlenceli geçiyor.  2 gecede önce Pakistan sonra Costa Rica’yla diplomatik ilişkileri sağlamlaştırıyorum. Bence nobel barış ödülünü hadi olmadı bir dünya pasaportunu falan hakediyorum ama neyse… Sainte Vie, Coss, David Benjamin Bonjuk x Tierra Bomba’da bizimle. Bir kez kendim çalıyorum, bir kez de David’le b2b çalıyoruz. Pazar sabah erkenden de ayrılıyorum.

tierra bomba bonjuk bay

Bonjuk’tan Happy Camper Showcase için Amsterdam’a geçiyorum direkt. Önce son dakika üstüme yıkılmış 1 saatlik kısa bir setle ana sahneyi açıyorum. Sonraysa 4 saatlik asıl setim için küçücük bir konteynırda hem müziğin hem ışık ve dumanın kontrolünü elime alıyorum. Yine harika bir gün ama setim bittikten sonra yorgun eve dönüyorum. After yok.

happy camper showcase amsterdam thuishaven elifmusique container

Sonraki bir haftayı Amsterdam’da geçiriyorum. Yine Amsterdam rumim Bilge’nin evindeki odamda kalıyorum.  Bisikletim var. Parallells Kardeşlerden Toto’nun doğum günü için 2 gün 2 gece kutlama yapıyoruz. İlk gün Maga ve Parallells’in çaldığı bir kır düğünü nükalabalık bir ekip olarak crash edip sonra gerçek anlamda bir vinç olan ünlü gece kulübü Krane’in ufacık ve ikonik dans pistindeyiz.

Screen Shot 2019-12-31 at 12.33.30 AM

Ertesi günse 50 kişilik bir botla Amsterdam kanallarına açılıyoruz. Minik kardeşim Deer Jade’le b2b çalıyoruz botta, Vander, Joep Mencke, Sam Shure, Parallells, herkes geçiyor setlerin başına… İnsanın arkadaşları nerede çoksa orası evi gibi oluyor. Benim agency’m Amsterdam’da, çalmaya da çok geliyorum ve tabii Bilge sağolsun odam ve bisikletim de var. Daha ne olsun! Barselona, Santiago ve Berlin’den sonra artık Amsterdam da evim dediğim şehirler arasında..

Screen Shot 2019-12-31 at 12.34.41 AM

Bir sonraki hafta başı Lizbon aktarmasıyla Barselona’ya geçiyorum. Barselona’da da Barselon rumim Cansu’da kalıyorum. Barselona rumimle Amsterdam rumim aracılığla tanışmam ama sanki 40 yıllık dostummuş gibi sevmem de ayrı güzel. Barselona’ya aşkım Didem de geldi! Çok mutluyum. Off Sonar haftası. Bütün sektörün buluştuğu en ünlü partilerin gerçekleştiği hafta… Ben de Cumartesi gecesi Audiofly’ın Flying Circus’u için La Terrazzaa’da çalacağım. Heyecan dev! Kambolar ve okuduğum kitaplar sebebiyle gitgide daha da sağlıklı bir yaşama geçen bendeniz’in Burning Man’den önceki son sapıttığı kendini saldığı hafta sonu diyebilirim.

storytellers woomoon barcelona off sonar

Madota, Armen Miran, Monolink, Elfenberg, Facundo Mohr, Sainte Vie, Parallells, Sound Shapes, Jenner ve Monique ve sektörden daha bir sürü arkadaşım burada ve saçmalayıp çok eğleniyoruz. Woomoon x Storytellers çıkışı 2 kişilik yarı elektrikli pedicab’le 4 kişi Barseloneta’ya gidişimiz hala aklımda… Durup durup SOUNDCLOUD diye bağırdığımız ve yaş ve millet ayrımı yapmadan minimum 4 kişiyle öpüştüğüm, son flört ettiğim çocukla ilgili Didem’in beni Elif bu sokak çocuğu farkında mısın diyerek uyardığı saçma ama çok eğlenceli bir gece-sabahtı.

Screen Shot 2019-12-31 at 12.36.25 AM

Ertesi günse Crossing Live Stream’i için yine çok benzer bir ekip biraz şehir dışında bir villadaydık. SOUNDCLOUD diye bağırırken görüntülerim ekranlara yansımış. Nerde acaba o screenshot bulabilsem keşke ahahahha

Barselona çok güvenli ve ne yalan söylim huzurlu bir şehir değil. Yaklaşık 10 sene önce burada Erasmus yapmıştım. O zaman da kapkaçı meşhurdu. Hatta korkunç bir pandik yemiştim metroda o zaman unutamam. Şok geçirmiştim. Barselona’dayken hep dikkatli olmak lazım. Plajı plaj değil. Kondom ve tamponlar arasında yüzmek hiç iç açıcı değiş açıkçası. Gel gelelim yine de havasına, mimarisine, yemeklerine, parklarına ve temposuna aşığım. Keşke bi tık daha güvenli bir yer olsaydı. Bir de Barselona’ya her ama her geldiğimde mutlaka sokakta, parkta, restoranda birileriyle tanışıyorum. Erkekler burada kadınlara iyi hissettiriyor kendini. Ya bir yerde otururken sizi rahatsız etmeden utana sıkıla kibar bir not bırakıyorlar, ya siz tuvaletteyken kapınızda bekliyorlar tanışman için. Alana müdahale yok ama. İlgilenmiyorsan hemen rahat bırakıyorlar. Değişik… Bu sefer de tek başıma tapas yemeye gittiğim bir barda saate bile bakmadan 4 saat boyunca hayat hakkında sohbet etmişim bir adamla…

Screen Shot 2019-12-31 at 12.37.11 AM

Cumartesi gecesi La Terrazzaa’da Flying Circus’un off sonar partisini ben açıyorum. Arkadaşlarım dans pistinde. Mutluyum. Antoni ve Luca bana teşekkür ediyor. Shishi yanımda. Oliver Koletzki ile tanışıyoruz. Demek Elif sensin diyor. Küçücük bir kızmışsın. Ben küçüğüm  evet ama asıl o da dev gibi bir adam. Ama çok minnoş bir kalbi var ve bence inanılmaz bir DJ. Daha elektronik müzik bilmezdim onun Hypnotized’ını bilirdim. Bence geçen sene Monastery’nin de en iyi setini çaldı. Flying Circus’ta da gecenin kapanış seti de ona ait. Bir ara biz arkada dans ederken gözleri önce beni arıyor. Bulunca eliyle gel gel diyor. Şaşırıyorum, ben mi diyorum, evet gel diyor. Yanına gidince, eğilip sıradaki şarkı senin için diyor. Hemen yanında arkasında beklemeye başlıyorum. Çay elinden öteye çalıyor! ahahah Çok tatlı bir adam. Normalde bi yerde bu şarkıyı duysam öff falan derim, çok bayılmıyorum bu modaya, ama öyle tatlı bir jestle ve setin öyle bir yerinde çalıyor ki, Cansu’yla Barselona’da çay elinin sözlerine eşlik ederek yüzümüzde kocaman birer sırıtışla dans ediyoruz.

Setim bittikten sonra Dubai’den Barselona’ya taşınan Onur’un evine gidip, muhabbet edip sızıp, ertesi gün USB’mde olan normalde hiç çalmadığım tracklerle 8 saat kanepeden kalkmadan müzik çaldığım bir Pazar chillemesi yapıyoruz.

barselona

Barselona’dan sonra yine Lizbon aktarmasıyla Amsterdam’a dönüyorum. Amsterdam Barselona’dan bile sıcak. O kadar sıcak ki baktım Hollandalı bebeleri anneleri sokmuş heralde hastalıktan ölmem diyerekten evin önündeki çamur renkli kanala atıyorum kendimi. Evin duvarlarından ateş çıkıyor o derece sıcak. Amsterdam’daki eski evlerde klima tabii ki yok çünkü normal değil bu sıcaklar. Birkaç gün sonra Monastery’de çalacağım. Bilgisayarımla çalışmam lazım ama sanki kucağımda bir kalorifer varmış gibi. USB çıkışına taktığım minik fanla ortamı klimatize etmeye çalışıyorum, çaresizim. Çamurlu kalan biraz serinletiyor. Hastalık kapmam umarım…

WhatsApp Image 2020-01-01 at 15.09.40

Cuma günü Amsterdam’dan otobüsle Monastery’ye geçiyorum. The Gardens of Babylon tarafından ikinci kez düzenlenen festival bu sene geçen senekine göre çok daha büyük ama halen butik bir festival. Biletleri yine line up’ı çıkmadan sold out oldu geçen seneki gibi. Shishi’nin çalan DJ’lere hazırladığı hediyeler gerçekten inanılmaz. Bu sene, Şubat’ta Kapadokya’da Shishi’nin yani agent’ımın doğum gününde birbirimizi daha önce hiç tanımadan b2b çaldığımız Duchess’la ikinci bir araya gelişimiz ve yine hiçbir hazırlık olmadan b2b çalacağız.  Ama geçen seferden biliyoruz ki iyi olacağız. Setimiz Pazar günü. Hem line up’ta hem katılımcılar arasında o kadar çok arkadaşım var ki… Didem, Cansu, Kıraç, Bilge, Sinem, Taylan, Anıl, Tias, bizim agency’den de neredeyse bütün sanatçılar burada.

monastery festival

Rastgele bir şekilde festival alanından seçeceğiniz bir kişi ya arkadaşınız ya arkadaşınızın arkadaşı çıkıyor. Herkes tanıdık, ya da tanıdık gibi çok samimi ve güzel bir ortam. Ben iflah olmaz bir empat olarak böyle bir ortama girdiğimde hakim olan yüksek titreşimi hemen kapıyorum ve bir anda dünyanın en mutlu insanı haline geliyorum. Bunu sadece ben söylemiyorum beni görenler de söylüyor.

the-altitude-agency

Geçen sene Monastery’de eski sevgilimle çok gelgitli ve zor geçmişti. Bu sene her şey geçmiş gitmiş. Bunu düşününce gülümsüyorum. Çok yoruldum, çok içim acıdı ama iyileştim ve iyileşirken ne çok şey öğrendim. Şimdi enerjim keyfim çok yerinde. Çok sevdiğim sanatçıları, arkadaşlarımı dinliyorum dans ediyorum. Hatta çaldığı gün dinlemeye gittim onu, selamlaştık, arkasında dans ettim, fotoğraflarını çektim. Aramızda hiçbir sorun yok artık. Çok şükür. Setinin sonuna kadar kalmadım, onu da sonra bi daha görmedim zaten.

Ve sonra çok tatlı bir şey oldu…

Cumartesi akşamı Cansu’yla festival alanında gezinirken food court’un orda pizzacının önünde normal olmayan bir hareketlilik farkettik… Pizzacılar epey hareketli bir müzik açmış sırada bekleyen hatta yoldan geçen herkes dans ediyor, önünde bir kalabalık oluşmaya başlamış. Resmen guerilla bir sahne! Müziğin enerjisine kapılıp biz de yaklaştık ve ben o an orda Pizzacıda çalışan bir çocuğa bildiğin çarpıldım! İlk söylediğim cümle ‘Cansu bu çocuk ne?! Ben bu çocuğu istiyorum’ ikinci cümleyse: ‘Cansu bu çocuk İtalyan değil, kesin Latin Amerikalı’ oldu. Tabii ki de yine gidip bir Arjantinliyi bulmuşum (gerçi Arjantinlilerin çoğu İtalyan ama anladınız siz). Hiçbir zaman sekmiyor.

the monastery gardens of babylon pizzeria

Belli ki o da bana boş değil, öyle bir elektrik var ki olamaz, biraz bakıştıktan sonra dayanamadım ve yanına gittim, ne diyeceğimi de bilmiyorum, haliyle kaç pizza istiyorsun dedi çocuk bana, pizza istemiyorum dedim, ahhaahh saçmalık, aramızdaki elektrik baya gözle görülür bir halde! Konuşurken ona doğru eğiliyorum, aramızda tezgah var, gürültüden kulağıma mı fısıldarken neredeyse boynumu mu öpüyor, öyle bi haldeyiz. Ben liseli kız gibi kikirdemeye başladım. Cansu ben bu çocuğu istiyorum.

Arkadaşlarımızın yanına döndük ama ben Pizzacı sayıklamaya başladım. Sonra tekrar bir bahane bulup gittim yanına bu sefer mutfaktan çıkıp yanıma gelip konuştu. İngilizcesi çok iyi değil (SEKSİİ) yaşı belli ki küçük (yummy) ama bu çocukta bişey var. Hislerim bana bir şey bağırıyor! Pizzacı çok popüler, seri üretimde,  çok hızlı sistematik ve deli gibi çalışıyorlar. Bu arada çocukların hepsi güzel, belki biraz cheerleader efekti var (erkeklerde de oluyordur heralde), ama kombinasyon şu pizza, un, mutfakta üstleri unlu italyan çocuklar (içlerinde tek bir Arjantinli) sakal, göğüs kılı, konsepti anladınız… Çocuğa ya işini bitirince çadırıma gel ya da yarın öğlen ana sahnede çalıyorum beni izlemeye gel diyip gidiyorum. Gece uzun ve çılgın, harika isimler çalıyor ama ben ertesi gün çalacağım için dinlenmek istiyorum ve çadıra gidip uyuyakalıyorum.

Pazar sabahı çalma telaşı… Maga’nin menajeri John kahve, Didem Açai Bowl sırasında benim için. Ben de son hazırlıkları tamamlıyorum. Duchess da geldi. Ali Farahani bitiriyor ve biz çalmaya başlıyoruz. Bütün arkadaşlarım benimle, bazısı arkamda bazısı dans pistinde, sahne önü kalabalık, speaker’ların üzerinde dans edenler, hala yeni uyananlar ve çoktan sarhoş olanlar… ve en güzel hisse biz çaldıkça daha da çok insan toplanıyor sahne önünde… Mutluluktan uçuyorum!

duchess-elif-b2b-monastery

Sonra Cansu seyircilerin arasında benim Pizzacıyı gösteriyor bana. Dinlemeye gelmiş. Ay yerim. Pizzacı guerilla sahne modunda patlarken mutfaktan çaldığı gibi bir iki ıslık çalıp mecburen işinin başına gidiyor.

Setimiz bitti, çok alkış aldık, mutluluktan havalardayım. İyi bir set çaldıktan sonraki o duygu gerçekten paha biçilemez. Böyle bir high yok! Bi yandan da dünden beri herkese ‘canı pizza çeken var mı’ diye sorma bir şekilde pizzacıya gitme bahanesi bulma şakalarındayım. Modum çok yüksek. İçimde heyecan var! Sağolsun setime geldiği için bu sefer tekrar pizzacıya gitmek için çok geçerli bir bahanem var; ‘Çocuk o kadar geldi gidip bi teşekkür ediyim bari’ ahahahah hakkaten de teşekkür etmeye gidiyorum. Gülüyolar arkamdan. Tek başıma Pizzacının önündeyim. Arjantinli beyimizin adı Stefano, yeni rekorum: benden 10 yaş küçük, amma velakin gözlerinden belli kafası çok çalışıyor, hem şeytan tüyü hem de minnoş bir kalbi ve şahane bir enerjisi var.

Teşekkürümü edip biraz daha cilveleştikten sonra arkadaşlarımın yanına dönüyorum. Pazar gününün devamı da çok keyifli geçiyor. Akşam olmuş, biz hep beraber dans ederken pizzacıdan 2 italyan çocuk geliyor yanımıza, beni tanıyorlar tabii, Pizzacının müdavimi, Bizim arjantinli oğlana yanık kız ahahhah sohbet etmeye başlıyoruz, bu festivallerde stand açma işleri nasıl oluyo falan gibi sorular sorduktan sonra asıl konuya geliyorum ahahahha Stefano nerde diyorum, çalışıyo diyolar. Çocuklar 7/24 pizza yapma halinde! Gerçi çalışkan erkek de seksi bişey ya! Çocuk biraz eğlensin diyorum, yufka yürekli patronu kendi gidip Stefano’yu yolluyor yanımıza. Biraz öpüş biraz danstan sonra yatmaya giderken yanıma gel diyip gidiyor iş başına. Yatmaya giderken yanına gidiyorum gerçekten de. Stefano 10 dakka bekle paydos edicem diyor. Ben onu beklerken Stefano’yu yanıma yollayan patron kılıklı İtalyan madem bekliyorsun boş durma diyip önlük ve eldivenleri veriyor elime. Giyinip Stefano’dan pizza yapmayı öğreniyorum. Guerilla sahnede müzik devam ederken ben arkada pizza yapıyorum.

Screen Shot 2019-12-31 at 12.30.40 AM

Sonra bir ara Kıraç gelip bu manzara karşısında şok geçirip ekibin devamını çağırmaya gidiyo. İnanamayıp gelenler gülme krizine giriyor. Çok ama çok komik bir gece oluyor. Furkanın deyimiyle Pizzacıda iki tur akmışlığım var. ahahahah Pizzacıdaki mesaimiz bitiyor, nihayet özgürüz, Pazar gecesini Pazartesi sabahına beraber bağlıyoruz. Çadırda sevişip sabah olunca ağaçların altında uyuyup sohbet ediyoruz. Ben shuttle’a binene kadar da beraberiz. Çok ama çok tatlı ve akıllı. 18 yaşından beri seyahat ediyor, kendi parasını kazanıyor. Bir de oğlak burcu benim gibi! Çalışkanlığından anlamam gerekirdi. Hatta doğum günümüz aynı :) Normalde hep boğa burcu erkekleri çekerim son 2-3 seferdir hep oğlaklar çıkıyor karşıma. Stefano’yla vedalaşıyoruz. Ben shuttle’ıma gidiyorum. Bir iki haftaya ikimizin de Amerika’ya gideceğini öğreniyoruz. Avrupa’dayken de buluşmayı teklif ediyor. Planı yapıyoruz. Burning Man’e bir ay kalmış. Doktora gitme ve hazırlık gibi işlerim var, İstanbul’a davet ediyorum onu.

Monastery’den sonra Amsterdam’da 1-2 gün dinlendikten ve Rambalkoshe için ‘work in progress’ bir podcast kaydettikten sonra sonra Burning Man’e kadar son gigimde çalmak üzere İzmir’e geçiyorum. Çeşme’deki The Gardens Of Babylon’da çalacağım. Hatta küçük bir de guided meditasyon yaptıracağım partinin başında. Çeşme’deki TGOB’nin Monastery ya da Basel veya Amsterdam’daki TGOB’lerle aynı olamıyor ne yazık ki… Belki Klein’da değil de Before Sunset’te yapılsa farklı olabilirmiş.

Screen Shot 2019-12-31 at 10.48.27 AM

Klein’ın dekorasyonu sahnesi inanılmaz güzel gerçekten yurtdışında bu kadar güzelini görmedim ama buraya erken gelen bir kitlesi ne yazık ki en azından henüz yok. Ama normalde TGOB partileri erken başlar ve çoğunluk erkenden gelir ilk çalan sanatçıları da son çalan sanatçılar gibi dinlemek adettendir. Line up’ta herkesin ismi aynı boyutta yazılır. Burda çok farklı bir crowd var. Bence Gardens of Babylon’a değil Klein’a gelmişler o yüzden vibe alıştığımdan farklı. Gece 12’den önce kimse gelmiyor. 1’den sonra ise adım atacak yer yok. Telefonuna işveli bakışlar atarak dans eden kızlar ve gömleğinin açık yakasından kıl şov yapan erkek tiplemesi. İstanbul’da ya da Çeşme’de bir iki gece dışarı çıktıysanız rastlamışsınızdır… Ben dünyanın başka yerinde görmedim açıkçası. Monastery’de mutluluktan uçan empat Elif buradaki enerjilerden yorgun düşmüş halde. Monastery’de herkes gelip seni hiç bu kadar mutlu görmemiştim diyordu, burdaysa bir iki kişi hasta sanıyor beni.

Turnenin son giginde de çaldıktan sonra artık plan şu: Bir hafta Çeşme’de artık yaz kış burada yaşayan Elmasuyumbitmiş Merve’de kalacağım. Uzun zamandır görüşememiştik. Başbaşa vakit geçireceğiz. Ve tabii kafa dinleyeceğim…

Muhteşem bir turne, çok dolu bir ilk bahar yaz geçirdikten sonra kendi evimde bu çok da turnenin diğer giglerindeki hissi yaşatmayan bir gigden sonra, ve de tabii o yoğun tempo üstüne ilk kez durulunca, zihnim konuşmaya başlıyor, duygusal bağışıklığım biraz düşüyor ve içimden bir özgüvensizlik çıkıyor: ben iyi bir DJ miyim, başarılı mıyım, bir tarzım var mı, başkalarından etkileniyor muyum, yavaş mı ilerliyorum, yaşlı mıyım gibi sorular ve kendimi başkalarıyla ve nedense en çok da başka kadınlarla kıyaslamaya başlıyorum, gerçekten DJ olup olmak istemediğimi bile sorguluyorum…

bom-dia

Ben içimdeyim ve bir şeyler oluyor. Dışarda ise Çeşme çok kalabalık sokaklarda yürünmüyor. Ben Merve’nin evine yakın tatlı bir kahvaltıcı olan Bom Dia’ya gidip arkadaki büyük masayı ofis olarak kullanıyorum. İpek’le Orkun Merve’nin komşusu onlarla vakit geçiriyorum. 1 hafta Çeşme’de ama Çeşme’de değil gibi yaşıyorum. Ve ben buradayken ve sonunda bir şeylere eğilmeye vaktim varken aslında çok önemli bir şey daha oluyor…

monastery-duchess-elif

Monastery’deki videolarıma bakarken, üzerimde havaalanından yeni aldığım bir beden büyük yeşil şortumla kendimi görüyorum ve YUH diyorum ne kadar çok kilo almışım! Ve kendimle biraz da dalga geçen storyler atıyorum. Yok uçak yemeklerinden böyle oldu vs… En sonunda da aslında biraz ne yapacağımı bilemez şekilde ‘şaka bi yana bu yaz çok kilo aldım ve PCOS yüzünden olduğunu düşünüyorum, Daha önce bu rahatsızlık sebebiyle kilo alıp vermeyi başaran var mı?’ gibi şeyler yazıyorum bir iç dökme gibi…

Ve sonrasında olanlar… Çok ama çok müteşekkirim.

Meğer PCOS inanılmaz yaygın bir rahatsızlıkmış, kilo alınması çok normalmiş ama maalesef bu bir kısır döngüymüş, kilo almak PCOS için kötü ve kilo aldıkça daha da alırmışsın, bu sendromu kontrol altına almak için şekeri ve gluteni kesmek önemliymiş, ve tabii hareket! Bu şekilde kilo verdikçe iyileşme şansı daha yüksekmiş. Jinekoloğa değil endrokronoji uzmanına gitmek gerekirmiş. Jinekologlar ezbere doğum kontrol hapı yazarmış. PCOS’ta eğer regli olamıyorsanız DKH sizi yalandan kanattığı için iyileştiğinizi sanıyorsunuz. Ama sonradan tarihlere ve semptomlara bakınca bu sendromun bende zaten daha önce CAHİLCE doğum kontrol hapı kullanıp sonradan da bıraktığım için çıktığı çok açık. Eski sevgilimden ayrıldığımda artık düzenli ilişkim yok diye doğum kontrol hapını bırakmıştım ve durdurulamaz bir şekilde kilo almaya da bu dönem başladım. PCOS’un birkaç tipi varmış ve bir tanesi de doğum kontrol hapını bırakınca olurmuş. Doğum kontrol hapları ne yazık ki yumurtlamamızı önleyerek kemik gelişimimiz cildimiz psikolojimiz ve daha pek çok şey için ELZEM bir takım gerçek hormonların salgılanmasını durduran ve ilaca ara verdiğin ya da dummy hapları aldığın günlerde ise gerçek bir adet kanaması değil bir ‘withdrawal’ kanaması yaşadığın, ilacı 28 değil 40 günlük cycle’larla almaya devam etsen bu yalan kanamayı 40 günde bir yaşayacağın, yani asla adetini falan düzenlemeyen, yan etkileri korkunç ve erkek egemen bir sistemin dayatması çağdışı bir korunma yöntemi. Lütfen bu hapı kullanmayın, kullanacaksanız da bunları araştırarak ve neye karşılık neyden vazgeçtiğinizi bilerek kullanın. Bu bilgilerin hiçbirini ne ‘İLACIN KALORİSİ YOK ABLACIM’ diyen laubali eski doktorum, ne de zamanında korunma yöntemi olarak doğum kontrol hapı öneren ilk jinekologum vermedi. Gerçekten inanılmaz. Bence kadınlar olarak ayaklanmalıyız! Vermek işlerine gelmedi heralde. PCOS’la nasıl yaşanacağını, internetten bu rahatsızlıkla yaşamayı öğrenmiş kadınlardan öğreniyorum. Hemen kadın sağlığı konusunda erkek egemen düzene başkaldıran doktorları takip etmeye başlıyorum, kitaplarını sipariş ediyorum. İlaç sektörü zaten kimseyi iyileştirme derdinde değil para kazanma derdinde. Kapitalizm maalesef böyle bir şey. Beslenmene dikkat et spor yap demek kimse için karlı değil. Ve kapitalizmde kar insan sağlığından daha kıymetli. Hastalıklara sebep olan genetik, çevresel ya da yaşam stiliyle ilgili durumları iyileştirmek umurlarında değil. Onun yerine aslında bir şeylerin yolunda gitmediğinin işaretçisi olan semptomları yok etmek, bunu yaparken başka şeylerin dengesini bozmak, her açıdan kendilerine daha fazla müşteri yaratmak ve para kazanmak asıl ajandaları. Doktorların hepsi biliçli olarak kötüdür diyemem ama sorumluluğu insan sağlığı olanların araştırmacı olma sorumlulukları var diye düşünüyorum. Ben ne yazık ki jinekloğumla doktorlara güvenimi zedeleyen bir tecrübe yaşadım. Bir kere ben bir kadınım. Biraz empati! Kilo almak sadece kozmetik bir yan etki de olabilirdi. O durumda bile bana karşı hassas olması ve bu rahatsızlığın feedback mekanizmasını ve nasıl beslenmem gerektiğini anlatması gerekirdi. Gelgelelim bu hastalıkta kilo kozmetik bir durum değil gizli şeker sebebiyle gayet de kontrol altına alınması gereken bir durummuş. Bana yine laubalice ‘ABLACIM’ dese, ‘şekeri kesiceksin, mutlaka hareket edeceksin, uykuna, strese dikkat edeceksin’ dese, ben 20. yüzyılın başında icat edilmiş ve benzer yan etkileri olan herhangi bir versiyonunu hiçbir erkeğe kullandıramayacağın çağdışı bu ilacı bedenime hormon çakması işe yaramayan kimyasallar sokmak pahasına asla almaz, beni hasta eden hayat şeklimi değiştirmek yolunu tercih ederdim. Şimdi yaptığım gibi. İyi ki de bırakmışım o doktoru ve tabii o lanet olasıca hapları. Ben kimseye medikal tavsiye verecek bir konumda değilim. Sadece kendi bakış açımı ve tecrübemi paylaştım. Size de tavsiyem her şeyi araştırın.

Şakayla karışık ‘off PCOS yüzünden çok kilo aldım’ postuma 100lerce kadın bana uzun uzun mesaj attı. Nasıl müteşekkirim anlatamam. Merak etme kilo verirsin dediler. Kendi yöntemlerini kendi dertlerini anlattılar. Bilgi paylaştılar dertlerine ortak aradılar. İnanılmaz güçlü hissettim. Hem verirken hem alırken. Biz kadınlar ne güzeliz. Asla toplumsal rollerden bahsetmiyorum, bizi özümüzde kadın yapan şeylere gururla sahip çıkmalıyız.

moody bitches book

Ben o gün okuduklarım doğrultusunda ikna oldum, hızlıca aksiyon aldım, hemen o gece rafine şekeri ve glisemik indeksi yüksek gıdaları kestim (arada dondurma yiyorum o yüzden minimuma indirdim diyelim) ve Çiler’in attığı müthiş bir yazı ve müteakip araştırmalarım üzerine bir de aralıklı oruç tutmaya başladım. Geçen yazdan beri ne yaptıysam veremediğim kilolarımı 3 haftada verdim. Şaka değil. Sadece 3 haftamı aldı. Üstüme olan kıyafetler alınca, memelerimin hafif büyüdüğü ele gelen halimi de sevmeye başlamıştım aslında, bütün gardrobumu yenilemek ekonomik olmayacaktı tabii ama en önemlisi de PCOS’li biri olarak gerçekten de kilo almamam gerekiyormuş bunu öğrenmiş oldum.

Screen Shot 2019-12-31 at 12.28.53 AM

Bir süredir takip ettiğim beslenme uzmanı Ceren Yavuz‘un PCOS konusunda çok deneyimli olduğunu da bir takipçimden öğreniyorum. Ceren’den hemen randevu ve danışmanlık alıyorum. Ceren Londra’da yaşıyor, seanslarımızı skype üzerinden yapıyoruz. Ben ona çok açık bir şekilde ‘Cerencim ben şekeri kesince 3 haftada kilo verdim. Formül açık. Derdim kilo alıp vermek değil. Bu rahatsızlıkla ve bir de tabii önlem almazsam bedenimi zihnimi yıprattığını düşündüğüm DJ’likle nasıl yaşayacağımı öğret bana’ dedim. Benden bir takım kan tahlilleri istedi ve bunların sonuçlarına göre takım takviyeler aldırdı. 6 ay tamamlanınca bir tahlil daha yapıp duruma bakacağız dedi. Ama şöyle söyleyeyim. Ben Ceren’den öğrendiklerim ve tavsiye ettiği takviyelerle 2. ay itibariyle GERÇEK regli olmaya başladım. O kadar uzun zamandır gerçek adet kanamam olmamış ki, kendimi lisede gibi hissettim. Bu gerçek adet kanaması, biliyorum. Nerden biliyorsun derseniz baya hissediyorum ve tabii bu dönemde okuduğum kitaplardan cycle’ımı nasıl takip edeceğimi vs çok iyi öğrenmiş durumdayım. Body literacy, insanın kendi bedenini okur yazarlığı… Bedeninin dilini anlaması…

Modern dünyada bedenimizden gelen sinyalleri göz ardı etmeye o kadar alışmışız ki, doğal olması gereken bu şeyi yeniden öğrenmek gerekiyor. Self love pratiğim katman katman derinleşiyor. Okulda bu önemli eğitimi almamız gerektiğini düşünüyorum. Özellikle ‘this is a mans world’ dediğimiz bu dünyada, özellikle kadınlar. Biz kadınlar erkekler gibi değiliz. Farklıyız. Her ay değişen hormon dalgalarında sörf yapmamız gerekiyor. Bu durum bizi güçsüzleştiren değil aksine bize güç veren bir şey. Ama çok yazık ki kendimizi ve bedenlerimizi tanımayı öğrenmiyoruz. Onun yerine bize çok zararlı ilaçlarla hislerimizi, daha da kötüsü kadınlığımızı bastırıyoruz, bu çok normalmiş gibi. Kızlar, lütfen bu konuda kendinizi bilgilendirin, adet cycle’ınızın doğurganlığınızın sorumluluğunu ve gücünüzü kendi elinize alın. Bu konuda daha saatlerce yazıp konuşabilirim ama şimdilik geçen seneki gibi ikinci bir yazıda kitaplar ve instagram hesapları önereceğim diyerek 2019 anılar tünelimde şimdiye doğru ilerlemeye devam ediyorum…

before-sunset

Çeşme’de bir de Esteble ve Behrouz’un çaldığı çok tatlı bir before sunset günümüz oluyor. Generic’den Selçuk’un tatlı davetiyle gidip geçen seneki Dance Event’ten beri görmediğim Esteble oğlanlarıyla hem de en son Mikaelle aram çok kötüyken görüştüğüm ve o huysuz halimi iyileştirdiğimi söylemek için can attığım bana her zaman nasihatlar veren tonton Behrouz’la güzel sohbetler ediyoruz. Akşama yurt dışındaki en büyük gururumuz Oceanvs Orientalis de katılıyor bize. Onla daha önce hiç uzun uzun sohbet şansımız olmamıştı. Elif kız anlat bakim napıyosun falan diyor. Ne tatlı bir insanmış o da.

Çeşme’de bir haftam doldu. O gece Duncan Klein’da çalacak. Setini bitirince sabaha karşı beraber Bodrum’a geçeceğiz. 10 Temmuz Cumartesi Duncan’ın (unders) doğum günü. Sabah Edition Hotel’de kalabalık ve tatlı bir brunch, akşamüstü unders Xuma’da çalacak.

IMG_8295

Onun bitirmesine yakın ben Bodrum’dan taksiyle Bonjuk’a geçeceğim. Bonjuk’ta bayram diye yine kalabalık var ve ben joker eleman olarak 4 gün üst üste çalacağım:) Necibem ister de ben hayır der miyim… İlk gün sunset, ikinci gün gece, sonra yine sunset ve son olarak da gece şeklinde bir program var…

bonjuk-bay

Bonjuğa gece varıyorum. Bonjuk artık benim evim. Ne zaman boş vaktim olsa buraya geliyorum. Ailemin yanındayım ve evdeyim! Bu sefer Didem ilk kez Bonjuğa geldi. Gerçi bayramlarda daha kalabalık ve farklı olur Bonjuk. Bonjukianların yeni gelenlere oranı daha az olur. Yine de her haliyle Türkiye’nin en güzel en büyülü en özel enerjili yeri… Ve bu özel enerjili yerin bayram tatilinde de benim için özel planları var yine…

Ertesi sabah uyanıyorum. Güzel bir gün geçiriyorum. Suduru Cansu’yla nefes, sonra yoga, harika bir gün geçireceğim. Gece de çalacağım. Güneşin batmasına yakın birkaç kişinin hadi bize katıl demesiyle bir yolculuğa çıkıyorum. Normalde bu yolculuğa daha erken saatte çıkarım, güneş tam batarken en güzel noktasında olmak için. Gece de çalacağım, normalde çalacağım günler sharp olmayı isterim öncesinde yolculuk yorucu olabilir emin değilim bu zamanlamadan diyorum, evindesin diyorlar rahat ol. Peki diyorum. Çıkıyoruz yolculuğa… Daha sonra güneş batıyor, karanlık oluyor, yemek yiyoruz, ilerleyen saatlerde de ben çalmaya başlıyorum. Setlerin başına geçtiğim anda bir şey oluyor. Sanki orada değilim de hala akşamüstü çıktığım yolculuktayım. Bu tarz yolculukların bir özelliği var, sizin içinizde ne varsa onu büyüterek dışarıya yansıtan bir duygu yoğunluğu. Benim de o anda içimde son bir haftadır ayrıkotu gibi biten müziğimle ilgili bütün özgüvensizliklerim çıkıyor meydana. Her transition’ımda  geriliyorum, bir sonraki track’i seçerken asla emin değilim, bütün seçimlerimi, birilerinden etkilenip etkilenmediğimi sorguluyorum, çok kötü çaldığımı sanıyorum, kafamı kaldırıp dans pistine bakmıyorum bile, sanki onlara bakacak yüzüm yok, ben bir sahtekarım ve onları kandırıyormuşum gibi, çok acayip bir his… 4 saat çalmışım ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım gibi her saniyem cdj ve mixerlerle olduğu kadar kendimle de savaş halindeydim..

Bitirdim, hiç keyfim yoktu, ne olduğunu anlamadım, insanlar gelip çok iyiydi dediklerinde ‘heralde o kadar kötü çaldım ki ben üzülmiim diye böyle söylüyolar’ diye düşündüm. öyle bir ruh hali. (Bu arada kaydettiğim seti  geçen hafta tesadüfen açıp dinledim ve gerçekten sette hiçbir problem yok gayet de yardırmışım, it was all in my head!) Gittim yattım. Ertesi sabah uyandığımda başka bir yerden bakabiliyordum ve çok önemli bir mesaj almıştım. Müziğe aşık olma, DJ olma sebebim neyse onunla yeniden o ilk saf temiz bağı kurmalıydım. Endişeler kalbimi kirletiyordu sanki. Bense kalbimdekini titreşimler yoluyla dans pistindekilere aktarma sorumluluğundayım. Orayı tertemiz tutmam lazım. Yersiz hırslara, kıyaslara gerek yok, endişe edecek bir şey yok, içimden geleni dürüst bir şekilde aktardığım bu yolculuğun tadını çıkarmalıydım. Dün olan şeylerden bu çıkarımı yapınca çok rahatladım. Cansu’yla yine bir nefes seansından sonra normalde elle yapılan ve sabır isteyen incik cincik şeyler hiç tarzım olmadığı halde sırf Cansu’nun o dinginleştiren güzel enerjisinin yakınında olmak istediğim için Mala workshop’una katıldım.

mala

Mala yapmak için önce bir niyet belirlemek gerekiyor. Malayı dizeceğiniz yarı değerli taşların hepsinin özellikleri anlamları var. Malayı oluşturacak boncukları niyetinize uygun özellikte taşlardan aynı zamanda bir akış bir ritim oluşturarak seçmek gerekiyor. 54 ya da 108 boncuk ve bir guru boncuk ile boncuklar tek tek sıkı sıkı düğümlenerek yapılıyor mala. Ben 54’lük bir mala yapacağım diyorum. Niyetimi yazıyorum kağıda önce. Kalbimin ve niyetimin saflığı, müzik aşkımla ilgili bir şeyler yazıyorum. Ben heyecanla rengarenk güzel taşlar arasından gözüme güzel görünen ve niyetime uygun olanlarını seçerken Cansu yazdığım okuyup sen kendinle hep böyle sert mi konuşursun diyor… Kendimle sert konuşurum evet ama yazmak istediğim şey sert bişey değildi. Monastery’de gördüğüm bir tabelanın İngilizce’den Türkçe’ye çevirisiydi. What’s yours will find you’yu senin olması gereken seni bulacak ve başına gelmesi gereken gelecek gibi bir şekilde çevirmiştim. Bir de sonuna müzik her yerde müzik içinde diye bir cümle eklemiştim. Cansu hep pozitif kalplar yazmanın ve dilin önemini anlattı. Ama ben onu öyle demedim ya dedim, niyetimi değiştirmedim ve taşlarımı seçmeye devam ettim.

Screen Shot 2019-12-31 at 9.57.00 AM
İlk başlarda çok bocaladım, hatta önce hepsini ipe dizip eee bitti bu dedim güldüler, meğer düğüm atmak gerekiyormuş ve o düğümleri tam da boncukların yanına atmak bir sabır işiymiş. Her boncugu dizerken niyetinde kalmak önemliymiş. Bu baya yüksek enerjili bir niyet meditasyonu. Modernday witchcraft! Zaten yemin ederim bu Cansu cadı. Ama iyi olanlarından. Neyse biraz bocaladıktan sonra elim alışıyor epey ilerliyorum. Aklımda kalbimi saf tutarak müzikle gerçeğimi ifade etme niyetim mala işine kaptırmışken güneş inişe doğru geçiyor ve ben de yarım kalan malamı ve seçtiğim boncukları mala dizmeye yarın devam etmek üzere minik bir keseye koyup, ikinci mesaime, sunset setime doğru harekete geçiyorum. Başlamadan önce bi ofise gidiyorum. Bilgisayarıma external harddiskimi takıp bonjukta sunsette çalmak için ayırdığım şarkıların olduğu klasörü USB’mde güncelleyeceğim hemen ve başlayacağım. Ve tahmin edin ne oluyor.

Ben bu yaz başıma bi sürü aksilik gelirken en çok ne için şükrettim: Harddiskim ve bütün müzik arşivim güvende ve bende diye şükrettim. Sonra da kendi tarzımı bile sorguladığım ve setimde tüm özgüvensizlerimi cdj ve mikserlerin üzerine resmen kustuğum bir geceden sonra, müzik yolunda kalbimi temiz tutma niyetiyle bir mala yapmaya başladım ve niyetimin sonuna ‘başına gelmesi gereken gelecek. müzik içinde ve müzik her yerde’ yazdım. Sonra da o malayı yarım bırakıp müzik çalmaya gittim.

Malalar gerçekten büyülü. Ben sonradan anladım ki resmen evrene gel bana bulaş canım demişim. Dersini böyle almayı sevenlerdenim. Dün geceden sonra öğrendiklerimi sindirdiğimi sanan bir hisle sunset setimi çalmaya gidiyorum, 5 dakika  var başlamama, USB’mi bilgisayara takıyorum ve harddiskim bozuluyor! İçinde bütün müzik arşivim ve yedeği yok!

Hayır, başka kablolar deniyorum, olmuyor, bilgisayar harddiskimi okumuyor. Ben bu halde usb’mi update ettiğim için playlist’in içinde sadece bilgisayarda olan şarkılar kalıyor, harddiskte olup okunamayanların hepsi siliniyor. İlk başta panikledim. Eyvah bütün müziğim gitmiş olabilir. N’apıcam, haftaya Burning Man’e gidicem, bir sürü yerde çalıcam, nasıl olacak, peki ya şimdi, kalan şarkılarla çalabilir miyim falan diye düşünürken Necibe bugün dinlen sen aşkım, burası senin evin, bu ruh haliyle çalmana gerek yok, sakinleş Bayram bitsin harddiskini İstanbul’da tamir ettirirriz, Can çalar bugün senin yerine diyor…

Gerçekten de o panik halindeyken kalbimdekileri kimseye yansıtmasam da olur. O an bunu sen istedin Elif diyorum. Kendini sorguluyordun, belki de radikal bir şekilde bütün arşivini sıfırlamanın vaktidir. Belki de bu düşünmen için bir işarettir. Bu yaz kendini en güçlü hissettiğin zamanlar ne zamanlardı? Bir şeylerini kaybedip hala sakin kaldığın zamanlardı. Telefonun, cüzdanın bile değersiz oldu en değer verdiğin şeylerle kıyaslayınca. Hep bir şey için şükrettin, müzik arşivin, ve şimdi o da gitmiş olabilir. Ama belki de asıl şükretmen gereken başka bir şey vardır, kimsenin senden alamayacağı bir şey, kafanın içinde, kalbinde… Belki de şimdi asıl onun için şükretme vaktidir…

Bakın her şeyin yanında bu çok ciddi bir şey. Yıllardır tek tek kategorize ettiğim, taglediğim, puanladığım analiz ettiğim dev müzik arşivimden bahsediyoruz. O dönem 12-13 bin track var. Baya bir mesai. Ama bana inanılmaz bir sakinlik geliyor. Gece çaldığım müziğin olduğu klasörleri güncellemeye çalışmadım, onların içindeki şarkılar duruyor. USB’yi bilgisayara takmazsam sorun yok. Yarın gece, burada evimde çalabilirim, Burning Man için de  bir şeyler ayarlayabilirim. Yıllardır bütün müziklerimi paylaştığım Duncan’dan, Britta’dan, Mikael’den müzik isteyebilirim. David burda ondan müzik isteyebilirim. Biraz değil epey ekstra mesai olacak ama ben bunun altından kalkabilirim. Ve belki de dönünce harddiskim tamir olacak. Ya da bu yepyeni bir şeylerin başlangıcı olacak. Şuan sakinleş ve düşünme.

Ben de gayet sakin bir şekilde önce Can’a gidip durumu anlatıyorum. O çalıyor sunsette. Sonra da Cansu’nun yanına gidiyorum, kesemden  boncuklarımı çıkarıp güneş tamamen gitmeden malamı yapmaya devam ediyorum. Niyetime ve bana birşeyleri gösterme yoluna tamamen güvenerek. İçimde inanılmaz bir güç, olgunluk ve huzur.

Screen Shot 2019-12-31 at 10.11.13 AM

Turnede ilk aksilik olan kapkaçta iki şey için şükretmiştim. Biri arşivim diğeri de pasaportumdu. Sonradan hem pasaportumu hem de arşivimi geçici olarak kaybettiriyor evren bana ve sanki sahip olduğun şeyleri kaybetmekten korkmadıkça güçleniyorsun diyor. Mesajı alıyorum.

Ertesi gün yine efsane derin hatta baya ağladığım bir nefes seansı, içimde bir şeyler çözülüyor. İlk malamı bitirdim ve çok güzel oldu. Bu sefer ikinci bir mala yapmaya başlıyorum. Baya bağımlı oldum. İlki 54lüktü bu sefer gaza geldim 108’lik yapacağım. Niyetim de aşk! Uzun uzun yazıyorum, bu sefer seçtiğim kelimelere dikkat ediyorum. Ama başarabildim mi bilmiyorum…

Screen Shot 2019-12-31 at 10.01.38 AM

Gece USB’mde güncellemediğim için sağlam şekilde duran şarkılarımla bir set çalıyorum. Bu sefer kendime ve seçimlerime güveniyorum. Çok da eğleniyorum. Ertesi gün sunsette ise güncellediğim için çoğunluğu harddiskte olan şarkılar gittiği için epey daralan listemle çalıyorum. Harddisktekiler arşivlediklerim bilgisayardakiler ise son ay indirdiklerim. Kalanların hepsi yeni şarkılar, ne var ne yok bilmiyorum. Biraz deneysel takılıyorum ve inanılmaz keyifli bir set oluyor.

Screen Shot 2019-12-31 at 9.56.50 AM

Bonjuk yine çok şey öğretiyor bana. Önce güneşi batırıp ardından dolunayın doğmasını beklediğimiz, dolunay sol tarafımızda vadinin arkasından batınca ise karanlık gökyüzündeki meteor yağmurunu yine güneş ilk ışıklarıyla şovun gerçekleştiği siyah perdeyi degrade bir şekilde aydınlığı ve renkleriyle yok edene kadar izlediğimiz, uyumak için çadıra girmek istemediğim ve neredeyse her gece sahilde ateş başında sabahladığım o büyülü bayram haftasından sonra İstanbul’a dönüyorum. Çok heyecanlıyım çünkü akşama Pizza Boy Stefano geliyor.

IMG_8279

Bayram sonrası İstanbul’a döner dönmez ilk iş Necibe’nin verdiği numaradan Mac Specialist’i arıyorum. Adam  (bu arada Mac’iyle sorun yaşayan yazsın adam efsane iyi veririm numarasını) eve gelip harddiskimi alıyor. Ben arşivim kurtulmama ihtimaliyle bir şekilde barışmışım. Yedek planlarım var. İçimi ferah tutuyorum. Laboratuarında harddiskimi açıp inceledikten sonra beni arayıp dataları kurtarabileceğini söylüyor. Apple Store’a gidip bana 2 tane yeni harddrive alıyor. Bozuk olandaki dataların hepsini bu ikisine yedekleyip eve getiriyor. Ve çok bir masraf çıkacak sanıyordum ama aslında oldukça uygun fiyata harddrive’ımın bir yedeği evde bir yedeği benimle geziyor modeline geçiyorum…

Arşivim düzeldi, Burning Man için Amerika’ya uçmama bir hafta var, bavul yapma hazırlıklarına girişiyorum. Bi yandan Stefano’yu İstanbul’da gezdiriyorum öyle full on turist modu değil mesela gidip bi yerlerde kahvaltı ediyoruz sonra eve geliyoruz ben çalışıyorum o da o kadar tatlı ki mutlaka oyalanacak bir şey buluyor, bana yardım ediyor, evde bozulan bir şeyleri tamir ediyor, kahve yapıp getiriyor, İngilizce çalışıyor, yemin ederim yicem… asla bir saygısızlık, gereksiz bir sahiplenme kıskançlık asla yok böyle şeyler çok kendine özgüvenli ve iyi niyetli ve süper enerjili bi çocuk.

Screen Shot 2019-12-31 at 10.36.45 AM

Bir akşamüstü Can’la Lola’nın terasına gidiyoruz. Kendinden onlarca yaş büyük herkese yarım yamalak ingilizcesiyle sevdiriyor kendini Stefano. Hava harika, gün batımı harika, sonra Can’ın alt komşusu uğruyor, senelerdir orada oturan biri ve henüz Can’ın terasına hiç çıkmamış bunca zamandır, çok enteresan, terasa çıkar çıkmaz Stefano adama bir değişik bakıyor, gözlerimi kısıyor falan şaşkın. Sonra birbirlerini görünce şok geçiriyorlar. Meğer Stefano Can’ın komşusu Orkun’un Miami’deki restoranında çalışmış bundan 6-7 sene önce ve çok da iyi bir patronmuş beraber çok eğlenirlermiş. Bu nasıl bir tesadüf ya! Bu arada hesabı yapıyorum çocuk 18 yaşında evini yurdunu bırakmış gitmiş Miami’de restoran falan demeden çalışıyor. Daha da saygı duyuyorum bana kendimi şahane hissettiren kasmayan yormayan bu çocuğa.

İstanbul’da aşırı uyumlu ve güzel geçen bir haftanın sonuda onu Barselona’ya yolluyoruz ben de San Francisco’ya geçiyorum. Sırada benim her sene haç niyetine gittiğim Burning Man var! Ben Burning Man’deyken o da San Francisco’ya gelecek. BM çıkışı Lake Tahoe’ya gitme planımız var. Bu sene Burning Man’e 4. kez gidiyorum. Tema Metamorfoz. Gitmeden uzun kapsamlı bir yazı yazıyorum hatta. Buradan okuyabilirsiniz.

elif-burning-man

SF’da yine Mike Maturo’da kalıyorum. Hazırlıklarımı yapıp oradan Burning Man’e gideceğim. 2 sene önceki kampım Never Sleep Again’de kalacağım. Neci de benle bizim kampa geliyor. Bonjuk ailemizden de farklı farklı kamplarda bir sürü arkadaşımız var. Bir sürü yerde çalacağım. Geçen seneki gibi kalbim kırık değil. İyi bir sene olacak… Costa Rica burda, Meksika burda, yeni bir Meksika daha katılıyor aramıza. ahahhaah Giglerin bazıları iyi bazıları eh, hava aşırı soğuk ya da sıcak değil, Mikael burda, ben burda olduğunu bile unutmuşum bu sene, bi  gece onun arkadaşı bitirip benim arkadaşlarım başlarken Robot Heart’ta karşılaşıyoruz, heycanlanmıyorum bile artık. Her şey yolunda. Burning Man’i uzun uzun anlatmicam çünkü o zaman yazı ancak 2020 sonuna yetişir…

burning man 2019 elif

Burning Man bitip çıktığımda Stefano’nun deport edildiğini ve Amerika’ya hiç giremediğini öğreniyorum. Lake Tahoe planımız yalan oluyor. Üzülüyorum tabii. Şimdi SF’da bir haftam daha var. Cuma günü yine Audiofly için Flying Circus’un SF partisinde çalıp sonra İstanbul’a dönüyorum. Önemli bir misyonum var, daha beraber yaşamaya başlamadan Rumi olduğumuz Aytek’le yeni yuvamızı bulacağız.

Burning Man dönüşü sanırım en son amcamın cenazesinde gördüğüm babamla buluşuyoruz. Bir ara kırgın ve dargındım ona ama amcamın cenazesinde o halini görünce geçti hepsi. Babamla keyifli bir akşam geçiriyoruz. Sanki aramızda farklı bir ilişki var. Dışarda buluşmak çok iyi bir fikir. Evdeki default halinde yani bilgisayarı önünde olmadığı için can kulağıyla beni dinleyebiliyor. Güzel sohbet ediyoruz. Kitaplar öneriyorum. Bonjuk’tan bahsedince beni bir tarikata üyeyim falan sanıyor ahahha. Çok tatlı adam.

Burning Man dönüşü bir kambo seremonim daha var. Medicine woman’ıma diyorum ki zararlı pek çok şeyi çıkardım hayatımdan. Arada sırada çıktığım ufak yolculuklar dışında. O da diyorum kalp ve algı açıcı bir şey titreşimimi düşürmüyor. Medicine woman ona da ihtiyacım olmadığını söylüyor. Ve böylelikle son yolculuğuma Burning Man’de çıkmış olarak o zamandan beri vücuduma sentetik bir şey sokmadığım bir döneme giriyorum.

Vücut okur yazarlığım, önsezilerim falan öyle güzel bir noktadaki gerçekten bu bağlantıyı iletişimi bozmak istemiyorum. Kambo seremonileri de niyetle başlıyor. Yakında yaşadığım özgüven sorunumdan kendimi sorgulamalarımdan bahsediyorum Medicine Woman’ıma. Kalbimi temizlemek istiyorum diyorum, niyetim bu. Senin kalbin zaten temiz diyor, sen bazen zihninde çok kalıyorsun sorunun bu, kalp connection’ını güçlendirmeyi niyet et bunun yerine diyor. Ben de bu niyetle giriyorum seansa. İlk kez kambo yaptığımda üst üste 3 seremonim de çok sert geçmişti. Bu sefer yine beni en zor zorlayan kısım su içmek. Öyle ki daha medicine’ı almadan sırf su içerek kusuyorum. Bence bu sefer daha da temizim ve son seremonim rahat geçiyor. Ve ondan sonra da bir daha beni, kalp connection’ımı kitletecek suni hiçbir şey almıyorum vücuduma… Kambo’nun beni kademeli olarak getirdiği bu bilinç için sonsuz müteşekkirim. Kambo çıkışı Cansu’yla Sheldon’ı görmeye gidiyorum yine ama kalmıyorum bu sefer. Akşam Sumahan’ın açılışında en sevdiğim sanatçılardan biri olan Mira’dan önce çalacağım…

Mira da ben de Jetlag’iz BM sonrası. Ben bi de kambo yapmışım. Yemekte biraz ona eşlik ettikten sonra eve geçip hazırlanıyorum. Çok güzel bir saatte Sumahan’da uzun zamandır İstanbul’da çalmadığım için biiiir sürü arkadaşım gelmiş, harika bir gece. Mira çalarken de sonuna kadar kalıp dans ediyorum. Çok mutluyum…

sumahan season opening mira elif

Sonraki hafta her yere haber salıyoruz ve Aytek’le ev arayışımız başlıyor. Nişantaşı ve Cihangir’de emlakçıları geziyoruz, bazı evlere bakıyoruz. Fiyatlar uçmuş, kafamızda belirlediğimiz fiyata buralarda ev bulmamız imkansız. Yakın boyutlarda en az 2 odası olan, manzaralı, asansörlü (galatada oturduğum yıllar boyunca merdiven çıkmakla hiçbir derdim yok ama her hafta merdivenden bavul çıkarıp indirmekten fena daralmış haldeyim) ve tabii havaalanına kolayca gidebileceğim bir yer arayışındayız.

Bu arada SF dönüşü hala jetlag’im ve son dakika çıkan bir gig sebebiyle döndükten tam 12 gün sonra tekrar Amerika’ya uçuyorum. Daha yeni Türk saatine dönmüştüm ki bu sefer New York. Benim agency’den bir sanatçının ailevi bir aciliyeti çıktığı için onun booklandığı event’e beni öneriyor agentlarım ve orada çalmaya gidiyorum. Didem’le daha yeni konuşmuştuk, yazın beraber vakit geçirebildik harikaydık bi daha ne zaman görüşebiliriz acaba diye ve hop ben tekrar New York’a gidiyorum.

sonic jungle eternal equinox

New York’ta hava harikaydı. Tam bir pastırma yazı. Sonic Jungle’da çaldım. Bir iki gün parklarda bahçelerde dolaşıp ev bakmaya devam etmek için İstanbul’a döndüm. Bu arada Heal Play Love için yaptığım podcast yayınlandı

İlk etapta Cihangir ve Nişantaşı bakıyorduk, sonra Nişantaşı’ndan vazgeçtik çünkü manzaralı diye gösterdikleri evler beton yığınına bakıyor falan sevmedik bi de trafiği başımıza bela olur dedik. Vibe olarak da Cihangir bize daha uygun. Her gün Galata’dan Cihangir’e yürüyüp emlakçılara gitmeye başladık. Kötü kötü evlere bakıyoruz sinirimiz bozuluyor. En son artık Cihangir caddesinde kriterlerimize uygun sayılabilecek baya geniş, Galata kulesi manzaralı iki eşit odası olan bir ev bulduk. Bayılmadık ama sanırım başka da bişey bulamayacağız diye o evi tutmaya karar verdik. Aytek bir iş için İstanbul dışındaydı. Ben ev sahibiyle buluşmaya gittim ve kadından bildiğin NEFRET ettim. Neden böyle oldu bilmiyorum. Sanırım önsezim benle konuşuyor ve ben de dinlemeyi biliyorum. E artık ev sahibiyle buluşmuşuz burdan geri dönüş olmaz zaten ev aramaktan da yorulmuşuz diyip imzayı atmak üzere ertesi güne sözleşiyoruz ama için hiç rahat değil. Aytek ben yetişemem bir sonraki güne erteleyelim diyor. Bunu teklif ettiğimizde benim uyuz olduğum ev sahibi ‘bu ne çocuk oyuncağı mı ben vazgeçtim’ diyor. ŞÜKÜRLER OLSUN!

Aytek diyorum boşver, evet kriterlerimize uyuyordu ama içime sinmemişti o ev. Biraz daha bakalım diyorum. O sırada bir sabah erkenden daha güneş doğarken uyanıyorum Galata’da. Balkona çıkıp meditasyon yapıyorum. Sonra da sanki aradığımız evi bulmuş gibi bir teşekkür yazısı yazıyorum. ‘Şükürler olsun tam istediğimiz gibi bir ev bulduk, manzarasına aşığım, odamı çok seviyorum, yatağım çok rahat’ gibi gibi…

Bu arada Can ve Derya eve minik bir kedi getirmişler. Küçük piç. Kendisiyle bildiğin aşk yaşıyorum. Galata’daki evi, Can’ı , Mert’i inanılmaz manzaramızı özleyeceğim ama artık kendi alanım olacağı için de inanılmaz heyecanlı ve hevesliyim.

kucuk pic

O gün Aytek arıyor. Hala şehir dışında. ‘Nişantaşı’nda bize ev gösteren tatlı bir emlakçı vardı hatırlıyor musun’,  diyor ‘bir müşterisinin Cihangir’de dairesi boşalmış, tam bize göre olduğunu düşünüyor, fiyatı şu şu şu bizim bütçemizim biraz üstünde ama siz beğenirseniz ben konuşur indirtirim diyor’ diyor. Adamı hatırlıyorum hakkaten, rahmetli dedeme benzetip çok sevmiştim. Normalde kendi bölgesi olmayan bir bölgede bize ev göstermek için Cihangir’e geliyor. Annemle beraber gidiyoruz bakmaya. Bir gün önce aynı sokakta çook daha küçük ve iki bina arasından azıcık deniz gören bir eve bakmışız. Ama yok, içimize sinen işte bu dediğimiz bir şey henüz yok…

Ve… Evin içine girip kafamı sağa çevirir çevirmez ‘aradığımız evi bulduk anne’ diyorum. Emlakçı Haldun Bey sağolsun ev sahibiyle konuşuyor, bizim CV’lerimizi yolluyor ve herkesi mutlu edecek bir fiyata anlaşıp evi tutuyoruz. Ev Ekim ortası boşalacak, kira kontratını Kasım’da başlatıyoruz. Ama Ekim ortası girip tadilatlara başlayabiliyoruz. Bu işleri canım güzeller güzeli annem ve Aytek üstleniyor. İyi ki varlar

Ekim başında Barselona’ya gidiyorum çalmaya. Bir sonraki hafta Yunus Güvenen’in doğum günü için Bonjuk’un Kandilli’deki yalısında çalıyorum. Bu arada yeni ev için bir sürü şey organize etmek gerekiyor. Eksiklerimi almak, farklı yerlerdeki eşyalarımın nakliyesini ayarlamak, tadilatlar vs vs gibi bir sürü iş. Ekim ortası ev boşaldığında ben Amsterdam Dance Event’te olacağım, anneme ve Aytek’e emanet ediyorum işleri. Bu arada Lounge FM için yaptığım set yayınlanıyor. Bu arada Happy Camper instagram hesabından sonra başka müşteriler de böyle bir şey yaptığımı duyup bana gelmeye başlıyor. 4 tane hesabı tek başıma yönetmem mümkün değil, Merve’den yardım almaya başlıyorum.

17’sinde Amsterdam Dance Event’te çalmak üzere artık 2. evim Amsterdam’a uçuyorum. Bilgeyle harika bir konser salonunda Weval dinlemeye gidiyoruz. Bu sene badge’im yok. Happy Camper için müzik endüstrisi, dj hayatı, yolda olmak ve ruh ve beden sağlığı temalı bir röporaj veriyorum. Bir de Mixmag Turkey ‘ye röportaj veriyoru. Buradan okuyabilirsiniz.

mixmag-elifmusique

Çalıp ertesi gün de döneceğim çünkü Bonjuk’a Per Anhalter gelicek bu sefer de ve ben yine çalmak için davet edildim. The Altitude Agency’nin yemeği çok şahane geçiyor. Bizim agency’nin neredeyse bütün sanatçıları orada. Herkes b2b çalacak yine. Shishi kapanışa beni Wild Dark ile b2b yazmış. Set saatleri biraz karışık internette başka bişey yazıyo bizim grupta başka bir şey konuşuluyor. Bizden önce Jenia Tarsol çalarken Wild Dark başka bir yerde çaldığı için henüz mekanda değil. ADE biraz böyle oluyor. Jenia biranda benim bitti diyor ve ben tek başıma çalmaya başlıyorum önce. İnanılmaz keyifli bir set olurken bi anda elektrik gidiyor. 10 dakika falan elektrik yok. Kimse gitmiyor yine. Sora Wild Dark geliyor, elektrik geliyor ve biz kapanış setimizi çalıyoruz. 3 kişi b2b olduğu için kişi başına az şarkı düşse de epey eğleniyoruz ve ben Wild Dark ile bir sonraki b2b’imizi iple çekiyorum bile.

ade wild dark elif the altitude agency

Ertesi gün Bonjuk’tayım. Pazar günü çalacağım. Sonra enteresan bir şey oluyor. Pembe tayt giymiş, melek kanatları takmış, sakallı koskoca bi herif çekiyo dikkatimi. ‘Ya’ diyorum ‘festivallere böyle saçma salak giyerek acaba gece eve bi kızla dönebileceklerini mi sanıyorlar bu nasıl bir tarz’ diye geçiriyorum içimden. Daha sonra aynı çocuğu birine akro yoga yaptırırken görüyorum. Akro yoga da pek sevdiğim bişey değil açıkçası biraz şov gibi geliyor. Hiç muhabbet etmediğim bu çocuğu ikinci kez ‘önyargılamış’ oluyorum. Neden bilmiyorum.

Screen Shot 2019-12-31 at 1.29.18 PM

Sunset sırasında ağrıyan belimi esnetmek için bir takım hareketler yapıyorum. O sırada bu pembe taytlı  melek kanatlı çocuk geliyor yanıma. ‘Belin mı ağrıyor’ diyor, ‘sanırım sana yardım edebilirim’. Ve sonra yere yatıp ayaklarını uzatıp elimden tutup bana güven diyor ve beni ters çevirip belimi esnetmek üzere bir takım ‘akro  yoga’ hareketleri yaptırıyor. İlk göt oluşumu orda yaşıyorum. Akro yoga aslında işe yarayabiliyormuş.

Sonra çocuk tekrar geliyor yanıma: Sen diyor her hafta sonu bi yerlerde çalıyorsun dimi? Evet diyorum. ‘ben sana asla aşık olamazdım’ diyor durup dururken ‘çünkü ben de hafta içleri iş için hep seyahatteyim hafta sonları da mutlaka berlin’de olmaya çalışıyorum’. ‘Sen aşkı çok yanlış anlamışsın canım’ diyorum. ‘İlişkide olamam senle desen anlarım, ama aşk öyle seçmece bir şey değil’ diyorum. O da bu şekilde ilk göt oluşunu yaşıyor. İkinci göt oluşu ise benim için ‘bu kız DJ ve çok güzel. Eminim hayatında bir kitap bile açıp okumamıştır ve güzellik salonlarından çıkmıyordur, zaten de çok yüzeysel bir işi var’ diye düşündüğünü itiraf ediyor sonradan. Aslında belki de kendini bana aşık olmamak için ikna çabaları… O gece ateş başında muhteşem derin muhabbetler ediyoruz, kitaplardan, evrenden, kuantumdan, günümüz dünyasının problemlerinden ve neredeyse her şeyden konuşuyoruz. Ben çok etkileniyorum çünkü entelektüel düzeyde bağ kurabildiğim ve derin şeyler konuşabildiğim aynı zamanda da fiziksel olarak etkilendiğim çok az insan var ne yazık ki. Gece öpüşüyoruz sabaha karşı sevişiyoruz ve ben baya etkileniyorum en başta her şeyine bok atıp burun kıvırdığım. Çok seksi bir aksanı var. Böylelikle pembe taytlarla festivallere gelen bu çocuklar kız götürmeyi mi düşünüyor demiş biri olarak yine göt oluyorum.

Screenshot_2019-12-31-16-08-13-952

Bonjuk’tan İstanbul’a dönüp Ahmet’in deposundan, Galata’dan, Yağmur’un evinden ve annemin evinden eşyalarımı toparlayarak gelen bir nakliye kamyonu ben ADE’deyken boyanmış evimize eşyalarımı taşıyor. Evde henüz yatağım yok. Salonun ortasında rastgele duran kanepe dışında yatacak bi yer yok. Bonjuktaki çocuk geliyor İstanbul’a, bir airbnb tutmuş, benim beğeneceğimi düşünerek, ve gerçekten de çok görmek istediğim bir binaydı. O gece orda kalıyoruz. Yine sabahlara kadar sohbet ediyoruz. İnanılmaz derin muhabbetler. Resmen sanki herkesin cinsel anlamda özgür olacağı bir ilişki modeli yaratmayı konuşuyoruz. Güzel sevişiyoruz. Haftaya Bonjuk kapanış var. Ben tabii ki gideceğim. O da yanımda bilet alıyor gelmek için ve sabah Berlin’e dönüyor.

Oha diyorum, İstanbul’da harika bi ev buldum, işler müthiş gidiyor, ve nihayet hem mental hem fiziksel anlamda beni doyurabilecek ve klasik ilişki bullshitleriyle saçma sapan yormayacak bir erkekle tanıştım… Bir sonraki hafta Bonjuk’a gidiyorum. Ertesi gün benim sakallı seksi aksanlı da gelecek. Ben çok heyecanlıyım. Ve o gün bana bir mesaj atıyor: ‘Elif ben sana tamamen dürüst olmadım. Ben bir open relationship içindeyim ve bunu sana söylemedim çünkü o yakaladığımız şey bir bubble’dı ve bu bubble’ı patlatmaktan korktum. Kız arkadaşım seni biliyor. Yarın Bonjuk’a biletimiz var, sen beni kapanışa davet etmeden önce ben onunla beraber gelmek için konuşmuştum bile ama bu yeni gelişmelerden sonra gelip gelmeyeceğimize ilişkimizin bunu kaldırıp kaldıramayacağına o an karar vereceğiz. Özür dilerim.’

Şaşırıyorum. Ne tepki vereceğimi bilemiyorum. ‘Senin karşıma çıkman tesadüf değildi diyorum. Eğer bu olanlardan sonra kız arkadaşınla buraya gelmeye karar verirseniz bununla duygusal olarak nasıl başa çıkacağım tamamen benim sorumluluğumda. Bonjuk senin de evin artık ve kapanışa istediğin kişiyi davet etmekte özgürsün. Ben bu olan durumu uzun zamandır üzerinde çalıştığım ‘duygusal resilience’ım yolunda bir büyüme challenge’ı olarak alıyorum. Sana kızgın değilim, ama neredeyse her konu hakkında sohbet ettiğimiz o uzun geceler boyunca aslında bir ilişkide olduğun bilgisini bana vermemeni manipülatif ve cesaretten yoksun olarak gördüğüm için sana olan saygı ve hayranlığımı yitirdim ne yazik ki.’ diyorum. Böyle bir haftalık kısa bir aşk macerası atlatmış oluyorum… Ertesi gün gelmemeye karar veriyorlar. Bence en hayırlısı oluyor. Halbuki gerizekalı bana ilk başta ‘benim open relationship’te olduğum bir kız arkadaşım var, haftaya gelecek, o da seni severse belki üçümüz takılırız ne dersin’ dese kimse kimseyi kandırmadan güzel güzel takılırdık. Neyse böyle minik bir heyecandan sonra İstanbul’a dönüp evin işlerine yoğunlaşıyorum…

Kasım başında Akumandra’ya yaptığım podcast yayınlanıyor. Ekim boyunca yaptığımız büyük tadilatlar bitiyor ve biz officially olarak yeni evimizde oturmaya başlıyoruz. Evle bildiğin aşk yaşıyorum. Yatağım çok rahat odam çok güzel. Kendimize minik bir stüdyo yaratıyoruz. Yoga ve meditasyonlar için alan. Bitkiler alıyoruz bir sürü.  İlk ay değişen yönetmelik sebebiyle bacamız onay almadığı için doğalgaz açılmıyor. O kadar şanslıyız ki Kasım’da olmamıza rağmen hava 20 derecenin üstünde. Duş almak içinse mahalleden Ceylin’e, bizim apartmanın giriş katında oturan Yalın’a falan gidiyoruz. Sıkıntı yok. Bir ay kadar evin incik cincik her şeyiyle uğraşıyoruz. Aytek her şeyi aşırı teknolojik hale getiriyor. Bütün eşyalarımız birbirini tamamlıyor. Onda olmayan şey bende var, bende olmayan şey onda var. Projeksiyon, perde, ışıklar, ses sistemi, kombi hepsini wifi’dan telefona bağlıyor Aytek. Kablo kanaları çekip her şeyi tertemiz ve düzenli hale getiriyor. Best roomie ever! Evden havaalanına gitmek çok kolay. Mutfağımız keyifli ve bir sürü sağlıklı tarifler öğreniyorum. Balkonumuzdan martıları besliyorum. Evle aşk yaşıyorum ve İstanbul’dayken çoğunlukla da evden çıkmıyorum.

Screenshot_2019-12-31-15-12-02-752

Yoğun yazdan sonra gig tempom 2 haftada bir şeklinde. Hala taşınma yerleşme işleri olduğu için ideal. Evi tam olarak ihtiyaçlarımıza uygun hale getiriyoruz. Buraya da yaratıcılığımı besleyecek bir stüdyo kuruyorum. Hatta taşındığımda mutlaka yapacağım dediğim şeyi de yapıp eve XDJ ve Mixer alıyorum!

Screen Shot 2019-12-31 at 1.29.37 PM

Kharkiv’e gidiyorum ilk kez, müzik çalmak için. Bunu normal bir gig sanıyordum. Uçaktan inince öğreniyorum ki beni Anjunadeep Edition’larım sebebiyle çok seven bir belediye görevlisinin özel doğum günü partisine süpriz olarak booklanmışım. Çok değişik bir deneyimdi ama harika insanlarla tanıştım. Kadınların çok güçlü olduğu gençlerin yönetimde aktif rol aldığı, eski sovyet zamanlarının havasını hala taşıyan Kharkiv’e bayıldım. Beni arkadaşlarına süpriz olarak booklayan çift o kadar tatlılar ki. Sırf onlarla tanıştığım için bile mutluyum…

kharkiv elif ukraine

Bir sonraki hafta Brüksel’de çalmaya gidiyorum. Hangr diye bir event. Aslında buradan Mayıs’ta teklif almıştım ama Dominik Cumhuriyeti’ne gitmeyi tercih etmiştim. Şimdi düşününce acaba Avrupa’da kalsaydım hayatımda nasıl değişiklikler olurdu diyorum. Beni tekrar davet ettikleri için mutluyum. Çok güzel line up’li bir eventte çalacağım ama son dakika mekanda sorun çıktığı için normalde aynı anda olması gereken büyük ve küçük oda ortadan kalkıyor ve küçük odayı büyüyüğün önüne yazdıkları bir program ortaya çıkıyor. Benim set saatim çok erken saate denk geldiği için de çaldığım sırada mekan epey boş. Biraz moralim bozuluyor. Çok heyecanlıydım çünkü… Bunlar hep büyüme tecrübesi Elif…

akyol sokak

Artık bir evim olduğu için Avrupa’da gidip çalıp ertesi günü eve dönebiliyorum. Bi yerlerde oyalanmam kalmam gezinmem falan gerekmiyor. Üretkenlik açısından çok daha iyi bir düzen bu. Ve ilk ay hala evle ve işleriyle uğraşarak geçse de Aralık’la beraber ev tutmak istemekteki BİR numaralı sebebim olan prodüksiyona nihayet başlıyorum. Yarım kalan bir sürü projem var, Felix ile, Itai ile, Robert ile… Onlara geri dönmeden önce deadline’ı olan bir proje geliyor. Bizim agency’den Bloem, Şubat’ta Lump Records’dan çıkacak EP’sinde bir şarkısına remix yapmamı istiyor benden. Şarkıya aşık oluyorum ve duyduğum gün fikirlerimi hemen ableton’a döküyorum. Sonra prodüksiyon yeteneklerine ve zevklerine güvendiğim dostlarımdan feedbackler alarak geliştiriyorum şarkıyı. Ocak’ta ilk iş bitirip miksine başlayacağım… Çok heyecanlıyım. Sonunda istediğim düzenimi oturttum!

tclplex displaygreatness

Kapkaça uğradığım için yurt dışından telefon getirme hakkım yanıyor. Kanada’dan aldığım ikinci telefonum 3 ay sonra malesef kapanıyor. Kendime muhatap bulup derdimi anlatamıyorum. Başkasının pasaportuna kaydettiriyim diye ödediğim 1500 TL üzerine o pasaportun tc kimlik no ile hattınki uyuşmadığı için yanıyor ve telefonum kitleniyor. Vergi dairesine gidip dilekçe yazıp birkaç ay sonra paramı geri alabiliyorum ama telefonu ancak evde wifi ile kullanabiliyorum yani dışarda, hat çalışmadığı için telefonsuzum. Her şeyi ne kadar zorlaştırıyorlar inanılmaz. Yurt dışı çıkış harcının 50 liraya çıkmasına da büyük isyandayım. Neyse telefon konusunda şansıma hemen ertesi gün beraber çalışacağım TCL markasının bana bir süredir ulaştırmaya çalıştığı yeni telefonum geliyor. Eskisini Begüm’e satıyorum. Yeni yurt dışına gittiği için pasaportuna kaydettirip kullanabiliyor. Cizenbayan işleri dedim ya mesela TCL’in display greatness kampanyası için video çekiyorum (bu arada resmen hayatımı kurtardı telefon, android’e de alışıyorum ve cidden telefonumu çok seviyorum) aşkım Seldam ve Atakan ile gelenekselleşen Pamukkale Bağbozumu seyahatimizi yapıyoruz, Yotel ile tatlı bir video çalışmasına dönüşüyor bu, bir de borusan otomotiv davetiyle Eskişehir’deki OMM’u gezmeye gidiyorum.

omm-eskisehir

Rootist markasının yaratıcısı bitaneciğim Begüm ile de eve şahane bitkiler alıyoruz. Stüdyom yemyeşil. İçim açılıyor. İstanbul’da evde olmak çok açıdan besliyor beni. Ailemi arkadaşlarımı görebiliyorum. Sağlıklı beslenebiliyorum. Prodüksiyon yapabiliyorum. Ufak ufak cizenbayan işleri yapabiliyorum. Yoga ve meditasyon düzenimi oturttum ve bir sürü kitap okuyabiliyorum. Vanity‘ye uğrayıp prp gibi cilt bakımlarıma gidebiliyorum.

vanity estetik botoks dolgu prp

Bu aralar rüyalarıma yoğunlaştım, lucid olmak için çalışıyorum, rüyalarımı not ediyorum, kadın üreme sistemiyle ilgili inanılmaz kitaplar okuyorum, yaratıcılık üzerine okuyorum, geçen seneki gibi kitap önerilerimi de paylaşacağım. Bu arada muhteşem bir astrolog’a gidiyorum, karma astrolojisi haritama bakıyor. Müthiş bilgiler ve her ay dua etmem için tarihler veriyor. Meğer o kapkaça uğradığım yerden marsım mı ne geçiyormuş benim, gizli düşman çıkarmış, ani saldırı olurmuş. Şaşırıyorum ama bi yandan da şaşırmıyorum. Kakao’yla tanışıyorum yine bu dönem. Eve bir meditasyon yastığı almak istiyorum. Neci’ye soruyorum. Aynı gün akşam Sjorin markacısını yaratıcısı Deniz instagram’dan mesaj atıyor bana markasını tanıtıyor, senden ilham aldım özellikle İzlanda yazından diyor, sana bu yastıklardan bir tane yollamak istiyorum diyor. Tesadüflerin sadece tesadüf olmadığını bunların bir işaret olduğunu anlayalı çok oldu. Deniz’i merak ediyorum ve yastığı yollama gel yeni evime misafir ol tanışalım diyorum böylelikle iş yapış şekline, iyi niyetine ve detaycılığına hayran olduğum Deniz ve ilham verici hikayesiyle tanışmış oluyorum.

Screenshot_2019-12-31-15-12-39-458

Kasım sonunda çok random bir şekilde Bonjuk’tan Yıldız beni Gürcistanlı bi adamla connect ediyor. Adam biz bir şirket partisi yapmak istiyoruz, Milano’da ve sen çal istiyoruz diyor ama yeri de benim bulmamı bekliyor. Ben de Martta süpriz doğumgününe gittiğimde evinde kaldığım Simo’ya soruyorum. Bir yer bulup her şeyi organize ediyoruz ve bu taşınma döneminde bonus gibi güzel para kazanıyorum. Ay sonu Milano’ya çalmaya gidiyorum. Simo’da kalıcam, onlar da Pazar Berlin’e Mira’nın doğum gününe Kater’e gidiyorlamış. Hemen Britta’yla konuşuyorum ve guestlist ayarlıyorum. Milano’dan onlarla aynı uçağa Berlin’e bilet alıyorum ve dönüşümü de Berlin’den İstanbul’a alıyorum. Kater’de süper eğleniyorum. Artık vücuduma dikkat ettiğim için günlerce Kater’de sürünmece yok. Kakao yiyorum bana güç ve mutluluk veriyor ama kahve gibi anskiyete yapmayan, aksine magnezyum içeriğiyle sakin bir güç bu ve seretonin üretimini destekliyor kakao, bu nedenle ertesi gün düşüşü olmayan tatlı bir UP olma hali, bitkisel lif sayesinde kan şekerini düzenliyor ve en antioksidan berrylerden bile 40 kat antioksidan… işlenmiş çikolata değil ham kakao!

Berlin’e gitmişken Denizle de görüşüyorum. Burning Man sebebiyle Berlin’deki ilk düğününü kaçırmıştım. Ama Ekim’de İstanbul’daki düğününe gidebilmiştim. O zamandan beri ilk kez görüşebiliyoruz. İlham verici bir Kater müzik ziyafetinden sonra İstanbul’a dönüyorum ve içinde bulunduğumuz Aralık ayına giriyoruz.

elif aytek cihangir

7 Aralık’ta karşının taksisi olup yeni açılan Otto Moda’da çalıyorum. Beklediğimin 10 kat üstünde iyi geçiyor. Hatta ben çalarken yabancı bir kız telefonundan ‘we are Anjunafamily’ diye bir görsel gösteriyor. Ertesi hafta Kaynouna’da çalmak için Dubai’ye gidiyorum. Son dk NY’a gittiğim için Can ve Lola’nın düğünüyle başlayan Love Weekend geleneğini kaçırmıştım, o hafta Josephine de Retour ismiyle çalan yakın arkadaşım Sarah gelmişti Bonjuk’a ve  ne yazık ki vakit geçirememiştim. Dubai’de yaşadığı için bu vesileyle onla hasret gideriyoruz. Kış arası doping güneşimi alıp geri dönüyorum. Kaynouna line up’ı harika ama ben erken saatte çaldığım için yine biraz boş ve üzülüyorum önce. Sonra halen bu konuda egomun ara ara bana küçük huysuzluklar yaptığını kabul edip müzik çalışma ve sağlığıma odaklanmak dışında zihnim ve kalbimle de çalışmayı her zaman sürdürmem gerektiğini anlıyorum. Daha sağlıklı rutinler oluşturuyorum. Artık uyanınca öğlene kadar telefonuma bakmıyorum mesela. Önce meditasyon, kereviz sapı suyu, bakım rutinlerimle başlıyorum güne ve o sürekli birşeylere yetişmem sürekli yarışmam gerek modundan çıkarıyorum kendimi. Sürece ve akışa güvenmek burada anahtar kelime. Bunu yaparken de kalpten niyetlerle çalışmak, zihinsel hırslarla değil. Dubai’deki minik hayal kırıklığı da böyle bir farkındalık hediye ederek anılarımda yerini alıyor. Hatta bunla ilgili samimi bir post yazıyorum elifmusique hesabıma ama agentlarım Shishi  ve Yvetta bu postu arşivlememi istiyorlar.

kaynouna dubai elif

Dubai’den sonraki hafta sonu İstanbul’da özel bir fetiş partide çalmak için booklanıyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde partinin özelliği kalmıyor pek duyan gelmiş, kostümsüz bir sürü insan var ve ben kendimi kostümümle biraz teşhir edilmiş hissettiğim için erken ayrılıyorum. Kitaplar okuyarak, yoga yaparak, müzik çalışarak ve Merve’yle artık ikimiz yetişemediğimiz DJ ve label sosyal medyası işimizde aramıza yeni bir arkadaş katarak geçiyor günlerim. Evimize giden gelenimiz hep var, Rick and Morty’nin 4. sezonu başladı, Netflix’de inanılmaz ilgi çekici belgeseller var (kitap ve instagram hesabı yazıma belgesel önerileri de ekleyeceğim)

Şu an Amsterdam’dayım. Akşam The Gardens of Babylon’un yılbaşı partisinde çalacağım. 2019’a beraber girdiğimiz Bilge ve Merve yine yanımda. Bu yaz Bonjuk’ta daha çok tanıma şansına sahip olduğum tanıdığım en akıllı ve yetenekli kadınlardan Sinem de burada. Bu gece de set saatim erken ama olsun n’apalım… 2’sinde İstanbul’a dönüp üzerine çalıştığım remix’i bitireceğim. Ocak itibariyle Avusturya ve Almanya özelinde Stil Vor Talent’in booking agency’sisi ile çalışmaya başlıyorum. Çok heyecan verici. 9 Ocak’ta Londra, 17 Ocak’ta Ankara, 7 Şubat’ta İstanbul’da, Mart sonunda Berlin’de çalacağım. Remix bitince yeni projelere başlayacak yarım kaldıklarıma devam edeceğim. Evde yoga yapmak da güzel ama canım arkadaşlarım Mey ve Ceylin’in Gümüşsuyu’ndaki Githa Yoga stüdyosuna yazılacağım. İyi beslenmeye kendime bakmaya ve akışta kalmaya devam edeceğim.

elif home studio istanbul

Bu arada Şili’deki eski sevgilim yazdı. Çok tatlı bir ilişkimiz vardı ve ayrılma sebebimiz benim Türkiye’ye dönmemdi. İletişimi hiç koparmadık ama arkadaşçaydı. Seneler içinde benim bir sürü sevgililerim oldu, o evlendi. Yazma sebebi şu, Ocak sonunda Avrupa’ya geliyormuş. Ve bu arada boşanmış. Ama iyiymiş ve beni görmek istiyormuş. Sanırım Ocak sonunda Madrid’e onu görmeye gideceğim… Beklentisiz. He bu arada eski sevgilim Mikael sohbet ettiğimiz bir sırada bu arada ben biriyle tanıştım diyor. Bu gün geldiğinde daha çok etkileneceğimi sanıyordum. Senin için çok sevindim diyorum. Gayet samimi ve içten bir şekilde. Senin hayatında biri yok mu sorusuna hayır diyorum. Muhtemelen adamın biri gelip huzurunu kaçırsın istemiyorsun sen diyor… Belki de öyle bilmiyorum.

Bu yıl yine büyük farkındalıklar ve derslerle geldi. Olan her şey için müteşekkirim. Evim olduğu için inanılmaz mutluyum. Bu farkındalıklarımı öğrendiğim ilginç şeyleri okuduğum kitapları dünyayla paylaşmak istiyorum. Acaba koltukta bi talkshow gibi bişiler çekip yayınlasam mı diye bile düşünüyorum. Evde artık DJ setup’ı olduğu için acaba Pazar günleri livestream mi yapsam diye düşünüyorum. Kakao markası mı yaratsam diye düşünüyorum. Tek kullanımlık plastik sorunu hakkında farkındalık yaratma konusunda nasıl bir aksiyon alabilirim diye düşünüyorum. DJ ve sosyal medya hesabı yönetme işini nasıl daha geliştirebilirim diye düşünüyorum. Kilo derdim yok, sağlığım yerinde, stres ve endişelerimi yönetmeyi öğreniyorum, kalbimden gelen tutkuyla çalışıyorum, zihnimden gelen hırsla değil ve en önemlisi de bunların hepsinden çok keyif alıyorum. Kalbim ve bedenim bazı şeyleri özlüyor ama istediğim bir ilişki mi ondan da emin değilim. Tek başıma mutluyum, güçlüyüm, huzurluyum, güvendeyim. Ev arkadaşım abim gibi oldu. Bu arada o da bir DJ olduğu için gerçekten her şey ideal!

aytek dorken bonjuk

Yine epey yoğun bir sene olmuş, hatırlayabildiğim kadarını yazdım, gereksiz detayları kendime sakladım. Hayatıma harika insanların ve farkındalıkların girdiği bir sene oldu 2019 ve bütün derslerine müteşekkirim.

2020’yi ve 12 gün sonra gelecek 33 yaşımı heyecanla bekliyorum. Yakında kitap, instagram hesabı hatta app ve belgesel önerilerimle geleceğim. Yazmazsam taciz edin beni DM’den soru yağmuruna tutun. Yazmak istiyorum. Bu sene instagram’dan embed fotoğraf alamadım, hem appleri hem web versiyonu bugdan geçilmiyor. Screenshot aldım paylaşmak istediğim fotoğrafları. Caption’ını relevant bulduğum postları da fotoğrafa linkledim. Bazıları tıklarsanız açılacak yani. Kusura bakmayın. İnstagram algoritmasını değiştirip like’ları kaldırmakla meşgul heralde bugları fix etmiyorlar…

Son olarak eski yıl sonu yazılarıma buradan ulaşabilirsiniz:

2018201720162015 2014 2013 2012

Bu arada takip edip destek olmak isterseniz müzik projemle ilgili hesaplarımı da şöyle bırakıyorum.

Soundcloud – Instagram – Facebook – Youtube – Spotify

Okuduğunuz ve beni yazmaya motive ettiğiniz için teşekkürler.

elif tanverdi cizenbayan elifmusique

 

 

prense dönüşmeyeceğini bile bile öptüğüm kurbağa

prense dönüşmeyeceğini bile bile öptüğüm kurbağa

2019’un son günlerine yaklaşırken yine senenin ilk başladığı anlara doğru anılarımda bir yolculuk yaptım ve artık bir geleneği de yaşatmanın motivasyonuyla az buz değil tam 8. kez bloguma sene biterken...

Processed with RNI Films. Preset 'Agfa Precisa 100'

2020 biterken…

2020 biterken…

2019’un son günlerine yaklaşırken yine senenin ilk başladığı anlara doğru anılarımda bir yolculuk yaptım ve artık bir geleneği de yaşatmanın motivasyonuyla az buz değil tam 8. kez bloguma sene biterken...

cape town elif

YORUMLAR

Şu an hiç yorum yok.

YORUM EKLE

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir